Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 4 April 2010

12 Eylül 1983 yılında askerlerin siyasi iktidarı kendi istekleriyle bırakmaları ve Turgut Özal öncülüğündeki ANAP'ın sivil iktidarı ele geçirmesiyle birlikte, anayasa sorunu ile ilgili tartışmalar baş gösterdi. Oysa 1982 Anayasası, halk oylamasında, halkın % 92'sinin onaylamasıyla kabul edilmişti. Anayasa'nın bu kadar yüksek bir halkoyu ile kabul edilmesine rağmen, hakkında hemen değişikliklerin gündeme gelmiş olması, bu anayasanın halkların anayasası olmadığı, halkların özgür iradesi ile bu anayasanın kabul edilmediği; ideolojik baskılar ve içselleşmelerin, askerin içselleştirdiği korkuların ve açık baskıların, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğünü hazırlayan koşullardan halkın kaçışının, bu sonuca yol açtığını ortaya çıkarıyordu.

Bu nedenle, çok kereler 1982 Anayasası'nda değişiklikler yapıldı. Ama bu değişiklikler, Anayasa değişikliği sorununu gündemden düşürmedi. Bu trajikomik gelişme, sadece 1982 Anayasası'nın da bir sorunu değildir. Bu sorun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunda miras aldığı 1876 ve 1908 Meşruiyetlerin ilanından sonra baş gösteren bir “hastalıktı“. Bu hastalık, 1921, 1924, 1960 Anayasalarının da baş sorunu olmaya devam etti.

Bütün bu değişiklik hikayesinin nedeni, yapılan anayasaların Türkiye'nin ihtiyaçlarına ve objektif gerçekliklerine uygun yapılmaması, anayasaların bürokratik oligarşi ve diktatörlüklerin kendi egemenliklerini devam ettirmek, üniter devleti korumak, Kürtleri ve diğer etnik grupları devletin baskısı altına almak, devlet sahipliğinden uzak tutmak için yapılan anayasalar ve değişiklikler olmalarıdır.

Yeni anayasa ve anayasa değişikliği, aynı zamanda, AK Parti İktidarının da sorunu oldu. Bu nedenle, AK Parti de kuruluş bildirgesinde yeni bir anayasanın yapılmasını gündemine aldı. Bu konuda avantajlı bir durum da vardı. Çünkü yeni anayasa isteği bütün toplumsal kesimlerin, siyasi elitlerin, değişik etnik grupların, en başta da Kürtlerin ortak isteği durumundaydı. Çünkü 12 Eylül 1980 Darbesinden önceki askeri darbeler, Kürtlere ve Komünistlere, Burjuvazinin batıcı kanatlarına karşı olmasına rağmen; 12 Eylül Darbesi, asker ve sivil bürokrasi dışındaki bütün kesimlere karşıydı.

AK Parti kuruluş bildirgesine ve programına yeni bir anayasayı almasına rağmen ve 2002'de tek başına iktidar olmasına rağmen, yeni bir anayasa yapma konusunda ciddi teşebbüslerde bulunmadı. 2007 Temmuz'unda yapılan genel seçimler sonucunda % 47 oy almasıyla birlikte, yeni bir anayasa taslağını Prof. Dr. Ergün Özbudun öncülüğündeki bir akademisyen gruba hazırlattı. Ama bu taslağa devletçi güçlerin saldırısı sonucu, taslaktan vazgeçti ve taslağa sahip çıkmadı. 2009 yılının sonları ve 2010 yılının başlarında, yargı alanında karşı karşıya kaldığı engellerden dolayı, anayasa değişikliğini gündemine aldı. Bu bağlamda, kısa sürede bir Anayasa Değişikliği Taslağı hazırlayıp, kamuoyuna, siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına sundu. Şu anda Anayasa Değişikliği Taslağı Meclise sunulmuş durumdadır.

Bu taslak hangi amaçla hazırlandı? Demokrasi projesinin sonucu mu?
Türk Devleti, 20 Yüzyılın başlarında jakoben, otoriter zihniyetli İttihat Terakkicilerin öncülüğünde, tek ulusa, tek dine, tek mezhebe, dar egemen bir egemen sınıf elitine ve tek ideolojiye dayalı olarak kuruldu. Kürtleri dışlayan, karşı alan, yok sayan bir devlet oldu. Almanya ve İtalya Faşizmiyle beslenen ve faşizmi içselleştiren, Kürdistan'ı işgal ve ilhak ederek klasik sömürgecilikten daha geri ve daha tehlikeli bir yapı kazanan bir devlet yapısı oldu. Soğuk savaş koşullarında da faşist ve otoriter darbecilik ve Stalincilikle güçlenen bir yapı oldu.

Bu nedenle, Türk Devleti'nde demokratikleşme her zaman sıradan bir olayın ötesinde daha kapsamlı ve daha çetin bir olay olmuştur. İnsan hak ve özgürlükleri konusundaki her adım ve her proje, kapsamlı demokrasi projesinin hayata geçirilmekte olması anlamına gelmiyordu. Demokratikleşmenin olmazsa olmaz koşullarından biri, üniter, tek ulusa, tek dine, tek mezhebe, tek ideolojiye dayalı devlet yapısının değişmesini öngörüyordu.

Bulunduğumuz aşamada da, Türk Devleti hem yeniden yapılanma ve hem de demokratikleşme sorunu ile karşı karşıya. Soğuk Savaş sonrasında, birçok çok uluslu devletin ve otoriter-faşizan yönetimlerin becerdiği şeyi becermek durumundadır. Ne yazık ki, bu konuda geç kalınmış durumda.

AK Parti'nin, Kürt, Alevi, Roman ve diğer açılımlardan bahsetmesine, bu açılımlar üzerine aylardır tartışmalar olmasına rağmen, Anayasa Değişiklik Taslağında bu konulara yer verilmemesi, yapılan işin ve değişikliğin demokrasi projesinin bir sonucu olmadığını; başka kaygıların, elitik çıkarların korunması kaygısının egemen olduğuyla ilgili güçlü ipuçları ve veriler sunmaktadır.

Her ileri adım demokratikleşme ile izah edilemez...
Türkiye entellektüel yapısında, her olayı, ilgisi olmayan kavramlarla ve sistemlerle açıklama geleneği söz konusu. Bu nedenle, mevcut statüyü eleştiren her olay, mevcut statüden biraz farklı görülen her gelişmenin demokrasiyle açıklanması geleneği var.

Bu yaklaşım yanlıştır.

AK Parti Anayasa Değişikliği Taslağı, mevcut anayasal statüye göre bir parça farklı ve olumlu olanı anlatabilir ve anlattığı da bir gerçek. Ama bunun AK Parti'nin kapsamlı bir demokrasi ve demokratikleşme projesine sahip olduğu, yapılan işlerin bu kapsamlı demokrasi ve demokratikleşmenin ürünü ve neticesi olduğu anlamı çıkmaz.

Bu bağlamda, bu olayı “ileri“, “olumlu“ ve benzeri kavramlarla açıklamak daha doğrudur diye düşünüyorum.

Taslakta genel olarak neler var ve neler yok...
AK Parti Anayasa Değişikliği Taslağı, 29 Maddeyi kapsamaktadır. Bu 29 Maddenin birkaç maddesi nötr hak ve özgürlükleri genişletme maddeleri, bir maddesi Parti kapatılmasıyla ilgili, diğer birçok madde de Yüksek Yargının yapılandırılmasını ilgilendiren maddelerdir.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan, “Kürt Sorunu“nu Türkiye'nin merkezi ve stratejik sorunu olarak tespit etmelerine ve “Kürt Sorunu“ ile ilgili açılımdan bahsedilmiş olmasına rağmen, değişiklik taslak metinde Kürtlerin varlık olarak tanınmaları, Kürtçenin eğitim öğretim dili olması, Kürtlerin kendi partilerini kurmaları konularında hiçbir önerme yapılmamaktadır.

Yine aynı şekilde, Alevilerle ilgili çok şey konuşulmasına rağmen, taslakta, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yapısının değişimi ve, laikliğin tanımıyla ilgili de bir önermede söz konusu değil.

Taslakta, parti kapatma konusunda zorlaştırma yapılmasına rağmen, Kürt ve Kürdistan kimliğiyle parti kurma; Kürtlerin Bağımsızlığını talep eden ve edecek olan partilerin kuruluşu konusunda bir açılım yok.

Kürtlere ve diğer etnik gruplara ait bireylerin Türk olduğuyla ilgili anayasa tanımı olduğu gibi devam ediyor ve bu konuda bir değişiklik yok.

Taslağın bu yapısı da, Anayasa Değişiklik Taslağının halkların ihtiyaçlarını karşılamak için bir değişikliğin yapılmakta olmadığını, bazı kaygı ve dar elit ihtiyaçlardan dolayı bir değişikliğin yapılmakta olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Meşru olmayan Devlet ve Meclis: Kürtlerin kuyrukçuluğu ve projesizliği...
Türk Devleti'nin kuruluşundan sonra, devletin Kürtlere karşı sürdüğü asimilasyon, Türkleştirme, yok etme, sindirme ve jenosid politikaları sonucu birkaç kategori Kürt şekillenmiştir.

Kategorilerden biri, devletçi olan, devlet politikalarına ve Türk kimlikli siyasi partilere taraf ve yandaş olan kesim. Bunların özgün talepleri yok. Bunlar, devletin verdikleriyle yetinmektedir.

İkinci kategori Kürtler, pasif Kürtlerdir. Devlet politikası ve Türklüğü benimsemeyen geniş Kürt kesimidir. Bu kesim de kendine özgü taleplere sahip değildir. Gelişmelere ve ortaya çıkan trendlere göre tavır koyan; Kürt ulusal hareketine de ve devlet politikalarına da yatan bir kesim.

Bir kategori de, Kürt kimliğiyle açık hareket eden, kendi ulusal hakları için mücadele eden kategoridir. Bu kategori de kendi içinde bütünlüklü değildir. Bu kategori de birkaç kompartıman var. Bu kompartımanlardan biri, Bağımsız Kürdistan Devletini savunanlar, İkinci kompartıman, Bağımsız Devlet kapsamında federal devleti savunan kategori. Üçüncü kompartıman, vasıfsız Kürtlük yapan kesim.

Devlete entegre eden Kürtlerin bağımsız ve özgün bir yasa talepleri olamaz.

Bağımsız Kürdistan için mücadele eden Kürt kesimi ise, haklı olarak kendi devletlerini kurmak için çaba içinde olduklarından, Türklerle ortak bir yeni yaşamı savunmadıklarından, ya da buna ihtiyaç duymadıklarından, ortak bir anayasa sorunları yoktur.

Asıl sorun, Türklerle birlikte yeni tarzda, federal ve kon-federal tarzda yaşamak isteyen Kürtlerin sorunudur. Oysa bu Kürt kesimi, projesiz, evetler ve hayırlar arasında gidip gelen bir konumda. Geçmişte demokrasi adına Ecevit'e diğer Türk liderlerine ve siyasi partilere yapılan destek ve gösterilen tutumu, günümüzde de aynen AK Parti konusunda devam ettirmektedirler.

Türk Devleti'nin Kürtler için meşru, Kürtlerin devleti olmadığı tartışmasız. TBMM'de Kürtleri temsil etmiyor. Devletin diğer kurumları da Kürtleri dışlayan ve inkar eden, Türk etnikli yapılı kurumlardır. Bu kurumların kararlarına, evet ya da hayır demek, Kürtlerin işi olamaz. Kürtler, her zaman ve her konuda kendi projelerini oluşturmalı, o projelerinin hayata geçmesi için çalışmalı, kendi özgün ve bağımsız projeleri ile pazarlık masalarına oturmalıdırlar.

Kürtlerin Federal Devlet Anayasası Projesine ihtiyaçları var...
Mevcut devlet yapısı ve statüsü, Kürtleri yok sayan, inkar eden, temsil etmeyen bir yapı ve statüdür. Bu statü değişmeden, Kürtlerle Türkler arasında eşitlik sağlanamaz, Kürtler kendi ulusal haklarına, en başta da egemenlik ve iktidar haklarına sahip olamazlar.

Bunun için Kürtler, Federal Devlet Projesi üzerinden yeni bir anayasa önermesi içinde olmalılar. Bu Federal Devlet Anayasası'nı merkez alarak politikalarını tayin etmeliler. Mevcut taslağa da en sonuna kadar bu mantıkla yaklaşarak, değişikliği konusunda ısrar sahibi olmaları gerekir.

Amed, 04. 04. 2010

[email protected]

Zoru Zor İle Zapt Etmek Yada Ahtapotun Diğer Kolu: AKP TC devletinin demokratikleşmesi mümkün müdür? Bence asıl soru budur! Bu soruya yanıt vermeden evvel, anayasaya evet demenin neler getireceğini ortaya koyalım. Yeni anayasanın Kürdlere bir şey getirmediğini Prof. Ahmet Altan, anayasanın eksiklerini sıralarken şöyle ifade ediyor: ''Seçim barajlarını indirmemesi bir “demokrasi“ ayıbıdır. Kürtlere “eşit vatandaşlık“ tanımaması, en temel meselelerden birini görmezden gelmesidir.'' http://www.taraf.com.tr/makale/10734.htm Buna rağmen, Prof. Altan bize ölümü gösterip bunu 'yeni' anayasayı desteklemeye çağırmaktadır! Kürdler şimdiye kadar yapılan anayasa değişikliklerini, kendilerinin durumunu düzeltmeyi talep etmeden hep desteklediler. Böylece inkar ve imhayı dayatan yaklaşık yüz yılı devirdiler. Şimdi dikkate alınan bir güç durumundayken, durumlarını düzelten bir yasa içermeyen sözde yeni anayasayı desteklemeliler midirler? Kimin safına düşeceğimizin önemi yok, hele Öcalan ile aynı safa düşmekten daha fenası hiç yok! Kürdistan'ı, kimliğini, dilini ve savunmasını Kürd'e geri vermeyen bir anayasaya evet demek, TC devletinin ömrüne ömür katmaktan başka bir sonuç getirmez! Demokratikleşme ise asla söz konusu edilemez! Peki başka yol var mı? Gelin bunu Profesörlerle tartışalım. Mustafa Erdoğan 'Kuvvetler ayrılığı nedir?' başlıklı makalesinde şöyle yazıyor: ''Kuvvetler ayrılığı teorisi özetle şunu söylüyor: Devletin yasama, yürütme ve yargı şeklinde üç branşa veya bölüme ayrılması siyasi özgürlüğün tesis ve idamesinin esasını oluşturur. Bu üç organın her birine kendi niteliklerine uygun birer devlet işlevi karşılık gelir: Yasama, yürütme, yargı. Bu nedenle her bir organ sadece kendi işlevini yerine getirmeli ve diğer organların işlevlerine karışmasına izin verilmemelidir. Bu şekilde organların her biri diğerini frenleyecek ve tek başına hiçbir organ devlet mekanizmasını kontrol edemeyecektir. Yani, kısaca, hem organlar hem işlevler hem de bunları yerine getirecek kişiler ayrı olacaktır. Aslına bakılırsa, bugün “kuvvetler ayrılığı“ diye andığımız şey bu doktrinin “saf“ halinden veya “ideal tipi“nden farklıdır. Yukarıdaki kısa açıklamanın da gösterdiği gibi, başlangıçta, kuvvetler ayrılığı devlet organlarının yetkisinin frenlenmesine “negatif“ bir yaklaşımı ifade ediyordu. Buna göre, belirli işlevleri olan farklı, özerk karar-verici organların varlığı, kendi başına, iktidarın bir yerde toplanmasını ve kötüye kullanılmasını önlemeye yeterdi. Fakat, yine Vile'ın dikkat çektiği gibi, teori zamanla pozitif bir unsuru, “frenler ve dengeler“ anlayışını da içine alacak şekilde değişikliğe uğradı. Bu şu demek: Orijinal “kuvvetler ayrılığı“ yasama, yürütme ve yargı işlevinin her birini yerine getirecek organları -kimsenin diğerlerinin işine karışamayacağı şekilde- birbirinden bağımsızlaştırmanın yeterli bir fren olacağını varsayar. Montesquieu'nun dediği gibi, “kuvveti kuvvetle durdurmak“ gerekiyordu. “Fren ve denge“ anlayışı ise, buna ek olarak, her bir kuvvetin diğer kuvvetin işlevine bir ölçüde katılmasını sağlamanın da aynı amaca hizmet edeceğini söyler. Bu anlayışa uygun olarak tasarlanan 1787 ABD Anayasasıyla birlikte, böylece, fren veya frenleme kavramı olumlu bir anlam da kazanır hale geldi.'' http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mustafa-erdogan/kuvvetler-ayriligi-nedir-252921.htm Profesörler Mustafa Erdoğan, kuvvetler ayrılığı meselesini anayasa değişikliğini desteklemek vesilesiyle ele almaktadır. Yazısında vurguladığı gibi, ''fren ve denge'' rolü nedeniyle devlet gücünün birbirinden bağımsız ayrı üç merkeze bölünmesinin, demokratikleşmenin realitesi bakımından son derece önemli olduğu kuşku götürmezdir. Bir devletin iç hukukunda kuvvetler ayrılığının önemi açıktır. Bunu tartışmaya gerek yok! Ancak, TC devletinde kuvvetler ayrılığının sözü edilemez, kuvvetlerin tümü askerin elindedir. Yasaların gücü bunu halletmeyle yetmemiştir, yetmez! Yasaların askerlerin istemi üzere Kürdistanlılar söz konusu olduğunda çifte standartla uyguladıkları ortadayken, TC devleti Kürdistan'lıya saldırmayı sürdürdüğünde, fren ve denge rolünü kim yerine getirecek? Kürdistan realitesi, TC'nin karşısına askeri bir kuvvet olarak çıkmadan önce, Kürd'ün esamesi okunuyor muydu? Hayır! Profesör Erdoğan'ın Montesquieu'dan aldığı 'kuvveti kuvvetle durdurmak' sözü durumu daha güzel anlatıyor. Demek ki alternatif çözüm, zoru zor ile dengelemektir. Ancak bu kuvvetler ayrılığı ile değil, Kürd'ün karşı zoru ile gerçekleşecek şeydir. Çünkü TC devlet zorunu, Kürdistani zor durdurmuştur ve durduracak tek güç de budur! Nitekim, Kürdistan gerillası teslim olma sinyali saldığından beri, Kürdistan ülkesi ve Kürd ulusal hakları yeniden inkar yoluna gidiliverilmiştir. 'Kürdistan açılımı' kaldırılmış veya sadece TC'nin demokratikleşmesi meselesi öne çıkarılmıştır. Tek başına bu bile Kürdistan zorunun ne kadar vazgeçilmez olduğunu göstermeye yetiyor! Oysa yeni bir anayasa yeni bir konsensüs demektir. Yani anlaşamayan tabakaların ortak bir zemin üzerinde karşılıklı tavizlerle yeniden uzlaşmaları demektir. Mevcut düzene isyan eden kim? Anlaşamayan taraflar kim? Yeniden dizilmeyi talep edenler kim? TC devleti, sanki Kürdistanlılarla 40 yıla yakındır savaşmamaktadır. Yeni bir düzenlemeye giderken asıl uzlaşacağı kesim olan Kürdistanlıları dikkate almaya yanaşmamaktadır. Bu durumda aslında yeni bir anayasa gerekli de olmamaktadır. Çünkü eski anayasa, Kürd ileri gelenler zindana tıkıldıktan sonra kendi kendilerine üzerinde mutabık kaldıkları bir metin olarak ortaya çıktı. TC toplumu yüzde doksan dokuzlara varan bir oranla buna mutabık kaldı. O günden bu yana da bu anayasaya temel olarak muhalefet edenler sadece Kürdistanlılardır. TC devleti Kürdistan zorunu (Kürdistani güçleri) hesaba katmayınca, doğal olarak haklarını da tanımıyor. ABD ve Avrupa Kürd'ü bir daha TC'ye teslim olmaya itiyor (zorluyor). Yeni anayasada Kürdlere hak tanınmamasının arkasındaki realite budur. Bu da Kürdistanlılara iki seçenek bırakıyor. Ya teslimiyet yada savaşa devam! Halbuki, TC devletindeki antidemokratik tüm uygulamaların sebebi vesilesi Kürdistan'ın inkarıdır. Dolayısıyla dünyanın en demokratik anayasası olsa dahi, Kürdistan-TC sorununu çözmeyince yürümeyecektir! Nitekim 1960 anayasası, şu yeni metinden de oldukça daha demokratik değil miydi? Kürdler söz konusu olduğunda antidemokratik olduğu için değiştirilmeye çalışılan şimdiki yasalar dahi çiğnenmedi mi? Kürdistanlılar, kendi ulusal çıkarlarını hesaba katmayan bir anayasaya evet dediklerinde, artık yer yüzünde dertlerini anlatacak bir kul bulamayacaklardır. Çünkü, şu haliyle bile TC devletinin antidemokratik olduğunu anlatmaya zorlanıyorduk! Avrupalılar 'TC demokratik parlamenter bir sistemdir' deyip duruyorlardı! Sözde demokratikleşmiş yeni anayasasıyla antidemokratik uygulamalara giriştiğinde, derdinizi kime anlatacaksınız, adama demezler mi 'madem antidemokratikti niye desteklediniz'? Avrupa'lıların, demokratikleştiği desteğimizle onaylanmış bir TC'yi yere göğe sığdırmayacakları açıktır. Yeni anayasa TC'ye nefes boruları olacaktır. Yani yeni kan ve can olacaktır. Bu nedenle TC'nin, Kürdistan-TC sorununa çözüm üretmeyen yeni değişikliğini tasvip etmememiz zorunludur. Belki birkaç yıl daha zorlu savaş günleri yaşanabilir, ancak sonunda kazanan mazlum Kürdistanlılar olacaktır! Kısacası tutumumuz net olmalıdır. TC'ye bir asır daha nefes aldıracak düzenlemelere bin kere hayır! Kürdistan ülkesini, Kürd kimliğini, dilini, savunmasını ve ulusal haklarını teslim etmeyen düzenlemelere kesinlikle hayır! Cani ile Kurbanı aynı zamanda sevindirmek mümkün değildir! Cani ile kurbanı birlikte memnun edemezsiniz. Caniyi memnun ettiğinizde kurbana haksızlığı desteklemektesiniz! 'Demokratikleşme'ye sevinenlerin kimliğine dikkat etmek yeterlidir! 'Anayasaya değişikliğini desteklememek Ergenekon'a desteğe dönüşür' anlamındaki söylemler, ölümü gösterip TC'ye boyun eğmeye Kürd'ü zorlamak içindir. Eğer Ergenekon bir realite ise, uygulamalarının ve sonuçlarının da gerçek olması gerekmez mi? Yani bu gün köşe tutanların hepsi (Gül, Erdoğan, Altan, Cemal, Çandar, Birand, Calışlar vd.) o fişlenmeden 'yürü ya kulum' ekibine seçilmiş Ergenekon'cular değil midirler? Kürd, Alevi ve solculara bırakın devletin zirvesine çıkma, işçisi olmaya bile tüm yollar kapatılmadı mı? Yoksa Ergenekon bir hallucination (var sanı, sanrı) mu? Yemezler, sizi gidi Ergenekoncular sizi! 04/04/10

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.