Hüseyin Turhallı
Tarih: 3 Mayıs 2010 Pazartesi
Türkiye kamuouyunda Anayasa değişiklikleri tartışılıyor. Kürt aydınları suskun, siyasetçileri şaşkın. Bu şaşkınlık, bu akıl tutulması neden? Var mı bunu bilen? Var, var da..... Sorun değişmeyen kafada, ezbere alışmış gözde.
12 Eylül vahşetinde Xalê Ehmo'nun Sur içindeki gomunda tepe gibi yığılmış inek pislikleri içine sakladığımız onlarca ve belki de yüzlerce kitap söylemişti bana.“İsyan etmekten korkanlar özgür düşünemez. Düşünmekten korkanlar da isyan edemez!“
Bilge kitaplarım, bilge kütüphanemiz, Xalê Ehmo'nun gomunda inek pislikleri içinde çürüyüp gitti.....!
Ezber Kafa
İdeolojik perspektiflerle olaylara bakan göz, kaçınılmaz olarak aklı ve maddi gerçeği yadsıma gibi ilizyonist bir duruma düşer. Bu yanılgılı bakışımı ısrarla sürdüren Kürt siyaseti, 2000'li yıllara gelindiğinde Türkiye toplumunun değişim istemini hem göremedi hem de bu değişimi toplum bilim kavramlarıyla açıklama yeteneğini gösteremedi. Söylem ve mantık diyalektiği köyden şehire inmiş 1970'li yılların gençlik mantığını aşamadı. Ezber kafalarıyla kaldılar.
AKP Kurucularının sınıfsal konumları, söylem biçimi, Kemalist statüko karşısındaki politik tutumları, Türkiye toplumunun değişim arzusuyla çakışınca, Türk siyasal yaşamında bir dönüm noktası oluştu. AKP iktidarı da bu dönüm noktasının hem mihenk taşı hem de hamili (taşıyıcısı) oldu.
Açılım ve değişim konularında sürekli gel-gitler yaşayan AKP Hükümeti'nin Kürt ve Kürdistan sorunu karşısında samimi olmadığını söylemek için bir çok nedenimiz var. Ancak statükocu rejimin delinmez-dokunulmaz zırhını oluşturan Adliye-Askeriye ve İlmiye'nin (Yasama-Ordu-Üniversiteler) hükümete karşı savaş açmaları, AKP'nin değişim arzusunda ciddi ve kararlı olduğunu görmek için yeterli bir veri. MHP ve CHP'yi de bu gerici kampa dahil etmek gerekiyor.
Hiç kuşkusuz MHP ve CHP'nin değişime karşı çıkmalarının haklı gerekçeleri ve özel menfaatleri vardır. Ancak 1982 Anayasası'nın bazı maddelerinin değiştirilerek iyileştirilmesi konusunda tavırsız kalan BTP'nin.....???
BDP'nin Çelişkisi
Güçlü bir siyasal geleneğe sahip olmayan Kürt legal siyaseti, HEP sürecinde “öz iradeye sahip olma“ sorununu tartışmaya başladı. DTP sürecine gelindiğinde büsbütün yenik düştü. Öyle ki bir karpuz dilimi için on binleri sokağa döken DTP, yüzlerce üyesi tutuklanırken kılını bile kıpırdatmadı. Bizi sokak ortasında kurşuna dizen Ergenekon katillerinin yargılanmasında suskun ve tutumsuz kaldı.
Bunlar yetmedi. İnsanlık suçunu işleyen 12 Eylül Cuntacıları'nın yargılanmasını sağlayacak olan Anayasa değişikliği tartışmalarının yapıldığı TBMM salonunu CHP ve MHP ile birlikte terk etme gibi hazin bir sonla buluştu. Öz iradeye sahip olamayan kişi ve kurumlar için bu durum kaçınılmazdır.
Olaylara bütünlüklü olarak bakıldığında sorunları tanıyabilir/tanımlayabiliriz. Buna karşılık sorunların çözümünde olaylar ayrıştırılarak ve tasnif edilerek çözülür. BDP'nin sorunları ayrıştıracak, tasnife tabi tutacak yetenekte bir gözü yoktur.
Şimdi Anayasa değişiklik paketini önümüze koyup birlikte okuyalım:
ı- Pakette Kürt ve Kürdistan sorununa ilişkin tek bir cümle yoktur.
ıı- Değişiklikler, statükocu Kemalist rejimin aşılmasında kurumsal bazı değişiklikleri içeriyor.
Paketi Kürt ve Kürdistan sorunuyla ilişkilendirerek ceketin düğmeleri neden yanlış yerden ilikleniyor? Demokratikleşme çabaları neden Kürtlerin aleyhine bir gelişme olarak görülüyor? Yapılmakta olan yeni bir Anayasa değil ki. Anayasa değişiklikleridir. Ne istenebilirdi
a- Seçim barajı yüzde 5'tir.
b- Her çocuk ilk öğrenimini Ana dilde yapar.
c- Kalkınmada öncelikli bölge Kuzey Kürdistan'dır. (İsterseniz buna Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri de diyebilirsiniz). Bu bölgelerin alt yapı sorunları için bütçenin %7'si buraya ayrılır.
Hepsi bu.
Şimdi DTP, “aramızda tartışıyoruz“ diyor. Neyi niçin tartışıyor? Böyle tartışmalar içerik doldurmaz, boşaltır!
Eylül Cuntası'nın Yargılanması
12 Eylül'ün zindan karanlığı çok yazıldı, çizildi. İçerisi aydınlandı ama dışarısı karanlık kaldı 12 Eylül'ün.
İnsanların insanlığından utandığı, ölmekten değil yaşamaktan acı çektiği, deli gömleği giydiği velhasıl çıldırdığı dönemdir 12 Eylül. Can ciğer dostlar birbirine selam vermekten, yolda karşılaşmaktan korkuyordu. Askerler, yoldan geçen çiftlerin eşlerine laf atmaktan, erkeklerin kadınların gurur ve iffetini kırmaktan haz topluyordu. Toplumun hücrelerine kadar sinmiş o dehşet korkusunun yanında bütün yüce değerlerin değeri bir hiçti. Gözyaşlarımız bile korkaktı. Yaş damlaları dışarıya akmaz, yüreğimize düşerdi. Sokaklar vay şivandı. Ve balıkçılar, Devgeçidi Barajı'ndan balık yerine işkenceyle öldürülmüş, gencecik cesetlerimizi çıkarıyordu.
Anayol kavşaklarına barikat kuran asker, üzerinde montu, ayaklarında botu olan insanları soyuyor, yalın ayak, sırtı çıplak halde buzların üstünde çamur içinde yürütüyordu.
“Kemalizm dışında başka hiçbir sapık ideolojiye yer yoktur!“ diye nutuk atan cuntacı generaller, insanlık suçunu işlemenin hazzını yaşıyordu.
12 Eylül Cuntası'nın bir karabasan gibi üzerimize çöktüğü yıl son sınıf öğrencisiydim. Matematik hocamız Ö. Faruk Ongan “Günaydın“ dedikten sonra yoklama ve sayı aldı. Kara tahtada fonksiyonlar üzerinde ders anlatmaya başladı. Kamyon çarpmış gibi ani ve şiddetli bir gürültüyle sınıf kapısının çengeli yerinden sökülerek öğretmen masasının üstüne düştü. Ellerinde Thomson ve G3 silahlarıyla içeri dalan polis ve asker, namluları üstümüze çevirerek “Ellerinizi başınızın üstüne koyun. Biri kıpırdarsa hepiniz ölüceksiniz!“ diye bağırınca gencecik bedenlerimiz titremeye başladı. İki metre boyunda bir sivil polis, yoklama kağıdına baktıktan sonra “Ulan aradıklarımızı neden yok yazmışsın?“ diyerek hocayı boğazından tutup duvara çarptı. Üstü başı dağılan hoca “Olmayanı nasıl var göstereyim“ diye inledi. Hıncını alamayan polis “Ulan bu x-y-z, fog, log nedir? Hangi örgütün şifresi“ diyerek hocayı tekrardan savurarak tahtaya çarptı.
Hayat donmuştu. Ellerimiz başımızın üstünde üzerimize çevrilen namluların ölüm kusmasını bekliyorduk.
Askerlerden biri yanıma geldi. “ Ulan hani kravatın?“ dedi. Gözlerimle ceketimin cebini işaret ettim. Elini cebime sokup kravatı çıkardı. Kravatı boynuma dolayıp şamarı suratıma indirdi.
Asker ve polis dışarı çıktıktan sonra ellerimi başımın üstünden indirdim. Kitap ve defterlerimi tuttuğum gibi pencereden aşağı attım. Hocamızın gözlerinden yaşlar akıyordu. “ Ne yapıyorsun Hüseyin?“ diyerek yanıma koştu. “ Okul bitti Hocam!“ dedim. Sözlerim hocaya hançer gibi saplandı. Kırılan gururunu ve kendini unuttu. “ Bak Hüseyin, bu yapılanlar bir politika. Okumamızı okumanızı istemiyorlar. Baksana etrafımızda duyarlı tek bir arkadaş kalmadı. Sen de gidersen hiç kimse kalmaz. Onların istediğini yapmış olursun. Kendini düşünmüyorsan arkadaşlarını, sana umut bağlamış insanları düşün!“ dedi.
’Küçüklükten beri bilim adamı olmayı hayal etmiştim. İçimdeki bilgeyi şimdi burada kurşuna dizdiler. Ruhumdan kanlar akıyor. Ne olacak bilmiyorum. Ama bu günlerin hesabı görülmezse boynu bükük gideceğim“ dedim.
Yüzü gözü şişmiş halde öğlen saatlerinde eve geldim. Dıngılhava'daki evimiz Sur'a yapışıktı. Mahallemizdeki Xalê Ehmo Surlar'ın sığınak bölümünü ahır yapmış inek besliyordu. Xalê Ehmo'nun süpürdüğü hayvan pisliği birike birike küçük bir tepe olmuştu. Biz de kitaplarımızı, kasetlerimizi naylon torbaların içine koyup bu gübrenin içine saklamıştık. Eve varır varmaz Xalê Ehmo'nun ahırına koştum. Kaset torbasını bulup eve getirdim ve Şıvan Perwer'in kasetini teybe koyup sesini sonuna kadar açtım. Şıvanperwer “ Ka Kurdistanam Ka?“ dedikçe mahalleli de üstümüze toplanıyordu.
Annem koşarak oda kapısına dayandı. “Oğlum kendine acımıyorsan bari bu çocuklara acı. Şimdi askerler gelecek, bütün mahalleyi dayaktan işkenceden geçirecek. Sesi kesmezsen gidip kendimi damdan atacağım“ deyip iki katlı evimizin merdivenlerini tırmanmaya başladı. Ben ve yengem birlikte arkasından koştuk.
Dur ana, sen kendini atma! Ben seni atacağım, deyip annemi korkuluk duvarının üstüne sürükledim. Yengem bir taraftan bana saldırıyor, bir taraftan da söyleniyordu. “Çıldırdın mı Hüseyin! Çıldırdın mı? Ananı nasıl damdan atarsın!“ diyordu.
Evet çıldırdım. Çıldırdım işte. Bırakın onu da atacağım, kendimi de, deyip boğulurcasına hıçkırıklarla bağırıyordum.
Anamı damdan atmadım. Bu vahşeti durdurmak için gidecek bir yer de yoktu. Çaresiz okula geri döndüm.
BDP ve DTP'liler!
Binlercemizi sokak ortasında kurşuna dizen Ergenekon çetelerinden hesap sorulmasına sessiz kaldınız.
Yüzlerce insanımız hapishanelere doldurulurken kılınızı kıpırdatmadınız.
İrademiz sizsiniz dedik, irademizi hapse tıkattınız.
1982 Anayasası'ndan çok daha geri 1921 Anayasası'nı istiyoruz diyecek kadar kör-cahil ve geri konumlara düştünüz.
12 Eylül Cuntası'nın yargılanmasını sağlayacak Anayasa değişikliklerine, “Gerekçelerimiz var“ diyerek destek vermediniz. CHP ve MHP ile birlikte parlamento salonunu terk ettiniz. Hangi gerekçe, insanlık suçunu işleyenlerden hesap sorulmasının önüne geçebilir?
Ve On yıldır sosyolojik hiçbir karşılığı olmayan boş söylemlerle bize deli gömleğini giydirdiniz.
12 Eylül'ün o kahredici suskunluğunu yırtmak için anamı ve kendimi damdan atacaktım. Unutmayın! Çıldırmak üzere olan milyonlar, suskunluklarını yırtmak için yarın Sizi de kendilerini de damdan atabilirler.....!
Hüseyin Turhallı
[email protected]
İyimserlik ve muhtemel yanılgılar/Ibrahim Küreken