İran’in «Modus Vivendi» Arayişi ve Genevre Görüşmeleri !
Mehmet Müfit
7-9 Kasim’da Genevre’de İran devleti ve «Grup 5+1» (Birleşmis Milletler «Güvenlik Konseyi Daimi Temsilcileri» ABD, Fransa, Rusya, Çin, İngiltere + Almanya) arasinda oldukça yoğun görüşmeler yapildi. Beklentileri olan herkesin, uzlaşmanin sağlanacağina kesin gözle baktiklari bir anda bu toplantilardan bir sonuç çikmadi. Taraflar uzlaşma zemini bulamadilar ve toplanti 20 Kasim’a ertelendi.
Cumhurbaşkanliği seçimlerinden sonra Hassan Rohani’yle birlikte Iran, yeni bir yumuşama havasi estirmeye başladi ve kendisine uygulanan ciddi ekonomik amborguyu en azindan hafifletmek için uluslararasi büyük güçlerle bir uzlaşma sağlamak dogrultusunda yeniden görüşmeleri başlatti.
Şah iktidari döneminden beri nükleer silah sahibi olmak isteyen İran, bu sorundan dolayi özellikle son iki yildir büyük bir ekonomik kiriz içine girmiştir. Bir yandan atom bombasina sahip olmak için çirpiniyor öbür tarafta ise iki büyük sorunla karşi karşiya kalmiştir; birincisi, hat safhaya ulaşan ekonomik kiriz, ikincisi, Suriye krizi. Atom bombasi üretimine ramak kalmişken bu iki sorunun boğucu atmosferini hafifletmek maksadiyla yukarida sözünü ettiğim görüşmeler için masa başina geri döndü.
İran devletine hakim Mollalar ve «devim muhafizlari» diye bilinen Pasdaran’lar, Türk ordusunun Türkiye ekonomisine entegre olmasini sağlayan ve başinda OYAK (Ordu Yardimlaşma Kurumu) gelen bir dizi kurum gibi, SETAD (Setad Ejraiye Farmane Hazrete Emam) adindaki kurumu yönetmektedirler. Bu kurum Humeyni tarafindan 1989’da kuruldu ve bu gün sahip oldugu Holdinglerle, banka ve vakiflarla, 95 milyar dolarlik servetiyle İran ekonomisinin oldukça önemli bir parçasini oluşturmaktadir. Tipki OYAK gibi hiç bir devlet kontrolü yoktur üzerinde. Bu kurum, uluslararasi ambargoyla birlikte oldukça büyük bir finans kirizi yaşadiği ve bu durumun da İran otoritelerinin «yumuşama» politikasini geliştirerek özellikle Bati devletleriyle bir uzlaşmaya varmak istemesinde rol oynadiği iddia edilmektedir.
Suriye’nin, diş müdahale sonucu kesin olarak tehlikeye giren iktidarini korumak için caydirici silahi olan «kimyasal» silahtan arindirilmasini ön gören Birleşmiş Milletlerin «2118 karari»ni kabul etmesiyle, ortadoğuda yeni bir durum ortaya çikti. Eski stratejik hesaplar Rusya ve ABD tarafindan masaya yatirilarak yeniden biçimlendirilmeye çalisiliyor. Buna göre; Rusya şimdilik Suriye’deki çikarlarini koruyabilecek. Bilindiği gibi, ABD ile olan ikili anlaşmalarda İran ve Suriye sorunu, Rusya’nin elinde iki önemli pazarlik «kartini» oluşturuyor.
ABD’nin ortadogu politikasi, Barak Obama yönetimiyle birlikte yeni bir biçim almiştir; buna göre mevcut siyasi konjüktürde üç önemli soruna öncelik verilmektedir, birincisi, İran’la olan sorunlari görüşmeler yoluyla haletmeye çalişma, ikincisi, Israil ile Filistin arasinda bariş görüşmelerini yeniden başlatarak uzlaşmaya ivme kazandirma, üçüncüsü, Suriye krizine politik bir çikiş bulma. Kürdistan meselesinde, ABD’nin bu politikasinda bir yer ayirdiği ise belirsizlik taşimaktadir.
ABD’nin Suriye’de, dişaridan askeri müdahale seçeneğini geriye çekmesinin esas sebebi İran’nin görüşme masasina israrla geri dönmesi oluşturuyor. İran, böylelikle hem Suriye’deki Baas iktidarini düşmekten kurtarmiştir ve hemde «nükleer silah» üretme girişimlerine zaman kazandirmaya çalişmiştir. Bu konuda oldukça sabirli bir yetenek örneği göstermektedir. Kürtlerin, Fars siyaset kültürünün derinliğini bilmeleri, İran’a ilişkin sahip olmalari gereken siyasetin pratik davraniş biçiminde nasil bir yol izlemeleri gerektiğinde yardimci olacaktir. Araplarin, Farslarla ilgili söylediği bir sözü okuyucuyla paylaşmakta yarar vardir diye düşünüyorum; «Farslar pamuk ipliğiyle insan kafasini keserler». Burada anlatilmak istenen, Farslarin işlerini aceleye getirmeksizin son derece büyük bir sabirla yaptiklaridir.
İran eskiden beri hegemonyaci siyasete sahip olmuştur; Afganistan’da onu görürsünüz, Pakistan’daki Şiilerin arkasinda o var, Körfez ülkelerindeki Şii siyasi hareketlerini finanse eden ve destekleyen odur, Irak’taki iç savaşta onun derin izleri vardir, Suriye’de Sunni bloka karşi savaşan odur, Filistin’de Hamas’i uzun yillar finanse ederek FKÖ’yle çatiştirip Israil’le «bariş» yapilmasi önüne engeller çikaran yine İran’dir, Lübnan Hizbullah’ini A’dan Z’ye kadar finanse edip istediği gibi kullanan odur, Güney Kürdistan’in iç işlerine onlarca yildir müdahale edip etkisini sürdürmeye çalişan ve bu günlerde PKK’yi kişkirtip savaştirmak isteyende İran’dir. Ne demişti Sun Tzu; «Düşmanini taniki kendini taniyasin». Ne yazik ki, biz Kürtlerin, kendi düşmanlarimizi yeterince tanigimizi söylememiz zordur.
İran, Bati devletleriyle bir uzlaşmaya varmak için oluşturduğu yumuşama ortaminda yaptiği hamleden son derece rahatsiz olan bölge devletlerinden Saudi Arabistan ve İsrail açik bir şekilde rahatsizliklarini dile getirmişlerdir. Renk vermemeye çalişan sadece Türk devletidir. İran’a uygulanan ekonomik amborgunun asil kazançlisi yaptişi ticaretle Türkiye olmuştur. ABD’nin uyarilarina rağmen İran’a ticari kolayliklar sağlayarak büyük kazançlar elde eden Türkiye, Ortadoğu’da islam ve eski Osmanli mirasina vurgu yaparak siyasi yer edinmek istemektedir. PKK’nin eliyle ortaya attiği «büyük Türk-Kürt ittifaki», bu politikasina destek sağlamak maksadiyla Kürt milletine dayatilmaktadir. Bu tabi ayri bir tartişma konusudur.
Ortadoğu’da, ABD’nin politikasina temel teşkil eden enerji kaynaklarina duyduğu ihtiyaç, bu gün kendi topraklarinda bulduğu ve işletmeye başladiği «Schiste gazi»ndan dolayi azalma sürecine girmiştir. Stratejik sonuçlar vermediğini hesaplayan ABD, bölgemizde siyasi boşluk birakacak düzeyde gerileme içinde olduğunu gözlemlemek pek ala mümkündür. Bundan dolayi, başta Türkiye, Misir ve Saudi Arabistan olmak üzere bölge güçleri kendi stratejik hesaplarini yeniden yapmak durumuyla karşi karşiyadirlar. (Türk devletinin, Kürtleri yedeğine almak istemesinin bir nedenide budur). Özellikle güney Kürdistan siyasi otoritelerinin, ABD’nin bölgeye ilişkin ortaya koyduğu «aşamali geri çekilme politikasini» son derece yakindan takip etmeli, kuvvetler dağilimi ve dengelerinde yerini ulusal menfaatler gereği gerekirse yeniden belirleyebilmelidir. O bakima, orta vadede ABD’nin ortadoğu petrolerine duyacaği «ilgisizliğin» ayni zamanda Kürdistan’a ilgisizlik olduğu görülmelidir.
İran’la «Grup 5+1» arasindaki Genevre görüşmelerine kuşkuyla bakan sadece İsrail değildir, ki onlar bu görüşmelerin kendilerini bağlamayacaklarini açikça beyan etmişlerdir, yukaridada belirttiğim gibi Türk devleti ve Saudiler’dir. Bu görüşmeler neticesinde bir uzlaşmanin sağlanmasi, İran’in bölgesel rolünün taninmasi ve nükleer silaha sahip olmasina garanti sağlayacaği anlamina gelecektir. İran, ne Suriye’den nede Lübnan Hizbullahi’ndan vaz geçmeksizin, nükleer silah projesi üzerinden bir antlaşmaya varmak istemektedir. Bir «modus vivendi» siyasetiyle yani kesin bir neticeye varmadan uluslararasi bir uzlaşmayla «orta yol» bulmaya çalişmasi, bu ayin 20‘nde Genevre’de yapilacak ikinci bir toplantiyla belli olacaktir.
Bu toplantilari Kürtlerin ilgiyle izlemeleri gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü bölgenin kaderi bu toplantilarda belirlenecektir. Suriye’deki savaşa siyasi bir çözüm bulmak gayesiyle «Cenevre 2» konferansinin gidişatina bu toplantilar yön verecektir. Özellikle Rojava sorununda ve PKK’nin bundan sonra izleyeceği politikaya doğrudan etkisi olacaktir buradan çikacak olan neticenin. Türk devleti de buna göre bir siyaset izleyecektir; ya Kürtlerin bir takim haklarini taniyarak bir «iç bariş» sağlayacak yada Rojava’yida karşisina alarak PKK ile yeniden bir savaşa girişecektir. 18 Kasim 2013
Mehmet Müfit