Önce, iki grup “Diaspora Kürtleri” ayrı ayrı yayınladıkları bildirilerde; “Bu ülkede tartışılmayacak tek şey varsa, o da bu ülkenin birliği ve beraberliğidir” diyen BDP’li “sınır bekçileri”ni “Yurtsever adaylar” olarak adlandırıp, 12 Haziran seçimlerinde “BDP adayları”nı destekleyeceklerini deklare ettiler.
Sonrasında HAKPAR ve KADEP, BDP ile “secim ittifakı” yaptılar. Her ne kadar HAKPAR “seçim ittifakı”ndan çekildiyse de, “Seçimlere katılmama ve BDP adaylarını destekleme” yönündeki kararını kamuoyu ile paylaştı. HAKPAR ve KADEP´i; epey bir zamandır “alternatif bir Kürt partisi” kurmak için çalışmalar yürüten ve bu çalışmayı bir “protokol”e bağlayan gruplardan biri olan TDSK takip etti.
Peşinden Kürdistan’da Anti-sömürgeci muhalefetin üzerinde hareket edebileceği bütün alanları mayınlayan, Kürt Ulusal Hareketi’ni var eden bütün yurtsever değerleri boğazlayan ve bu iş için de kendi içinde ve dışında binlerce Kürt muhalifini öldüren PKK’nin yapıp -ettiklerini gruplar arası “küçük çaplı çatışmalar” olarak adlandırıp “şükür” eden her gelenekten “Kürt aydınları” bir “dayanışma” imza kampanyasıyla ve birazda gecikmiş olmanın telaşıyla sahne dekorunu tamamladılar.
Ve önceden organize edildiği fazlasıyla sırıtan hızlı bir trafik. Kürt kamuoyundan gizlenen bir yığın görüşme. Türk medyasının “Barışsever ve güçlü lider Öcalan” keşfi. Güney Kürdistan ziyareti ve karara bağlanan “Ulusal Konferans”…
Söz konusu Kürt parti, grup ve şahsiyetleri hangi gerekçelere sığınırlarsa sığınsınlar, “Ulusal birlik” ile perdelenen alanda hangi uğursuz düşünce ve ilişkilerini saklarlarsa saklasınlar; “Ittifak” ve “dayanışma” ile Kürt Ulusu’nun kolektif haklarının elde edilmesinin amaçlanmadığı, Misak-i Milli´yi ebedileştirmek üzere kurulmuş bir örgüt ile Kürtlerin ulusal çıkarlarının programlanamayacağı gayet açıktır. Amaçlanan; Kürdistan’da hiç bir meşruiyeti olmayan iki yapıyı; Türk Devleti ve PKK´yi meşrulaştırmaktır. Amaçlanan; Öcalan ve emirerlerinin Kürtlerin tek ve meşru temsilcisi yapılması ve Kürtlerin de Türk Devleti´ne/Parlamentosu´na mahkûm edilmesi operasyonuna katkı sunmaktır.
Maskeli balo bitti. Yolların bir daha kesişmeyecek şekilde ayrıldığı bir kavşaktayız. Kuzey Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi; saflarında yaşanan kargaşayı bitirecek, safların belirginleşmesini ve maskelerin inmesini sağlayacak zor ancak olumlu yeni bir sürece evrildi. “İttifak” ve “dayanışmalar” istenmeden de olsa bir turnusol kağıdı işlevi gördüler ve birçok olgunun net olarak ortaya çıkmasını sağladılar:
Birincisi; yıllardır PKK´nin siyasal, sosyal ve psikolojik kuşatmasında kalan, PKK´nin figüran ihtiyacını karşılamakta kusur etmeyen ve bu nedenle de kendi meşruiyetlerini sorgulayan Kürt parti, grup ve şahsiyetlerinin, biraz gecikmeli ve utangaçta olsa “muhalif” rollerinin yükünden kurtulup saflarını belirledikleri, “ortak vatanın demokratikleştirilmesi” projesine, olmaları gereken projeye katıldıkları ve bu projede kalıcı oldukları;
İkincisi; bugüne değin hep “devlet kurma hakkı da dahil” şeklinde muğlak olarak tarif edilen ve neye tekabül ettiği belirlenmeyen, daha doğru bir deyişle “devlet kurma hakkı” dışında bütün sistem içi “çözüm”lere gönderme yapan Kürt Ulusunun kendi kaderini belirleme hakkının yalnızca Bağımsız Kürt Devleti´ne tekabül ettiği;
Üçüncüsü; “Federasyon” ile “Demokratik cumhuriyet/Özerklik” arasındaki sınırın ne kadar ince ve silik olduğu, “Federal Devlet” talebinin gerçekleşme dinamikleri olmayan bir talep olarak sadece “Türkiyelileşme” projelerine hizmet ettiği; Güney´de “Federal Kürt Devleti” olduğu yalanı üzerinden Kuzeyde de “Federasyon”u programlamaya devam edilemeyeceği;
Dördüncüsü; Güney Kürdistan´ın uzunca bir zamandır Kuzey Kürdistan´a “Türkiyelilik” pompalayan bir merkeze dönüştüğü, Güney´in ev sahipliğinde yapılması düşünülen “Ulusal Konferans”ın da Kürtlerin ulusal ihtiyaçlarını karşılamaya değil ve fakat “Türkiyelilik” projesinin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğu;
Beşincisi; asıl saldırının Kürt Ulusal Hareketi’nin meşruiyetine yönelik olduğu ve saldırının önümüzdeki dönemde yeni bileşenleri ile daha da şiddetlenerek devam edeceği; saldırılara karşı durmanın tek yolunun bir meşruiyet mevzisi tutarak bu mevziyi bir tek bayrakla, Bağımsız Kürdistan bayrağıyla tahkim etmek olduğu tespit edilmesi gereken önemli olgulardır.
Şimdi, taleplerini ve saflarını netleştirmeleri ve görevlerini belirlemeleri gerekenler, Kürt Ulusu´nun devlet kurma hakkını savunan çevre ve şahsiyetlerdir.
21.08.2009 tarihinde Newroz.com editörü Aso Zagrosi’ye verdiğim röportajda şunları söylemiştim: “Kürtler arasında, son 15 -20 yılda yaşananların Kürtleri birebirine yakınlaştırdığı yönünde yaygın bir düşünce var. Ben bu düşünceye katılmıyorum. Kürtler birbirlerinden uzaklaşıyor, ayrışıyor. Ayrışmak zorundalar. Kuzey Kürdistan bazında söylersek, sırtlarındaki “Kürtlük” yükünden kurtulmak için devletin her türden “Kürt” programlarına şapka çıkaran siyasi kesimlerle, Kürt Ulusu’nun devlet kurma hakkını savunan siyasi kesimlerin birlikte yürüyebilecekleri tek bir adim bile kalmamıştır. Sorun, çoktandır kendini dayatan bu olguyu önce bilince çıkarmaktır. Sonrası bellidir. Kürtlerin devlet olma hakkini savunan parti, grup ve şahsiyetler bir konferans düzenleyerek Kürt Ulusal Hareketi’nin sorunlarını tartışabilir, çözümler üretebilir, bir temsil organına kavuşabilirler. Bir hukuk oluşturabilirler.”
Hayat, bilince çıkarmadığımız ve bu nedenle de yerine getir(e)medigimiz görevlerimizi, her tarafımızı kanatarak yüzümüze gözümüze çarpıyor.
Görevler bellidir ve hayat sonsuz akısına kimseyi beklemeden devam ediyor!
05.06.2011
kimse tutmasin beni