Türk Devlet Sisitemi İçindeki Çatismalarin Kürdistan Davasina Etkileri!
Mehmet Müfit
17 aralik 2013‘ten beri Türk devlet sistemi bünyesinde devam eden siyasi kriz, kendi iç çeliskilerinin açik siyasi çatişmalara dönüşünü hizlandiran son «rüşvet sikandali» ile taraflari belli bir saflaşmaya itmiştir. On senelik süreçte «Ordunun vesayetine» karşi ittifak yapanlar, bu gün görünüşte «hükümet ile yargi kurumlari» etrafinda dönen karşitlikla birbirlerine düşmüşlerdir.
Devlet kurumlari arasindaki çatişmalarin ordu generallerini fazla etkilememiş olmasi iktidar erkinin asil sahibi ve ipleri çekenin kendisinin olmasindandir. Hükümet etmenin sinirlarinin kendisine verdiği yetki çerçevesinde hareket eden AKP hükümeti, genis halk kitlelerinin ve uluslararasi desteğin sunduğu konjuktürel ortamda orduya geri adim attirmiştir. Bunu sivillerin orduya karşi mutlak zaferi diye görenler ve yorumlayanlar bu gün daha ihtiyatli yaklaşim içine girdikleri görülüyor. Çünkü bu kriz, ayni zamanda «eski Türk Paradigmasi’nin» olduğu yerde durduğunu, ilga edilmediğini, Ordu ve onun dayandiği hukuki zemin olan 82 Anayasinin yürürlükte olduğunu güçlü bir şekilde hatirlatti.
«Yolsuzluk ve rüşvet» ile ilgili operasyon, esasinda bir iktidar savaşi olarak ortaya çikiyor. «Paralel devlet»en kasit budur, ama esasinda Türk devlet sistemini öyle görüldüğü gibi yada Başbakan T. Erdoğan’in abarttiği tarzda bir «istiklal savaşi» söz konusu değildir. Devlet kurumlarinda belli düzeylerde örgütlenmiş olan F. Gülen’ci «Cemaat»in, «Dersanelerin kapatilmasi»na ilişkin hükümetin yaptiği girişimlere karşi bir misillemesi olarak ortaya çikan «kriz» yargi organlari tarafindan fitillenmiştir.
Peki bu abartilan krizin esas kaynaği nedir? Önce bu soruya cevap verilmelidir. Gözlemlenebileceği gibi, bu krizin her iki tarafin çikarlarina doğrudan dokunan iç ve diş sebepleri vardir.
Bilindiği gibi, uluslararasi büyük güçler, «nükleer silaha» sahip olma mücadelesi veren İran’a karşi son derece ağir ekonomik yaptirimlari devreye sokarak Birleşmis Milletler karariyla ambargo uygulamişlardir. Bu amborgoyu hiçe sayarak İran’la ticari ve ekonomik ilişkilerini sürdüren Türkiye oldukça büyük kazançlar elde etmiştir. Başta ABD olmak üzere, söz konusu güçlerin Türk devletini uyarmalarina karşin bir sonuç alinamayinca «Cemaat» araciliğiyla bir iç çatişma ortami yaratilmiştir. Hadise kisaca budur. Türk Başbakaninin diş komplodan söz etmesi ve ABD büyükelçisinin ismi verilerek hedef gösterilmesi bu amaçlaydi.
Burada, «Cemaat» ile Hükümet çevresinde palazlanmiş kesimler arasinda bir çatişma gibi tezahür ediyorsada esasinda çatişmanin öbür ucunda Türk ordusu yer almaktadir. Zira, bu krizle aslinda onun muazzam çikarlari hedeflenmiştir. Bir kamu devlet kuruluşu olarak «Halk Bankasi» bu «krizin» merkezinde bulunuyor. Bilindiği gibi; «Halk Bankasi», 1933’te Mustafa Kemal’in doğrudan direktifiyle devlet bankasi olarak kuruluyor. 2000 yilina kadar, devlet tarafindan atanan burokratlarla yönetilen bu banka, «mondialisazyon»un ihtiyaçlarina cevap verecek tarzda strukturel yapisi yeniden reorganize edilerek modernleştiriliyor. «Türkiye Öğretmenler Bankasi», «Sümerbank» ve «Etibank» gibi devlet destekli bankalar «Halk Bankasi»na devredilmiştir. 2001 yilinda «Türkiye Emlak Bankasi», 2004’te ise «Pamukbank»in «Halk Bankasi»na katilimi sağlanarak devlet eliyle büyümesi gerçekleşmiştir.
(Bu bankayi anlatmamin bir sebebide, güney Kürdistan’da yürüttüğü bankacilik faaliyetidir. Kürdistan’in her tarafinda «Halk Bankasi»nin şubelerini görmek pekala mümkündür. Bundan böyle, Türkiye üzerinden yapilacak bütün petrol ve gaz sevkiyatinin satişi, Türk devleti tarafindan güney Kürdistan otoritelerine empoze edilen bu banka araciliğiyla yapilacaktir. Bilmeyen Kürtlerin bunu bilmelerinde yarar vardir.)
Uluslararasi büyük güçlerin yaptirimlarina karşin, İran’la yapilan ticari ilişkilerde bir devlet bankasi olarak büyük vurgunlar vuran «Halk Bankasi»nin «Cemaat» tarafindan deşifre edilmesiyle Ordunun doğrudan çikarlarina dokunulmuştur. O bakima, AKP Hükümeti ve Türk ordusu fiili bir işbirlişi içinde «Cemaat»i hedeflemektedirler. Fakat ABD, «Cemaat»i ezdirmemeye ve güçler arasinda bir iç uzlama sağlamaya çalişacaktir. «Türk-İslam» sentezinin bayraktari olan «Cemaat»in, ulaşabildiği dünyanin her yerinde yaptiği misyonerlik hizmetlerinden dolayi Türk devleti tarafindan sadece «hizaya» getirilecektir.
Bu çatişmada akla gelebilecek ilk soru şudur; menfaat gruplari arasinda vuku bulan bu krizde amaç nedir, neye hizmet edililiyor? Türkiye’de «demokrasinin» sinirlari mi genişletilmek isteniyor? Demokratik bir içerik mi taşiyor bu çatişmalar?
İkinci soru ise şudur; Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi bakimindan bu çatişmalar neyi ifade etmektedir? Kürtlerin, bu siyasi krize yol açan çatişmalarda yeri nedir? Ulusal davanin çikarlari doğrultusunda bu çelişkilerden yararlanmanin imkanlari varmidir?
Ne birinci soruya ne de ikincisine verilebilecek olumlu bir cevap yoktur. Türk devlet sistemi içinde senelerdir cereyan eden çatişmalardan yararlanabilecek bir milli irade maalesef yoktur. PKK ve lideri tarafindan ipotek altina alinmiş olan Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi dinamiklerinin, düşman saflarda var olan çelişki ve çatişmalardan ulusal dava için yararlanma politikasi yoktur. Bütün bu «oyunlari» bozabilecek bir başka seçeneğin henüz oluşmaktan uzak oluşu da bir başka realite.
Söz konusu «kriz»de Türk ordusundan yana yontan ve Türkiyecilik yapan «akillar», Kürtlerin, «kutsal» ideolojik ittifaklari bozulmuş olan iki islami akim arasindaki çatişmalarda taraf olunmamasini salik verirken dikkatlerin Türk ordusundan yana bükülmesini ifade etmekten de geri kalmiyorlar. Kürdistan sorunu, genelde Türklerin özelde ise Türk devletinin sorunudur. Türk ordusu genel kurmayi tarafindan oluşturulmuş olan «eski Paradigma»ya göre «Kürt sorunu» Türkiye’nin «milli sorunudur». O bakima, Kürt vatanseverleri kendilerini ve milli davalarini inkar ederek Türk ordusunun yedek gücü olunmasini savunma hatasina düşemezler.
«Vesayet» sorununda geri adim atmiş olan Türk ordusu, gevşetmiş olduğu iktidar mekanizmalarini yeniden sikabilir. Öyleki, ceza almiş ve cezaevlerine tikilmiş olan eski ordu mensuplarinin aklanmalari için yeniden yargilanmalarini istemektedir. «Cemaat»a ve diş güçlere karşi kendisini korumak maksadiyla Orduya «siğinan» AKP hükümeti, Ortadoğudaki gelişmelerin seyrine göre «çözüm süreci» sorununda Türk generallerinin direktifleri dogrultusunda yeniden tutum belirleyecektir. Bu taktirde, bir provakasyonla «yumuşama» ortamina da son verilebilir.
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin, çelişki ve çatişmalardan yararlanma durumu ve konumu yoksa şayet, o halde bütün dikkatler ve çabalar yeni bir alternatifin oluşturulmasinda somutlaştirilmalidir. Hiç bir zaman geç kalinmiş sayilmaz. 8.01.2014
Mehmet Müfit