Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 5 May 2010

Hüseyin Turhallı

Tarih: 3 Mayıs 2010 Pazartesi

Türkiye kamuouyunda Anayasa değişiklikleri tartışılıyor. Kürt aydınları suskun, siyasetçileri şaşkın. Bu şaşkınlık, bu akıl tutulması neden? Var mı bunu bilen? Var, var da..... Sorun değişmeyen kafada, ezbere alışmış gözde.

12 Eylül vahşetinde Xalê Ehmo'nun Sur içindeki gomunda tepe gibi yığılmış inek pislikleri içine sakladığımız onlarca ve belki de yüzlerce kitap söylemişti bana.“İsyan etmekten korkanlar özgür düşünemez. Düşünmekten korkanlar da isyan edemez!“

Bilge kitaplarım, bilge kütüphanemiz, Xalê Ehmo'nun gomunda inek pislikleri içinde çürüyüp gitti.....!

Ezber Kafa

İdeolojik perspektiflerle olaylara bakan göz, kaçınılmaz olarak aklı ve maddi gerçeği yadsıma gibi ilizyonist bir duruma düşer. Bu yanılgılı bakışımı ısrarla sürdüren Kürt siyaseti, 2000'li yıllara gelindiğinde Türkiye toplumunun değişim istemini hem göremedi hem de bu değişimi toplum bilim kavramlarıyla açıklama yeteneğini gösteremedi. Söylem ve mantık diyalektiği köyden şehire inmiş 1970'li yılların gençlik mantığını aşamadı. Ezber kafalarıyla kaldılar.

AKP Kurucularının sınıfsal konumları, söylem biçimi, Kemalist statüko karşısındaki politik tutumları, Türkiye toplumunun değişim arzusuyla çakışınca, Türk siyasal yaşamında bir dönüm noktası oluştu. AKP iktidarı da bu dönüm noktasının hem mihenk taşı hem de hamili (taşıyıcısı) oldu.

Açılım ve değişim konularında sürekli gel-gitler yaşayan AKP Hükümeti'nin Kürt ve Kürdistan sorunu karşısında samimi olmadığını söylemek için bir çok nedenimiz var. Ancak statükocu rejimin delinmez-dokunulmaz zırhını oluşturan Adliye-Askeriye ve İlmiye'nin (Yasama-Ordu-Üniversiteler) hükümete karşı savaş açmaları, AKP'nin değişim arzusunda ciddi ve kararlı olduğunu görmek için yeterli bir veri. MHP ve CHP'yi de bu gerici kampa dahil etmek gerekiyor.

Hiç kuşkusuz MHP ve CHP'nin değişime karşı çıkmalarının haklı gerekçeleri ve özel menfaatleri vardır. Ancak 1982 Anayasası'nın bazı maddelerinin değiştirilerek iyileştirilmesi konusunda tavırsız kalan BTP'nin.....???

BDP'nin Çelişkisi

Güçlü bir siyasal geleneğe sahip olmayan Kürt legal siyaseti, HEP sürecinde “öz iradeye sahip olma“ sorununu tartışmaya başladı. DTP sürecine gelindiğinde büsbütün yenik düştü. Öyle ki bir karpuz dilimi için on binleri sokağa döken DTP, yüzlerce üyesi tutuklanırken kılını bile kıpırdatmadı. Bizi sokak ortasında kurşuna dizen Ergenekon katillerinin yargılanmasında suskun ve tutumsuz kaldı.

Bunlar yetmedi. İnsanlık suçunu işleyen 12 Eylül Cuntacıları'nın yargılanmasını sağlayacak olan Anayasa değişikliği tartışmalarının yapıldığı TBMM salonunu CHP ve MHP ile birlikte terk etme gibi hazin bir sonla buluştu. Öz iradeye sahip olamayan kişi ve kurumlar için bu durum kaçınılmazdır.

Olaylara bütünlüklü olarak bakıldığında sorunları tanıyabilir/tanımlayabiliriz. Buna karşılık sorunların çözümünde olaylar ayrıştırılarak ve tasnif edilerek çözülür. BDP'nin sorunları ayrıştıracak, tasnife tabi tutacak yetenekte bir gözü yoktur.

Şimdi Anayasa değişiklik paketini önümüze koyup birlikte okuyalım:

ı- Pakette Kürt ve Kürdistan sorununa ilişkin tek bir cümle yoktur.

ıı- Değişiklikler, statükocu Kemalist rejimin aşılmasında kurumsal bazı değişiklikleri içeriyor.

Paketi Kürt ve Kürdistan sorunuyla ilişkilendirerek ceketin düğmeleri neden yanlış yerden ilikleniyor? Demokratikleşme çabaları neden Kürtlerin aleyhine bir gelişme olarak görülüyor? Yapılmakta olan yeni bir Anayasa değil ki. Anayasa değişiklikleridir. Ne istenebilirdi

a- Seçim barajı yüzde 5'tir.

b- Her çocuk ilk öğrenimini Ana dilde yapar.

c- Kalkınmada öncelikli bölge Kuzey Kürdistan'dır. (İsterseniz buna Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri de diyebilirsiniz). Bu bölgelerin alt yapı sorunları için bütçenin %7'si buraya ayrılır.

Hepsi bu.

Şimdi DTP, “aramızda tartışıyoruz“ diyor. Neyi niçin tartışıyor? Böyle tartışmalar içerik doldurmaz, boşaltır!

Eylül Cuntası'nın Yargılanması

12 Eylül'ün zindan karanlığı çok yazıldı, çizildi. İçerisi aydınlandı ama dışarısı karanlık kaldı 12 Eylül'ün.

İnsanların insanlığından utandığı, ölmekten değil yaşamaktan acı çektiği, deli gömleği giydiği velhasıl çıldırdığı dönemdir 12 Eylül. Can ciğer dostlar birbirine selam vermekten, yolda karşılaşmaktan korkuyordu. Askerler, yoldan geçen çiftlerin eşlerine laf atmaktan, erkeklerin kadınların gurur ve iffetini kırmaktan haz topluyordu. Toplumun hücrelerine kadar sinmiş o dehşet korkusunun yanında bütün yüce değerlerin değeri bir hiçti. Gözyaşlarımız bile korkaktı. Yaş damlaları dışarıya akmaz, yüreğimize düşerdi. Sokaklar vay şivandı. Ve balıkçılar, Devgeçidi Barajı'ndan balık yerine işkenceyle öldürülmüş, gencecik cesetlerimizi çıkarıyordu.

Anayol kavşaklarına barikat kuran asker, üzerinde montu, ayaklarında botu olan insanları soyuyor, yalın ayak, sırtı çıplak halde buzların üstünde çamur içinde yürütüyordu.

“Kemalizm dışında başka hiçbir sapık ideolojiye yer yoktur!“ diye nutuk atan cuntacı generaller, insanlık suçunu işlemenin hazzını yaşıyordu.

12 Eylül Cuntası'nın bir karabasan gibi üzerimize çöktüğü yıl son sınıf öğrencisiydim. Matematik hocamız Ö. Faruk Ongan “Günaydın“ dedikten sonra yoklama ve sayı aldı. Kara tahtada fonksiyonlar üzerinde ders anlatmaya başladı. Kamyon çarpmış gibi ani ve şiddetli bir gürültüyle sınıf kapısının çengeli yerinden sökülerek öğretmen masasının üstüne düştü. Ellerinde Thomson ve G3 silahlarıyla içeri dalan polis ve asker, namluları üstümüze çevirerek “Ellerinizi başınızın üstüne koyun. Biri kıpırdarsa hepiniz ölüceksiniz!“ diye bağırınca gencecik bedenlerimiz titremeye başladı. İki metre boyunda bir sivil polis, yoklama kağıdına baktıktan sonra “Ulan aradıklarımızı neden yok yazmışsın?“ diyerek hocayı boğazından tutup duvara çarptı. Üstü başı dağılan hoca “Olmayanı nasıl var göstereyim“ diye inledi. Hıncını alamayan polis “Ulan bu x-y-z, fog, log nedir? Hangi örgütün şifresi“ diyerek hocayı tekrardan savurarak tahtaya çarptı.

Hayat donmuştu. Ellerimiz başımızın üstünde üzerimize çevrilen namluların ölüm kusmasını bekliyorduk.

Askerlerden biri yanıma geldi. “ Ulan hani kravatın?“ dedi. Gözlerimle ceketimin cebini işaret ettim. Elini cebime sokup kravatı çıkardı. Kravatı boynuma dolayıp şamarı suratıma indirdi.

Asker ve polis dışarı çıktıktan sonra ellerimi başımın üstünden indirdim. Kitap ve defterlerimi tuttuğum gibi pencereden aşağı attım. Hocamızın gözlerinden yaşlar akıyordu. “ Ne yapıyorsun Hüseyin?“ diyerek yanıma koştu. “ Okul bitti Hocam!“ dedim. Sözlerim hocaya hançer gibi saplandı. Kırılan gururunu ve kendini unuttu. “ Bak Hüseyin, bu yapılanlar bir politika. Okumamızı okumanızı istemiyorlar. Baksana etrafımızda duyarlı tek bir arkadaş kalmadı. Sen de gidersen hiç kimse kalmaz. Onların istediğini yapmış olursun. Kendini düşünmüyorsan arkadaşlarını, sana umut bağlamış insanları düşün!“ dedi.

’Küçüklükten beri bilim adamı olmayı hayal etmiştim. İçimdeki bilgeyi şimdi burada kurşuna dizdiler. Ruhumdan kanlar akıyor. Ne olacak bilmiyorum. Ama bu günlerin hesabı görülmezse boynu bükük gideceğim“ dedim.

Yüzü gözü şişmiş halde öğlen saatlerinde eve geldim. Dıngılhava'daki evimiz Sur'a yapışıktı. Mahallemizdeki Xalê Ehmo Surlar'ın sığınak bölümünü ahır yapmış inek besliyordu. Xalê Ehmo'nun süpürdüğü hayvan pisliği birike birike küçük bir tepe olmuştu. Biz de kitaplarımızı, kasetlerimizi naylon torbaların içine koyup bu gübrenin içine saklamıştık. Eve varır varmaz Xalê Ehmo'nun ahırına koştum. Kaset torbasını bulup eve getirdim ve Şıvan Perwer'in kasetini teybe koyup sesini sonuna kadar açtım. Şıvanperwer “ Ka Kurdistanam Ka?“ dedikçe mahalleli de üstümüze toplanıyordu.

Annem koşarak oda kapısına dayandı. “Oğlum kendine acımıyorsan bari bu çocuklara acı. Şimdi askerler gelecek, bütün mahalleyi dayaktan işkenceden geçirecek. Sesi kesmezsen gidip kendimi damdan atacağım“ deyip iki katlı evimizin merdivenlerini tırmanmaya başladı. Ben ve yengem birlikte arkasından koştuk.

Dur ana, sen kendini atma! Ben seni atacağım, deyip annemi korkuluk duvarının üstüne sürükledim. Yengem bir taraftan bana saldırıyor, bir taraftan da söyleniyordu. “Çıldırdın mı Hüseyin! Çıldırdın mı? Ananı nasıl damdan atarsın!“ diyordu.

Evet çıldırdım. Çıldırdım işte. Bırakın onu da atacağım, kendimi de, deyip boğulurcasına hıçkırıklarla bağırıyordum.

Anamı damdan atmadım. Bu vahşeti durdurmak için gidecek bir yer de yoktu. Çaresiz okula geri döndüm.

BDP ve DTP'liler!

Binlercemizi sokak ortasında kurşuna dizen Ergenekon çetelerinden hesap sorulmasına sessiz kaldınız.

Yüzlerce insanımız hapishanelere doldurulurken kılınızı kıpırdatmadınız.

İrademiz sizsiniz dedik, irademizi hapse tıkattınız.

1982 Anayasası'ndan çok daha geri 1921 Anayasası'nı istiyoruz diyecek kadar kör-cahil ve geri konumlara düştünüz.

12 Eylül Cuntası'nın yargılanmasını sağlayacak Anayasa değişikliklerine, “Gerekçelerimiz var“ diyerek destek vermediniz. CHP ve MHP ile birlikte parlamento salonunu terk ettiniz. Hangi gerekçe, insanlık suçunu işleyenlerden hesap sorulmasının önüne geçebilir?

Ve On yıldır sosyolojik hiçbir karşılığı olmayan boş söylemlerle bize deli gömleğini giydirdiniz.

12 Eylül'ün o kahredici suskunluğunu yırtmak için anamı ve kendimi damdan atacaktım. Unutmayın! Çıldırmak üzere olan milyonlar, suskunluklarını yırtmak için yarın Sizi de kendilerini de damdan atabilirler.....!

Hüseyin Turhallı
[email protected]

نەناسراو (not verified)

Wed, 05/05/2010 - 01:23

Ibrahim Küreken Son dönemlerde basına da yansımış BDP, HAK-PAR ve KADEP adlı Kürt partilerinin arasındaki görüşmelerin toplumda yanlış algılamalara yol açmaması için düşüncelerimi yazmak istiyorum. Görüşmeler daha DTP kapatılmadan HAK-PAR ın istemi doğrultusunda gerçekleşmişti. O zaman ki görüşme amacı Kürt partilerinin Kürtleri ilgilendiren konularda mümkün olduğu kadarıyla birlikte duruş sergilemek içindi.Örneğin anadille eğitim yapılması istemini ve benzerlerini birlikte seslendirmek ve gerekirse ve anlaşılırsa ortak duruş göstermekti.Ancak Anayasa Mahkemesinde devam eden DTP yi kapatma davasının gündemde olmasından dolayı bu istem BDP dönemine sarktı.Yine ilk görüşme isteği HAK-PAR dan geldi ve yeni yönetimi kutlama ziyaretinde bu istek yeniden dile getirildi. Aradan geçen bir zamandan sonra görüşme isteği daha farklı bir gerekçe ile bu sefer BDP den geldi.Adına bir zamandır seslendirdikleri “Çatı Partisi“ veya son şekliyle “Demokrasi Cephesi“ dedikleri genel bir birliktelikten hareketle çalışma içine girdikleri gözlemlenmiştir.Bu işle görevli BDP eş Başkan yardımcısı Tuncer Bakırhan, ANF den Sercan Kaya'ya verdiği 10 Nisan 2010 tarihli demecinde Kürt partilerinin adını zikretmeden şöyle demektedir: “Birincisi şu an siyasi etki alanımız dışında kalan Kürtlerin içinde bulunduğu dernek ve kurumlarla ilişkileneceğiz. İkinci ayağı Kürtlerin dışında kalan Türk, Arap, Çerkez, Asurilerle, kadınlar,Türk halkının emekçi yoksul çevreleriyle bir araya gelmek.Bir taraftan demokrasi güçleri ile buluşurken Kürtler adına siyaset yapan çevreleri de bu işe katma konusunda çok girişimimiz olmadı. Bu sefer sadece BDP değil BDP'nin dışında da Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen, örgütleyen çevreleri de bu bahsettiğim geniş demokrasi bileşenleri içerisine katmayı düşünüyoruz.“ Buradan anlıyoruz ki BDP'nin başlattığı görüşmeler Kürtlerin ihtiyacı olan diyalog veya işbirliği projesinden ziyade, bir zamandır “Çatı Partisi“ olarak adlandırılan Türkiyelilik projesinin bir adımıdır.Durum buyken bazı arkadaşların gereğinden fazla bir iyimserlikle olaya yaklaşması yanılgılara yol açabilecektir. Örneğin; Asosat televizyonunda 25 Nisan Pazar günkü Cemal arkadaşın sunduğu, Keya ve Dara arkadaşların dahil olduğu ve KADEP Genel Başkan yardımcısı Nizamettin arkadaşın telefonla katıldığı programda bu konu ile ilgili yansıtılan iyimserlik yukarıda Sayın Bakırhan'dan aktardığım düşünceyle örtüşmemektedir. Yanlış bilgilendirme önemli yanılgılara yol açacağından içine girdiğimiz bu kritik süreçte daha dikkatli açıklamalara ihtiyaç vardır. Çünkü DTP ve BDP geleneğinden gelen partilerin bu konuda sicili pek parlak değildir. Özellikle kendileri dışında kalan Kürt siyasi partilerin kritik dönemlere ve seçimlere arızalı girmesini sağlamak için seçimlerden bir zaman önce göstermelik bir toplantıyla diğer Kürt siyasi parti başkanları veya yöneticileri ile ayni fotoğraf karesine girip zaaflarından da yararlanarak karşı tarafı gevşetmekte ve bir zaman sonra da “hassasiyetlerimize dil uzatmışlardır“ diyerek sürecin kenarına iterek anlamsızlaştırılmışlardır. Son 25 yılın malum gelişmelerinden güç toplayan BDP ve öncülleri karşısında başarı gösteremeyen diğer Kürt partilerin yanaşmalık yaparak güçsüzlüğünü gidermesi mümkün değildir. Çaresizlik,kendine güvensizlik sonucu “Keynek mirê vato şekerim“ hoşnutluğuyla umutlara yönelmek üzücü sonuçlara mahkumiyeti geliştirir. Şimdi gelelim bu süreçte PKK ve BDP'nin izlemiş oldukları politikalara. Şunu söylemeliyim ki BDP'nin büyük çoğunluğu PKK li değildir. PKK'nin dayatmasından rahatsız olan bir çok insan vardır.Buna rağmen PKK politikası partiyi büyük oranda etkilemektedir. Dolayısıyla bunların izlemiş olduğu siyaseti birbirinden bağımsız değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. AK Parti tarafından başlatılan ve Türkiye'de değişik Kürt çevrelerinin farklı yaklaştığı, fakat hiç kimseyi de tatmin etmeyen “açılım“ girişimi,Ergenekon davası ve daha sonra da değişmesi için AKP'nin gündeme soktuğu “Anayasa Paketi“ nin TBMM de tartışıldığı ve oylamaya sunulduğu tüm bu süreçlerde BDP'nin tavrını ele almak zorunludur.BDP'nin bu süreçte AKP'nin her olumlu girişimine karşı çıkması ve en son olarak da TBMM deki Anayasa değişimi konusunda bu iyileştirmelere karşı CHP ve MHP gibi Türk ırkçıları ile birlikte hareket etmelerinin nedenlerini sorgulamak lazımdır.2005 yılında Apo'nun yeniden savaş emrini verdiği dönemlerde bu kesimin etkin bir kişisiyle yaptığım sohbette savaşın nedeni ile ilgili olarak bana “devlet Kürt sorununu çözmeye karar vermiş ama bunu AKP iktidarından sonra yapmak istiyor“ diyerek hem halen detaylarını bilmediğimiz devletin ırkçı statükocuları ile yapıldığı ihtimal dahilinde olan bir işbirliğinin işaretini veriyor hem de sonraki süreçte AKP'ye karşı izlenecek politikanın da çerçevesini çizmiş oluyordu. Nitekim sonraki dönemlerde bu çizgisinden bir türlü vazgeçmedi. Devletin 90 yıldır izlemiş olduğu inkar ve imha politikasını yok sayıp Kürtlerin mağduriyetini AK Partiye bağlamak haksızlıktır, yanlıştır ve bu davranış gerçekleri gizlemeye amaçlıdır. AK Parti bu sürecin sadece bir devamıdır. Hatta tüm T.C. Devleti siyasi tarihi incelendiğinde denilebilir ki AK Parti Kürtleri en az inciten bir iktidardır. Bizleri tatmin etmese bile değişim isteyen tek Türk iktidar partisidir. BDP'nin gerek“açılım“ gerekse Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesinde ileri sürdüğü istemlerin büyük bir kısmı bir çoğumuzun da arzu ve istemleridir. Anayasanın toptan değiştirilmesi ve Kürtlerin varlığının yasal güvenceye bağlanması, Anadille eğitim, bölgesel yönetim imkanının elde edilmesi, Siyasi Partiler yasasının değiştirilmesi, Kürtleri devre dışında tutmaya yönelik korunan seçim barajının düşürülmesi, hatta kaldırılması, bazı TMK da yapılacak iyileştirmeler ve tutuklanan çocukların ve parti yöneticilerinin serbest bırakılması gibi istemleri ve bunlar üzerinden iktidar partisine dayatmaları desteklenebilir istemlerdir. Ancak bunları iyileştirmelerin karşısına çıkarıp statükocu Türk ırkçısı kesimlerle birlikte AKP yi iktidardan eylemliklerle uzaklaştırılmasına ortak olmak ve sürece olumlu hiçbir yarar getirmeyecek provokatif eylemlerin hazırlayıcısını destekliyor olmak eleştirilmesi gereken ve hiçbir şekilde yanında durulmaması gereken davranışlardır. AK Partinin statükoya karşı yaptığı ve yapacağı hamleleri etkisiz kılmak için, Ergenekon tüArü yapılanmaların ve bazı yargı kurumlarının burunları sürtünmüş olmasına rağmen henüz gücünü koruyan ırkçı statükocu güçlerin önümüzdeki süreçte harekete geçeceği aşikardır. Anayasanın bazı maddelerinin düzenlenmesi sonrası yapılacak referandum öncesi Kürtleri ve Türkleri olumsuz etkileyecek olayların geliştirileceği beklenmelidir. Bölgede çatışmaların büyümesi için ön adım atılmıştır.On binlerce asker operasyon adı altında bölgeye gitmiştir. Bölgeden gelecek asker cenazelerinin Türk halkını “açılım“lara karşı çıkaracağının hesabı yapılmıştır. Ayni durum Kürt halkı içinde düşünülmektedir. Bunun yanında da hiç beklenmeyen bölgelerde de silahlı saldırılar yapılmaktadır. Provokasyon kokan bu eylemleri de ne hikmetse PKK üstlenmektedir. Hem Türk silahlı kuvvetleri hem de PKK, güçlerini bu çatışmalarla korumaktadırlar.TSK devlet içindeki güçlü yerini korumak için çatışmaya, gerginliğe ihtiyaç duymaktadır. Statükoya yönelik her hareket karşısında devletin eskimiş tüm kurumları güç birliği halinde her türlü yeniliğe karşı durmaktadırlar.Bunun için de ellerindeki her imkanı seferber etmekte ve büyük direnç göstermektedirler. Son birkaç yıldaki olaylara baktığımızda AK Parti iktidarını devirmek ve atılan adımları etkisiz kılmak için bunların hangi yollara baş vurdukları görülecektir. İyileştirmeler karşısında devletin içindeki büyük direnci kırmak ve bir sonraki iyileştirme adımlarını daha kolay atmaya hizmet etmek için yapılacak referandumda Kürtlerin olumlu yaklaşmasını engellemek ve referandumda olumsuz oy kullanmak için çatışmaların yoğunlaşacağı beklenmelidir.Bunun için de Kürtlerin kullanılacağı apaçık ortadadır. İyileştirmelere karşı olumsuz yaklaşımları benimsemeyen Kürt halk kesimlerinin, BDP dışındaki partilere kaymaması için kulağa hoş gelen söylemlerle kendince tedbir alınmaktadır.Bunlar karşısında dikkatli davranmak gerekir.Adına ister diyalog ister ittifak denilsin ortaya çıkmış yaklaşımı karşı propagandayı önlemek bakımından da tartışmadan reddetmek de planın aktörlerine hizmet edeceği gibi, sevindirik olup üzerine atılmak da büyük riskler taşımaktadır. Ne PKK ne de BDP kendi gücünden muhaliflerini yararlandıracak kadar saf değildir.Tam tersine var olanları bile ortadan kaldırma çabası hiçbir zaman eksik olmamıştır. Sonuç olarak: Üyesi bulunduğum HAK-PAR, hem “açılım“ la ilgili hem de olası referandumla ilgili tutumunu açıklamıştır. AK Partinin iyileştirme atılımlarını yetersiz bulmasına rağmen olumlamış ve desteklediğini açıklamıştır. Yayınladıkları “Açılım ve Kürt Sorunu İçin Federal Çözüm Önerisi“ adındaki bir broşürle kendi istem ve düşüncelerini de kamuoyuna deklere etmiştir. Çok büyük bir gereklilik olmadığı sürece bu düşüncesinden vazgeçmesi mümkün olamaz. Bu düşünceleri ve tutumunu koruyarak Kürtlerin gerektiğinde işbirliği yapması ve Kürt halkının yararına olacak her türlü girişimi desteklemeli ve gerekirse buna öncülük etmelidir.Anlamsız bölünmenin son bulması için gerekirse her türlü fedakarlığı göstermelidir.Ancak Türkiyelilik adıyla isimlendirilen Türkleştirme projelerine sunacağı katkı olmamalıdır. Bazı arkadaşların arayarak PKK veya BDP ile hiçbir suretle bir araya gelinemeyeceği uyarısı doğru bir tutum değildir. Şunu söylemek zorundayım ki PKK muhalifi olmakla düşmanı olmak ayni şey değildir. Ben kendimi muhalifi olarak görmekteyim.Düşmanlık siyaseti ortadan kaldırır. Zor olduğu bilinmesine rağmen PKK yi yanlışlarından arındırmak bir yerde Kürt yurtseverlerin görevidir. PKK hakkında söyleyeceğimiz çok eleştiri olabilir ama her zaman bize gülümsemesini beklediğimiz Türk devletinden daha uzak değildir.

Türkiye 19 Nisan tarihinden beri Anayasa değişikliği ile ilgili tartışmalara kilitlenmiş durumda. 12 Eylül Anayasas'sı bundan önce de 16 defa değiştirildi ancak Türkiye hiç bir zaman bu değişikliğin gündeme taşıdığı tartışmayı yaşamadı. Elbette böyle olmasının nedenleri var. Daha önce yapılan değişiklikler 12 Eylül askeri vesayetine dişe dokunur bir etkide bulunamadı. Bu değişiklik paketi 12 Anayasası'nın hem ruhuna hem de biçimine temelden yönelen bir değişiklik teklifi olduğu için bu kadar tartışmaya ve dirence neden oldu. Siyasi Partiler hakkında, Anayasa Mahkemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HYSK)ö askeri yargı, ombudsman teşkilatı, grev ve toplu sözleşme ve sendika hakkı vb birçok önemli konuyu içeren paket, özellikle de Anayasa Mahkemesi hakkındaki değişiklik önerisi ile yasama yetkisini yeniden elde etmeyi öngören bir değişiklik olması nedeni ile askeri sivil bürakrasi oligarşisi ile onların sivil siyasi uzantılarının, yani Ergenekon teşkilatının yoğun direnci ile karşılaştı. Bu sivil siyasi uzantılarda olan CHP, MHP, tüm Türk milliyetçiliği ve “Türk elitlerinin demokrasisi“ sözcülerinin, bunların sağ veya sol maske takmalarına bakılmaksızın, bu direnç cephesinde yer almalarını hiç yadırgamadım. Yadırganacak bir durum da değil zaten. Ancak, T.C Devleti'nin kuruluşundan beri varlığı inkar edilen bir halkın, bir milletin hak ve özgürlükleri adına yola çıktığını iddia edenlerin tutumunu başından beri yadırgadım, bu tutumlarına inanmak istemedimö kendi kendimi kandırmak pahasına benim haklarımdan bahseden partinin bu paketin halk oylamasına, yani referanduma taşınmasına destek vereceğini bekledim! Yanıldım! Ve nihayet bugün bunların tutumu ile bu en önemli değişiklik paketi DELİNDİ! BDP'den bahsediyorum. Adında Barış ve Demokrasi kavramlarının bulunduğu ve Kürtlerin yani benim de haklarımı savunduğunu iddia eden bir partiden bahsediyorum. Esasında diğerlerinden bahsetmem gerekmiyor... Ama anlaşılması için bir izahat gerekiyor Onlar kendileri ve temsil ettiklerinin düşünceleri doğrultusunda davrandılar. Bütün üçkağıtçılıklarına rağmen! Oy vermedikleri teklife ilişkin onlarca değişiklik teklifi vererek yaptılar! Her değişiklik tekliflerinde “Türkiye gündeminde Anayasa değişikliği olmadığını“ tekrar ederek yaptılar! Usül üzerine her maddede onlarca önerge verip sonra da pişkin pişkin kürsüye çıkarak uzun çalışma süresinden yakınarak yaptılar! Bütün bunları IT, yani iletişim ve teknoloji çağında ben de canlı olarak izledim... Hafızamın tazeliği ile yazıyorum ve biliyorum ki MHP onurunu korumuş ve tavır almıştır ancak CHP ve BDP tavır alma yani bu değişikliklere HAYIR diyebilme onurunu bile ortaya koyamamışlardır. Şimdi BDP'ye gelelim. Yani beni, bir Kürt olarak benim hak ve özgürlüklerimi savunduğunu iddia eden partiye gelelim... Aralık 2009'da BDP önceli, DTP'nin 2007'den beri TBMM'de yasama performansı ile bir incelememi yayımlamıştım. O incelememde DTP ve dolaysıyla bugünkü BDP'nin Kürt hak ve özgürlükleri hakkında ancak “hiçbir“ kelimesi ile tasvir edilebilecek bir performas sergilediklerini tespit etmiştim. Şimdi, yani bu Anayasa değişikliği teklifi tartışmalarında ve özellikle de bugün, Siyasi Partilerin kapatılmasını zorlaştıran maddenin reddedilmesi ile bu tespit bir kez daha doğrulandı. BDP grubu, Ufuk Uras da dahil olmak üzere Ergenekoncuların istekleri doğrultusunda davrandılar. Tıpkı CHP gibi oylamalara katılmadılar ve siyasi partilerin kapatılmasını Cumhuriyet başsavcısının (Dün Vural Savaş'tı bugün Yalçınlaya'dır ve yarın yeni bir kemalist bulunacak) iki dudağı veya iki kulağı arasında kalmasına hizmet ettiler. BDP grubu Ergenekoncular ve onların avukatı Denız Baykal ile birlikte siyasal örgütlenme özgürlüğünün mevcut sınırlarda yani HEP'ten buyana daha doğrusu TIP'ten bu yana “bölücülük ve yıkıcılık“ nedeniyle kapalılabileceğine EVET dediler! BDP grubu Ergenekoncular ve onların avukatı Deniz Baykal ile birlikte ifade ve örgütlenme özgürlüğüne karşı durdu. BDP grubu mevcut Anayasa değişikliğinin delinmesi ile birlikte 12 Eylül cuntasına onay verdi. Sudan gerekçeler ile oylamalara katılmadılar. Ergenekon'un avukatı olan Deniz Baykal ile aynı tutum içinde oldular. Oy kullanmadılar! Oy kullanma cesareti bile gösteremediler!... Meclis tartışmalarındaki gerekçeleri bile birbirini tamamlıyordu. Ahmet Türk ile 6 arkadaşını CHP'den ihraç edenler ile birlikte davrandılar. Aşkları büyükmüş!... Bu Anayasa değişikliği teklifinin delinmesine hizmet eden BDP'yi, ortağı olan Ergenekon bile kurtaramayacaktır. Bütün konuşmaları ve tutumları sabittir... Kürt halkı ve demokrasinin kararlı ve ısrarlı mücadelecileri Ergenekoncular ile BDP nin ortaklığını unutmayacak!.. Kürt halkı ve demokrasi mücadelesi Ergenekoncular ve onların Kürt ittifakçılarının dirençlerini kıracaktır. Stockholm, 3 Mayıs 2010 Vildan Saim Tanrıkulu

BDP Washington'da 'demokratik otonomi' istedi ANF19:56 / 04 Mayıs 2010 WASHİNGTON - BDP Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile kapatılan DTP'nin siyasi yasaklı eski Eşbaşkanı Ahmet Türk, Washington'daki temasları kapsamında düşünce kuruluşu Carnegie Endowment'ta konferans verdi. Ahmet Türk, üç taleplerinden birinin “demokratik otonomi“ olduğunu söyledi. Bir dizi temasta bulunmak üzere Washington'da bulunan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile kapatılan DTP'nin siyasi yasaklı eski Eşbaşkanı Ahmet Türk, ABD'deki düşünce kuruluşu Carnegie Endowment'ta bir konferans verdi. AÇILIM ÇÖKMEK ÜZERE Konferansta soruları yanıtlayan Demirtaş, AKP hükümetinin “demokratik açılım“ projesinin can çekiştiğini kaydederek, hükümetin politikasızlığı nedeniyle açılımın çökmek üzere olduğunu ifade etti. Demirtaş, hükümetin kendilerin gelmesi halinde TBMM'de ortak bir komisyon kurularak ortak bir çalışma yürütmeye hazır olduklarını da sözlerine ekledi. PKK'ye ilişkin bir soru üzerine Demirtaş, PKK ile "organik veya inorganik, doğrudan veya dolaylı hiçbir bağlarının söz konusu olmadığını" belirtirken, PKK'nin "Ortadoğu'da büyük realite" olduğunun altını çizdi. Demirtaş, PKK'nin "Kürt sorununun çözümünde önemli bir aktör" olduğunu vurgulayarak, partilerin politika belirlerken buna dikkat etmesi gerektiğinin dile getirdi. AKP PAKETİ GETİRİRKEN MUHALEFETE SORMADI Anayasa değişikliği paketindeki 8. maddenin reddedilmesini de değerlendiren Demirtaş, paketin DKP tarafından muhalefetin görüşü alınmadan getirildiğini söyledi. Demirtaş, “bu sonucun, AK Parti'nin kendi milletvekillerine hakim olamaması nedeniyle“ ortaya çıktığını dile getirirken, "Biz dün de oy kullanmadık. Bu, AK Parti'nin kendi sorumluluğu" dedi. AKP KENDİ TASARISI ALTINDA KALDI Anayasa görüşmelerinin ilk turunda sembolik olarak 5 oy kullandıklarını ifade eden Demirtaş, ancak AKP sözcülerinin bu oyların boş kullanıldığı ve kendi partileriyle yan yana durmak istemedikleri yönünde açıklama yaptıklarını hatırlattı. Demirtaş, "Hiçbir talebimizi kabul etmeyen ve verdiğimiz oyu bile görmezden gelen bir partiye, ille de uzlaşalım diyecek durumumuz yok. Partinin kendisi demokrasiye, uzlaşmaya açık değil. AK Parti kendi tasarısının altında kalmıştır" dedi. GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK İÇİN KOMİSYON KURULMALI Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesi için bir komisyon kurulmasını da öneren Demirtaş, bu komisyon yoluyla Türkiye'de 17 bin faili meçhul cinayet, 3 bin kayıp, köylerin boşaltılması ve yakılması gibi konuların sadece hukuki değil, ahlaki ve vicdani açıdan ele alınması ve Türkiye'nin bu gerçekle yüzleşmesi gerektiğini kaydetti. "Türkiye'de 20 milyon Kürt'ün yaşadığını söylenmesine rağmen neden sadece 2,5 milyon kişinin oyunu aldıklarına“ yönelik bir soru üzerine Demirtaş, "20 milyon Kürt'ün tek bir partiye oy verdiği ve inandığı bir toplum demokratik olamaz. Tek derdimiz tüm Kürtlerin oylarını almak değil. Sadece Kürtlerden değil her kesimden oy almaya çalışıyoruz" ifadelerini kullandı. Demirtaş, Kürt sorununu çözümü için siyasi risk almaya ve oy kaybetmeye hazır olduklarında sözlerine ekledi. BARAJ YÜZDE 5'E İNERSE YÜZDE 10'UN ÜZERİNDE OY ALACAĞIZ Anayasa Mahkemesi tarafından geçen yıl kapatılan DTP'nin siyasi yasaklı eski Eşbaşkanı Ahmet Türk yaptığı konuşmasında seçim barajı engeline dikkat çekerek barajın yüzde 5'e indirilmesi durumunda, yüzde 10'un üzerinde oy alacaklarını söyledi. Türk, Cumhuriyetin kurulmasından sonra Kürtleri inkar siyasetinin geliştirildiğinin altını çizerek, üç konudaki taleplerini şöyle sıraladı: “Kürt kimliğini Türkiye'nin zenginliği sayan Anayasal düzenleme“, “Kültürel haklar ve Kürtçenin kamusal ortamda özgürce ifade edilmesi“, “Kürt yoğunluğunun fazla olduğu bölgelerde demokratik otonomi.", TÜRKİYE HALKIN DEĞİL ELİTLERİN CUMHURİYETİ Türkiye'nin "halkın değil, seçkin ve elitlerin cumhuriyeti olduğu“ tespitini yapan Türk, "değişimi bu elit kesimin istemediği" dile getirdi. Güney Kürdistan'a ilişkin bir soru üzerine Ahmet Türk, Türkiye'nin Güney Kürdistan ile ilişkilerini geliştirmesini desteklediklerini, ancak “bunun Türkiye'deki Kürtlere karşı kullanılması yoluna gidilmesi halinde, karşı çıkacaklarını" vurguladı. ABD Başkanı Barack Obama'ya Türkiye'ye geldiğinde söylediği şeyi hala savunduğunu hatırlatan Türk, "Çözümsüzlüğün nedeni Kürtlerse hep birlikte Kürtlerin üzerine yürünmesi, ama sorun devletse bu politikasına destek verilmemesi gerektiğini" belirtti. PKK AKTÖRSE, İKNA EDİLMELİ Türkiye'den Başbakan ve Cumhurbaşkanları ABD'ye geldiğinde, ABD Başkanlarına ilk olarak PKK konusundan bahsediyorsa, bunun PKK'nin bir realite olduğu anlamına geldiğini dile getiren Türk, Obama'nın Türkiye'deki demokratik sürece katkı sağlayacak bir rol oynayabileceği mesajını verdi. Türk, ABD'nin daha önceden Güney Afrika ve İrlanda konusunda bunu yaptığını hatırlatırken, demokrasinin ilerlemesi için bütün aktörlerin sürece dahil edilmesi gerektiğini dile getirdi. Türk, "Eğer Hamas bir aktörse, Hamas'ın ikna edilmesi, eğer PKK bir aktörse, mutlaka PKK'nin ikna edilmesi lazım ve demokratik sürecin işleyişine olanak sağlayacak şeylere çaba gösterilmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.

BİZİ KAPATIN! Dursun Ali Küçük Siyasetten utanma duyulur mu? Bazıları iradesiz ve memurdur, siyasetçi hiç değildir, özellikle insanlarda hayal kırıklığı yaratmakta meşhurdurlar. Akılsız olanların belasını halk çeker. Çünkü çeken onlardır, direnen onlardır. Yağcılık yapmazlar, mevki dertleri yoktur. BDP listelerinde parti meclisine girmek için birilerinin onaylarını almaya gerek yoktur. Bu BDP genel başkan ve yardımcılarının BDP üyelerinin seçmediğini biliyorum. Daha önce yazılmıştı. Öcalan, genel Başkan Selahhatin Demirtaş, genel Başkan yardımcısı Gülten Kışınak, yürütmede Tuncer Bakırhan ve benzerlerinin yer almasını söylemişti. BDP kongresi oldu verilen bu ve benzer isimler seçildi. Öcalan deyince KCK'de onaylıyor. Anayasa paketine Öcalan, aynen Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli gibi hayır diyor. Bunları son iki makalemde yazdım. Bu gün anayasa ikinci tur oylamalarında parti katmayı zorlaştıran 8. madde 327 kabul oyu aldı, AKP' fire verdi ve dolayısıyla madde düştü. BDP ilk görüşmelerde sadece bu madde için beş milletvekilinin oy kullanmasını sağladı. O zaman 5 BDP milletvekili katıldığı için 8 madde 337 oyla geçmişti. AKP'de 332 oy verilmişti. Referanduma gitmesi için 330un üstü sağlanmıştı. Bu kez BDP katılmadığı için AKP'de maddeye olumsuz bakanlar ret oyu kullandılar. Bir önceki oylamada üç fire varken, bu kez fire verme sekize çıkmıştı. Peki BDP'liler kendileri için hayati olan bir maddeye niye katılmadılar? Onu da anlatalım: Bu haftaki avukatların Öcalan'la görüşmelerinde, avukatlar bazılarının anayasa paketi konusunda CHP ve MHP ile paralel konuma düştüğümüzü söylüyorlar görüşünü aktarıyorlar. Buna karşı Öcalan; “hadlerini bilsinler“ sözüyle cevap verdi. Hadlerini bilmesi gerekenleri hiç merak etmeyin, bu söz BDP lilere yönelik söylendi. BDP'liler 2.tur anayasa paketi oylamasında birinci kez katıldığı 8. maddeye ikinci kez katılmadı. Ne mi oldu? Hadlerini bildiler. Ve bizi kapatmaya devam edin dediler. Üzerinde kapatma kılıcı olan iki parti vardır; Biri BDP diğeri ise AKP'dir. Kendisinin kapatılmasını zorlaştıran bir maddeye oy vermeyenler acaba kime hizmet ediyor? Bazı babalar çocuklarını sürekli döverler. Öyle bir duruma gelir ki dövülmeye karşı çocuk duyduğu tepkiyle artık umursamaz olur. Dayak yiyip yemediği onun için artık fark etmiyor. Babada umursamaz çocuğu sürekli dövüyor. Bu kez de sanki çocuğun dayaktan hoşlandığı sonucunu çıkarıyor. BDP, anayasa paketine ve 8.maddeye duyarsız yaklaşarak adeta “bizi kapatmaya devam edin“ demiştir. Yarın sizi kapatmaya kalktığında ne yüzle halkın karşısına çıkacaksınız. Cumhuriyeti olduğu gibi korumak isteyenlerle belli düzeyde değiştirmek isteyenler kavga ediyor. Öyle iki faşist cephe arasındaki bir kavga değildir. Öcalan, yakalandığından beri Ergenekon, yani CHP, MHP, DSP vb ile kara faşizm ile içine girdiği ilişkileri ve kontrolü ne çabuk unutuyorsunuz. Türkiye değişiyor. Hiç değişmek istemeyenler bu anayasa paketine gösterilen tavırla ortaya çıkıyorlar. AKP'yi desteklemiyorum. Ama bu anayasa paketinin bazı maddeleri olumludur ve Türkiye'nin birazda olsa değişmesine hizmet eder. Bunu görmeyen Ergenekon,ordu, CHP ve MHP değirmenine su taşır. Öcalan son görüşme konuşmalarında Ergenekoncuları, Yamak ve Kıvrıkoğullarını, sanırım kendisiyle görüşen Çevik Bir ve benzerlerini daha olumlu görüyor. Haddini bu temelde BDP lilere bildirdi. Kim ne derse desin AKP ve bazı sermaye çevreleri, liberaller vb Türkiye sistemini belli düzeyde değiştirmek istiyor. Eski cumhuriyeti olduğu biçimiyle kabul etmiyorlar. Bunu görmeyenler kördür. Hala 1980lerin siyaset tarzını yansıtıyorlar. AKP, MSP değildir. MSP kayseri ve Konya sermayesine dayanabilir. AKP'yi böyle gören hala eski siyaset tarzına gömülmüş kalmıştır. TÜSİAD anayasa değişimi ve Türkiye'nin kendine göre değişimini istiyor. Bu konuda AKP'ye yakın düşünüyorlar. Hep merak ettim, acaba Öcalan AKP'ye neden bu kadar karşı ve tehlikeli görüyor? Düşünüyorum, AKP; Ergenekon, 12 Eylülcüler, CHP, MHP, DSP, İşçi Partisi, Yalçın Küçük ve benzerlerinden kıyaslanmayacak kadar daha ilerdedir. Bazı değişim istemlerin olduğu kesindir. Ayrıca AKP hala değişimler ve reformlar yapılmadığı için, Kürtler konusunda Öcalan'dan bana göre geri düşünmüyorlar. Öcalan'ın sözünü ettiği 1921 anayasasından daha ileri şeylerden yanadırlar. Türkiye vatandaşlığını istiyorlar. Kürtlerin kültürel haklar vb kullanmasına karşı çıkmayacaklar. Ama kendi içlerinde yekpare değiller. AB'ye en yakın duran partidir. Yeni bir anayasanın yapılmasından yanadırlar. Paket anayasayı geçirmekte zorlanıyorlar. Baksanıza AKP içinde AKP'yi kapatın diyenlerde var. Vardığım sonuç şudur: AKP söyledikleri ve hala yapmakta zorlandıkları ile Öcalan'ın söylediği asgari talepleri karşılamaya belli düzeyde hazırdır. Öcalan, AKP'ye Kürt vurgusu, Türkiye vatandaşlığı vb vurguları yaptığı için Öcalan'ın söylemlerini ve sıkça belirttikleri “makul talepler“ini elinden alıyor. Bu yönüyle Kürt kitlesine oynuyor. Öcalan ve PKK'nin bir huyu var? O da şu? Kendisine yakın olanlara daha fazla karşı çıkar ve en büyük düşman ilan ederler. Bakınız, CHP yöneticilerini, MHP yöneticilerini vurmazlar, ama PKK'den ayrılan ve bazı roller oynayan ve bir dönem kendilerine hizmet edenleri vururlar. Bahçeli ve Baykal'dan daha fazla tepki ve düşmanlık yaparlar. AKP'ye en çok karşı çıkmalarının altında bu zihniyet yatıyor. Birde Öcalan, 1999larla açık içine girdiği ilişkilerin deşifre olacağından ve kendilerini bitireceklerinden ve bunu da AKP'nin yapacağından korkuyor. Öcalan'ın karşı çıkması statükocu ve liderlik kültüne sahip olmasından ve birde Kürtlerle ilgili bazı adımlar atılırken kendisinin dışta tutulmasından kaynaklanıyor. Gözünüz aydın BDP'liler kapanmaya alışmışsınız, buyur devam ediniz. AKP içindede ordu ve Ergenekoncuların adamları var, onlar ret oyu vererek anayasa paketini yaraladılar. Geçen yazdım, bu işten en fazla zararı siz çekersiniz. Dün 8. madde konuşulurken bakın BDP adına konuşan ne diyor? “1921 ANAYASASI DAHA ÖZGÜRLÜKÇÜ 1921 Anayasasının 2010 Anayasasından daha özgürlükçü olduğunu biliyoruz. Bu ikisinin arasındaki fark parlamentonun ayıbıdır. Aradan 100 yıl geçmiş. Hala o ruhu aramaya çalışıyoruz. Tuğluk ve Türk'ün milletvekillikleri düştü. Neden 3 yıl, 6 ay değil. Eğer emir komuta içinde çalışmıyorsanız verdiğimiz önergeyi destekleyin.“ Ayıp yani, insana gülerler. 100 yıl önceyi arayan mantıklara bakın. Neden böyle söylüyorlar? Öcalan. 1921 anayasasını güncelleştirelim diyor , ondan böyle konuşuyorlar. Kemalizmi güncelleştirmeyi istediği gibi. Kemalizm konusunda AKP, Öcalan'dan daha ilerdedir. Kürt sorunu konusunda sağdan birazcık adım atan partiler varsa AKP ve Saadet partisidir. Anayasa paketinin nasıl zorluklarla karşılaştığını yaşananlarla görüyoruz. AKP bile milletvekillerinden bazılarını zor ikna ediyor. İçlerinde kendi partilerinin kapanmasına oy verenler çıkıyor. Şimdi soruyorum: BDPli anlı ve şanlı siyasetçiler, acaba bu anayasayı kiminle yapacaksınız? Yeni bir anaysa yapmak o kadar kolay mı? Bu pakete kerhen destek verip ve eleştirseydiniz ve AKP azını yapıyor, biz fazlasını istiyoruz deseydiniz Türkiye ve Kürdistan siyasi vb ortamı daha rahatlamayacak mıydı? Kaldı ki, AKP paketten sonra yeni bir anayasaya açık olduğunu söylüyor. Memura toplu sözleşme, 12 Eylül generallerine ve cuntası, danışma meclisi ve hükümetine yargı yolu açan, partileri hep kapatan Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişikliklere, savcı ve hakimleri Ergenekon ve CHP, faşist mantıkla düzenleyen YSHK ile ilgili değişiklikler, daha olumlu görülebilecek başka maddeler Türkiye'ye ilerlemek için yeni bir hava getirecektir. 8. madde ile sadece AKP çukura düşmedi, BDP' de çukura düştü. Anayasa Mahkemesinin kapatacağı partiler BDP, AKP, Saadet Partisidir. Sosyalist partiler zayıf olduğu için şimdilik karışmazlar. Bu statükocu cumhuriyet AKP'ye darbe yapmak istedi başarmadı. Şimdi farklı yollarla düşürmek istiyor. Bana sorarsanız bu statükocu cumhuriyet ne Öcalan ne de BDP'yi öncelikli birinci tehlike görmüyor. Öcalan ve BDP şimdilik ikinci plandadır. AKP'yi hallederse sizi birinci plana oturtur. Hadi kolay gelsin. Halk sizin için çok önemli değildir. Bir yere bakınız. Kendinizi hapse koyunuz. Bu şekilde milletvekili olursunuz, parti meclislerine girersiniz. Bir çoğunuz siyasetten anladığınız için o yerlere gelmediniz. Sizin trajediniz burada yatıyor. İsterseniz biraz düşünün! Not; 8. madde düşmeseydi, parti kapatmalar zorlaşıyordu, şiddete bulaşmadıkça parti kapatnak zordu. Savcının elinde alınıp mecis onayı gerektiriyordu. Mecliste kurulacak ve her partiden beş kişinin katılacağı komisyon onayına bırakılıyordu. Böylece sav ci ve anayasa mahkemesinin keyfilikleri kısıtlanoyordu. Ayrıca konulan ek madde ile bir partinin tamamen kapatılması engelleniyordu. Böylece AKP hakkında açılan dava düşecekti, kapatılan DTP davası hala sonuçlanmadığı için yeniden gündeme gelebilecekti. Parti kapatılmsa bile siyasi yasaklar getirilmesi kalkıyordu. Böylece Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve hakkında siyaset yasağı konulan DTP liler yeniden siyasete başlayabilecekti. BDP'lilerin Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk v ebenzerlerinin siyasi yasaklarını kullanması demogoji olmaktan öteye geçmez. Buyur fırsat çıkmışken 8. maddeye oy vererek siyaset yasağını kaldırsaydınız. Bu konuda düzenlenen geçici madde var. 8. maddenin reddedilemesiyle o geçici maddede düşecektir. -Kürdistan Aktüel-

Hasan Bildirici Tarih: 5 Mayıs 2010 Çarşamba Değiştirilmek istenen anayasanın bir maddesi tökezleyip düşünce, Türk basınındaki AKP yandaşları BDP'yi, CHP ve MHP çizgisine gelmekle suçladı. Hızını alamayıp, BDP'yi Ergenekon saflarında gösterenler de var. Devletin tepesini tünemiş dinci-muhafazakar Türklüğün Ergenekonculuğunu görmeyip, rütbe hırsızı köksüz üç-beş Kemalist-darbeci generalin sistem tarafından tükürülüp atılmasını sahici Ergenekon operasyonu olarak göstermeye çalışanların numarasını Kürt halkı yutmadığı için kızgınlar... Kızanların içinde Kürt aydınları da var. Sorun değil, iddia değil, kesin delillerle konuşmak gerekiyor. Kürdistan'da sivillere karşı işlenen 17.500 “Devlet cinayeti“in 17 bini şu anda fikri ve fiziği ile iktidarda olan sağcı Ergenekon'a aittir. Demirel, Ağar, Doğan Güreş, Tansu çiller, Ünal Erkan cinayetlerin baş tertipçileriydi. Bu cinayetlerin önemli bir kısmı ise şu anda iktidarda olan Türk Siyasal İslam'ının desteklediği Hizbi-Kontra tarafından işlenmişti... Asıl Ergenekon bunlardır. Ben konuşursam devlet çöker diyen bin operasyonlu Mehmet Ağar'a dokunabilirler mi? Kırk yıllık Ergenekon yöneticisi Demirel'in kafasından tek saç teli alabilirler mi? Uyutmayı, kandırmayı, spekülasyonu bir yaşam biçimi haline getirmişler... İktidardaki Siyasal İslam, 1972 ve 1978 yılları arasında ismi Kürdistan'daki dağlarına “Karaoğlan“ olarak yazılan Ecevit'li CHP'den ne kadar ileridedir? Liberal-solcu aydınlar unvanlarını çoğunu bugün faşistleşmiş olan CHP iktidarı döneminde edindiler. Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul solcu ve demokrat olduğu için muhafazakar Türklük tarafından öldürüldü. Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz'ü de onlar öldürdü. AKP iktidarında solcu bir komiser, bir kaymakam, bir vali tanıyor musunuz? Türkiye toplumu sadece İslamcılardan mı oluşuyor? Belleği zayıf toplumlar, sürekli yenik ruhlarıyla gezenler, yaşanılır bir ülke yaratmada başarısız oldular. Her dönemin ufak tefek yeniliklerine takılarak asıl zamanları kaçırmak Kürt ve Türk aydınlarının ortak karakteridir. Kürtler bu konuda Türklerden daha zayıf bir belleğe sahiptir. Kürtlerin Türklere neler servis yaptığının basit bir sıralamasını yapmak istiyorum. * Anadolu'nun kapısını Türklere Kürtler açtı. * Kürtler, 600 yıl Osmanlının sınır bekçiliğini yaptı ve en son Ermenilerden aldıkları ortak vatanı Türklere armağan ettiler. * Kürtler, Türklere, Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdu. Belgeler ortada... Kurtuluş savaşı Kürdistan'da başladı. Atatürk, cumhuriyetin kuruluş kongrelerini Kürdistan'da topladı... Çünkü teslim olan muhafazakar İstanbul “gaflet ve delalet“ içindeydi. Bu da Atatürk'ün lafıydı... * Kürtlerin Alevileri 80 yıl Kemalist CHP'yi, sunni kökenlileri de Türk-İslam sentezine dayalı Demokrat Parti, Adalet partisi, ANAP, MSP ve en son AKP'yi iktidara taşıdı. * DTP kapatıldığında istifa eden Kürt milletvekilleri Öcalan'nın çağrısıyla geri dönmeseydi bugün bu meclis ve AKP iktidarı çoktan gümbürtüye gitmişti. Kürtler yaklaşık bin senedir Türkleri destekliyor, ama Türkler Kürdün dilini yasaklıyor. Bin senenin alışkanlığıyla Kürtler ve Türkler, yine kritik dönemeçte karşısında eski köle Kürdü bulamayınca mecliste zor bela yer bulan 20 Kürt milletvekiline yükleniyorlar... “Hain, Ergenekoncu, Derin işbirlikçi“ Vay be... Sanki AKP iktidarda değil de, hapiste... Devleti tepeden tırnağa ele geçirmiş iktidar partisini mağdur yaptılar. Daha önce DTP'liler için, “can güvenliklerini korumaları ve sağlıklarına dikkat etmeleri dışında bir beklentimin olmadığını“ yazmıştım. Bunu, aşırı Türkiyeci tutumlarına dayanarak söylemiştim... Anayasa oylaması başlarken biraz yalpaladılar... Halbuki, yeni dönem Kürt eğilim açıktır... Kürtler dağlarda oldukları, sürgünde kaldıkları, hapishanelere tıkıldıkları, önderleri baskı ve şiddet altında tutulduğu, çocukları taciz ve işkence altında olduğu sürece yapılanların hiçbir değeri yoktur. Türk milliyetçiliğini iktidarda tut, Kürt milliyetçiliğine vur! Türklük kendini yenilerken, Kürtlüğün darmadağın tutulması, bu da yetmiyormuş gibi Türklüğü desteklemek zorunda bırakılması kabul edilmemelidir. Gerçek hukuk, insan hak ve özgürlüklerine saygılı toplumlar arasında oluşturulur... Dünyada bütün savaşlar acımasız bir şekilde sürdü. Şiddetli savaşların sonunda bugünkü güçlü Amerika ve Avrupa hukuku oluştu. Türkiye'de ise tek taraflı, devlet destekli, sürekli imhaya dayanan bir savaş sürdürülüyor yüzyıldır. Hukuk oluşturacak taraflardan, sol bitirildi. Kürdü de bitirip, uyduruk yeni bir sözleşme yapmak istiyorlar. Yeni sözleşmede Kürtler yine olmayacak ve bu uyduruk sözleşmeyle bir elli yıl daha idare edecekler... Anayasalar yaz boz tahtası olmamalıdır. Bugün destekle, yarın karşı çık tutumu, Kürtleri ve Türkleri yüz yıldır boğazlaştıran ikiyüzlü bir tutumdur. HADEP ve DTP'yi Türk sistemine dayalı siyaset yapıyor diye eleştirenlerin, BDP'nin iktidar partisini desteklemiyor diye suçlamalarını yadırgamak gerekiyor. Kürtleri MHP ve CHP iktidarıyla tehdit edenlere de söyleyecek iki sözümüz var. Kürt sorunu, sorunun ve çatışmaların aslıyla yüzleşecek Türk İslam milliyetçiliğinin kesin iktidarında çözülecektir... Ben buna, “Sağcı Ergenekon“ diyorum. Kemalist ve Milliyetçi sol unsurlardan temizlenen yerlere, devletin asli sahibi olan sağcı Ergenekon tümden hakim olacak. Olsun. Perde gerisinde kalıp, toplumu vuruşturanlardan her iki halk da çok çekti... Asli unsurların sorunun kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor. Telaşa lüzum yoktur. İran ve Suriye rejimleri de çökecek ve ortaya nur topu gibi iki Kürt federasyonu veya bölgesi daha çıkacak. Kuzey Kürdistan'a gelince, zincirin en sağlam ve kalın halkası buradadır. Çürümüş bu halkayı geçiştirici yasalar tamir edemez. Katliam ve fütuhat yorgunu Türklük, Kürtlükle anlaşmadığı sürece ne içte ne dışta tek adım atamaz. Attığı adımlar Ermenistan Protokolü gibi elinde kalır. BDP, kendisini veya Kürt iradesini muhatap almayan hiçbir girişimi desteklemek zorunda değildir. Eğer, Türk düzenini iyileştirme maddeleri referanduma sunulursa, BDP bu oylamaya dönüp bakmamalıdır...

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.