Tarih boyunca okumuş kesimler iktidar ve güce yakın durarak yada kralların, mirlerin ve iktidar sahiplerinin borazanlığını yaparak çesitli nimetler karşilığında onların hizmetlerine girerek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Okumuş kesimler içindeki bu eğilim, tarih boyunca esas akım olmuştur. Tarih yazıcıları bu kesimler olmuş, tarihin bize ulaştırdığı "büyük insanlar" yine bu çevreler olmuştur. Çünkü onlar yaşadıkları dönemde sahip oldukları imkanlardan yararlanarak hem kendi dönemlerine ve hemde efendileri hakkında eserler verdiler. İdris-i Bitlisi'nin "Heşt Behîşt" adlı eseri bu kategori içinde değerlendirilebilinir.
Şöyle tarihe bir göz gezdirdiğimiz zaman iktidarla bütünleşen ve karşi koyan aydınların tutumu konusunda, en açık örnek Diogene ve Platon'un sergiledikleri tavırlardır.
Platon, filosofların kral olduğu bir sistemi savunurken, Kral Denys ile iktidar üzerine tartıştıkları bir esnada kendisine "kamu yararı için politikacıların yalan söylemesi gerektiğini" söyler. Bu söylemi yanlış anlayan Kral Denys, daha önce Platon'u idam etmek ister ve daha sonra bu düşüncesinden vaz geçerek Platon'u pazarda köle olarak satar.
Yine anlatılan bir tarihi anekdot var, deniliyor ki, Diogene güneşlenirken kendisini ziyaret eden İskender, " dile benden ne dilersen vereyim" der, buna cevaben Diogene " gölge etme başka ihsan istemem" şeklinde tutum sergiler.
Yine anlatılan bir başka anekdota göre, Platon ve Diogen sohbet ettikleri bir esnada Platon, Diogene: " Eğer sen kral Denys'i översen, sebzeleri yıkamak zorunda kalmazsın" der. Buna cevaben Diogen : " Eğer sen sebzelerini kendin yıkarsan krala yağ çekmek zorunda kalmazsın" diyerek karşilık verir.
Tarih te ömürlerini krallara, kraliçelere ve kısacası iktidar sahiplerine adamış o kadar "tanınmış şahsiyet" vardır ki, burada onlardan söz etmek imkânsızdır.
Kürd okumuş kesimlerinin bir kesimi eskiden beri kendi ulusal varlıklarını inkar ederek TC'nin hizmetine girmişlerdir. Bu kesimleri sömürgecilerden ayırmak pek olanaklı değildir.
Benim burada esas olarak söz etmek istediğim yıllarca Kürd hareketinin saflarında kenarında ve köşesinde yer alan insanların ve daha sonra "aydın" kimliği ile ortaya çikan bu kesimlerin yaşadığı ve sergiledikleri tutumdur.
Aslında Kürdleri yeniden TC devletine bağlamak ve af dileyerek yeniden sürece entegre olma meselesininde tarihsel bir geçmişi vardır. Bunun en kötü iyi örnegi , yıllarca Kürd ulusal kurtuluş mücadelesinde yer alan ve bir çok kürd kurum ve kuruluşundan yönetici olarak görev yapan Dr. Mehmet Şükrü Sekban dır. M.Ş. Sekban 1930'larda kendisini kemalistlere afettirmek için Kürdleri ulus olarak inkâr eden "La Question Kurde" adlı eseri kaleme alıyor. Bunun karşilığında Türkiye'ye dönüyor. O dönemin şartlarında " vatan hasretini" gidermek yada "sürgün"de kalmamak için kendi ulusal varlığını inkâr etmek gerekiyordu. M.Ş Sekban'da bunu yaptı.
Ama ayni dönemlerde barikatın karşi cephesini seçen ve Kürd ulusal kurtuluş tarihinde çikmamak üzere sembolleşen başka şahsiyetlerde vardı.
Mir Celadet Bedirxan, Kamuran Bedirxan, Nuri Dersîmî, İhsan Nüri Paşa ve daha niceleri en kötü yaşam koşullarını tercih ederek, ömürlerini sürgünlerde geçirerek, Kürd halkının bağımsızlık ve özgürlük abideleri haline geldiler.
1990'lardan beri yıllarca sürgünde yaşiyan bir dizi "Kürd" ve "aydın" olarak geçinen kesim kendilerini af ettirmek için Kürd katili TC'ye 10 veya 15 bin dolar verip Kürdlere karşi kıyım savaşina katkı sundular ve hâlâ da sunuyorlar.
Birileri Kürd katili Hayri Kozakçıoğluyu devreye sokarak, kendisini afettirerek "sigortalı Kürdçülük"(R. Maraşlı) yapar; diğeri ise paralı askerlik yaparak "kürd romanı" yazar; bir diğeri ise kendisini afettirmek için İmralıdan "son kemalist" olarak ortaya çikip tüm Kürd ulusal ve demokratik taleplerine karşi savaş açıyor. Bu "kıravatlı koruyucuların" sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Hepsinin ortak paydası: M. Sekba(b)n'dan farklı olarak Kürdlerin varlığını inkâr edmiyorlar. Ama bugünkü Türk yönetimleride, dökülen bunca kandan ve verilen bedelden sonra mecbur kalıp Kürdlerin varlığını kabul ediyorlar. Bu çevreler de 21.ci yy M. Ş. Sekbanlarıdırlar.
Bu boyun eğme tutumu, sadece devlet iktidarı karşisında gösterilmiyor. Ağa, bey ve siyasal parti şeflerine karşida aynı tutum var.
1990'larda PKK gücünün doruklarına vardığı zaman okumuş Kürdler "Apo"ya yağ çekmek, övgüler dizmek için Suriye ve Lubnan yollarındaydılar. Yaptıkları her görüşme ardında çarsaf-çarsaf dalkavukluk ve yağcılıklarla dolu yazılar yazmaya başlıyorlardı.En basit Kürd mahalefetini yok etmek için iğrenç yazılar kaleme alıyorlardı.
Bu yağcılar ve dalkavuklar tayfası, Kuzey Kürdistan hareketinin tek bir çevre tarafından monopolize edilmesine inanmaz katkı sundu. Bunun karşilığında ise "pazarda köle olarak" satılmaktan kurtulmadılar. Bazılarıda durumu kavramaktan uzak hâlâ eşeği değil semeri dövmeye başlıyorlar. Aslında belki bazılarının hoşlarına gitmeye bilir ama, şöyle Kürdistan "Dengbêj"ler tarihine baktığımızda en meşhurları ya bir ağanın ya bir Mir'in yada bir beyin dengbêji idi. Bugünde bu dengbêjler Feqîyê Teyran'ın dediği gibi
"Bo mîran û began strane
bê qîymet û melul mane"
Ellerine, diline yuregine saglik ey KURDISTN COCUGU!