Ümmetçi demokraside Kürt açılımı
23/09/2009 02:58
Ancak yıllar boyunca milliyetçi ve şoven söylemlerle, Kürt kimliğinin inkârı ile işlenen bir topluma bu döngünün nasıl açıklanacağı büyük bir muamma olarak karşımıza çıkmaktaydı.
MİM SERTAÇ TÜMTAŞ (Arşivi)
Son günlerin revaçta konusu olan Kürt açılımı tartışmaları, “sürecin muhataplarının“ da devreye girmesi ve kendini milli refleksin “yegâne temsilcisi“ olarak görenlerin tepkileri ile gündemi yoğun olarak meşgul etmeye devam etmektedir. Cumhurbaşkanının Kürt sorununda iyi şeyler olacağı ve çözüme çok yakın olunduğu açıklamasından sonra, bir yandan Cumhuriyet tarihinin “sakıncalı“ ve “sözde vatandaşlarının“ bu ülkenin asli unsurları olduğu ve bir takım haklara sahip olması gerektiği yönündeki söylemler günden güne artmakta ve bu yönde kamuoyu yaratma çabaları yoğunlaşmaktayken öte yandan da ülkenin bölünmez bütünlüğü ve çakıl taşı sendromlarının, bir takım kışkırtıcı açıklamalarla arttığı görülmektedir. Yaratılan ya da yaratılmaya çalışılan kamuoyunun bir ucunda sorunun insani yönü ortaya konularak din kardeşliği temelinde vurgular ön plana çıkarken, öte yanda ise etnisitenin milli kimliğin üzerine çıkamayacağı ve bölünme paradoksu üzerinden yapılan tartışmalarla, Türk kimliğinin vazgeçilmezliği temelinde vurguların ön plana çıktığı görülmektedir.
Kuşkusuz Cumhuriyet Türkiye'sinin en önde gelen sorunu olan ve son yirmi beş yılda Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un “düşük yoğunluklu“ olarak tanımladığı savaş ile ülke kaynaklarının büyük bir bölümünün heba edilmesine, binlerce gencinin toprağa vermesine yol açan zihniyetin tıkanacağı ve bir noktadan sonra değişmesi gerekliliğinin farkına varılması kaçınılmazdı. Ancak yıllar boyunca milliyetçi ve şoven söylemlerle, Kürt kimliğinin inkârı ile işlenen bir topluma bu döngünün nasıl açıklanacağı büyük bir muamma olarak karşımıza çıkmaktaydı. Bu sorunun “çözümü“ ise “ecdatlarımızın“ 600 yıldan fazla varlıklarını sürdürebilmesinin kökeninde bulundu. Üst kimlikli bir yapıda din kardeşliği; ümmetçilik...
Ancak bu düşüncenin hayata geçirilmesi, özelikle 1990'lı yılların ilk yarısında Kürt sorununa çözüm üretmeyi düşünenlerin hazin sonları ile birlikte düşünüldüğünde, sorunlu olacağı aşikârdı. Dolayısıyla ilk adım olarak süreci provoke edebilecek, düşük yoğunluklu savaşın eli kanlı aktörlerinin “kontrol altına alınarak“ potansiyel muhalif seslerin, potansiyel provakatif eylemlerin ve potansiyel “suikast“lerin bertaraf edilmesi gerekmekteydi. O halde devletin derinlerinde bunu yapabilecek olanların gözlem altında tutulması gerekiyordu. Tutuldu da...
İkinci adım olarak topluma “demokratikleşme adımının“ nedenlerinin anlatılması gerekiyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi bunun için “en uygun“ görülen ise İslam kardeşliğiydi. Yıllardır devam eden çatışma ortamının yarattığı toplumdaki ayrışmış dokuyu ümmet anlayışı ile bir arada tutmak için harekete geçildi. Şüphesiz İslami eğilimlerin kuvvetli olduğu her iki toplumun da bundan etkilenmemesi mümkün değildi. Hele ki benzer acıları paylaşmış analara da süreç de aktif roller biçilince işin insani boyutu da devreye girmiş ve “milliyetçi refleksler“ dışında tepkiler minimize edilmişti. Ya da öyle olduğu izlenimi toplumda oluşmuştu. Kuşkusuz, meclisin siyasi aktörlerinden MHP ve CHP'nin kayıtsız kalmayacağı beklenen bir durumdu. Ancak beklenenden çok daha fazla tepki geldiği görüldü. Özellikle MHP genel başkanının söylemlerinin ürpertici boyutta olması kendinden beklenmeyecek bir tutumdu. Zira genel başkanlık koltuğuna oturduğundan beri ılımlı ve uzlaşmacı bir siyaset çizgisi olan, T. B. M. M. 'nin açılışında DTP'li vekillerle sıcak bir görüntü çizen Devlet Bahçeli'nin, son açılım tartışmalarında tehditkâr ve saldırgan bir tutum benimsemesi, muhtemel gerginliğin belirtisi olarak algılanmaları arttırdı. Yakın geçmişimize bir göz attığımızda belki de bunda şaşılacak pek bir şey yoktu. Ancak asıl şaşırtıcı olan sol jargonu diline pelesenk etmiş, demokrasiden söz eden ve sosyalist enternasyonal üyesi olan “solcuların (sol partilerin) “ insan hakları evrensel bildirgesinde geçen eşitlik ve adalet gibi asli kavramlardan uzak kalması ve hükümetin “demokratik açılımı“nı ümmetçi demokrasiyi kapsadığı ve bu temelde de “muhasır medeniyetler“ seviyesinde evrensel demokratik değerleri kapsamadığı, farklı kimliklere, dezavantajlı gruplara, işçilere, emekçilere dayatılan yaşam biçimlerine karşı, insan hakkı, yaşam hakkı ve sosyal haklar eksikliğinden dolayı eleştirmemesi ve bunun yerine sırf milliyetçi, şoven ve zaman zaman faşizan açıklamalarla “demokratik açılıma“ karşı çıkması, sürecin ayrıca düşünülmesi gereken tarafıydı.
Dolayısıyla tüm bu tepkilerden sonra demokratik açılım kavramından beklenen yapısal dönüşüm söylemlerinin rafa kalktığı görüldü. Zira 31 Ağustos günü İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın beklenen açıklaması gerçekleştiğinde toplumun hemen her kesimi tarafından önerilen anayasa değişikliği ve af çalışmalarının gündemlerin de olmadığını açıklaması, sorunun çözümünün önünü tıkayan statükoların süreceğini, dolayısıyla yapısal dönüşümlerin gerçekleşmeyeceğinin işaretiydi. Ancak bu durumda şaşırtıcı olmayan tek şey AKP hükümetinin tutumuydu. Çünkü AKP'nin 2002 de iktidara geldiği süreçten itibaren uyguladığı genel strateji, direk olarak uygulamaya koymakta tereddüt ettiği politikaları kamuoyunun önüne sunarak gelen tepkilere göre hareket etme olduğu düşünüldüğünde (Kamu Yönetimi Yasa Tasarısı, Anayasa değişikliği, Kıbrıs, türban vb. ) sözü edilen bu “açılım“da da bunun gerçekleşme ihtimali sürecin başından beri vardı ve bu da başlı başına tedirginlik yaratacak bir unsurdu. Özellikle DTP eş genel başkanı Ahmet Türk'ün “Cin şişeden çıktı“ söylemi bu sürecin geri dönüşünün sıkıntılı olabileceğinin en açık söylemiydi.
Çözüm isteniyor mu?
Bu noktada sorulması gereken en doğru soru aslında “çözümün istenip istenmediği“ olsa gerek. Çözüm istenmiyorsa şayet evet anayasayı değiştirmeyin, çözüm istenmiyorsa şayet evet ümmetçi demokrasi anlayışı ile süreci geçiştirerek siyasi rant sağlama peşine düşün ve deyim yerindeyse “sözde vatandaşlar'ın ağzına bir parmak bal sürerek işin tadını çıkarın; çözüm istenmiyorsa şayet Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanları yapmaya devam edin...
Yok, hayır çözüm isteniyorsa, artık toplumsal barış isteniyorsa, toplumdaki ayrışmış doku birleştirilmek isteniyorsa, çağdaş, eşitlikçi, ilerici bir toplum yaratılmak isteniyorsa, her kesiminin temsilcilerinin katıldığı uzlaşma zemini isteniyorsa, ümmetçi demokrasi değil evrensel demokrasi isteniyorsa, aslında yapılması gerekenleri siz de biliyorsunuz.
Mim Sertaç Tmtaş: Süleyman Demirel Üniversitesi Kamu Yönetimi Doktora