12 Eylül 1983 yılında askerlerin siyasi iktidarı kendi istekleriyle bırakmaları ve Turgut Özal öncülüğündeki ANAP'ın sivil iktidarı ele geçirmesiyle birlikte, anayasa sorunu ile ilgili tartışmalar baş gösterdi. Oysa 1982 Anayasası, halk oylamasında, halkın % 92'sinin onaylamasıyla kabul edilmişti. Anayasa'nın bu kadar yüksek bir halkoyu ile kabul edilmesine rağmen, hakkında hemen değişikliklerin gündeme gelmiş olması, bu anayasanın halkların anayasası olmadığı, halkların özgür iradesi ile bu anayasanın kabul edilmediği; ideolojik baskılar ve içselleşmelerin, askerin içselleştirdiği korkuların ve açık baskıların, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğünü hazırlayan koşullardan halkın kaçışının, bu sonuca yol açtığını ortaya çıkarıyordu.
Bu nedenle, çok kereler 1982 Anayasası'nda değişiklikler yapıldı. Ama bu değişiklikler, Anayasa değişikliği sorununu gündemden düşürmedi. Bu trajikomik gelişme, sadece 1982 Anayasası'nın da bir sorunu değildir. Bu sorun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunda miras aldığı 1876 ve 1908 Meşruiyetlerin ilanından sonra baş gösteren bir “hastalıktı“. Bu hastalık, 1921, 1924, 1960 Anayasalarının da baş sorunu olmaya devam etti.
Bütün bu değişiklik hikayesinin nedeni, yapılan anayasaların Türkiye'nin ihtiyaçlarına ve objektif gerçekliklerine uygun yapılmaması, anayasaların bürokratik oligarşi ve diktatörlüklerin kendi egemenliklerini devam ettirmek, üniter devleti korumak, Kürtleri ve diğer etnik grupları devletin baskısı altına almak, devlet sahipliğinden uzak tutmak için yapılan anayasalar ve değişiklikler olmalarıdır.
Yeni anayasa ve anayasa değişikliği, aynı zamanda, AK Parti İktidarının da sorunu oldu. Bu nedenle, AK Parti de kuruluş bildirgesinde yeni bir anayasanın yapılmasını gündemine aldı. Bu konuda avantajlı bir durum da vardı. Çünkü yeni anayasa isteği bütün toplumsal kesimlerin, siyasi elitlerin, değişik etnik grupların, en başta da Kürtlerin ortak isteği durumundaydı. Çünkü 12 Eylül 1980 Darbesinden önceki askeri darbeler, Kürtlere ve Komünistlere, Burjuvazinin batıcı kanatlarına karşı olmasına rağmen; 12 Eylül Darbesi, asker ve sivil bürokrasi dışındaki bütün kesimlere karşıydı.
AK Parti kuruluş bildirgesine ve programına yeni bir anayasayı almasına rağmen ve 2002'de tek başına iktidar olmasına rağmen, yeni bir anayasa yapma konusunda ciddi teşebbüslerde bulunmadı. 2007 Temmuz'unda yapılan genel seçimler sonucunda % 47 oy almasıyla birlikte, yeni bir anayasa taslağını Prof. Dr. Ergün Özbudun öncülüğündeki bir akademisyen gruba hazırlattı. Ama bu taslağa devletçi güçlerin saldırısı sonucu, taslaktan vazgeçti ve taslağa sahip çıkmadı. 2009 yılının sonları ve 2010 yılının başlarında, yargı alanında karşı karşıya kaldığı engellerden dolayı, anayasa değişikliğini gündemine aldı. Bu bağlamda, kısa sürede bir Anayasa Değişikliği Taslağı hazırlayıp, kamuoyuna, siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına sundu. Şu anda Anayasa Değişikliği Taslağı Meclise sunulmuş durumdadır.
Bu taslak hangi amaçla hazırlandı? Demokrasi projesinin sonucu mu?
Türk Devleti, 20 Yüzyılın başlarında jakoben, otoriter zihniyetli İttihat Terakkicilerin öncülüğünde, tek ulusa, tek dine, tek mezhebe, dar egemen bir egemen sınıf elitine ve tek ideolojiye dayalı olarak kuruldu. Kürtleri dışlayan, karşı alan, yok sayan bir devlet oldu. Almanya ve İtalya Faşizmiyle beslenen ve faşizmi içselleştiren, Kürdistan'ı işgal ve ilhak ederek klasik sömürgecilikten daha geri ve daha tehlikeli bir yapı kazanan bir devlet yapısı oldu. Soğuk savaş koşullarında da faşist ve otoriter darbecilik ve Stalincilikle güçlenen bir yapı oldu.
Bu nedenle, Türk Devleti'nde demokratikleşme her zaman sıradan bir olayın ötesinde daha kapsamlı ve daha çetin bir olay olmuştur. İnsan hak ve özgürlükleri konusundaki her adım ve her proje, kapsamlı demokrasi projesinin hayata geçirilmekte olması anlamına gelmiyordu. Demokratikleşmenin olmazsa olmaz koşullarından biri, üniter, tek ulusa, tek dine, tek mezhebe, tek ideolojiye dayalı devlet yapısının değişmesini öngörüyordu.
Bulunduğumuz aşamada da, Türk Devleti hem yeniden yapılanma ve hem de demokratikleşme sorunu ile karşı karşıya. Soğuk Savaş sonrasında, birçok çok uluslu devletin ve otoriter-faşizan yönetimlerin becerdiği şeyi becermek durumundadır. Ne yazık ki, bu konuda geç kalınmış durumda.
AK Parti'nin, Kürt, Alevi, Roman ve diğer açılımlardan bahsetmesine, bu açılımlar üzerine aylardır tartışmalar olmasına rağmen, Anayasa Değişiklik Taslağında bu konulara yer verilmemesi, yapılan işin ve değişikliğin demokrasi projesinin bir sonucu olmadığını; başka kaygıların, elitik çıkarların korunması kaygısının egemen olduğuyla ilgili güçlü ipuçları ve veriler sunmaktadır.
Her ileri adım demokratikleşme ile izah edilemez...
Türkiye entellektüel yapısında, her olayı, ilgisi olmayan kavramlarla ve sistemlerle açıklama geleneği söz konusu. Bu nedenle, mevcut statüyü eleştiren her olay, mevcut statüden biraz farklı görülen her gelişmenin demokrasiyle açıklanması geleneği var.
Bu yaklaşım yanlıştır.
AK Parti Anayasa Değişikliği Taslağı, mevcut anayasal statüye göre bir parça farklı ve olumlu olanı anlatabilir ve anlattığı da bir gerçek. Ama bunun AK Parti'nin kapsamlı bir demokrasi ve demokratikleşme projesine sahip olduğu, yapılan işlerin bu kapsamlı demokrasi ve demokratikleşmenin ürünü ve neticesi olduğu anlamı çıkmaz.
Bu bağlamda, bu olayı “ileri“, “olumlu“ ve benzeri kavramlarla açıklamak daha doğrudur diye düşünüyorum.
Taslakta genel olarak neler var ve neler yok...
AK Parti Anayasa Değişikliği Taslağı, 29 Maddeyi kapsamaktadır. Bu 29 Maddenin birkaç maddesi nötr hak ve özgürlükleri genişletme maddeleri, bir maddesi Parti kapatılmasıyla ilgili, diğer birçok madde de Yüksek Yargının yapılandırılmasını ilgilendiren maddelerdir.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan, “Kürt Sorunu“nu Türkiye'nin merkezi ve stratejik sorunu olarak tespit etmelerine ve “Kürt Sorunu“ ile ilgili açılımdan bahsedilmiş olmasına rağmen, değişiklik taslak metinde Kürtlerin varlık olarak tanınmaları, Kürtçenin eğitim öğretim dili olması, Kürtlerin kendi partilerini kurmaları konularında hiçbir önerme yapılmamaktadır.
Yine aynı şekilde, Alevilerle ilgili çok şey konuşulmasına rağmen, taslakta, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yapısının değişimi ve, laikliğin tanımıyla ilgili de bir önermede söz konusu değil.
Taslakta, parti kapatma konusunda zorlaştırma yapılmasına rağmen, Kürt ve Kürdistan kimliğiyle parti kurma; Kürtlerin Bağımsızlığını talep eden ve edecek olan partilerin kuruluşu konusunda bir açılım yok.
Kürtlere ve diğer etnik gruplara ait bireylerin Türk olduğuyla ilgili anayasa tanımı olduğu gibi devam ediyor ve bu konuda bir değişiklik yok.
Taslağın bu yapısı da, Anayasa Değişiklik Taslağının halkların ihtiyaçlarını karşılamak için bir değişikliğin yapılmakta olmadığını, bazı kaygı ve dar elit ihtiyaçlardan dolayı bir değişikliğin yapılmakta olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Meşru olmayan Devlet ve Meclis: Kürtlerin kuyrukçuluğu ve projesizliği...
Türk Devleti'nin kuruluşundan sonra, devletin Kürtlere karşı sürdüğü asimilasyon, Türkleştirme, yok etme, sindirme ve jenosid politikaları sonucu birkaç kategori Kürt şekillenmiştir.
Kategorilerden biri, devletçi olan, devlet politikalarına ve Türk kimlikli siyasi partilere taraf ve yandaş olan kesim. Bunların özgün talepleri yok. Bunlar, devletin verdikleriyle yetinmektedir.
İkinci kategori Kürtler, pasif Kürtlerdir. Devlet politikası ve Türklüğü benimsemeyen geniş Kürt kesimidir. Bu kesim de kendine özgü taleplere sahip değildir. Gelişmelere ve ortaya çıkan trendlere göre tavır koyan; Kürt ulusal hareketine de ve devlet politikalarına da yatan bir kesim.
Bir kategori de, Kürt kimliğiyle açık hareket eden, kendi ulusal hakları için mücadele eden kategoridir. Bu kategori de kendi içinde bütünlüklü değildir. Bu kategori de birkaç kompartıman var. Bu kompartımanlardan biri, Bağımsız Kürdistan Devletini savunanlar, İkinci kompartıman, Bağımsız Devlet kapsamında federal devleti savunan kategori. Üçüncü kompartıman, vasıfsız Kürtlük yapan kesim.
Devlete entegre eden Kürtlerin bağımsız ve özgün bir yasa talepleri olamaz.
Bağımsız Kürdistan için mücadele eden Kürt kesimi ise, haklı olarak kendi devletlerini kurmak için çaba içinde olduklarından, Türklerle ortak bir yeni yaşamı savunmadıklarından, ya da buna ihtiyaç duymadıklarından, ortak bir anayasa sorunları yoktur.
Asıl sorun, Türklerle birlikte yeni tarzda, federal ve kon-federal tarzda yaşamak isteyen Kürtlerin sorunudur. Oysa bu Kürt kesimi, projesiz, evetler ve hayırlar arasında gidip gelen bir konumda. Geçmişte demokrasi adına Ecevit'e diğer Türk liderlerine ve siyasi partilere yapılan destek ve gösterilen tutumu, günümüzde de aynen AK Parti konusunda devam ettirmektedirler.
Türk Devleti'nin Kürtler için meşru, Kürtlerin devleti olmadığı tartışmasız. TBMM'de Kürtleri temsil etmiyor. Devletin diğer kurumları da Kürtleri dışlayan ve inkar eden, Türk etnikli yapılı kurumlardır. Bu kurumların kararlarına, evet ya da hayır demek, Kürtlerin işi olamaz. Kürtler, her zaman ve her konuda kendi projelerini oluşturmalı, o projelerinin hayata geçmesi için çalışmalı, kendi özgün ve bağımsız projeleri ile pazarlık masalarına oturmalıdırlar.
Kürtlerin Federal Devlet Anayasası Projesine ihtiyaçları var...
Mevcut devlet yapısı ve statüsü, Kürtleri yok sayan, inkar eden, temsil etmeyen bir yapı ve statüdür. Bu statü değişmeden, Kürtlerle Türkler arasında eşitlik sağlanamaz, Kürtler kendi ulusal haklarına, en başta da egemenlik ve iktidar haklarına sahip olamazlar.
Bunun için Kürtler, Federal Devlet Projesi üzerinden yeni bir anayasa önermesi içinde olmalılar. Bu Federal Devlet Anayasası'nı merkez alarak politikalarını tayin etmeliler. Mevcut taslağa da en sonuna kadar bu mantıkla yaklaşarak, değişikliği konusunda ısrar sahibi olmaları gerekir.
Amed, 04. 04. 2010
<b>Zoru Zor İle Zapt Etmek Yada Ahtapotun Diğer Kolu: AKP</b>