ABD’nin Kürd Sorununu Çözme Projesi
Edip Bedirhan / Tuhaftır, ne zaman Türkiye’den tanınmış bir yazar-aydın Kandile gidip PKK ile röportaj yapsa Kürd sorunu gündeme oturuyor, karşılıklı olumlu açıklamalar yapılıyor ve ateşkesler ilan ediliyor. 1993’ten beridir PKK ile görüşen gazeteciler adeta arabulucu rölü oynuyor. Devletin mesajlarını PKK’ye, PKK’nin mesajlarını ise devlete getirip götürüyorlar.
Her ne kadar hem operasyonlar hem de gerilla eylemleri devamlılığını korusa da bugün tekrardan öyle bir süreçten geçiyoruz. Fakat işin içinde bir tuhaflık var. Abdullah Öcalan’a uygulanmakta olan tecrit ve PKK’nin bu tecrite karşı yoğun bir tepkisi ortadayken, KCK operasyonları adeta Kürdlerin sinir uçlarına dokunacak şekilde tüm hızıyla devam ederken, Türk hükümetinin sözcüleri neye güvenerek ısrarla PKK’nin silah bırakma aşamasında olduğunu vurguluyorlar?
30 yıl süren bu savaşta ABD ilk defa sorunun siyasal yollardan çözümüne yönelik net açıklamalar yapıyor. 30 yıl boyunca Türkiye’nin Kürdleri katlettiği silahları devlete sata sata cebini dolduran ABD, nasıl oldu da bu kadar net bir biçimde sorunun çözümünde adeta bir aktör olduğunu hissettire hissettire ortaya çıkıyor?
Leyla Zana ve Serafettin Elçi, BDP yönteminin tam tersine açıklamalar yapıyor, sorunu çözecek tek adres olarak Erdoğan’ı gösteriyor. Bu açıklamalar büyük ihtimalle Güney Kürdistan Yönetimi tarafından destekleniyor, hatta teşvik ediliyor. Türkiye’nin ABD ile ortak bir plan yaptığı ortada. BDP’nin bundan kısa zaman önce Ameraki’ya yaptığı ziyaretin esas konusu da buydu. ABD bir taraftan BDP’yi kendi planına dahil etmeye çalışırken, diğer taraftan da Güney Kürdistanlı yöneticiler aracılığı ile PKK yi dahil etmeye çalışıyor.
Anladığım kadarıyla bu planın içinde Abdullah Öcalan’a müdahillik rölü öngörülmüyor. Türk hükümeti Öcalan’ı, Türkiye’deki eski statükonun bir parçası olarak görüyor, ona güvenmiyor ve dolayısıyla ısrarla çözüm sürecinde ona rol verilmesini istemiyor. Öcalan’a uygulanmakta olan uzun süreli tecridin nedeni de budur zaten. PKK’yi Öcalan’dan koparmak değil, uzak tutmak. Belki o zaman hazırlanan planı daha rahat kabul edebilir düşüncesi vardır. Kürdlerin Avrupa’daki yoğun eylemliliklerine ve uzun süren açlık grevine rağmen CPT’nin geçmiş zamanlarda yaptığının aksine bu tecride kayıtsız kalması, ABD’nin Avrupa’ya telkinlerinin sonucudur.
Ama PKK, bu işin onsuz olmayacağını şimdiden deklare etmiş durumda. Leyla Zana ve Serafettin Elçi’nin ‘Öcalana Ev Hapsi’ söylemi, Öcalan faktörü konusunda bir ara formül gibi ortaya konuldu. Mademki Türkiye onu istemiyor, PKK de onsuz olmaz diyor, ikisinin ara formülü, Öcalanın koşullarını düzeltmek olarak karşımıza çıkıyor. Buna hem PKK sıcak bakabilir hem de Türkiye direk reddetmeden düşünme safhasına alabilir. Nitekim bugün Bülent Arınç bu konuda ilk sinyali verdi.
30 yıl süren bu savaşta aralanmak istenen barış süreçlerinde, hiç bir zaman bugün olduğu kadar başarı şansı büyük projeler yaratılamadı. İçeriği ne olursa olsun, bugün hazırlanmış olan çözüm projesi başarıya çok yakın, çünkü arkasında büyük güçler var. İsrail böyle bir barış planına ne kadar dahil veya dahil mi değil mi bilmiyorum. Onun dahil olmaması bu planı ne kadar etkiler şimdiden kestirmek zor ama net olan bir şey var ve o da şudur ki, batı bu planın içindedir. Özellikle ABD çok istekli. Ortadoğu da Türkiye’ye büyük umut bağlamış durumda. Eskiden bol sorunlu bir Türkiye bol kazandıran bir müşteri gibiydi batı için. Ama dünya konjoktürü değişince Türkiye vizyonları da değişti. Türkiye onlar için artık bir müşteri değil, daha çok bir pazarlamacı konumundadır. Batının mallarını, doğuya satan bir pazarlamacı! Demekki boşuna umut bağlamıyorlar.
Kürd sorununun çözüm sürecine girmesi elbette sevindirici. Çünkü 30 yıl süren savaş halkımızda büyük yıkımlar yarattı. Onurlu bir barış hayırlı bir geleceğe vesile olabilir. Ancak beni endişelendiren bir şeyler var. Bu plan beni kaygılandırıyor. Akan kan duracak ama kazanımlarımız neler olacak? Neyi elde edeceğiz? Bunca ödenen bedelin elbette bir karşılığı olmalıdır.
Sadece kan dursun diye mi çözüm isteniyor, yoksa Kürdlere karşı yıllardan beridir yapılan zulüm ve haksızlık bitsin diye mi? Aklı selim (!) hareket eden Türkler şöyle düşünmektedir; “ya bu savaş bitsin artık, analar ağlamasın”.
Tamam bitsin bitmesine de, siz Kürdler için ne düşünüyorsunuz? Bu savaş, inekleriniz Kürdlerin hıyar tarlalarına girdiği için başlamadı. Sanki sırf kan dökmek için yapılmış bir mücadele var ve artık bu bitmeli. Kürdlerin gasp edilmiş hakları nerede? Her savaşın bir nedeni olduğu gibi her barışın da bir karşılığı vardır. “Gerilla silah biraksın, gelsinler ailelerine kavuşsunlar, artık asker de gerilla da ölmesin” demek tek başına barışın karşılığı olamaz. İnsan, hakları ile insandır. Dili ile, kimliği ile, toprakları ile, kültürü ile, sembolleri ile. Bunların hiç birini Kürdlere layık görmemek, istenen barışın içini boşaltır. Onu sadece lafta bırakır.
Baksanıza, çözümün kuluçkasına yatan Türk hükümeti ancak seçmeli Kürdçe dersini yumurtlayabildi. Bu mu barışın karşılığı? Kürd çocukları okula türkçe başlayacak, beyinleri, düşünce sistematikleri türkçe ile doldurulacak, çocuk asimilasyon evresini tamamlayıp 13-14 yaşına girdiğinde daha yeni Kürdçe öğrenme hakkını elde edecek! O da haftada bir kaç saat!
Dil Kürdler için adeta namustur. Öyle de olmalı. Uğruna bir 30 yıl daha savaşacak kadar hayatidir. Erdoğan da sanki çok önemli bir lütufta bulunuyormuş gibi övüne övüne seçmeli dersin önemini anlatıyor kaç gündür. Pardon ama siz kimi kandırıyorsunuz? Kürd çocuklarına, orta okula kadar kendi dillerini yasakladığınızın farkında mısınız? Medyası türkçe, okulu türkçe, pazarı türkçe, mesleği türkçe olan bir ülkede, 13-14 yaşından sonra Kürd çocuğu ne yapsın Kürdçeyi? İhtiyaç duyar mı Kürdçeye?
Kürdçenin olmadığı bir barış planı Kürdler için ancak ve ancak yıkım planı olur. Akan kan dursun demek, bu planın tek tehlikeli yanını örtbas etme çabasından başka bir şey değildir. Eğer ki ben sırf kan dursun diye bu projeye evet dersem ve küçücük çocuğumu alıp Kürdçe yerine, Türkçe öğretilen bir okula gönderirsem, Kürdlüğüm bin kere yerin dibine batsın. Eğer ortada bir çözüm projesi varsa, herşeyini tartışmaya evet, ama Kürdçeyi kesinlikle ve kesinlikle tartışma konusu bile yapmamak lazım.
Gerçekten, kim neden çözüm istiyor?
Mesela Türkiye neden çözüm istiyor? PKK neden istiyor? ABD neden istiyor? Güneyli Kürdler neden istiyor?
Tarih, 19. Yüzyılın ortaları. Yer Kürdistan. Osmanlı imparatorluğu çöküşe doğru gidiyor. Özellikle batılılar bu çöküşü hızlandırmak için içerde karışıklık çıkarma peşinde. Ermeniler Kuzey Kürdistan’ın neredeyse bütün kuzeyini istemekte ve bağımsızlık hayalleri kurmakta. Batı kendilerini desteklemekte. Asuri ve Süryaniler, misyonerlerin yardımıyla bağımsızlık için faaliyet yürütmekte. Batı kendilerini desteklemekte. Onlar da Kürdistan’ın orta ve güney kesimlerinin kendilerine ait olduğunu söylemekte. Kürdlerde de bağımsızlık fikri var ve imparatorluk hızla çöküşe gitmekte. Ama Kürdlerin bağımsızlığını istediği toprakları, dışardan büyük destek alan gayr-ı müslimler sahiplenmekte. Kürdler adeta ortada kalmıştır. Gayr-ı müslimler desteğini dışardan alıyordu Osmanlıya karşı. Peki Kürdler Osmanlıya kafa tutsa desteği kimden alacaktı? İçerden gayr-ı müslimleri tehdit olarak görüyorlardı. Kürdlerin kendi topraklarını gayr-ı müslimlere kaptırma korkusu onları mecburen Osmanlıya yakınlaştırdı. Osmanlı ile ittifak yapmak zorunda kaldılar. Nitekim 1840’larda Bedirxan Beg’in Botan bölgesinde tehlike olarak gördüğü Nusayrilere karşı yaptığı katliam bu ittifakın sonucuydu. Kürdler mecburi koşullardan dolayı sırtlarını Osmanlıya dayadılar ama dost kazığını da iyi yediler. Osmanlı bir taraftan Kürdleri, Kürdistan’daki gayr-ı müslimlere karşı dolduruşa getirirken, bir taraftan da Kürdleri batının hafızasına sicili bozuk millet olarak kazıyordu. Ve sonunda Kürdler kaybetti...
Bugüne bakarken kuşkularımın esas kaynağı bu tarihi noktadan doğuyor işte. Ortadoğunun baskıcı, diktatörlük sistemi yıkılırken, Kürdistan dört ülke arasında paylaşıldığı için Kürdlerin etrafı yine düşmanlarla çevrili. Irak’ta Maliki yöntemi, İran’da Humeyni rejimi, Suriye’de Esad ve Türkiye’de ılımlı(!) müslümanlar. Kürdler 19. Yüzyılda olduğu gibi bir kere daha kendi kaderlerini tayin etmenin peşinde.
Kendi güneşinin peşinde koşan Kürdler, acaba bu kurtlar sofrasında sırtını kime dayayacak?
Eskiden Osmanlıya dayadıkları gibi yine Türklere mi dayayacaklar?
Eğerki bu bölgede, Kürdler stratejik anlamda Türkiye’nin dostluğuna mecbur kalmısşsa tekrar, bunun tek nedeni Kürdlerin siyasi başarısızlığıdır. Yıllık bütçesi milyarlarca dolar olan Güney Kürdistan’ın batılı ülkelerde halen bile etkili bir lobisi yoksa, Kürdlerin kaderini Türkiye ile dostluk kurmakta gören arayışlarına şaşırmamak lazım.
Türk dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu, geçen gün yaptığı bir konuşmasında, Türkiye’nin doğuya açılmasını Türk Milletinin tarihteki 3. Büyük yürüyüşü olarak tanımlıyordu. Kürdler, onların ilk 2 yürüyüşünde onların yanındaydı daima. Anadolu’ya geldikleri ilk yürüyüşlerinde Kürdler onlara destek verdi, daha sonra topraklarından oldular. Cumhuriyetin kuruluşu olan ikinci yürüyüşlerinde Kürdler onlara yine destek verdi, kimliklerinden oldular. Kürdler, Türk milletinin üçüncü yürüyüşünde de onlara destek verirse, korkarım bu sefer ellerinde kalan son şeyden, yani dillerinden olacaklar.
Bu sözlerim bir milleti aşağılamak veya ona düşmanlık beslemek olarak algılanmasın lütfen. Kürdler tarih boyunca Türk halkından değil, Türk devlet sisteminden darbe yemişlerdir zira. Bu devlet sistemi dün ne ise, bugün de aynı şeydir. Bir Kürd şairinin sözü geldi aklıma; “ Türk devlet sistemi, yok etmek istedikleri ile önce dost olur”.
Edip Bedirhan
Institute Time For Freedom