Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 23 November 2008

[b]KÜRDİSTAN'ın SON KALESİ; DERSİM DÜŞERKEN ![/b]

Munzur suyuna yakın bir Dağ köyünde Aşiretlerin ileri geleneleri toplanmışlardı. Hepsinin yüzünde acı bir ifade vardı. Odayı koyu bir sigara dumanı sarmıştı. Huzursuzdular. En son sözü, en yaşlı bir bilgeye bırakmışlardı. Uzun saçlarını,kırçık beyazlara bürünmüş sakalını elleriyle şöyle bir sıvazladı, etrafındaki Aşiretlerin ileri gelenlerini ağır ağır süzdü ve ağzından şu sözcükler döküldü; Sıranın bize geleceği belliydi ve işte geldi. Mademki Mısto KOR'un daveti budur,karşılıksız bırakmayalım bizde, zaten başka imkanımızda kalmadı, çepe çevre sarılmış durumdayız, şansımız yok ama koyun gibi bıçağa boynumuzu uzatmamızı hiç kimse bizden beklememeli. Teslimiyet ? ne bugüne kadar atalarımız gösterdi nede böylesi bir tavır bizim içimize sinmez, DÖVÜŞECEĞİZ ! dedi. Büyük bilge Seyid RIZA idi bu.

Bu sözlerin ardından, Oda da bulunanların hepsi birden ayağa kalktı. El sıkışıp, kucaklaştılar, dinsel bir selamlaşmaları olan, biribirlerinin omuzundan öptüler, sonra Munzur suyuna doğru yürüdüler. 12 taş aldılar yerden, kutsal Munzur suyuna giderken, vardıkları zaman, sıra sıra nehrin kıyısına dizildiler. Sözleşmiş gibi hep bir ağızdan;

’Ja Xızır,ja 12 İmamlar! Ey bilgelerin bilgesi bağaa Mansur, ey kerametleri ile bizi aydınlatan Sultan Xıdır ? Bu zulümkarların karşısında bizi yalnız bırakma ! Bileğimize güç, yüreğimize cesaret ver, ja Xızır !..' diyerek, Son mermilerine kadar küfar ordusuna karşı direneceklerine dair AND içip, sonra ellerindeki 12 taşı öpüp başlarına koyarak, dualarla birlikte, teker teker Munzur suyuna attılar. Hepsi silahlıydılar, bir başlarına kalmışlardı ve gerçekten artık yapayalnızdılar.

[i]“Menekse dağları kan ülkem sürgüne
göç olursun türküsüz kalır Dersim
ben ki geleceğim bir zaman
yurtsuz büyümez sesim gitme sürgüne
Vurulmusum sana, vurulursam senin için
belki dağdan iner kursunlandığım
düşerim bir sümbül dibine
gitmem, baharını beklerim
ülkem nereye.. “[/i]

[b]Mehmet Çetin[/b]

Bu çığlık, yalım yalım yaladı Mercan vadisini, kör bir bıçakla gecenin koyu karanlığını yırtarcasına. Bir dağ Kartalı havalandı Serkemer'den, gerdi kanatlarını Kayışoğlu uçurumunun üzerinde, süzüldü Dersimin engin vadilerinin üzerinden, 'Kırklar' dağının tam üstüne gelince Cem'e durdu, uzun uzun kavisler çizerek döndü durdu olduğu yerde.

Bir aygırın kişnemesi eşlik etti bu Semah'a, ’Kırk Merdiven'den, vurdu topuklarını hırsla yalçın kayalıklara, burnundan ateşler çıkarır gibi, öfke ile kişnedi ard arda. ’Pire' yaslandı o korkunç görüntüsüyle Asasına, gözleri kan çanağı gibi oldu hiddetinden...

Nasırlaşmış ellerini rahminin üzerine bastırdı Zere ana, 'ja Xızır, beni neden kuruttun sahrada ki ağaçlar gibi, neden her gün bir tane yiğit artık doğuramıyorum, bu ceng, bu hangeme tam başlamışken, neden ?' diye hayıflandı kendi kendine,sızlandı...

Kavga başlıyordu şimdi, yenileceklerini bile bile...

[b]DERSİM BİR BAŞINA KALMIŞTI GERÇEKTEN ![/b]

O güne kadar, bir tek Kürt direnişine destek sunmuşlardı, KOÇGİRİ'ye. Kürdistan'ın diğer yörelerinde patlayan özgürlük tüfeklerine, gözlerini kapamış, kendilerinden destek isteyen bütün çağrılara kulaklarını tıkamışlardı.

Ya din, ya mezhep farkını gözetmiş, yada geçmişteki Osmanlı oyunlarının yarattığı tahribatlardan dolayı, bu hareketlere sürekli kuşku ile bakmış, bunlara bir türlü güvenip yaklaşmamışlardı. Dahası, yüzyıldır kendi içine kapanmışlardı. Ama, bütün bu‚’üç maymun’ tavrı, O'nları şimdi çepe çevre saran akibetten kurtaramamıştı. Eskiden, kendi özgürlük tüfekleri ile yüzyıllarca ’Otonomi’ hakkını bileğinin gücüyle koruyan Kürdistan'ın bu SON KALESİ şimdi, düşmanın izlediği politikayı iyi bir tahlilden geçiremediğinden, yapayalınız kalmıştı.

Gelinen aşamada, direnen,bağımsızlık için ayağa kalkan Kürt bölgelerini, sömürgeci faşist Kemalistler,önce biribirinden soyutlamış, sonra darbesini indirmişlerdi. Şimdi, tıpkı 1848 Şubat devriminden sonra Fransız burjuvazisinin işçileri iktidardan soyutlayıp, güçten düşürüp, çevresinden tecrit ettiği, sonrada HAZİRAN 1848 kavgasına ve yenilgisine zorladığı gibi ; Kemalistler de, direnen bütün Kürt hareketlerini parça parça yok ettikten sonra, Kürdistan'da ÖZGÜRLÜĞÜN yüzyıllardır bir SEMBOLÜ olarak duran en son Kaleye yönelmiş, bu sefer kendisi ile savaşa zorluyorlardı.

Tehlike idi bu son Kale ve Umut veriyordu yeni yeni direnişlere. Bu Kale öyle bir yıkılmalı ve yok edilmeliydi ki, bir daha kesinlikle toparlanma ve ayakları üzerine dikilme gücü bulmamalı, dahası; bu Kaleye öyle bir VAHŞET uygulamalıydı ki ? Bundan sonra direneceklere İBRET olmalı, KORKU salmalı ve bu korku hep yaşatılmalıydı..

Büyük AĞRI başkaldırısı ve yenilgisinden sonra şöyle demişlerdi;

’Türk soyundan olmayanların BU MEMLEKETTE bir TEK hakları vardır: HİZMETÇİ OLMA HAKKI, KÖLE OLMA HAKKI ! Dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakıkatı böyle bilsinler !'
(T.C'nin ’Adalet bakanı Mahmut Esat BOZKURT', 19 Eylül 1930 tarihli Milliyet gazetesi)

Bu sözler edildiğinden 6 yıl sonra Dersimliler şu cevabı vereceklerdi bu katil sürülerine ; Hemed' e Z'ali konuşuyor;

’Git o İT Kumandana söyle. Sizler bir elinizde GAZ, diğer elinizde ATEŞİ tutuyorsunuz. Sizler çocuklarımızı toplayıp götürüp MARÇİK düzünde KURŞUNA dizip, ÜZERLERİNE GAZ DÖKEREK YAKTINIZ. Buna rağmen sizler bizleri ’haydut' olarak niteliyorsunuz. Git onlara deki; gerçek HAYDUTLUĞU YAPAN SİZLERSİNİZ... Dersimin cesur Kadınları, hanımları daha nice çocuklar doğuracak, dünyaya getirecektir.. Kim silahını atarsa, teslim olursa o NAMUSSUZDUR.. Dersim'in kurtuluşu için, KÜRT ÜLKESİNİN kurtuluşu uğruna yüreğimiz bir Kartal kanadı kadar hafiftir. Kürdistan halkının, ulusunun başı sağolsun..' (M.Kalman, Dersim Direnişleri, sf.417)

[b]T.C'NİN PARLAMENTOSUNDA İSMET İNÖNÜ KONUŞUYOR ![/b]

Yıl, 1937 (Seyid RIZA idam edilmiştir o sıra) Yer, TBMM denilen ahır. İsmet İNÖNÜ konuşuyor;

-Dersim meselesi TASFİYE edilmiştir...
-Gerçekte mesele halledilmişe benziyor' (M.Kalman, Dersim Direnişleri, sf.433)

Sağır İsmet, yine doğru duymamış ama yakıştırıyordu ve erken zafer şarkısı söylüyordu. Dersim ateş çemberinin tam ortasında kan ve revan içinde bile olsa, silahlarının namluları ısıdan şişene, göbek yapana kadar direniş halindeydi. SURİYE basını, sağır İsmet'e cevap verir gibi, şöyle yalanlıyordu İ.İnönü'yü, hemde taa 1938 yılı Ağustos'un da;

’Kürtler, Türk ordusuna hücum ederek bir kısmını yendiler. Bu sebeple, IRAK, İRAN ve TÜRKİYE birbirlerine yardıma karar verdiler... Kürt isyanı şiddetlendiğinden, Dersim'e 3 Kolordu Türk askeri daha hareket etmiştir...'
(7 Ağustos 1938 Tarihli 'El Amelel Kavmin'Gazetesi. Aktaran; N.Dersimi ve M.Kalmanö sf. 431)

Müsadenizle Dersim'in neden yalnız kaldığı ? noktasında, bilgi sahibi olmamız için, tarihe kısa bir yolculuk yapmamız, dönüp ardımıza bakmamız gerekecek. Dünü anlamadan,o günü de, bugünü de anlamak ve anlamlandırmak, gerçekten yoksa çok zor olacaktır. O zaman, izninizle;

[b]DERSİM'İN KÜRDİSTAN İÇİNDEKİ EN ÖNEMLİ ’İKİ ÖZELLİĞİ'[/b]

’..Doğu cephemizi, İKİ Cephe olarak almakta isabet vardır.. Çünkü 1916'da bu cephe birinci kısmı Karadeniz'den DERSİM-MUNZUR Dağlarına kadar uzanmak üzere 3.Ordu cephesi şeklinde belirmişti. Diğer kısmı, Dersim'in doğusuna ve İran sınırı ile DERSİM arasına... DERSİM bazı hareket tecrübelerine sahne olmakla beraber BÜTÜN HARP boyunca GİRİLMEZ ve DOKUNULMAZ bir mıntıka OLARAK KALDI. (Şevket Süreyya Aydemir, ’Enver PAŞA' Cilt.3, sf.173)

Sekizyüz yıl,Otonom bir bağımsızlık yaşamışlardı. Ne ,İskender takmışlardı, ne Timur, ne Selçuklu ne de Osmanlı. Özgürlüklerine her şeyden daha çok düşkündüler. Osmanlı Sultanları ne zaman onlar hakkında ferman çıkarsa; Fermanın başlığı; ’Dersim Kürdistan Beyliklerine' diye başlıyordu.

Kürdistan'da çok özel iki önemli yeri vardı Dersim'in. Birincisi; ALEVİLİĞİN MERKEZİ idi ve bu yönüylede şeriatçı ve sunni Osmanlı devletinin her zaman hedefindeydi, saldırılarına mazur kalıyordu. İkincisi; (Şevket Süreyya Aydemir'in de ’itiraf' ettiği gibi) Kürdistan'ın GİRİLEMEZ bir bölgesiydi. Bölgesel özerkliliğini her zaman korumuş, dahası; Osmanlının tabakta meyve gibi sunduğu,'Komutanlık', ’Beylik' vb. Oyunlarından sürekli uzak durmuştu. ’Alevi' oluşu Osmanı Aliye uzak durmasına, (diğer Kürt bölgelerine bile bu dinsel inancı yüzünden uzak duracaktı yüzyıllar boyu, bunlara karşıda savunacaktır kendini. Bu özellikleri Dersim'in yüzyıllarca içine kapanmasına yol açacaktı) bağımsızlığına düşkünlüğü ile de devamlı, Merkezi otoritelerin tepkisini çekmesine yol açıyordu her zaman.

İsmini de bu özelliğinden alacaktı; DER= Kapı, SİM= Gümüş, yani ’Gümüş Kapı' (Nuri Dersimi). Dersim, (tekrarlayalım müsadenizle) sadece Kürdistan'ın değil, Aleviliğin de Gümüş Kapısıydı o ! Ve Sömürgeciler için bir baş belası olarak kalmıştı.

[b]OSMANLI'NIN, SÖMÜRGE ULUSLARA OYNADIĞI OYUNLAR[/b]

Osmanlı, bu Ulusun (Kürdlerin) birleşmesini engellemek için sayısız oyunlarını ard arda çeşitli entrikalarla denedi. Sonuçsuzda kalmadı bu başarısı. Uluslaşma çağında,(16.17 ve 18. Yüzyıllar) Uluslar kendi ulusal devletlerini kurarken,bu Ulus hala Osmanlıya ve sonra Kemalistlere karşı kendi ulusal çıkarları etrafında bile birleşemiyorlardı. Biribirlerine olan güvensizlik,had boyuttaydı. Osmanlı, Ermenilerden sonra,en büyük darbeyi bu Ulusa vurmuştu. Peki bu nasıl olmuştu ?

Dörtyüzden fazla ’Beylik' ve ’Aşiret' parçalarına bölüp, ayrı bir STATÜ vermişti bu Ulusun parçalarına (Hasan Yıldız).. Göreceli de olsa bir ’özerk' yapı andırımı vardı. Ama,bu ’özerk' görünümümün altında yatan,asıl olarak korkunç bir parçalanmaydı. Her bir ’Beylik', Osmanlı tarafından, bir diğerine karşı sürekli kışkırtılıyor ve aralarına yeni yeni ’kan davaları' ekleniyordu. Bu ’Beylikler' içinde bile ’kardeş kavgası' körükleniyordu.

Öyleki; Osmanlı Hanedanlarına daha fazla RÜŞVET veren kardeş, o sıra Beylik yürüten büyük abisine karşı kışkırtılıyor ve kardeş kavgaları ’Beylik' için sürüp gidiyordu (Şeref HAN,'Şerefname'. Bu adam azılı bir Alevi düşmanıdır). Osmanlı da, koltuk için kendi ’öz kardeşlerini' hatta Babalarını katletmiyormuydu ? İşte Kürt Beyliklerini de aynı duruma sokmuşlardı...

Kürdistan'da ki her farklılık; din, Mezhep, Lehçe, Kan davaları, toprak sorunları (aşiret toprakları) sürekli kaşınıyor Osmanlı tarafından yada canlı tutuluyordu. O'da olmazsa, yeni yeni düşmanlıklar yaratılarak bu Ulusun fert ve aşiretleri birbirine karşı her zaman savaş halinde tutuluyordu.

Aşiretler arası savaşta da,Güçlü olana karşı ZAYIF ’Beylik ve Aşiretler' bizzat Osmanlı kanalıyla desteklenip, (GÜÇLÜ Beyliğin,İleride tehlike oluşturmasını engelleme güdüsüyle) gücünü kaybetmesi için her şey yapılıyordu. Bu emeline ulaştıktan sonra, Osmanlı ’ara-bulucu' pozlarıyla ortaya çıkıyor ve kendine bu Aşiretleri daha sıkı bir şekilde bağlıyor, ama bunları birbirinden ayrı tutmayı ihmal etmeden, sözde ’barıştırıyordu'. Osmanlı, bununla da yetinmeyecek; aşiret liderlerinin ya oğlunu, ya kardeşini İstanbul'da kendi yanında ’rehin' olarak tutacaktı.Bu ’rehineler', ' aşiret mektebi' denilen ’ eğitim' kurumlarında,tıpkı ENDERUN okulları gibi aslimileye tabi tutulacaktı. (’Roma Geleneğiydi' bu ’rehin' tutma şekli. Bakınız; ’Tanrının Kırbacı ATİLLA' Thomas R.P.Mielke.)

Osmanlı'nın, böl-parçala, kendine bağla ve yönet politikasını, JÖN Türklerin ve Osmanlı'nın son dönemlerinin TEK ADAMI Enver PAŞA kendi ağzından şöyle anlatıyordu;

“Biz her zaman biribiriyle ANLAŞMAZLIK içinde olan KABİLE ve Aşiretleri, Hediyeler, vaadler ile İHTİLAF halinde TUTARSAK, bunların, müttahit (BİRLİK) Ve umumi bir TEŞKİLAT KURMALARINI ÖNLERİZ'

(Enver Paşa'nın,Cemal Paşa'ya Araplarla ilgili yolladığı mektup. Aktaran; Şevket Süreyya Aydemir, 'ENVER PAŞA', Cilt.3, sayfa.272, Remzi kitabevi, 1.Basım)

Bu politikayı (böl-parçala ve yönet) sadece Araplara karşı uygulamadılar. Bu politika Osmanlının sömürgesi durumunda bulunan bütün Millet ve Milliyetlere (azınlıklar) uygulandı yüz yıllar boyu.

Sultan ABDÜLHAMİD (Kızıl sultan,derlerdi bu pisliğe çok kan döktüğünden ötürü) döneminde ise, Kürdler arasında bizzat mezhep, din ayrımı göz önüne alınarak büyük bir ’titizlikle' HAMİDİYE ALAYLARI kurulacaktı. Bu ise, Kürtler arasında zaten bilinçlice yaratılan GÜVENSİZLİĞİN en üst boyuta çıkması, onarılması çok zor olan bir YARA açmasına sebep oldu. Hamidiye Alayları SUNNİ ve Osmanlıya itaatini kanıtlamış aşiretlerden seçiliyordu.

(’Başbakanlık Arşivleri' Bayram KODAMAN, ’Sultan 2.Abdulhamid Devri Doğu Anadolu Politikası.sayfa.34)

Bu Sunni Kürt aşiretlerinin Kürdistan'a verdiği zararı, hiçbir işgalci güç veremiyecekti. Çünkü Kürtler artık, Alevisi, Ezidisi (’Yezidi' yada ’Ateşe Tapanlar' veya ’Tavus Meleğe' Tapanlar denilen, aslında Kürtlerin bilinen en eski dini olan; Zerdüştlük), olarak ciddi bir şekilde hem ayrılmış, hemde artık aralarına sadece mezhep,din farkı değil, büyük KAN DAVALARI da girmiş oluyor, GÜVENSİZLİK denilen müthiş bir duvar örülüyordu bunlar arasına ! Bu yüzden bunların verdiği zarar, yabancı bir işgalden çok daha fazla oldu. Kemalistler bile bunun ’avantajlarını' gördüler, sadece Osmanlı değil.

Okur, Osmanlının Sömürge Uluslara uyguladığı bu politik oyunları defalarca okuduğunda şu soruyu sormadan edemeyecektir kendi kendine; ’Oyun hep aynı olmasına rağmen,neden bunu fark edemediler ve yüzyıllarca bu oyunların maşası oldular' diye ?

Bu soru güzel bir sorudur ve sorulması gerekir de, AMA; bu oyunların oynandığı tarihçe gözönüne alınmalıdır. Eğer tarihi olayları ele alırken; O'nu çevreleyen koşulları ve bağlantıları biribirinden koparır, dahası; incelemek istediğimiz toplumların o dönemki tarihi şartlar içerisinde bulunduğu, sosyo-psiklojik durumu,yani; kültürel, dinsel, siyasal ögelerin bu toplumlar üzerindeki ÖNEMİNİ ve OYANDIĞI ROLÜ gözönüne almazsak ? Ve de; doğru -düzgün tarihsel sıralamayı yerli- yerine otutturamazsak ? Hem o tarihi süreci anlayamaz, hemde farkında olmadan tarihi çarpıtır vede yanlış yargılara kapılırız !

Bazen önemsiz, küçük gibi görünen bu özellikler, hareketin, olayın, bizzat niteliğini belirler !

O tarihlerde bütün sömürgeci işgaller DİN kisvesi altında yapılmaktadır ve Osmanlı ile sömürgeleri hala ’feodal' (içe kapalı) bir toplumsal özellik taşıdığı için,bu sömürge Uluslarda, bırakın ’dünü tahlil etmesini' (edenlerde vardı elbette ama hem azdı, hemde birlik sağlayamadığı için güçsüzdü) ’Ulusal Bilinç' dahi gelişmediği için; bu seneryolar aynı olmasına rağmen, Figuranlar; yani oyunda kullanılan Piyonlar sürekli değiştiriliyordu. Bunlar ve diğer saydığımız nedenler, olayların geçtiği tarihçe, vede CEHALET eklenince bütün bunlara .. Önemli bir dezavantaj haline geliyordu .

İşte,DERSİM hareketi başlattığında Kemalistler , hala süren bu parçalanmadan nemalanmışlardı ve şimdi Dersim kapılarına dayanmışlardı.

’SÖMÜRGE REJİMİ MEŞRULUĞUNU ŞİDDETE BORÇLUDUR !’

Frantz FANON

[b]NİZAME TIRK AME ![/b]

’Nizame tırk ame' (’türk askeri geldi') dediler. Köyün erkekleri bizi Aliboğaz deresindeki bir mağaraya yerleştirdiler. Kendileri, mağaranın üst taraflarında mevzilendiler. Korkudan sus-pus olmuştuk. O sıra yeni doğmuş bir bebek ağlamaya başladı. Hepimiz can derdine düşmüştük. Çocuğun anası taze geline; ’sustur bunu, sesi duyarlarsa bütün köy halkını öldürürler' diye, kızdık o'na. Elini çocuğun ağzına kapadı O teşkale ile.

Derken dışarıda çatışmalar başladı.Askerler mağarada birileri olduğunu fark etmişlerdi. Köyün Silahşörleri bizi korumak için hemen çatışmaya girmişlerdi. Mağaraya sığınmış olanlar; yaşlılar, çocuklar, kadınlar ve ’iki canlı' (hamile) gelinlerdi.

Ne kadar zaman geçti bilinmez,erkeklerimiz bizi dışarı çıkardı. Tırk askerini dağıtmışlardı. Bizi, başka yere götürüyorlardı, daha güvenli olsun diye. O sıra bir çığlık koptu içimizi parçalarcasına. Çocuğun ağzını kapatan gelinin çığlığıydı bu. Bebeği, havasızlıktan ölmüştü.

O'nu teselli etmek için ne yaptıysak, ne ettiysek çare olmadı. Delirmişti. Köyün erkekleri, o'nu vurmaya kıyamıyorlardı. Bu çılgınlığı ve çığlığı hepimizin yerini belli ediyordu. İki gün, ölü bebeği ile çok arkamızdan bağıra bağıra geldi. Kimse elinden ölü bebeğini alamadı. Üçüncü günün sabahıydı herhalde, aradık-taradık etrafı, bir daha hiç göremedik O'nu..

( 12 Eylül Cuntası geldiğinde Örgütümüzün çağrısı ile dağlara çıkmıştık. Bu çağrıya ’evet' diyenlerden biri de bendim. Cunta ile savaşacaktık. AMA faliyetini yürüttüğümüz yapı, ’pasif savunma' hattına bizi mahkum edecek, ’eylemleri gerilla güçlerine yasaklayacaktı'. Bu çizgi, bir çok yoldaşımızın hayatına mal olurken, güvensizlik had boyutuna çıkacaktı destek verdiğimiz örgüte, dağılmalar başlayacaktı saflarda ve biz hiç savaşmadık.

İşte,bu ’öyküyü' ben Dersim- Xozat'in bir mezrası olan TAĞAR'da dinledim. Koppo Hüseyin'in (Xüse Kopp) köyü idi bura ve eski (ilk) eşi ile de burada tanıştım. Öykü bittiğinde; ’peki bu gelinin kocasına ne olmuştu ?' diye, soramadım. ’Askeri'değil, 'siyasi bir kadroydum' ben. Fakat, bu öyküyü (Zazaca veya Dımıli denilen Kürtçenin lehçesinden dinledim.) ve dinlerken, ne utandım, ne de sıkıldım, bir ter bastı bedenimi, bir titreme tuttu beni, o kadar insanın içinde; çocuklar gibi ağladım. Nedendir bilmem; ne zaman Dersim'i düşünsem; dağlarının, nehirlerinin bile inim inim inlediğini düşünürüm hep.. )

[b]’Önce Mezarlar Kazıldı, Sonra Ceset Arandı'

BİN YILLIK DERSİM ’BİR SAAT' İÇİNDE OLUYOR ’TUNCELİ'[/b]

Yer; TBMM, Yıl; 25 Kanunuevvel (Aralık) 1935.
Meclis Başkanı soruyor; ’Kabul edenler ...?' Etmeyenler ? (ses yok.bn) Kabul edilmiştir !

Dersim'in kaderidir, adına ’Meclis' denilen sömürgeci ahırda onaylanan. Bir Saatte, Dersim'in adı değişip ’Tunceli' oluyor ve 'Tunceli Kanunu' çıkarılıyordu.

İçişleri Bakanı Şükrü KAYA; ’TUNCELİ adı ile şimdi teşkil edilecek vilayetin eski ismi Dersimdir.. 1876'dan bugüne kadar muhtelif zamanlarda DERSİM üzerine 11 harekatı askeriye yapılmıştır. Halkı CAHİL birazda toprağın fakirliği dolayısıyla halkı fakir olur ve elin de silahı bulunursa tabi böyle bir yerde vuaat eksik olmaz.. Cumhuriyet devrinin şiarı memleketin esaslı ihtiyaçlarını esasından TEDAVİ ve asıl hastalığı tedavi eylemek olduğu için burada da MEDENİ USULLERLE bir TEDBİR düşündü... buralarında Cumhuriyetin FEYİZLERİNDEN (Feyiz=İlham, Olgunluk.bn) İSTİFADE etmesini temin edecektir..'

(’Tunceli Kanunu' 1935 ve Dersim Jenosidi' İsmail Beşikçi, sf.10, Bilim dizisi yayınları)
....................................

Sömürge insanı burada telafuz edilen kavramlara yabancı değil; ’CAHİL Halk', ’Medenileşmek', ’Cumhuriyetin Feyizlerinden (Olgunluğundan) yararlanmak“ vs..vs Bütün sömürgecilerin ORTAK DİLİDİR bu. Columbus (Kristof Kolomp), Amerikanın yerlilerini anlattığı günlüğünün bir yerine ’yerlilerin' (Kızılderililerin) ’saflığını' anlatırken, şöyle bir sonuca varacaktı; ’Bunlardan İYİ HİZMETKAR OLUR. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz' (’Fatihler Yargılanıyor' tüm zamanlar yayıncılık) demişti.

Mahmut Esat BOZKURT'ta “’Türk soyundan olmayanların BU MEMLEKETTE bir TEK hakları vardır: HİZMETÇİ OLMA HAKKI, KÖLE OLMA HAKKI ! ’ (19 Eylül 1930, Milliyet gazetesi) dememişmiydi ? Sömürgecilerin her yerde dili ve yöntemleri aynıydı. Evet, mezarlar kazılmıştı, şimdi bütün mesele bir suçlu yaratmaktaydı.

[b]DERSİME ÖZEL KANUN[/b]

38 Maddeden oluşmuştu bu kanun. Ama, adı ’Kanundu' sadece, ASIL olan kanunsuzluktu ! Nazi Almanyasını az biraz karıştıran bir okur, ’Tunceli Kanunu' denilen fermanın; Nazilerin ’Sovyetleri' işgal ettiğinde uyguladığı KOMİSER EMRİ denilen ve işgal edilen ülke insanını hiçbir Savaş yasasına bağlı kalmadan VUR ! Emri ile aynı olduğunu görecektir ’Tunceli Kanunun da'. Dersim'e atanan VALİ ve askeri KOMUTANLAR olağanüstü yetkiyle donatılıyor; her türlü ’ÖLDÜRME' veya ’AF' yetkisi ellerine veriliyordu. Suçlu adledilene ’İddianame' bile verilmiyordu.Yani ’iddialar karşında savunma hakkı' bile yoktu. ’Temyiz' hakkı veya ’Hakimi Red' imkansızdı. Giderek bütün yetki Askeri komutanların elinde toplandı. (İ.Beşikçi.,adı geçen kitap.sf.22.23.24)

Bu ’Kanun' 1935 Aralık'ında kabul edildikten sonra,'2 Ocak 1936 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi'. Okur,tarihlere dikkat edecek olursa ? Dersim'in savaşa nasıl zorlandığını anlayacaktır. Çünkü,o zamana kadar Dersim'de herhangi bir çatışma yoktur. Yoktur AMA, Dersim o zamana kadar ne Kemalist rejimi tanıyıp kabul etmiş, ne VERGİ vermiş, nede ASKER'e adam göndermeyi reddetmişti.. Katline ferman çıkarılması bu yüzdendi...

Buraya bu kanunun tamamını alıyoruz, okurlarımız için;

[b]TUNCELİ KANUNU[/b]

Tunceli vilâyetinin idaresi hakkında kanun(resmi gazete ile neşir ve ilâm : 2/1/1936 - sayı : 3195)

Kabul tarihi 25.ARALIK-1935

Madde 1: Tunceli vilayetine ordu ile irtibatı baki kalmak ve rütbesinin selahiyetini haiz bulunmak üzere Korkomutanı rütbesinde bir zat Vali ve Kumandan seçilir.
Vali ve kumandan usulü veçhile milli müdafaa vekaletinin muvafakati alınmak şartile dahiliye vekilinin inhası ve icra vekilleri heyeti kararile tayin olunur. Bu vali ve kumandan teşkil edilen dördüncü umumi müfettişliğin de umumi müfettişidir.

Madde 2: Vali ve kumandan vilayet umur ye muamelatında ve vilayet memurları hakkında vekillerin kanunen haiz oldukları bütün selahiyetleri haizdir. Vali ve Kumandan lüzum gördüğü takdirde vilayeti teşkil eden kaza ve nahiyelerin hudud ve merkezlerini değiştirir ve keyfiyeti dahiliye vekaletine bildirir.

Madde 3: Bu vilayetlerin kaza kaymakamları ve nahiye müdürleri usulü dairesinde milli müdafaa vekaletinin muvafakati alındıktan sonra vali ve kumandanın inhası ve dahiliye vekilinin tasvibi üzerine kararname ile ve orduya irtibatları baki kalmak şartile muvazzaf subaylardan dahi tayin olunabilir. Bunların ve vilayet kadrosunda iş gören subayların hak ve kıdemleri mahfuzdur. buradaki hizmetleri askeri hizmetten sayılır ve maaşları rütbelerine göre milli müdafaa vekilliği bütçesinden verilir.

Madde 4: Tayini vali ve kumandana aid memurların ve mustahdemlerin harcirahları geldikleri yerden memur oldukları mahalle kadar verilir.

Madde 5: Vali ve Kumandan vilayette kullanılan askeri memurlar hakkında inzibati bakımdan askeri kanunların kendisine verdiği disiplin selahiyetini kullanır.
Diğer memurlar hakkında da ihtar ve tevbih cezalarından başka kanunlarm inzibat komisyonlarına verdiği maaş katı, kıdem tenzili selahiyetlerini de resen kullanır ve bu cezalar sicile geçer. sınıf tenzili ve memuriyetten ihrac cezaları inzibat komisyonu kararıle tatbik edilir. Hâkimler kanunu hükümleri mahfuzdur. ancak vali ve kumandan adliye memur ve katibleri hakkında hakimler kanunu hükümlerine göre bunların amirleri tarafından verilecek cezaları dahi tatbika selahiyetlidir.

Madde 6: Bu vilayette umumi meclis vazifesini valinin veya tevkil edeceği zatın riyaseti altında vilayet idare heyeti azaları ile kaza kaymakamlarından mürekkeb bir heyet görür. daimi encümen işini valinin veya tevkil edeceği zatın riyaseti altında defterdar, maarif müdürü, nafıa başmühendisi veya bunların vazifelerini görenlerden mürekkeb bir heyet görür. idarei hususiyei vilayet kanununun diğer hükümleri meridir.

Madde 7: Vali ve kumandan lüzum gördüğü belediyelerde reislik vazifesini kaymakamlara ve nahiye müdürlerine verebilir.

Adli kısım

Birinci fasıl: hazırlık tahkikatı

Madde 8: Hazırlık tahkikatında cumhuriyet muddeiumumileri şahitleri celpname ile davet ederler. davete itaat etmeyenlerin kanuni akibetleri dahi celpnamede gösterilir. acele olan mevkuflu işlerde cumhuriyet muddeiumumisi celpname tebliğ etmeksizin mahkemenin kurulduğu merkez haricinde bulunan şahitler için ihzar müzekkeresi verebilirler. şu kadar ki bu müzekkere ile izhar edilenlere cumhuriyet muddeiumumiliğince celpname ile gelen şahitler hakkındaki muamele tatbik olunur.

Madde 9: Cumhuriyet muddeiumumileri hazırlık tahkikatında hakimlerin sahip oldukları selahiyetleri kullanırlar.

Madde 10: Hazırlık tahkikatında cumhuriyet muddeiumumileri maznunları ve şahitleri ayrı ayrı veya toplu olarak birbirleri ile yüzleştirebilirler.

İkinci fasıl: Amme hukuku davası

Madde 11: Cumhuriyet muddeiumumileri ilk tahkikata tabi tutulmaya lüzum görmedikleri işleri iddianame ile doğrudan doğruya mahkemeye verebilirler. ilk tahkikat icrası kanunen mecburi olan suçlarda dahi muddeiumumiler bu selahiyeti istimal edebilirler.

Madde 12: Dava açılması izine bağlı olan işlerde izin verme selahiyeti vali ve kumandanındır.

Üçüncü fasıl: İlk tahkikat

Madde 13: Hakimin reddine dair olan dileğin kabul edilmemesine aid olan kararlar katidir.

Madde 14: Hazırlık tahkikatında cumhuriyet muddeiumumileri tarafından katib huzurile yapılan tahkik işleri ilk tahkikatta tekrarlanmaz.

Madde 15: İlk tahkikatın açılması kararı aleyhine itiraz edilemez.

Madde 16: 10'uncu maddedeki selahiyete sorgu hakimi de haizdir.

Madde 17: Cumhuriyet muddeiumumileri ilk tahkikat sonunda iddianamelerini iki gün içinde yazmağa mecburdurlar.

Madde 18: İddianame maznuna tebliğ edilmez.

Madde 19: Ağır cezayı müstelzim suçların tahkikatı mevkufen yapılır ve bu mevkufların duruşmadan evvel tahliyelerine dair olan kararlar ancak valinin muvafakati ile icra olunur. bu tahliye kararlarının tasdikine karşı itiraz edilemez.

Madde 20: Eski haline getirme talebinin reddine dair kararlar katidir.

Madde 21: İlk tahkikat sırasında verilen tevkif kararlarına maznun tarafından itiraz edilemez.

Dördüncü fasıl: Duruşma

Madde 22: Suçların tesbitine dair olan zabıt varakaları:

1-hangi senenin hangi ay ve gününde, nerede tanzim olunduğunu ve yazanların resmi sıfat ve hüviyetlerini;

2-Vaka ve delilleri ve suçu vücude getiren eşya ve alet vesairenin mahiyet ve miktar ve vasıflarını ve nerede ve ne suretle görülüp zaptedilmiş olduklarını;

3-Maznunun isim ve hüviyet ve sıfat ve mahalli ikameti ile ifadesini muhtevi olmak lazımdır.

Zabıt varakasını tanzim eden memur ile maznun ve hariçten hazır bulunan en az iki kimse tarafından imza edilir. bu şartları tamamen haiz olan zabıt varakaları sahteliği sabit oluncaya kadar muteberdir.

Maznun zabıt varakasını imzadan çekinirse sebebini el yazısı ile varakanın altına yazıp imza eder. Yazı bilmezse çekinme sebebi hazır olanlar tarafından yazılarak imza edilir. sebebsiz istinkâf halinde de keyfiyet bu veçhile tesbit olunur. Sebep bildirilirse mahkeme o sebeplerin mahiyetine göre tahkikat yapabilir. Bu zabıt varakasının sahteliğini iddia eden maznun mahkemeye sahtelik hakkında kanaat verecek deliller göstermeğe mecburdur. Maznun iddiasını haklı gösterecek sebepler karşısında zabıt varakasım imza etmiş olan şahitler dinlenir ve iktiza eden diğer deliner de toplamr. İşi sürüncemede bırakmak kasdı ile sahtelik iddiasında bulunanlara yol gösterenlerden 100 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası alınır. Bu kimseler avukat veya dava vekili iseler haklarında mercilerince ayrıca inzibati ceza da tatbik olunur.

Madde 23: 13, 19 ve 2l'nci maddeler hükümleri duruşmada da tatbik olunur.

Madde 24: Gecikmesinde zaruret bulunan haller dışında mahkeme icab eden tebliğleri yaptırarak iddianamenin verilmesinden itibaren nihayet beş gün içinde duruşma yapar.

Maznun, subut delilleri ile birlikte mahkemeye verilirse hemen duruşma yapılarak hüküm verilir. Mani sebepler olmadıkça duruşma bir celsede bitirilir. Cumhuriyet muddeiumumisi de iddianameyi aynı celsede beyan etmeye mecburdur.

Madde 25: Talik ve tehir müddetleri zaruret olmadıkça beş günü geçemez.

Madde 26: Cumhuriyet muddeiumumisinin muvafakatile şahidlerin cumhuriyet muddeiumumileri veya sorgu hakimi tarafından zaptedilmiş olan ifadelerinin okunmasile iktifa olunabilir.

Madde 27: Delillerin toplanmasından sonra cumhuriyet muddeiumumisi iddiasını hemen bildirir. duruşmanın müteaddid celseler sürmüş olması ve evrakın tetkika muhtaç olması gibi sebeplerle iddiasını serdetmek için cumhuriyet muddeiumumisine nihayet beş gün müsade edilebilir.

Madde 28: Maznun ve müdafiine müdatalarını hazulamaları için nihayet iki gün müsade olanabilir. hüküm, duruşmanın hitaminden itibaren nihayet üç gün içinde bildirilir.

Madde 29: İlbaylık içindeki ceza muhakemelerinden verilen hükümler temyize tabi olmayıp katidir.

Madde 30: Menkul aym davaları ve icar müddeti biten mecurun tahliyesi davaları ve üç yüz lirayı geçmeyen alacak davaları üzerine verilen hükümler kati olup temyize tabi değildir.

Beşinci fasıl: Türlü hükümler

Madde 31: Vali ve kumandan emniyet ve asayiş noktasından lüzumlu görürse vilayet halkından olan ferdleri ve aileleri vilayet içinde bir yerden diğer yerlere nakletmeğe ve bu gibilerin vilayet içinde oturmalarını menetmeğe selahiyetlidir.

Madde 32: Vali ve kumandan herhangi bir şahıs hakkındaki takibatın tehirine ve cezaların teciline selahiyetlidir.

Bu madde 33: İdam hükümlerinin Vali ve Kumandan tarafından tecile lüzum görülmediği takdirde infazı emrolunur.

Madde 34: Tunceli vilayeti içinde oturanlardan biri tarafından Elaziz, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bingöl vilayetlerine geçerek, buralarda türk ceza kanunu'nun ikinci kitabının birinci babının, ikinci ve yedinci babının, birinci ve 455. madde hariç kalmak üzere dokuzuncu babının, 1. ve 10. babının 2. fasıllarında yazılı suçları işleyenler, bunların ortak ve yatakları ve yukarıda isimleri geçen komşu vilayetlerden işlenmiş olup Tunceli vilayeti içinde işlenen suçlarla irtibatı olan suçlar, Tunceli vilayetindeki selahiyetli makam ve mahkemelerce bu kanundaki usule göre takip ve muhakeme olunur.

Madde 35: Bu kanunun hükümleri makabiine şamildir. ancak bu kanun meriyete girdiği tarihe kadar temyiz hakkını kullanmış olanların evrakı temyiz mahkemesince tetkik olunur.

Madde 36: Tunceli vilayeti merkezinde bir ağır ceza mahkemesi ile asliye mahkemeleri ve kazalarda birer asliye mahkemesi kurulur.

Madde 37: Bu kanun neşri tarihinden 1 Kanunusani 1940 tarihine kadar meri olacaktır.

Madde 38: Bu kanun hükümlerini icra vekilleri heyeti yerine getirir.

(Kaynak: İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi)

[b]DERSİM ABLUKAYA ALINIYOR[/b]

Genelkurmay belgeleri bize aslında Dersim'in 1926 yılından itibaren ağır ağır, sarıldığını göstersede, biz 1935 yılında kalalım. Çünkü esas abluka ’Büyük AĞRI' başkaldırısı yenildikten sonra(1930) T.C'nin hedefi Dersim olmuştur artık. Sömürgeci faşistlerin kendi ağzından Dersim'de ki ’ablukanın' Dersim'i ne hale soktuğunu görelim, en yetkili ağızlardan.

[b]İHSAN SABRİ ÇAĞLAYANGİL ANLATIYOR –YIL 1937-[/b]

Önümüzde ve arkamızda birer Kamyon. Biz ortadayız. Kamyonlardan birinde ASKERLER var. Diğerinde FIRINDAN YENİ ÇIKMIŞ SICAK SICAK EKMEKLER. Yollar devriye dolu. Devriyeler mevzilenmiş... Geleceğimiz yere geldik.(...) benim yanımda fotoğraf makinesi var. Bir süre bekledik. Ortalarda kimsler yok. Bağırdık çağırdık, bir tercuman çıktı ortaya.

Abullah paşa;

-Geldiniz mi ? dedi.
-Geldik, dediler.

Ortaya göğsü bağrı açık uzun boylu levent adamlar çıktı. Abdullah paşa (Alpdoğan, olması gerekir.bn.) gelenlere çuvallarla EKMEĞİ DAĞITTI. AÇTILAR. Hemen ekmekleri kırıp yemeye başladılar. KALANLARIDA KOYUNLARINA SOKTULAR.
Paşa onlara sordu;

-Listede yazılı olanları GETİRECEKMİSİNİZ ?

-ÜÇ KİŞİ HARİÇ, Oniki kişiyi getireceğiz, dediler.

Abdullah paşa ’OLMAZ' dedi. Onlarda son derece kararlı bir biçimde;

-Paşam nidek, olmazsa, olmaz dediler...'

(’ANILARIM' İhsan Sabri Çağlayangil, sf.47-48, Yılmaz yayınları, 3.basım Ağustos 1990)

[b]NEYİ ANLATTI BU ’ANI' BİZE ?[/b]

Dersim'e her türlü ERZAK girmesinin YASAKLANDIĞINI ve DERSİM'in AÇLIKTAN kırılmaya mahkum edildiğini ve de sadece ve sadece EKMEK KARŞILIĞI Dersim'in en ileri gelen ve DİRENİŞTEN yana olan ONBEŞ AŞİRET reisinin teslim edilmesini isteyen sömürgeci faşistlerin kişiliklerini, iğrençliğini! Bu, 'Liste'de istenenler arasında Seyid RIZA'da vardır.

Bu kadar alçak ve şerefsiz bir düşman var karşımızda yani !!! Yıl 1937'de geçiyor bu olay. Bu sahtekar faşistin ’ANI' dediği (bir yığın YALAN var bu kitapta ve sonra yeniden döneceğiz buraya) kitapta SATIR ARALARINDA, Dersim'in ne hale düşürüldüğünü kendi ağızlarından ’itiraf' şeklinde dinlemiş olduk. İşte ABLUKA buydu ! Ve bu abluka daha 1935 yılından itibaren başlamıştı. Yani 1937 yılıyla tam 3 yıldır ; hem ASKERİ hem ERZAK açısından ABLUKA altına alınmıştır Dersim.

[b]DERSİM ’DEVRİMCİ SAVAŞ' POLİTİKASI İZLİYOR ![/b]

Çatışmalar 1936 yılında başlamıştı. T.C'nin Dersim'e kurmaya çalıştığı karakollar teker teker yıkılıyordu Dersim savaşçıları tarafından. ’DEVRİMCİ ZORU' DEVREYE SOKTU SAVAŞÇILAR !

Savaşmayan, ve ya; düşmanla işbirliği yapan bütün aşiretlerin BAŞTA MALLARI (Davarları, Unları, Atları,Eşekleri,Katırları.. çocukların ihtiyacı olan kadarını bırakılıp) ZORLA EL KOYULDU savaşanlar tarafından. Sömürgeci basın,bunu EŞKİYALIK olarak lanse etti dünya kamuoyuna. Ve kendi işgalini, SOYKIRIMINI ’eşkiya ya karşı savaş' diye niteledi. Yani Kürt sorunu, yoktu ortada yada bir SOYKIRIM. T.C, sol eliyle sağ kulağını göstermeye devam ediyordu.

’Devrimci Zor' gerekliydi; bu; yürütülen bir savaşta OLMAZSA,OLMAZ ! Olan zorunlu kamulaştırmaydı. Büyük AĞRI direnişi,bu tedbirsizliğin, ve gereksiz merhametinin kurbanı olmuş (Ağrı yenilgisindeki ’tek faktör' bu değildi), dövüşen savaşçılar, açlık ve bakımsızlıktan savaşamaz duruma gelmiş; Savaşan savaşçılara EKMEK kalsın diye Huske TELLO, öz be öz kendi çocuklarını ÖLDÜRMEYE KALKMIŞTI. (bakınız, İhsan NURİ, 'Ağrı Dağı İsyanı')

1937 yılı Dersim'deki Savaşın en kızgın yılı oldu. Sömürgeci T.C,IRAK ve İRAN'dan destek istemek zorunda kaldı. Fakat, ve de ne gariptir ki; EN BÜYÜK DESTEĞİ T.C'ye veren kendine ’SOSYALİST' sıfatını takmış olan, STALİN ’SOVYETLERİ' oldu. Ezilen bir Sömürge Ulusun Direnişini ’Gerici, Feodal ve Yobaz' olarak değerlendiriyor (Tıpkı, Ağrı, Şeyh SAİD.. direnişlerine de aynı yakıştırmaları yaptığı gibi) ve Kemalistlerin SOYKIRIMINI açık açık destekliyor, dünya sol hareketlerini suskunluğa ve Kemalistlere desteğe çağırıyorlardı.

Şöyle yazıyordu 29 temmuz 1937'de Komintern yayın organı ’Rundschau';

’İki ay'ı aşkın bir zamandan beri ANKARA Hükümeti, DERSİM BÖLGESİNDEKİ Kürt aşiretlerinin yeni bir GERİCİ AYAKLANMASINI bastırmakla uğraşıyor. FEODAL UNSURLAR, Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen REFORMLARA rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Bu bölgeye geçtiğimiz yıl TUNCELİ adı verilmişti. DERSİM'in HAKİM KATMANLARI, YÜRÜRLÜKTEKİ YASALARA rağmen,kendi YASA DIŞI ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir... DERSİM'de DEVLET OTORİTESİ sadece KAĞIT ÜZERİNDE KALIYORDU. FEODAL aşiret reisleri, her fırsatta DEVLETİ HİÇE SAYARLARDI...'

(Aktaran, Oturan Adam; ’Kemalizm' sf.184-185, Tohum yayıncılık, Temmuz 2002 .1.basım)

Kürtler,yani biz, yani halkımız, çoluk - çocuk boğazlanırken, SOYKIRIMA tabi tutulurken, bay STALİN,’Devrim'adına, ’devrimi katlediyordu !', hemde tarihin gelmiş geçmiş en azılı faşistini, yani Kemalistleri destekleyerek ve bunun adı ne kerametse ’Komünistlik'(!!!) oluyordu . ’Utanç' der Karl Marx,'insani bir duygudur !'. Stalin Rusya'sında bunun zerresi bile yoktu.

[b]NE YAŞLI, ne KADIN,DEMEDİLER; ÇOCUKLARIMIZI BİLE ÖLDÜRDÜLER...[/b]

’Elazığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk... Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve FACİANIN tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlarındaki köylerine geldikleri zaman, babaları YUSUF Cemil'in ÖLDÜRÜLMÜŞ olduğunu öğreniyorlar ve ağlamaya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor;

-’Sizi de onun yanına götüreceğiz !'

Çocuklar Odadan sürüklenerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda SÜNGÜLETİLİYORLAR. Böylece babalarının YANINA gönderilmişlerdir...'

(Necip Fazıl KISAKÜREK, ’Din Mazlumları' sf.174.Büyük doğu yayınları.5.Basım.1979)

[b]Halim KAR' ın Babası; İmam YEŞİL ANLATIYOR

ELAZİZ'DEYİZ; BURASI, ŞEHRİN MERKEZİ, BUĞDA MEYDANI -15 KASIM 1937-[/b]

’Kuru bir ayaz var. Meydanın tam ortasında Darağaçları duruyor. Darağaçlarının etrafı askerlerle çevrili. Bir yığın insan var birikmiş. Seyretmeye gelenleri didik-didik arıyorlardı. Seyircilerin etrafında da, ben diyeyim ’iki' sen' de ’üç kol' asker ablukası var.Bu çember ’U' şeklinde. Bir yanı uzun bir yol gibi Jandarma tarafından kuşatılmış ama boş bırakılmış. Az sonra askeri Cemseler ve Jeep'ler (cip) o yoldan geliyor. Ben, daha çok gencim. Kalabalıkların arasından sıyrılıp ÖNE ÇIKMAK istiyorum. Gencim diye, beni hep arkaya atıyorlar ve bizim dilden ’sen bakma, çocuksun, iyi değil' diyorlar.

Benim bütün derdim,O'nu görebilmek. Askerlerin arasında O'nu görüyorum. Dimdik duruyor. Yüzünde alaysı bir gülümseme var; Pirimiz, Seyid RIZA bu !

Kaynaşma başlıyor kalabalıkta, tekrar beni arkalara itiyorlar. Herkes O'nu görme uğraşında. Arasıra parmak uclarıma basıyorum, O'nun her hareketini yakalamak için, göremiyorum. Benim önümdeki insan selinin içinde olanlar çok daha uzun boylu.

Önce Seyid RIZA'nın OĞLUNU ASTILAR, O'na göstere göstere. Sonra diğerlerini. Sıra Seyid RIZA'ya geldiğinde uğultular sarıyor ortalığı, itişip-kalkışma oluyor. Aradan kaymak istiyorum, tekrar beni geriye itiyorlar.

Aniden kalabalık sessizleşiyor; ’Bu dünya da sözüne inanılmayacak birileri varsa, O'da kahpe türk hükümetidir....' diye dilimizde bir ses duyuyorum. Seyid RIZA bu. Diğer söylediklerini ve kendini görmek için bir hamle daha yapıyorum, bir tokat patlıyor suratımda; ’sen gençsin,seyretme !' diye, taa arkalara itiliyorum bu sefer. Çok kısa bir konuşma bu ve heybetli. Uğultu susuyor birden. Seyid RIZA artık yok. Elaziz'de naylon araba üzerinde dolaştırıp cesedini teşhir ettiler askerler eşliğinde. Sonra duyduk, Cesedini yakıp (mezarı belli olmasın diye) küllerini Murat suyuna atmışlar.... (O günü anlatan; Babam,İmam YEŞİL)

[b]15 KASIM 1937 – SEYİD RIZA ile BİRLİKTE İDAM EDİLENLER[/b]

Seyid RIZA (Abbasan Aşireti Reisi).

Resik Hüseyin (Seyid Rıza'nın oğlu).

Seyd Wuşên (Seyid Hüseyin, Kureyşan-Sêxan/Seyhan Aşireti Reisi)

Fındık Ağa (Yusufan (Wusuvu) aşireti Reisi Kamer Ağa'nın oğlu).

Hasan Ağa Demenan (Demenu) aşireti Reisi Cebrail Ağa'nın oğlu).

Hasan (Kureyşan aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan).

Ali Ağa (Mirza Ali oğlu Ali Ağa)

[b]BABAM HAKKINDA[/b]

Babam, Dersim'de ün yapmış YEŞİL AĞA'nın Kızı, ADİLA hatunun oğludur. Yani torunudur ’YEŞİL AĞA'nın. YEŞİL AĞA'nın esas ismi ’EŞİL'dir (kitaplarda ’Yeşil' diye geçer. Bakınız; M.Kalman, 'Dersim Direnişleri') ve KOÇ AĞA ile kardeştirler. O sıra, Elaziz'de köyleri olan ve uzun zamandır burada bulunan babamın, çocukluğumdan beri anlattığı en önemli anılardan biri budur, bu kalmıştır bende. 25 yıl oldu babam bu dünyadan ayrılalı. Şimdi, İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL denilen faşistin ’ANI' dediği sahtekarlıkla bu ’anıları' karşılaştıralım.

[b]İHSAN SABRİ ÇAĞLAYANGİL NİYE SAHTEKARLIK YAPTI ’ANILARINDA' ?[/b]

’Bu sırada FINDIK HAFIZ ASILIYORDU. Asarken iki kez ip koptu. Ben FINDIK hafız asılırken Seyid RIZA görmesin diye pencerenin (araba içinde yani'ki, buda yalan.bn) ÖNÜNDE DURDUM'

’...Seyid RIZA'yı Meydana çıkardık. Hava soğuktu ve ETRAFTA KİMSELER YOKTU. Ama Seyid RIZA Meydan İNSAN DOLUYMUŞ GİBİ sessizliğe ve BOŞLUĞA HİTAP ETTİ.

-’Evladı kerbelayık. Bı hatayıh.(’hata yaptık' .bn.H.Kar) Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir' dedi.'

(İhsan Sabri Çağlayangil, 'ANILARIM', sf.52, Yılmaz yayınları, 3.basım)

Bu faşist pislik ne anlatmaya çalışıyor bu satırlarda? ’Seyid RIZA,HATA yaptık' dedi ve' Kerbela evladıyız' diye de YALVARDI' diyor açıkça. Bu pislik, ne mahkemelerinde, ne İDAM sehpasında boyun bükmemiş olan ve cümle alemce bilinen Seyid RIZA'nın tavrını, ALÇAKÇA ve KAHPECE bir kalem darbesi ile (aklınca) Seyid RIZA'yı küçük düşürmeye çalışıyor burda ! Bu sözlerin hiçbirisi Seyid RIZA'ya ait değildir ! Bu faşistin kendi sömürgeci tarihine komik bir tesellidir bu sahtekarca cüret! Bu faşistin bir diğer yalanı;

’Seyid RIZA asılırken ilerden oğlunun da sesi geliyordu : ’Kulun kölen olam, sığırtmacın olam. Gençliğime acıyın öldürmeyin beni !' (adı geçen kitap, sf.52)

Bu aşağılık faşist, burda da yalan söylüyor bir kez daha ! Bütün Dersimliler de bilir ve (bizzat bu olayı izleyenler söylerler ki; Seyid RIZA'nın oğlu Resik Hüseyin, bizzat Seyid RIZA daha çok acı çeksin, kendilerine ’yalvarsın', giderayak ’boyun büksün' diye, ÖZELLİKLE Seyid RIZA'dan ÖNCE ve de tam Seyid RIZA'nın KARŞISINDA ASMIŞLARDIR O'nu !

Bu sahtekar, kimi kandırdığını sanıyor bu alçakça yakıştırmalarla. Diğer bir mesele; İdam edilenlerden hiçbiri ama hiçbiri ne diz çökmüşlerdir bu köpeklerin önünde, nede ’af' dileme anlamına gelecek bir tek söz etmiş, dahası T.C'ye naletler okumuşlardır İdam sehpasında ! Burada ki ’yakıştırmaları' kendine REFERANS alan bazı ’DERSİM RAHBERLERİ ’ türedi son zamanlarda; Bunların REFERANSI (tanıkları ,dayanakları) olayları izleyen atalarımız DEĞİL, bizzat bu SÖMÜRGECİ FAŞİSTLER OLMUŞTUR !

Lumumba'nın Zaire' (Kongo)de söylediği güzel sözü(bakınız, 'Lumumba', Hıfzı Topuz, Yön yayınları. sf.24) kendi durumumuzla özdeştirerek söyleyecek olursak eğer;

Bizim tarihimiz Sömürgeci faşist diktatörlüğün kürsüsü olan ANKARA'da DEĞİL, Koçgiri'de, Şeyh SAİT direnişinde, AĞRI başkaldırısında .. DERSİM' de yazıldı ! Bizim tanıklarımız ve dayanaklarımız ATALARIMIZDIR, can bedeli verilen ŞANLI KAVGADIR ! Şimdi, bir diğer sahtekarca söyleme geliyoruz;

[b]15 KASIM 1937'DE ELAZİZ ’BUĞDA MEYDANI' BOŞ-MUYDU ?[/b]

İ.S.Çağalayangil sömürgeci faşisti aynı kitabında şunları döktürüyor;

’Dersim harekatı bitti.BEYAZ DONLU ’ALTI BİN' DOĞULU ELAZIĞ'a DOLMUŞ. Atatürk'ten Seyid RIZA'nın HAYATINI BAĞIŞLAMASINI isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk'ün karşısına çıkmalarına meydan vermeyelim.' (adı geçen kitap.sf.49)

Ne ’itirafı' yapıyor bu sömürgeci faşist bu sözleri ile burada? Ne yazdığına dikkat etmeden, yapılan ’itiraf' şudur; Seyid RIZA hakkında verilecek kararı öğrenmek için, ELAZİZ'e BİNLERCE İNSANIN AKIN ETTİĞİNİ (O ’altı bin' diyor) KENDİ AĞZIYLA İTİRAF ediyor. Açalım bu sözleri, yaşanan durumla;

[b]PEKİ, İDAMLAR NASIL YAPILDI ? VE NEDEN ŞEHİR MERKEZİNDE ???[/b]

Demek, 'ALTI BİN DOĞULU' (’Kürt' diyemiyor bu faşist hala) Elaziz'e dolmuştu ! Ve hepsi Seyid RIZA için gelmişti ! Bir de buna Elaziz'in içindeki diğer Kürtleri, Elaziz halkını katınız ? Bütün gözlerin Seyid RIZA mahkemesi üzerinde olduğu gerçeği çıkar ortaya. Peki, İDAMLARI neden ELAZİZ şehir MERKEZİNDE yaptılar bütün bunlara rağmen ? Hapishane avlusunda BOŞ YERMİ YOKTU ? (ama bu Osmanlı geleneği idi, halka göstere göstere adam ASMAK, ne yeni, nede ilkti)

[b]HESAP, SADECE ’BİR KAÇ KİŞİNİN' İDAMI İLE SINIRLI DEĞİLDİ[/b]

İdamlar başlamadan önce TELLAL'la Davul çaldırarak bütün Elaziz Şehrine avaz avaz asker eşliğinde duyurulmuştu. (bu durumu, o dönemde Elaziz'de bulunan, Dersimin yaşlılarından da , birçok insandan da dinledim, sadece Babamdan değil) Demek, en az ’ Binlerce' kişi bu idamı izlemişti !

[b]İDAMLAR İÇİN ŞEHİR MERKEZİ; Kemalistlerce, BİLE, İSTEYE SEÇİLMİŞTİ ![/b]

Herkes seyretsin KORKSUN diye BUĞDA MEYDANI gibi Şehrin tam Merkezindeki yerde İDAMI yapıyordu T.C ! Burası, bu yüzden ÖZELLİKLE SEÇİLMİŞTİ ! Madem, kimsenin haberi yoksa ve duyurulmamışsa ? Meydan da, sömürgeci faşist i.S.Çağlayangil' in anlattığı gibi boşsa; Neden İDAM şehrin tam Merkezinde yapılsın ?

İ.S.Çağlayangil faşisti ’anı' dediği paçavralarında bile, isteyerek YALAN SÖYLÜYORDU ! Seçilen yer Sömürgeci faşist T.C'nin niyetini ortaya koyuyor zaten; TOPLUMA SEYRETTİREREK KORKU SALMAK !!! Amacı buydu T.C'nin!

[b]ÇAĞLAYANGİL FAŞİSTİ, 'ANI' ADINA, KENDİ KANLI TARİHİNİ YAZMIŞ ![/b]

Bu sömürgeci faşistin Şehitlerimizi ’alçaltma' tavrı ; Diderot'un başına gelenleri hatırlatıyor bize:

Diderot, ölüm döşeğinde iken ’eşi' olacak pislik (bu kadın.gerçek bir pislikti) Kiliseden papaz çağırmıştı ve Diderot ölü yatağında hiçbir şeyden habersiz, şuurunu kaybetmiş bir şekilde yatarken, Papazlar,elindeki ’İncili ve Haçı', baygın, şuuru yerinde olmayan Diderot'un dudaklarına vurup, sonra da dışarı çıkıp; çığlık çığlığa, TANRIYI KABUL ETTİ ve TANRIDAN AF DİLEDİ diye yaygara yapan pisliklerin tavrına benziyor.

Diğer bir mesele; Seyid RIZA'nın İdam sehpasında sözler adına, son yıllarda bayağı palavralar sıkılmıştır. Halbuki Seyid RIZA'nın konuşması, bizzat olay yerinde olanların anlatığı kadarıyla, 2 dakika bile sürmemiştir. Bazıları öyle şeyler anlatıyorlarki; sanki Seyid RIZA idam sehpasında KONFERANS vermiş gibi bir hava estiriyorlar.

Bunlar, bireylerin uydurduğu yalan-yanlış yakıştırmalardır. Keza; ’Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert oldu. Bende sizin karşınızda eğilmedim ya ? Bu da Size dert olsun !' sözleri gibi. Bu sözler İDAM SEHPASINDA değil, Mahkeme denilen şebekenin İDAMI okuduktan sonra, Seyid RIZA mahkeme kapısından çıkarken söylediği sözlerdir.

[b]SEYİD RIZA NEDEN BUNLARI SÖYLEDİ ?[/b]

İdam sehpasında da,'Eğer sözlerine Güvenilmeyecek tek birileri varsa O'da kahpe Türk Hükümetidir !' neden demişti ? Neden tekrar etmişti bu sözleri ? Atalarımız bize bu olayı şöyle anlattı; 1937 yılı Dersim'de savaşın EN ŞİDDETLİ geçtiği yıllardır. Ve mevsim yine kışa çevirmiştir yüzünü. Binlerce insan,Dağ barınaklarında, mağaralarda, Irmak yataklarında korunmak için saklanmıştır. AMA açlık- yokluk ,sefalet,bu arada birbiri ardına hastalıktan ölümleri de beraberinde getirmiştir. Sadece AÇLIK yüzünden teslim olan, teslim olduğunda ise, ekmek beklerken, karınları ekmek yerine KURŞUNLA doldurulan, bir çok dermansız-çaresiz kalmış insan teslim olmaktadır. Ve bunların çoğu, Kadın, yaşlı ve çocuklardır...

İşte, T.C bu durumu bile isteye yarattığından (her yan abluka halinde, YASAK BÖLGE ilan edilmiştir yıllardır Dersim) devamlı olarak ’Seyid RIZA'ya haber göndererek; gelsin konuşalım, bu kadar insan telef olmasın,anlaşalım' diye ha bire çağrı yapmaktadır. Seyid RIZA düşmanın bu çağrısına, Kış'ta yeniden gelip çattığı için; tıpkı Emiliano ZAPATA gibi safça kanar ve olurki bir aksilik çıkar, bir sahtekarlık yaparlar kuşkusuyla, yanına Savaşçıları bile almaz. (Şöyle düşünmüş olması da muhtemeldir; nasılsa bunların (T:C'nin) derdi benim, bir sahtekarlıksa ? Beni ele geçirmiş olurlar sadece ve savaş durur, Dersim'ı KIRMAZLAR' bu çok kuvvetli bir varsayımdır.)

Ama, RIZO yanıldığını çok acı bir şekilde anlayacaktır. ’Anlaşma için' çağırdıkları RIZO'yu tutuklarlar. İşte Seyid RIZA bu yüzden, ’Kahpe ve yalancı Türk Hükümeti' sözlerini hem idam sehpasında, hemde tutuklandığında sık sık vurgular...

[b]KÜRDİSTAN'ın SON KALESİ, DERSİM DÜŞÜYOR ![/b]

Milattan önce 247 yılındayız; ROMA senatosunda bir Senatör bağır bağır bağırıyor; Kartaca'yı yenmek için ÜÇ ŞEY gereklidir' diyor ve ekliyordu; ’YALAN, HİLE ve İKİYÜZLÜLÜK !'

Kemalistler,bu konuda ROMA'lılara taş çıkartır olduklarını çoktan ispatlamışlardı, çünkü Osmanlı artıklarıydılar. Önce, bütün Kürt başkaldırılarını biribirinden soyutlamış, ayrı düşürmüş, sonra teker teker yok etmişlerdi. Dersim'ı de aynı duruma düşürmüştü ve tam ’Dört Yıldır' uygulanan ’Stratejik Abluka' Uçak ve tank,yüzbinlerce askerle saldırıya geçerek, tam bir alçaklıkla SOYKIRIM uygulayarak amacına varmıştı. Yüzyıllardır Kürdistan'da çok özel bir yeri olan ve özgürlüğün sembolü olarak anılan, DERSİM DÜŞÜYORDU..

1937 yılı Dersim'de Savaşçıların en fazla zayiat verdiği yıl olmuştu. Açlık ve yokluğun yarattığı hastalıklar, savaşçıları bile kırıp geçiriyordu. Her gittiği yere ailelerini de taşımak zorundaydılar. Çünkü, T.C eline geçirdiklerine önce tecavüz ediyor, sonra Süngülüyor (kurşun zayi olmasın diye), çoğu zaman ise ahırlara,evlere doldurup üzerlerine GAZ DÖKÜP YAKIYORDU. (Naziler, bu ölüm şeklini Kemalistler den öğrenecek ve aynı yöntemi Yahudilere uygulayacaktı daha sonra ’Toplama kamplarında') Ölüm çeşitleri konusunda uzmandı T.C ve onun askerleri. Nede olsa, bu ’işlerin' yabancısı değillerdi; Ermeni Soykırımının daha kanları kurumamış, eksilmemişti daha bu öldürülenenlerin çığlıkları..

[b]1938 - DERSİM SOYKIRIMI BAŞLIYOR[/b]

Soykırım, Dersim'in savaşçı güçleri yenildikten sonra başladı. Fakat bu direniş,tam ’Dört Yıl' dağ dağ, tepe tepe sürecekti yinede.... Dönemi yaşamış gerici bir yazarın kaleminden işte Dersim Soykırımı. Necip Fazıl KISAKÜREK anlatıyor ama Kürt soykırımı değil; ’Din Mazlumları' diyor bu soykırıma.

’EN AŞAĞI 50.000 (ellibin.bn) müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, KALIN HATLARIYLE bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve manasiyle TESBİT ETTİĞİMİZ bu FACİANIN TARİHTE BİR BENZERİ GÖSTERİLEMEZ...' -sf.173 –

(Necip Fazıl, yinede yanılıyordu ’en az 50 bin' derken bu sayı. Çoluk -çocuk en az 70 bin insanımızı boğazlamışlardı Kemalistler. Vahşetin şekline bir örnek verelim, yine Necip Fazıl'ın kaleminden;)

’Bu arada Hozat'ın Zımbık (’Zımık' olması gerek ?H.Kar) köyünde (Şekspirin)in hayaline bile taş çıkartacak bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamiyle DOĞRANMIŞ olan köyün 100 (’yüz' kadın.bn) kadar KADIN ve çocuğu, SİVRİ UÇLU ALETLE (Süngü) ÖLDÜRÜLÜYOR. Öldürülen kadınlar arasında biri, DOĞURMAK ÜZERE bir GEBEDİR.

Bu kadının KARNINA GİREN SİVRİ UÇLU ALET, barsaklarını yere döküyor, RAHMİNİ PARÇALIYOR ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın,ölüleri gözden geçirirken,bu kadının RAHMİNDEN DÜŞEN ÇOCUĞUN SAĞ OLDUĞUNU DEHŞET İÇİNDE GÖRÜYORLAR. Muaazam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar. Emzirtip büyütüyorlar ve o'na ’Besi' adını koyuyorlar. Bu kız bugün hala aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet ANNESİNİN KARNINA girip RAHMİNİ DELDİĞİ zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hala bu yarayı TOPUĞUNDA TAŞIMAKTADIR..' – sf.176 –

(Necip Fazıl KISAKÜREK, ’Din Mazlumları'. Büyük Doğu yayınları.5.Baskı.1979)

[b]Dersim, Bir Yaradır İçerimizde; Durmadan Kanayan ama Hiç Durulmayan Bir Yara !'

SOYKIRIM İNSANINDA sendrom GÖRÜNMEYEN YARA –ya da- RUHUN ÖLÜMÜ ![/b]

Burası bir psikiyatri kliniği. Profesör Doktor, İlhan KIZILHAN'la konuşuyoruz. Kızılhan anlatıyor;

’Yıllar önceydi' diye başlıyor anlatımına; ’ Dersim'li bir hasta getirdiler bana, o zamanlar yaşı ’Elliye' yakındı. Uzun zaman konuşmamakta direndi. Üstüne gitmedik. Benim de Kürt olduğumu öğrenince, güven gelmişti kendine. Yavaş yavaş terapiye başladık. Adam gittikçe açıldı. Ama,hep Dersim katliamını anlatıyordu . Aslında buna ’Dersim Katliamını anlatıyordu da denmez' bu adam anlatırken, ruh durumu, çehresi değişiyor; bazen panikliyor, korku emareleri gösteriyor ve zaman zaman da ağlıyordu anlatırken.

Bu adam Dersim katliamını anlatırken aslında O katliamı hala yaşıyordu ruhunda. Olayların geçtiği yerleri öyle bir anlatımı vardı ki; bu adamı dinleyen biri; Sanki bu adam Dersim soykırımını birebir yaşamış duygusuna çok rahatlıkla kapılabilirdi. Ama, bu adam Dersim soykırımı olduğunda, daha doğmamıştı bile.

Kendisi, çok küçük çocukken, Dersim katliamını bizzat yaşayan babası bu soykırımı, tüm ayrıntısına kadar çocuğuna hemen hemen hergün bir ağıt gibi ağlayarak anlatmıştı. Bu çocuk, babası anlatırken, kimse fark etmeden Deprasyona girmiş ve bir kişilik bölünmesi yaşamıştı. O zamandan sonra, bu çocuk orada kalmış ve hiç büyümemişti. Evet, yaşı ’Elli' olmuştu ama o hala çocuktu, hala babasının anlattıklarını, kendi başından geçmiş gibi yaşıyordu, orada kalmıştı bu adam, DERSİM 38'de, ve ne yazık ki, ruhu hiç büyümemişti ve hep çocuk kalmıştı....'

[b]SON SÖZ YERİNE[/b]

Unutulmasın ! Unutmak,sömürgeci faşistlerin yüzünü ve vahşetini gizler. Unutulan tarih tekerrür eder ! Unutulmasın ! Çocuklarımızın, hamile gelinlerimizin karınlarının deşilerek Ceninlerin yerlerde sürüklendiği ! Unutulmasın !; yetmiş bin'e yakın insanımızın tıpkı bir av hayvanı gibi dağ başlarında boğazlandığı ! Unutulmasın !; korkudan büyüyen gözleri ile mağara kovuklarına saklanmış, gelinlerimizin, kızlarımızın, çocuklarımızın, gök kubbeyi delen acı çığlıkları karşısında betonlanan mağara kapıları, Unutulmasın !!!

Unutmak ? İhanettir ! Unutmak, bir başka vahşete kapı aralamak, bir başka canavarlığı davettir ! Unutmak, bu vahşetin sahiplerini ödüllendirmektir !..

Ya bu yara, katillerden hesap sorana kadar hep kanayacak,yada katillerden , bu vahşetin sahiplerinden her Kürt insanı hesap sorup, kendi döktükleri kanda bu katilleri boğacaktır !

Bu yara, bağrımızda kanayan ama görünmeyen derin bir yaradır, hesabı sorulmadıkça bu yara kapanmayacaktır !

Seyid RIZA nezdinde Kürdistan ve Dersim şehitlerini anıyoruz 71.Yılında. Anıları onurumuz, direnişleri kavgamız, acıları,çığlıkları; düşmana karşı mermimiz ve nefretimiz ,çektikleri ahh'ları sormak boynumuzun borcu olsun !!!

-Seyid RIZA ve Dersim Şehitleri Ölümsüzdür !

-Kürdistan Şehitleri ölümsüzdür !

Şan olsun, Ulusal bağımsızlık ve Demokrasi mücadelesi uğrunda Şehit Düşenlere ŞAN !

Geçmişe Saygı, kavgaya devam ! Bu bayrağı bizden sonra taşıyacaklara bin Selam !!!

15 Kasım 08
Halim KAR
(Oturan Adam)

Yazıyı oluşturan kaynakçalar; M.Nuri Dersimi; ’Kürdistan Tarihinde Dersim' 1953 Halep baskısı. 'Dersim Direnişleri'. M.Kalman. Nüjen yayınları, 1.basım.1995. İsmail Beşikçi; ’Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim jenosidi'. Bilim Dizisi, Belge yayınları, 1.basım. İhsan Sabri Çağlayangil; 'Anılarım'. Yılmaz yayınları, 3.baskı, Ağustos 1990. Şevket Süreyya Aydemir; ’Enver Paşa' Cilt 3. (yayın evi not alınmamış tarafımdan, bağışlayın). Necip Fazıl Kısakürek, ’Din Mazlumları'. Büyük doğu yayınları, 5.basım. Hıdır Göktaş; ’Kürtler, İsyan-Tenkil', Cilt 1. Alan yayıncılık, Nisan 1991, Birinci basım. Frantz FANON; ’Yeryüzünün Naletlileri', Sosyalist yayınlar, 1994, Birinci basım. Howard Zin, Manning Marable, Mike Davis, Veli Yılmaz; ’Fatihler Yargılanıyor'. Tüm zamanlar yayıncılık, Birinci basım, Ekim 1992. Oturan Adam; ’Kemalizm'. Tohum yayıncılık, Temmuz 2002, Birinci basım. Marc BLOCH; ’ Tarihin Savunusu yada Tarihçilik Mesleği', Birey ve Toplum yayınları, Ağustos 1985, Birinci basım. Şeref HAN; ’Şerefname' Yöntem yayınları, 2.Basım, 1975. Ayıca; anlatımlar ve söyleşilerden derlenmiştir bu yazı.

Açıklama; PİRE; Dersim mitolojısınde, MART ay'ının en soğuk ’sekiz günü', Cadı kılığında tasfir edilen, olağanüstü güç taşıyan bir yarı-tanrı. Dersim hala çok tanrılı dinlerin izlerini taşır.

Xızır; (Hızır) Dersimliler, Xak ('allah') kolay kolay demez, hep Xızır'ı çağırırlar dara düştüklerinde. Dersim Aleviliği, Türkmen veya Arap Aleviliğine benzemez ama etkileri de red edilmez. Hala Dersim de ’yüzlerce tanrı' kudretinde Ocak veya tapınak(kutsal mezar) vardır.

CEM tutmak; Semah tutmayla arasında farklılıklar içerir. Dinsel bir ’ayindir' bu ve bu ’ayinlere' daha düne kadar Alevi olmayanları almazdı Dersimliler. Bu ayinlerde, Pirler Cura çalar, ağıtlar okur ve müritler (talipler=taraftarlar) coşku içinde, ellerinde Zerdüşt inancından kalma, ateşin sembolü olan, tabak içerisindeki yanan Mumlarla, güzel bir ritim tutturup dans eder gibi dönerler. Aynı zamanda bir ’mahkeme' yeridir bu ’ayin' zamanları. Herkes ’şikayetini' burada dile getirir ve PiR'in öncülüğünde çözüm aranır. Herkes söz sahibidir burada. Eğer Pir yanlış bir karara varırsa, O'nu bile eleştirirler.

MUNZUR Suyunu Kutsallığı; bu tür inançlar,hemen hemen bütün toplumlarda vardır. DÜN (böyle diyelim) ÇİN için ’SARI IRMAK' ne kadar kutsal'sa, yine dün; NİL Nehri nasıl MISIR için tanrısal bir bağış özelliği taşırsa ... MUNZUR nehride biz Dersimliler için öylesi bir Kutsallık taşır ve tıpkı diğer Uluslar gibi, mitolojik bir anlatımla efsaneler yüklenir bu Nehirlere. Yazının daha bilinmediği çağların ürünüdür mitoloji. Bu Irmak ve nehirler,bu bölgeler için HAYATİ önem taşıdığından, efsaneleştirilmiştir yöre halkı tarafından...

Not.1; Seyid RIZA'nın İdam tarihi olarak buraya, M.Hayaloğlu'nun araştırmasını esas alarak hareket ettik. Ben bu tarihi, düne kadar ’17 Kasım 1938' olarak belirtiyordum yazılarımda.

Not.2; Halim KAR'ın, 'nüfus' kağıdındaki ismi; Erdal YEŞİL'dir.

نەناسراو (not verified)

Sun, 2008-11-23 16:58

Değerli arkadaşlar, sevgili Halim Kar'ın aşağıya astığı Dersim Direnmesine dair anlamlı çalışmasını forumda daha iyi izlenecek şekilde bazı teknik arazlardan temizleyerek (Halim Kar'ın hoşgörüsüne sığınarak) yukarıya taşıdım. Sevgili Halim Kar'a yazılarını yazarken nokta ve virgüllerden sonra açıklık bırakmasını, başlık yazımlarına ise fazla aralık vermemesini tavsiye ederim. Böylece forumun sayfa formatına uygun olarak daha net görünecektir. Değerli dostumu bu güzel çalışmasından dolayı kutlarken, yazısının sitenin ana sayfasına taşınmasını sizlerden rica ediyorum. Hürmetlerimle.

Öncelikle ,mütevaziliğin ve beğenin için candan teşekkürler hocam. Yazım konusunda ki uyarılarınıza elimden geldiğince dikkat etmeye çalışacağım. Yazıyı düzenlemişsiniz yeniden, elinize ve emeğinize sağlık diyor,Candan Selamlarımı gönderiyorum size hocam. Dostunuz; Halim KAR

Anonymous (not verified)

Mon, 2008-12-15 02:26

gercekten yazinizi okudumbazi yerlerine katiliyorum misal muzur suyunun. dersim halki icin bir inanctir,ama unutmaki, ne dersim halki nede SeyRiza,biz kurduz kurdustan icin oluruz demedi, denezde ianancindandir,siz kurdler yazin, cizin, Inkar edin ettiginiz gibi, yanliz INAKR ETMEK SUCTUR bu iyi bilinki bu inkarci politikayla simdiye kadar bir yere varmadizi varmazsizda, turklerin yaptigi gibi. SEYRIZAYI IYI anlamk istersen idama getigi sozlerini okumani tafsiye ederim. kurd mudur degilmidir.Dersim kimligini iyi Inkar etmeler devam edin.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.