Bir yerde bir sorun varsa onun çözümüde vardır. Çözüm gasbedilen hakların sahibine teslimidir. Bu kural tüm sorunların çözümü için geçerlidir. Burada bir başka kural daha vardır. Bu da hakların eksiksiz kabulüdür. Sorunu çözüyorum adına hakları şurasından burasından kesip biçer karşı tarafa dayatırsan orta da hak diye bir şey kalmaz.
Bunun en bariz örneğini “Sivil Dayanışma Platformu”nun açıklanan “Kürt sorununa çözüm” raporunda dile getirilenlerdir. İstanbul'da Sivil Dayanışma Platformu tarafından düzenlenen 'Kürt Meselesinde Çözüme Bir Adım Çalıştayı' sonuç bildirgesi Diyarbekir'de açıklandı. Toplantıda bir açıklama yapan Sivil Dayanışma Platformu Başkanı Ayhan Ogan denilen Türk paşasının dediklerinin özeti şu:
Kürdlerin “devletleşmesini tartışamasınız”, “Türkiye'nin birlik ve beraberliği göz ardı edemesiniz”, “Kürtlerin haklarını aklınıza estikçe dile getiremesiniz”, “mevcut yasalara uymak zorundasınız”, “ayrıştırıcı olan, ayrıştırıcılığı çağrıştıran hiç bir proje ve üslup kullanamasınız”, “tersi bir yaklaşım demokrasi ve hukukla bağdaşmaz”mış(!)
Sivil Türk paşası bu naneleri yumurtlar. Resmisi, apoletlisinin ne dediği ise ortada. Sivili ve resmi ve apoletlisiyle Türk toplumunun bir bütün olarak Kürdlere dayatığı resim bu.
Kürdlerin tüm insani ve milli haklarını gasbeden, egemenlik altında tutan, kendisine inkar ve imha dayatan Türk egemenlik sistem sahiplerinin Kürdler karşısındaki duruşları budur.
Eh geriye ne kalır? Denilene itirazsız boyun eğmek.
Fakat zaman zaman Kürdlerin mücadelesi ve dış etkenlerin dayatması karşısında inkar ve imha temel politıkasında kimi geri adımlar atar. Sorunu kabul ediyorlarmış gibi görünürler, ama sonuçta vardıkları yer Kürdlere gösterilen adres mevcut durumunun kendisi olur.
Bunun nedeni var. Türk egemenlik sistemin varoluş nedeniyle ilişkili bir durumdur. Öyle bir sistem ve algı oluşturulmuş ki, toplum olarak Kürdlerin varoluşunun kabulü kendi yokoluşlarının sebebi konusunda kendilerini ikna etmişlerdir.
Türkler yarattıkları korku imparatorluğunda kendilerini hapsetmişlerdir. Kolay değil. Yoktan varedilen bir “millet”i yaşatmanın ve onu devam ettirmenin yolu toplumu iliklerine kadar ırkçılıkla şırıngalamaktır. Herkesi “kendileştirmektir”. Devletin izlediği planlı-programla bu gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Irkçılık Türk toplumun ruhuna sindirilmiştir.
Böylesi bir sistem de, Kürdleri millet olarak kabulü ve buradan doğan haklarının verilmesini beklemek akıl karı değildir. Böylesi bir beklentisi olanlar yanılır.
Yanılanların dışında bu ihenete gönülü soyunanlar az-buz değildir. Kürd aydın ve siyasi çevrelerine bakıldığında çoğunluğun Kürd milletini Türk egemenlik sistem kapısına bağlamanın gönülüleri olduğu görülür. Kürd milletine kaybetirenlerinde bu yalaka çevrelerin olduğu zaten biliniyor.
Bunun en son örneği Türk Anayasasının kısmi değişikliğini öngören referandum sırasında gösterildi. Türk egemenlik sistemin kanatları arasında tercih konusunda birbirleriyle yarıştılar. Kimi Ordu, MHP, CHP, İP, TKP gibi ırkçı kanadın, diğer bir kesimi de ırkçı-şeriatcı AKP'nin kuyruğuna takıldılar. Onlardan “Kürt sorunu”nun çözümü beklentisine girdiler. Halkı bu beklentiye soktular. Ama zaman her şeyin ilacıdır. Kuyruğuna takılan kanatlar “haydi be ordan” demekten gecikmediler. Çokça umut bağladıkları Türk Genelkurmayı, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Bakanı ve Başbakanı arka arkaya Türklerin “kırmızı çizgileri”ni sayıp döktüler.
Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'nın dile getirdiği “kırmızı çizgiler” bir bütün olarak sistemin tüm kanatlarının amentusudur.
“Türkiye cumhuriyeti tek millet, tek bayrak, tek devlettir. Benim milletimin dili tektir. O resmi dil Türkçedir. Ortak dil Türkçe'dir. Bunu bugüne kadar öğrenmediysen bundan sonrada öğrenemezsin. Bu gerçeği değiştirmeye yönelik hiçbir girişim kabul edilemez. Zira bu mesele sosyal barış ve sosyal bütünlük meselesidir. Bu meseleyi tartışmaya dahi açmak, bu meseleyi getirip Türkiye'nin gündemine taşımak ne demokrasiye, ne özgürlüklere, ne toplumsal barışa ne de kardeşliğe asla hizmet etmez.
Kimse bizden anadilde eğitim beklemesin!
Özerklik tartışması demokratikleşmeyi hazmedemeyenlerin çirkin bir tezgahıdır.”
Eh döndük mü başa.
Bir seneden fazladır “iyi şeyler olacak” dedikleri “terör” olarak politıka edindikleri Kürd-Kürdistan sorununun kendilerince çözüm biçimide bu vesileyle bir kez daha ortaya çıktı. Bu “çözüm biçimi”ninde “ez çöz” olduğu bir kez daha böylelikle deklere edildi.
“İyi şeyler olacak” söyleminin hikayesi ortaya çıktı.
Daha önceleri kimi Kürd aydın ve siyasi çevreleri bu “iyi şeyler olacak” söylemine çok anlam yüklediler. Hatta Avrupa'daki kimi “siyasi abiler” bavulunu bile hazırlamıştı. Anlaşılan bu “siyasi abiler” Türkleri daha tanımamışlar. Aslına bakarsanız kendilerini ve kendileriyle beraber halkı kandırmayı yaşam edinmişler.
Bilmezlermiki, Kürd-Kürdistan sorunu hakkında yalan söylemek Türk egemenlik sistemin tüm kanatlarının politıkasının omurgasını oluşturduğunu. Söylediklerinin mantıklı bir dayanağının olmaması onları pek ilgilendirmediğini. Dediğim dedik “kırmızı çizgileri”ni gece gündüz sayıklayarak bunu karşısındakine inandırmaktan öte kabul ettirmek politıkaları olageldikleri. Sorun egemenliklerini korumaksa bunun için her yol mübah sayıldığı.
Bunlar kendilerine hatırlatıldığında da “itham edildikleri” pozuna sığinmaktadırlar. Mağdurları, kurbanları oynamaktadırlar. “Hassasiyetlerimiz” deyip ortalığı velveleye verirler. Bu konu da uzmanlaşmışlardır.
Bizim “siyasi abiler”imizede “bu sene olmadı, inşallah gelecek seneye” demek kalır.
Anlaşılan “iyi saatlerde olsunlar” yaşamlarının vazgeçilmezi olmuş.
Olsun! Onlar hallerinden memnunlar. Canları sıkıldıklarında yaşadıkları yerleşim biriminin en ısız yerine sığınıp kendi kendilerini “kardeşlik” türkülerini söyleyerek rahatlamaya çalışırlar.
Kim bunlar?
Hadı hesabı yok. Zibil gibi.
Her dönem kendilerini yaşatmak için düşmanın oltaya taktığı yeme uzanırlar.
“Başkalaşmak” için rehabilitasyon seaslarına gönülü yazılırlar.
Son dönemlerde de, Türk karanlık dehlizlerinde üretilen ve hani herkesin ağzında sakız gibi çiğnenen “ötekileştirme” furyası almış başını gidiyor.
Merak konusu.
Kendini Türk'ün kapısına bağlamış yalakalar “ötekileştirme”den niye korkarlar?
Onlar korka dursun inadına ben/biz ötekiyiz.
Şimdiye kadar Kürd milletinin kavgası ne içindi?
Öteki olarak kabul görülmek için değil miydi?
Türk egemenlik sistemin inatla kabul etmediğide bu değil midir?
Sivil ve resmi Türk paşaların Kürdlere “ayrıştırıcı olan, ayrıştırıcılığı çağrıştıran hiç bir proje ve üslup kullanmayacaksınız” dayatması bunun için değil midir?
Demek ki, Kürd'ün kurtuluşu ayrıştırıcılığı çağrıştıran proje ve üslubu inatla savunmaktan geçiyor.
O halde Kürd milliyetciliği, yurtseverliği inatla millet olmadan doğan hakların savunucusu olmayı gerektiriyor.
Millet olarak öteki olduğumuzu yüksek sesle dilendirmeyi zorunlu kılıyor.
İnkar ve imha politıkasını boşa çıkarmanın yolu öteki olarak kabul görülmekten geçiyor.
Kürd milleti ve Kürdistan ülkesi gerçekliğini yüksek sesle haykırmayı, yani kimseye benzemek istemediğimizi, öteki olduğumuzu dünya aleme kabul ettirmenin kavgası verme dileğiyle bu çaba sahibi herkesin yeni yılını kutluyorum.
31 Aralık 2010