Skip to main content

Kürtlerin Asimilasyonu=Türkleştirilmesi Son Bulmamıştır...İbrahim GÜÇLÜ

Siyasi partilerin liderleri, seçim meydanlarında ve mitinglerde oylarını artırmak için düşüncelerini demokratik kuralları zorlayıcı bir tarzda halka dikte ettirmeye çalışıyorlar. Liderler, halka düşüncelerini dikte ettirmek için, doğrularla yanlışları iç-içe savunmakla kalmıyorlar, etik kuralları da zorlayan tutumlar içine giriyorlar.

Liderlerin, gelişi-güzel, özensiz üzerinde konuştukları birçok meseleyi alt-alta sıralamak olanaklı olmasına rağmen, en özensiz oldukları konulardan biri ve hatta teki, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en temel meselelerinden biri olan Kürt millet meselesidir.

Liderler, Kürt millet meselesindeki düşüncelerini ileri sürerken, Kemalist ve Türk ulus devlet parametrelerinin dışına çıkmamaları konuya ilişkin en büyük sorunsallardan biri olarak açığa çıkıyor. Bunun yanında, bu konudaki bilgisizlikleri ikinci hayati sorunsalı teşkil etmekte. Üçüncü sorunsal da, Türkiye’nin en merkezi, en temel, en başat ve hatta tek denilebilecek sorunu Kürt millet sorununu çözme konusundaki basiretsizlik, samimiyetsizliktir. Dördüncü sorunsal, Kürt millet sorunu, partiler üstü, siyaset üstü, ideolojiler üstü büyük bir mesele olmasına rağmen, bu meselenin gelişi-güzel ve özensiz seçim materyali haline getirilmesidir.

Bu yaklaşımın kabul edilmesi olanaklı değildir. Böyle gayri ciddi bir yaklaşım ya da yaklaşımlar, sorununun çözümünü daha fazla zorlaştırıcı bir özellik taşıyacağının bilinmesi gerekir.

AK Parti Genel Başkanı da Kürt millet sorununda özensiz, sorumsuz, bilgisiz davranan liderlerden biridir. Seçimler sonrasında, gündem yeni anayasayı yapmak, devleti yeniden yapılandırmak ve tanımlamak; Kürt millet meselesinin çözümü için plan ve proje tapmak olduğu tartışmasız ve genel kabul gören bir durum.

AK Parti’nin de seçimden birinci parti çıkacağı ve hükümet olacağı kesine yakın bir hal aldığına göre, yeni anayasayı yapma ve Kürt millet sorununda çözüm aktörlerinin başında geldiği de tartışmasızdır. AK Parti Genel Başkanı bu duruma rağmen, 1 Haziran 2011 Günü Diyarbakır’da yaptığı seçim mitinginde Kürt millet sorunu hakkında da görüşlerini dile getirdi. 2005 yılının Ağustos ayında Diyarbakır’da “Kürt sorunu vardır ve bu sorun benim sorunumdur. Daha fazla demokrasi ve özgürlüklerle çözülecektir. Bu konuda hayati yanlışlar yapılmıştır. Tarihimizle yüzleşmemiz gerekir” diyen AK Parti Genel Başkanı, bu mitingde “Kürtlerin inkârı ve asimilasyonu son bulmuştur” dedi.

Türkiye kamuoyu bu mitingde, Kürt millet meselesi ile ilgili büyük beklentiler içinde iken, AK Parti Genel Başkanı’nın konuya dair hayati tespitler ve görüşler ileri sürüleceği tahminleri yapılırken, daha önceleri “Kürt sorunu yoktur, Kürt Kardeşlerimin sorunu vardır” diyen AK Parti Genel Başkanı kafaları karıştırmakla kalmadı, yeni bir yanlışı da ortaya koydu.

AK Parti Genel Başkanı’nın görüşlerinin gerçeği yansıtmadığı, Kürt halkının içinde bulunduğu konum ve yaşamı tarzı ile ortada. Kürtlerin inkârının de facto olarak son bulduğu söylenebilir, ama hukuksal ve anayasal olarak son bulduğu söylenemez.

Aynı zamanda Kürtlerin, inkârının de facto son bulması, Kürtlerin asimilasyonunun ve Türkleştirilmesinin son bulmasıyla da eşitlenecek bir konu ve denklem değildir. Kürtlerin asimilasyonu ve Türkleştirilmesi sorunu, farklı bir denklemi teşkil etmektedir. Bu sorunu, inkâr sorunundan farklı bir şekilde ele almak gerekir.

Eğer AK Parti Genel Başkanı ve Başbakanı’nın Kürtler hakkındaki bu görüşleri doğru olursa, o zaman AK Parti İktidarı döneminde, “Kürt sorunu vardır” tespitiyle Kürtlerin inkârı ve asimilasyonu son bulmamıştır, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğünden sonra siyasi iktidarı ele geçiren Turgut Özal ve ANAP Hükümeti döneminde son bulmuştur. Çünkü Turgut Özal, en zor koşullarda Kürtlerin fiziki varlığını, 12 milyon Kürde işaret etmekle kabul etti. Kürtlerin haklarının da olduğunu ileri sürdü. Kürt sorunun çözümünde federasyon da dahil bütün çözüm modellerinin tartışılabileceğini görüş olarak ifade etti.

Sorun orada da durmamıştır. Süleyman Demirel ve Erdal İnönü Diyarbakır’a yaptıkları bir gezi sırasında halka yaptıkları açıklamada, “Kürt realitesini kabul ediyoruz” dedi. Daha sonra da Tansu Çiller, İspanya’dan dönüş yolunda uçakta “Kürt Sorununun çözümünde Bask modeli üzerinde durulabilir” dedi. Ondan sonra da Mesut Yılmaz Başbakan olarak, “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan (yani Kürtlerden - Benim notum) geçer” dedi.

AK Parti genel Başkanından önce yapılan bu açıklamaların hepsi de, Kürtlerin tarihsel inkârına bir anlamda son veren açıklamalardı. Ama bu açıklamalara rağmen, Kürtlerin asimilasyonu ve Türkleştirilmesi devam etti, hem de yeni teknoloji ve televizyonlar döneminde daha hızlı bir şekilde devam etti.

*****

Kürtlerin asimilasyonu ve Türkleştirmesine daha yakından bakıldığı zaman, AK Parti Genel Başkanı’nın açıklamasının gerçek ve doğru olmadığı ortaya çıkacak. Ayrıca bu yaklaşımın çözümsüzlüğü de işaret eden bir denkleme ve karmaşık bir duruma işaret ettiği görülecektir.

“Nasıl” ve “neden” sorularını yanıtlamak için gerçeğe biraz daha yakından bakalım.

Kürtler, Ortadoğu’nun yerleşik ve en eski halklarından biridir. Yüksek dağlarda, yaylalarda, ovalarda özgürce yaşamını yürüten, medeniyet yaratan bir halktır. Dışarıdan gelen barbar istilacılar, onların hayatına müdahale ederek, kendi ülkeleri Kürdistan’da özgürce yaşama olanağını ellerinden aldılar.

Kürdistan, 1639 yılında yapılan Kasrı Şirin Antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu ve Fars İmparatorluğu arasında paylaşılan bir ülke olduktan sonra, Kürtler ülkesi, beyni, sosyal ve siyasi yaşamı parçalı oldu. O bölünmeden sonra, Kürtlerin hayatı çekilmez bir hal aldı. Kürt halkı iki imparatorluğun egemenliği altında yaşarken kendi kültürel haklarını sınırlı bir şekilde kullanan; sınırlı özerkliğe sahip olan bir halk oldu. Kürdistan, imparatorluklar tarafından savaş alanı olarak kullanıldı.

Kürdistan’ın Doğu parçasında egemen güçte bir değişiklik olmadı, Farslar egemen ve sömürgeci bir güç olarak günümüze kadar varlığını devam ettirdi. Bugün Kürdistan’ın Doğu parçasında halkımızın ulusal ve özgürlük mücadelesi devam ediyor.

Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altında olan Kürdistan’ın büyük parçasında egemen ve sömürgeci güçte bir değişiklik oldu. Osmanlı İmparatorluğunu ileri sürüldüğü gibi dış güçler tarafından değil, İttihat Terakkici M. Kemal ve arkadaşları tarafından yıkıldı. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, iktidarı M. Kemal ve arkadaşları aldı.

M. Kemal ve arkadaşları, Türk Devleti’ni kurdular. Bu devlet, etnik ve uniter bir devlet oldu. Bu devlet, Türk ulusunu oluşturma projesini önüne koydu. Yani Türk ulusu, devlet kurmadı, kurulan devlet Türk ulusunu oluşturdu.

M. Kemal ve arkadaşları Osmanlı Sultanlarını devirmek ve iktidarı ele geçirmek için Kürtlerin desteğini almayı hayati bir sorun olarak ele aldılar. Bu siyasetlerinden de başarılı oldular. Kürtler egemenleri kayıtsız-şartsız M. Kemal ve arkadaşlarını desteklediler. Bu destek karşısında, Osmanlı İmparatorluğundaki özerkliklerini koruyacaklarını ve genişleteceklerini, sahip oldukları ulusal hakları geliştirebileceklerini zan ettiler.

M. Kemal arkadaşları, ilk plânda taktik olarak Kürtlere dokunmadı. Ama Türk Üniter Ulus Devletinin tabanı sağlamlaşmaya başlayınca, Kürtlerin varlığını inkâr ettiler, “Kürtlerin Türk olduklarını” bir devlet tezi olarak ileri sürdüler ve resmi bir devlet politikası olarak benimsediler.

Kürtlerin Türkleştirilmesi katı bir devlet politikası olarak hak ve özgürlükleri, insani bütün değerleri ayaklar altına alan bir tarzda sürdürüldü. Kürtçe konuşma yasaklandı. Kürtçe konuşanlar, ağır para ve hapis cezalarına çarptırıldılar. Devletin bu inkâr ve Türkleştirme, ulusal hak gaspına karşı çıkan Kürtler, toplu olarak katledildiler, cezaevlerine dolduruldular ve cezalandırıldılar; toplu işkencelere, sürgünlere tabi tutuldular.

Bu devlet siyaseti, 1983 sonrası da zaman-zaman, “Kürtlerin varlığının” kabulü ile “inkâr politikası” kesintiye uğramasına rağmen, Kürtlerin asimilasyonu ve Türkleştirilmesi günümüze şu anda içinde yaşadığımız ana kadar devam etti/ediyor.

Kürtlerin, kendi dillerini evde, sokakta konuşmaları; Kürtçe kursların açılması, Üniversite’de Kürtçe bölümlerin faaliyete geçmesi, TRT 6’ın 24 saat yayın yapmış olması; Kürtçe dergilerin, kitapların yayınlanması;, yerel televizyonların kısıtlı Kürtçe yayın yapması; ulusal Dünya TV’nin Kürtçe yayın yapması, asimilasyonun ortadan kaldırıldığı anlamına gelmez.

Bulunduğumuz aşamada Kürtler, ulusal haklarından mahrumdurlar. Kürtçe eğitim ve öğretim yasaktır. Kürtler Türkçe eğitim ve öğretim yapmaktadırlar. Kürt çocukları, Türk andı içmektedirler ve Türk şoven milli marşlarını söylemektedirler, Kürtlerin hiçbir değeri ve sembolü kabul görmemektedir.

Bundan dolayı, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kürtlerin inkârı da ve asimilasyonu da son buldu” tespiti bir aldatmaca ve yanıltmadan öteye bir şey değildir. Bu yanıltma ve aldatma, önümüzdeki tehlikeli ve çözümsüzlük dönemine de işaret etmektedir.

İbrahim GÜÇLÜ
([email protected])

Amed, 09. 06. 2011

Add new comment

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.