Skip to main content
Submitted by Aso Zagrosi on 21 July 2013

Bir soru ile başlayalım: Ermeniler 1020’de hile ve desise ile sahiplendikleri Kürdistan topraklarını trampa (değiş-tokuş) ettiklerinde mi zengindi, yoksa 1820’de II. Sultan Mahmut’un Nizamı Cedit/merkeziyetçi dönemin başında mı daha müreffeh ve daha zengin miydiler?

Dostlarına düşman gözü ile bakan radikal Ermenilere soralım.
Neden Kayserilere Pastırmayı, Maraşlılara Dondurmayı Afyonlulara Kaymaklı şekeri öğrettiniz de biz Kürtlere bir şeyler öğretmediniz?
Diyelim ki onlara torpil geçtiniz. 1970’lerde Bitlis’te daha hiç pastane yokken Tatvan da sadece Hemşinlilerin bir pastanesi vardı. Yani Karadenizliler Tatvan’da ekmek pişiriyor ve pasta yapıyordu, Kürtler henüz o işi bilmiyorlardı. Hemşinlerin de Müslümanlaşmış Ermeniler olduğu söylentisi var.
Yemek ve Mutfak hususunda çok çeşitli iddialar var. Ramazan ayında olduğumuzdan olacak makalemi yazmaya başlar başlamaz hemen yemekler aklıma geldi. Suriye Kürtlerine sorarsanız Kürdistan’ın Güneyi’nde Şam ve Halep mutfaklarının etkisi vardır. Bizim Serhat tarafına baksanız, Bitlis mutfağının zenginliği Ermenilere mal ediliyor.
Ben 76 yıllık yaşamımda Kürdistan’da Abdel Han’ın sofrasıyla benzerlik taşıyan en iyi yemek mutfaklarının birini Mukus Beylerinden Faruk ve kardeşi Naci Beylerin sofraları, diğeri de Süleymaniye de Miran firmasının sahibi Baban prenslerinden Ahmet Miran Beyin 2001’de, biz 40 kişilik Ankara İş Adamlarına verdiği öğlen yemeği sofrasında gördüm. Böylece İbrahim Tatlıses’in “daim beyler bey olur” söylemi de doğrulandı Süleymaniye şehrinde.
Evliya Çelebi’nin anlata anlata bitiremediği ve “hayatımda böyle bir sofra görmedim” dediği Han Abdel’ın sofrasını hatırlattı bu Beylerin sofraları. Kürdistan hanedanları zamanında Kürt Mutfağı harika bir şekilde zenginleşmiş. Mutfakta Ermeniler mi çalışıyordu bilemem. Kesinlikle çalışanlar Kürt değiller. Çünkü Evliya Çelebi hem kendisinin 20 gün kadar Han’a misafir kaldığı günleri ve hem de IV. Sultan Murad’ın Bitlis Hamamında yıkanışını anlatırken, hizmet edenlerin Çerkez, Abaza ve Gürcüler olduğunu kaydediyor.
Şimdi Miladi 1020 yılında Ermeniler Kürdistan üzerindeki işgallerinin artık eskisi gibi sürmeyeceği kuşkusuyla üzerinde yaşadıkları toprakları Bizanslılarla trampa (değiş-tokuş) ettiklerini değerlendirelim.
İslamiyet Erzurum ve Karsa Miladi 640’ta dayandıktan sonra, Kürtler ilk olarak doğru bir karar alıp Müslüman olunca talih yüzlerine güldü. Çünkü Ermeni yöneticilerin Mezopotamya, Kürdistan, Kafkasya, Anadolu ve Kilikya toprakları üzerindeki bütün kabadayılıkları ve çalımları Romalıların, Bizanslıların ve özellikle Hıristiyanlık dininin sayesindeydi. Eğer Kürtler tez davranıp Hıristiyanlığı kabul etse ve Bizanslılarla sıkı bir ilişkiye Ermenilerden önce girebilselerdi, meydan Ermenilere kalmayabilirdi.
Burada başka etkenler de vardı o zaman. Mesela Trakya tarafından göç edip Kürt Haldi/Halti/Khalti devletinin ve Med İmparatorluğu’nun himayesine girdikten bir müddet sonra Mekadonlar ve Romalılar bölgeye hâkim olunca hemen akrabalıklarını öne sürüp sarmaş dolaş olmaya başladılar ve daha önce Kürtler onları himaye mi etmiş, onlara devlet mi kurdurmuş, onlara Rewan düzlüğünü tahsis ve hibe mi etmiş, onlarla dindaş, dost ve komşu mu olmuş? Hiçbir şey akıllarının ucundan geçmedi.
Radikal Nasyonalist Ermenilerin Kürdistan’a Sora(Kızıl Kurdistan’a) karşı tutumları ortada, Kürt Êzîdilerine karşı asimilasyoncu durumları ortada, Kürt Alevilerine, Zaza’lara şirin görünmeye çalışmaları ortada, Karabağ’dan Sünni Kürtleri göçe zorlamaları ortadadır.
Kürtler Ermeni soykırımına “Fermana Fillan” diyor. ‘Zemanê Fermana Filan: Fılelerin Fermanı zamanı manasına geliyor bu deyim. Kendilerine uygulanan katliamlara da; Fermana Mala Elîyê Unis, “Fermana Motkan”, Fermana Gelyê Zilan, ‘Fermana Reşkotan’, Fermana Kurdan denir. İttihatçıların ve Kemalistlerin bütün sindirme ve jenosit hareketlerine Kürtler kendi aralarında ‘ferman’la dile getiriyor. Şivan Perwer de Halepçe için “Ferman e, ferman e, ferman e” demiş ve çok güzel söylemiş.
Yukarıdaki sorunun cevabını bulmaya çalışalım. İslam Orduları 640 yılında Kürdistan’ı baştanbaşa işgal etti. Bu koca toprakları kimlerden aldı? İşgalcilerden aldı. Daha önce 972 yıldır bu topraklar Roma, Bizans, Ermeni, Gürcü ve Hıristiyan dinine mensup “keysfillelerin” işgalindeydi. Kürtler toplam olarak bunlara “Roma Reş”, “Roma Xayin” derdi. Evet tam 972 yıl. Ermeniler kadar şanslı olsaydık, Hıristiyan kiliseleri arkamızda olsaydı, tazminat davası açardık ama Allah o gücü sadece Ermenilere vermiş. Çünkü onlar “Allahin ilk yaratıkları ve O’nun halkıymış”[1]
640-1020 yılına gelene kadar 380 yıl geçmesine geçti ama Kürdistan’ın Serhat bölgesinde Bizanslıların etkinliği bitmedi. Vergilerini vererek veya direnerek işgallerini Arap işgalcilere karşı sürdürüyorlardı. Amma Kürtler Müslümanlaştıktan sonra, 1020 yılına gelinceye dek kendi devletlerini kurmuşlardı. Mervaniler ve Şeddadiler Ermenilerin korkulu rüyasına dönüştü ve kirvelerimiz, kendilerini daha emin mekânlara atmak üzere ağabeylerine (Bizanslılara) yaşadıkları veya işgalleri altında bulunan Kürdistan topraklarını Kayseri dolaylarına yerleşmek üzere trampa (değiş-tokuş) yaptılar. Bir millet kendi vatanını trampa eder mi? Etmez. Ama Ermenilerin zaten Kürtlerin kendi rızalarıyla onlara verdiği Yerivan veya Rewan’dan başka toprakları yoktu ki. Ha Kayseri ha Erzurum, onlar için fark etmezdi.
İşte bu topraklar Ermenilerle Bizanslılar arasında Trampa olduktan 30 sene sonra, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında problemler başladı. Kürtler kendi topraklarına sahip çıkmaya başladılar ve Alpaslan o dönemde İslam Halifesi tarafından komutan olarak seçildi.
Hıristiyanlara karşı İslam kuvvetlerini başta Mervani Kürt devleti olmak üzere diğer Kürdistan Statüleri tarafından da desteklendi ve Romalıların Milattan önce 333’te işgal ettiği Kürdistan toprağının geri kalan kısmı da 1404 yıl işgalden sonra kurtulmuş oldu. Evet yanlış duymadınız. Malazgirt’te Diyojen’in yenilgisi Kürtler açısından Saddam’ın yenilgisi kadar önemliydi.
İki de bir Kürtler: “-Türklere Anadolu kapılarını açtık demelerine karşın, biz İslam olarak kuvvetlerimizi birleştirerek Malazgirt’te 1404 yıldır devam eden haksız işgallere son verdik derim.
Şimdi 1956 Artvin Doğumlu Pomak asıllı Ayşe Hür Hanımefendiye gelelim. Bir defa ben Pomak’ım diyebilecek cesareti yok veya o bilinçte değil. İnsanlar baba ve ecdattan kökenlerini belirler. Osmanlılar 36 Padişahlarıyla, kaç tanesi kendi hanedanlıklarından veya Türklerden evlendi? Eğer anneye göre köken belirlenirse yeryüzünde ne bir aile devam edebilir ne de bir millet ortada kalır.
Ayşe Hanım kendini Türk Araştırmacı Yazar olarak ifade ediyor. Kendini inkâr edebilen kişi neden benim tarihten gelen hukukuma saygı duysun. Hem babam Pomak diyeceksin ve hem de menfaatin için Türk olacaksın. Bu insana hiç yakışmaz. Yani Demokrat Ermeni Dernek Başkanının dediği gibi ‘etik’ değil.
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü, uluslararası ilişkiler ve siyaset bölümünü 1992’de bitirmiş. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü‘ne Avrupa Birliğinin Tarihle Barışma Noktaları ve Ermeni Meselesi üzerine lisansüstü tezini 2005’te vermiş Türk Bilim Adamları Standartlarına uyumlu bir araştırmacı.
Şimdi kendimizi Sayın Profesör Ayşe Hanımın yerine koyalım. Atatürk Araştırma Enstitüsünü okurken neleri öğrendi, Ermeni Meselesini neye göre araştırıp lisansüstü doktora kazandı, hangi doğruları kullanabildi. Gerçekten önünde doğrular var mıydı? İnsanlar doğru kaynaklarla doğruya ulaşır. Eğer Türklere göre doğru kaynak resmi tarih tezleri ise, eğer Ermenilere göre onlar Allahın sevgili halkı ve eğer 21. asırda hala Ermeni soykırımını inkâr etmeyi bir fazilet olarak destekleniliyorsa bu toprakta bilim adamları yeşerir mi? Yalan, yanlış hurda hanelerden sağlıklı bir imalat çıkar mı?
Medreseyi okuyan amma okuduğundan bir şey anlamayan hoca efendi bir köye imam olmuş. Sakalını sıvazlayarak vaiz vermeye başlamış: “- Ey Cemaat!… Musa Peygamber kızını kurban etmek üzere denizin kenarına götürmüş, bıçağı kızın gırtlağına dayamış, melekler bir hindi getirmişler ve “ al şu hindiyi kurban et “ demişler ve kızı kurban etmekten kurtarmışlar” demiş. Cemaatten bir köylü dayanamamış, Hoca Efendi demiş: “- Hz. Musa değil, O Peygamber Hazreti İbrahim’dir, kurban edeceği kız değil oğlandır, götürüldüğü yer deniz değil dağdır, her hangi bir melek değil Hz. Emin Cebrail’dir, Kurban edilmek istenen de hindi değil koçtur” demiş.

Bugün 17 Temmuz 2013, Ankara’dayım. 2 gündür Ayşe Hür fırtınasıdır esiyor. Bu arada yağmur da yağdı. Tarihi araştırma yapan gençlerimiz Ayşe Hoca hanıma ateş püskürüyorlar. Ayşe Hanımın makalesini okudum, hanımefendiyi eleştiren arkadaşların bir kaçını da okudum, kendim de bir şeyler yazayım mı, Kürt, Ermeni ilişkilerine doğru bildiğim birkaç noktada görüş belirteyim mi diye kafamdan geçirirken saate baktım, saat 13.00, salona geçtim, haberleri dinlerken bu konuyu ilgilendiren 2 tane haber, ajanslardan düştü:
1- Biri Muş Bulanık ilçesine bağlı iki akraba köyün mera uyuşmazlığı ve ot biçme yüzünden çıkan kavga da 7 kişi öldürülmüş, 3’ü ağır 9 yaralı ile ‘Gomik meydan savaşı” sonuçlamıştır. Bulanığın Alibociyan Köyüne bağlı Yukarı ve Aşağı Gomık mezraları ilçeden 36 km uzak olup Erzurum sınırındaymış. İki taraftan da yaralılar olmasından dolayı bir tarafı Muş hastanelerine diğer tarafı da Erzurum hastanelerine sevk edilmişlerdir.
Ölenlerin kimlikleri şöyle: Fehim Kundo, Yunus Kundo, Gıyasettin Kundo, Bahattin Dost, Nusrettin Dost, İbrahim Dost, Yakup Dost.
“Aşağı Bayramlı ve Yukarı Bayramlı” mezraları arasında yıllardır süren tartışma varmış.
Bir düşünelim… 500 sene sonra bir araştırmacı bu haberi analiz ederse hangi doğruya varabilir. Bayramlı köyü Türkçedir, maktüllerin soyisimleri Türkçedir, “Kundo” soyismi insana yakışmayan bir soyad, (“Kund”, Kürtçe de Baykuş), “dost” kürtçe ama bu yapılan katliam da dostluğun ve insanlığın izi yok.
Ben 500 sene sonra defteri açacağım. Muş Vilayeti Adli Sicil defterinde şu şu mezralarda ‘Ot biçme’ meselesi üzerinde bir olayı inceleyeceğim, köy isimleri, maktüllerin ünvanları insanları kuşkuya düşürüyor. Ermenilerin Dernek Başkanı da buraya Kürdistan demeyin diyor. Sayın Başkan, görmüyor musunuz? Kardeş kardeşi birkaç balya ot için öldürüyor. Sen bu halkı buradan çıkarıp adına Ermenistan koyacaksın. Bu kıyamette olmaz beyim. Bu teklif etik değil, adıl değil, insani değil, tarihi değil ve mümkün de değil. Bakınız Bediüzzeman Seîdê Kurdî bu iddianızı ne şekilde reddetmiş:
1918’de İstanbul da Kürdistanlı aydınlar tarafından neşredilen JİN dergisinde ilginç bir olay:
Seyîd Evdilqadir, Molla Said – Kürdi (Bediuzzeman), Emîn Elî Bedirxan, Dr. Şikrî Mihamed olmak üzere 4 kişilik bir heyet WİLSON planıyla ilgili Amerikan Sefaretine gidip Sefirle görüşme yapıyorlar. Masaya büyük bir harita seriliyor. Bediuzzeman ABD Sefirine “- Sayın Başkan’ın planına mutabıkız, bakınız şuradan şuraya kadar bütün bu coğrafya Kürdistan’dır ve bu coğrafyada nüfus çoğunluğumuz büyük ekseriyettedir. Sayın Başkan da nüfus çoğunluğuna işaret buyurduğuna göre biz buna razıyız” der. Sefir hemen itiraz eder ve : “- Ama Başkanımın iradesine göre şuradan şuralara kadar Ermenistan’dır.” Cevabını verince, Bediüzzeman hiddetli bir şekilde “- Eğer Kürdistan bir deniz kenarında olsaydı Başkanınız savaş gemileriyle ordularını gönderir burada bir Ermenistan kurardı. Amma Kürdistan dağlarına savaş gemileriniz ulaşamazlar. Gemileriniz dağlarımıza ulaşamadıklarına göre bu isteğiniz de gerçekleşmeyecektir.” deyip sefareti terk etmiş. (Bakınız JİN dergisi, cild: 1, s. 28)
2- Bir diğer haber Ceylanpınar (Serêkanîyê/Kanyaxezalan) ilçemize Suriye tarafından bir gencimize isabet eden güllelerden biri ölümüne sebebiyet vermiş. Haberin başlığı da şudur:
“Suriye’nin Rasulyan ilçesinde Özgür Suriye Ordusu ile terör örgütü PKK’nın bu ülkedeki uzantısı olan PYD güçleri arasındaki çatışmalar devam ediyor.”
Şimdi ben araştırmacıyım. Ayşe Hanım gibi belgelere bakarak rapor tutacağım.
Buna Serêkanîyê, Kanyaxezalan, Rasulayn, Ceylanpınar mı diyelim. Hangi ismi kullanalım. Kimine Kürtler, kimine Türkler ve kimine de Araplar üzülür. Bir yerin, bir merkezin otantik ve tek ismi yok mu? Hayır, Kürdistan’da yok. Araplar geldi değiştirdi, Ermenler geldi değiştirdi, Türkler geldi değiştirdi.
İki işgalcı devletin sınırı Serêkanîyê’yi ortadan bölmüş. Bu hak mı, meşru mu? Özgür Süriye Ordusunun ne işi var Kürdistan’da. Süriye’yi özgürleştirsinler bu onların hakkıdır. Ama Kürdistan’ın yakasını bıraksınlar. Haberi veren Türk medyası da her zaman olduğu gibi Kürtlere düşman gözüyle bakıyorlar. Kürt Demokratlar Birliği için terörist diyorlar, ama gaspçı, işgalcı tarafa da Özgür Suriye Ordusu diyorlar. Birde Barış Süreci’ndeyiz. Yani biz bu devletle barışacağız ama bu devlet Özgür Süriye Ordusu’ndan yana Süriye Kürtlerine karşı düşmanca davranacak. Peki Ayşe Hanım ne yapsın. Burada doğru olan nedir?
Şimdi kendinizi Ayşe Hür Hanimefendinin yerine koyun, bu vukuatı tarihe nasıl malledeceksiniz. Eğer Özgür Suriye Ordusu Suriye’ye gerçekten özgürlük vadediyorsa neden kürtler de özgür yaşamasınlar?
Eğer Türkiye Kürtlerle barışıyorlarsa neden Kürdistan özgürlükçüleri “terörist” oluyor ve Türk ordusu Kürtlere uyarı ateşi uyguluyor.
Peki Ceylanpınar Kürdistan değil mi. Kürdistan’a Kürtler sahip çıkınca terörist oluyorlar da, Kürdistan’ı cebren ve hile ile yüzyıllardır sömürgeleştirenler Özgürlük Orduları mı oluyorlar? Bu davranış etik mi? Sorarım ben: Ermeni Başkan bir beyanat verip de, Özgür Suriye Ordusu Kürtlerin özgürlük hareketinin yakasını bıraksın derler mi? Demezlerse tavırları etik mi?
Sayın Tayyip Erdoğan 2005’ten beri 8 senedir “Kürt meselesini halledeceğim” diyor. En sonunda PKK lideri sayın Öcalan’la Barış Sürecini hayata geçirmek için mutabakata vardılar.
30 yıldan beri Kürtler PKK örgütü bünyesinde özgürlük savaşını verdi. Bu savaş olmayacaktı. Bu savaş çirkindi. Bu savaş 500 senedir beraber yaşadığımız tarihi emeğimiz ile orantılı değildi. Buna gerek yoktu. Ama insanlar durup dururken dünyanın en güçlü ordusuna kafa tutmaz ya.! Demek ki başka yol kalmadı. Devletler ne kadar büyük ve güçlü olursa olsunlar, özgürlük mücadelesini veren halklara saygı duyarlar. Ama bu devletin bir kere olsun Kürt halkına saygı duyduğunu görmedik. Barış Süreci’nde bile her kelimenin başında Kürt tarafına terör diyorlar. Herkes de öyle biliyor ki Türklerle Kürtler barışmışlar, arada bir sorun kalmamış ve Lice de bir şehitlik mezarlığı açılıyor da kıyamet kopuyor. Diyarbakır Valisi bir beyanat veriyor, beyanatı kayda geçiyor, belge oluyor.
Tarih bakımından olayı araştırırsak, Kürtler diyecek ki, “Biz Kürtler 30 yıl savaştıktan sonra 21 Mart 2013’te savaşa son verdik ve özgürlüğümüze kavuştuk. Ama Diyarbakır valisinin 17.07.2013 gününde yaptığı beyanına dayanarak Kürtlerin Lice’de kendi şehitlerine bir mezar yapma iradeleri henüz yoktur.
Gerçekten bunca karmaşa içinde insanlar doğru kaynağa ulaşır mı? Hele araştırmacı, Kürtlere ve Kürt sorununun yabancısı olursa daha da içinden çıkılmaz problemlerle karşılaşır.
Şimdi Radikal Ermenilere soralım 1020’de mi Ermenilerin ekonomik durumları iyiydi veya 1820’ de mi[2]? Eğer 1820’de yani 800 yıl sonra Kürdistanlı Ermeniler daha müreffeh ve daha huzurlularsa biliniz ki Kürdistan yönetimlerinin sayesinde bu zenginliğe ve refaha kavuşmuşlardır. Kürdistanlı Ermenilerin bunca vatan hasretini çekmelerinin nedeni de, Kürdistan’da kendi vatanlarındaymış gibi bu 800 yıl boyunca askerlik yapmadan ve hiçbir kargaşayla karşılaşmadan huzur içinde ticaret, sanat ve ziraat sektöründe çalışarak, inanç ve eğitim haklarını kullanarak insan gibi yaşamalarındandır. Yoksa Mirlerin tasfiyesinden sonra, Kürdistanın otorite boşluğu içinde çalkalandığı dönemde sadece Ermeniler değil herkesin dünyası karardı, hele Kürtlerin dünyası kapkaranlık bir döneme girdi. Biz hala kapkaranlıkta iken başta Ermeniler olmak üzere bütün dünyanın bu mazlum halktan yana olması gerekirken, eski yanlış ve gerçekten hem hayali ve hem de tehlikeli senaryoların sinyallerini almamız çok kötü bir talihsizliktir.
17.07.2013/ Ankara
Saygılarımla.

[1]Garo Sasuni’ nin Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. yy’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri kitabının 128. sayfasından bir alıntı: 09.12.1847 tarihinde İstanbul da Ermenî Patriği Peder Matteos Baş Piskopos tarafından bütün kutsal kiliselere bir çağrı yapıyor ve lütfedici Allah kendi halkı olan Ermenileri de bu çekilmesi imkânsız esaretten kurtardı” diye uzun uzun Kürtlere olan kin ve düşmanlığını haykırıyor. Bedirhan beyin yenilgisine alkış tutuyor.
[2]1820’den sonra artık Kürt yönetimleri yoktur. Bedirhan Beyin tasfiyesi 1847’de de olsa, 2. Sultan Mahmutla başlayan dönem, Kürdistanın otoritesizleştirme ve sömürgeleştirme devridir ve Ermeniler alttan alta ellerinden gelen katkıyı Osmanlılar lehine kullanmışlardır. Garo Sasuni’ye göre durum budur.

Kovara Bîr

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.