Türkiye’deki Krizde Ordunun Yeri !
Mehmet Müfit
Türk devlet burokrasisi içinde, görünürde devam eden siyasi krizin perdelediği «ordu vesayeti» ara başliklarlada olsa ciliz bir biçimde yeniden tartişma konusu haline geliyor. Esasinda, bütün olup biten gelişmelerde Türk ordusu genel kurmayi bütün siyasi ipleri elinde tutmaktadir.
Bir çok tartişmaci ve ilgili kesimler, Türkiye’de ordunun rolünün ve işinin bittiğini, sivil hükümet tarafindan denetim altina alindiğini, ezici çoğunluğunu emekli subaylarin oluşturduğu ordu mensuplarina yönelik AKP ve hükümetin her hamlesinde «vesayetin» bitişini ilan ettiler. Öyleki, son yillarda artik ordu değil hükümet baş düsman ilan edildi. Türk ordusu generallerinin bizzat emriyle barbarca gerçekleştirilen Roboske katliami dahi görüşlerinde bir değisiklik yaratmadi. Geçen günlerde bizzat Türk ordusu tarafindan gerçekleşen bu katliamin üstünü örtmek maksadiyla, «hukuki soruşturmaya gerek yoktur» diye aklanmaya çalişilmasi bile önünü göremeyen söz konusu kesimlerde bir «uyanişa» yol açmadiği görülüyor.
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi, izleyeceği siyasette hata yapmamasi için Türk devlet sistemi içinde olup bitenleri dikkatlice izlemek zorundadir. İç çelişkilerini ve çatişmalarini doğru okuyup doğru yorumlamasi gerekiyor. Oysaki, kendisini düşman güce karşi esas itibariyle «silahsizlandirmiş» olmasi onu, Türklerin bütün ideolojik ve siyasi ikna etme girişimlerine açik hale getirmiştir.
Türk devleti bu icraatini, iki biçimde ve iki alandan itibaren yapmaktadir; birincisi, geliştirdiği eğitsel, psikolojik mekanizmalarla doğrudan doğruya merkezden itibaren sürekli işlemesi, ikincisi, Kürtlerin kendi içlerinden kendilerine bağladiklari kesimlerle bu işi yapmalari. Buna ayrica, ulusal kurtuluş hareketi saflarini terkedip ideolojik zaafiyet içine düsmüş olanlarin gönüllü hizmetlerini de eklemek gerekiyor. Bu sonunculardan bazilari o kadar ileri gidiyorlar ki, Türk ordusunun kuyruğunda yedek güç olmayi hiç bir sikinti yaşamaksizin Kürtlere önermektedirler. Yada, Kürtleri ahmak yerine koyarak Kürdistan’a esaret zincirini vurmuş olan Türk «missak-i millisi»ni savunmak gerektiğini dahi söylemektedirler.
Biz kendi penceremizden soruna bakmaya çalişmaliyiz; Türkiye’de her şey değişir ama çok yönlü muazzam kompleksiyle Türk ordusunun iktidardaki konumu ve hakimiyeti değişmez. Kürdistanli vatanseverlerin bunu hiç bir zaman gözden kaçirmamalari gerekiyor. Türk devleti, dar anlamda Türk ordusu demektir, Türk ordusuda subaylar ordusu demektir.
Türk ordusunu iktidarda tutan ve sistemi belirleyen üç temel «direk» vardir: Birincisi, iktidar erkine tamamiyla hakimiyetini sağlamak için üç kanli darbenin sentezi sonucu oluşturduğu «1982 Anayasi», ki bu hala yürürlüktedir. Bunu gerçekleştirmek için kendi aydinlarini, Başbakanlarini, Cumhurbaşkanlarini, generallerini, bürokratlarini katletmekten çekinmemiştir. İkincisi, Türk ordusunun hükümranliğini sürekli besleyen ve bin yillarin oluşturduğu «militarist kültür» zemini. Yürürlükte olan eğitim sistemi, kismi islami motiflerle beslenmiştir ama değişmemiştir. AKP ile yaşanan sadece «Türk-Islam» sentezinin bir başka versiyonudur. Buda, Türk eğitim sistemini beslemektedir. Üçüncüsü, Türk ordusunun darbelerle ekonomiye bütünüyle entegre edilmiş olmasi. Bu, muazzam çikarlarin oluşmasina yol açmiştir. AKP hükümetlerinin yeni pazar alanlari açmasi en çok Türk ordusu subaylarini palazlandirmiştir. O bakima, Türkiye’nin asil güç odaği ve Kürdistan’daki işgali ve ilhaki sürdüren devlet sisteminin merkezinde her zaman Türk ordusu var olmuştur.
Buna rağmen, Türkiyecilik yapan «Kürt kesimleri» Kürdistan’da katliamlarina devam eden devleti ve orduyu düşman olmaktan çikarmişlardir. Oysa bu yönlü yaklaşimlar ve anlayişlar, ulusal kurtuluş hareketini zaafa uğratan esas hatayi oluşturmaktadirlar. Bu bakima, Kürdistan’daki yurtseverligin çok ciddi boyutlarda «zehirlenme» yaşadiğini açik bir şekilde tespit etmeliyiz.
Bir başka seçeneğin oluşmamasindan kaynaklanan mevcut süreçte, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketini, Türk devletinin kendisine verdiği doğrudan destekle «ipotek» altina almiş olan A. Öcalan ve ekibinin yarattiği bulaniklik içinde, devlete ve içindeki «çatişmalara» iliskin herkes bir şeyler ifade etmeye çalişmaktadir. Oysaki, AKP hükümetinin bir takim reformlarina rağmen Türk devlet sisteminin değişmediğini, Kemalistler tarafindan kurulup geliştirilen paradigmanin yürürlükte olduğunu, şayet el yordamiyla «bayaği belirlemeler» yapilmayacaksa, tespit etmek zor olmasa gererek.
Özellikle eğitimi esas alip on yillardir kadrolaşan «Cemaat», söz konusu krizde ordunun çikarlarina dokunduğundan dolayi bugün generaller tarafindan baski ve «tasfiye» ile konrol altina alinmaya çalişiliyor. «Paralel devlet» tanimlamasi esasinda, devlet burokrasisi içinde belli düzeylerde örgütlenmiş olan «Cemaati» yeniden konrol altina alma amacini taşimaktadir. Ordu generalleri önce, «emir-komuta zinciri»ne rağmen darbe girişimlerinde bulunmaya kalkişan «Ergenekonculari» dizginledi, bugünde «Cemaat»e çekin-düzen veriyor. Hadise budur, yaşanan budur. Dizginleyip kontrol altina alma Türk ordusunun esas politik sanatidir.
Bir çok insan, devlet bürokrasinin üç siyasi merkez tarafindan «paylaşildiğini» sanmaktadir; orduya Kemalistler, istihbarata yani MİT’e AKP, yargiya da Cemaat’in hakim olduğu iddia edilmektedir. Oysaki, Türk ordusunun bütün bir devlete hakim olan esas güç odaği olduğu gözden kaçiriliyor. Herşeyden önce, MİT’i kuran, yaşatan ve yöneten güç ordudur. Bu kurumun esasinin Türk subaylarindan oluşturulduğu unutuluyor. Müşteşarin sivil bir eleman olmasi yapida bir şey değiştirmemiştir. Yargi organlarina yada devletin bir takim kurumlarina Cemaat’in «sizmasi» da yargi organlarinin esasina ilişkin bir değişiklik yaratmaya yol açmamiştir. Ergenekoncularin ve ordu «emir-komuta zincirine» karşin darbe girişiminde bulunmaya kalkişan ve çoğunluğunu emekli subaylarin oluşturduğu darbecilerin yargilanmalarinda «Cemaatçi yargiçlarin» rol oynamasi yarginin «Cemaatin» denetimine geçtiği imajini yaratmiştir. Oysaki bu da doğru değildir.
Türkiye’de elbette belli güç odaklari vardir ama piramidin tepesindeki güç olan ordu herşeye hakimdir. Yaşanan sadece «subaylar ordusunun» yeni koşullara adapte olmasidir. «Siyasi parametrelerin değişimi» espiriside esasinda budur.
Türk ordusu, içteki ve diştaki baskilarida hesaba katarak kendisini sadece bir adim «geriye» çekmiştir. Başbakana otoriter davranma yolu da böylece açilmiş olundu ve sivri otoriter çikişlara mahal verildi. Bu durum, AKP hükümeti ve Tayip Erdoğan’in yipranmasina yol açmiştir. Öne çikilmasina izin verilen hükümet yetkilileri ordunun yipranmasini engellemiştir.
Son «rüşvet skandali» ile iyice yipranan AKP ve hükümeti, orduya daha çok «yanaşarak» hakim olan yanliş görüşlerin ve iddialarin aksine onun yedek gücü haline geldi. İran’a karşi yürürlükte olan uluslararasi ambargoyu delip büyük kazançlar elde eden ordu ve devlet kuruluşu olan OYAK ve Halk Bankasi araciliğiyla elde edilen büyük çikarlar zedelenince strüktürel siyasi ortamda bir ve tek cepheye düştüler. AKP ve ordu «yakinlaşmasi» diye tabir edilen bu durumdur.
Doğal olarak, böylesi bir ortamda AKP hükümetinin reformlarla yapmak istediği değişiklikler sorununda siyasi manevra yapmasi zorlaşmistir. Yeni bir Anayasa oluşturulmasi imkanlari da böylece daraltilmiş olundu. «Çözüm süreci» diye lanse edilen siyaset zemininde «Kürt sorunu»nda da şimdiye kadar söylenenin dişinda fazla bir adim atilmayacaktir. Zaten «icazetli siyasetin» bir ürünü olarak ortaya atilan «Çözüm süreci», daha çok Ortadoğu’daki gelişmelerin seyrine göre biçimler alacaktir. O bakima, bağimsizlikçilarin bir beklenti içine girmeleri zaten düşünülemez.
Dikkat edilirse, bütün bir Türk «Cumhuriyet dönemi» boyunca ortaya çikan çatişmali ve hatta kanli siyasi krizlerde bile Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi çelişkilerden yararlanamamiştir. Kürtlerin eline 20. yüzyilin başinda bir kereye mahsus bir tek firsat geçmişti; birinci dünya savaşi şartlarinda muazzam bir güce sahip olan «Kürdistan Taali Cemiyeti» döneminde, tarihi momentin kendilerine sunduğu imkani değerlendiremeyen Kürtler, bu güne kadar bir daha öylesine tarihi bir firsati yakalayamadilar.
Bu gün ise, milli bilinç ve şuurla hareket edilmediğinden, çelişkilerden yararlanma politikalari oluşturulmadiğindan dolayi «eli boş» bir durumda sadece Türk ordusunun yedek gücü konumunda ulusal dinamikler heder edilerek «zaman öldürülüyor». Bağimsizlik bilincine ve stratejisine sahip olmayanlarin doğal olarak, Türk devlet sistemi içindeki hiç bir çelişki ve çatişmadan yararlanmalarida söz konusu olamaz. Kürtlerin esas siyasi sefaletleri budur işte.
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketini, ilerideki dönemlere ve aşamalara taşiyacak yeni bir örgütlülük ve siyasi vizyona dayanan somut bir stratejiye sahip olmak gerekiyor. Var olan «durağanliktan» geçis sürecine ulaşmak için bağimsizlikçilarin oyalamaci bir takim apolitik «görüşleri» bir tarafa birakip belli bir «iç hukuk» oluşturmalari elzem hale gelmiştir. 27.01.2014
Mehmet Müfit