Eğitim,sözcükten de anlaşılacağı gibi eğ-it-mek”ten gelen bir kavram (şekil vermek) eğitmek bir nevi ıslah etmek.Disipline etmek .Kontrol altına alarak itaat ettirmek anlamındadır..İnsanlık tarihinin “artık de...ğer” le tanıştığı evre olan Neolitik süreci ile beraber birkaç anlamda eğitim devreye girmek durumunda kalacaktı.Bu evreye gelene kadar insanlık öncelikle toprağı eğitmiş,kontrolü altına alarak ekim dikime hazır hale getirmişti.Tohumların eğitimi-ıslahı ve insana itaatının sağlanması ve ardından hayvan üzerindeki eğitim ve ıslah durumu sözkonusu tabii ki.
Neolitik toplum öncesinde doğa ile içiçe ve mutualist bir dayanışma yaşarken bu süreçle beraber bu karşılıklı yardımlaşma insanın doğa ve canlıları üzerinde disipline ederek tahakküm kurması ile sömürü eksenli bir sürece evrilecektir.Bu süreç “artık değer”le tanıştıracak insanı .Artık değerle tanışan insan artık iflah olmaz bir şekilde saldıracaktır doğa ve canlılara.Kendi tahakkümü altına alarak ondan yararlanma ve onu sömürmeye gidecektir.
Tarım “karşı devrim”i ile beraber “artık değer”le tanışan insanlık Tapınak denen kurumsallaşma ile toplumun emeklerini bir çatı altında toplamaya gitti.tapınak ve tapınak rahipleri kontrolunde yeni bir süreç içerisine girmiş oluyordu toplumlar.Tapınak bu yeni süreci tanrılar ve tanrının yeryüzü temsilcisi olarak Rahipleri işaret etmekteydi.Tanrının yeryüzü temsilcisi olan rahipler bu meyanda servetleri dağıtma,tasnif etme.depolama ve kontrol altında tutma hakkını kendisinde görmekteydi.Süreç içerisinde büyüyen servetler ciddi anlamda bir tapınak bürokrasisini gerkesindirmekteydi.depolar aynı zamanda Tanrı evleri olarak adlandırılan Zigguratlar olup bu tanrı evlerinin işleyişi zamanla daha kalifiye,daha eğitimli insanlar gerektirecekti.Sayı sayma.yazma ve kayıt altına alma gereksinmesi ile beraber Tapınakta okul eğitimi başlamak durumunda kalınmıştı.Tapınakta başlayan bu ilk eğitime yönelik olan okulda Rahiplerin istedikleri şekilde eğitilen ayrıcalıklı insanların çocukları yer aldılar.tanrının evlerine yakın olan veya orda hizmet etmekte olanların çocukları ile başlayan bu ayrıcalıklılar eğitimi sonucu son derece uzman bir bürokrası sınıfı da yapılandırılmaya gidilmiş oluyordu.Bu sınıf Tapınak muhasebecileri.Yazmanları.Mitolojilerini kayıtlara geçen katipler.zabitler vs günümüz bürokrasisinin ilksel hali olarak kristalleşmeye koyulmuştu.
Tapınak-Devlet ve Eğitim
Eski Yunan uygarlığı, Batı uygarlığının temeli ve esin kaynağı olmuştur. Nitekim “pedagoji” eski Yunancadan günümüze ulaşan bir sözcüktür. Eski Yunan’da halk köle ve asiller olmak üzere ikiye ayrılmıştı ve eğitim yalnızca asillere özgüydü. Asiller, söylev verme, güzel konuşma, oyun ve beden eğitimi gibi etkinliklerle uğraşırken, öteki tüm işler kölelerce yapılırdı. Örneğin; çocuklarla ilgilenen, onları gezdiren ve okula götüren kölelere “pedagog” adı verilirdi.
Antik çağda eğitim, toplumsal sınıf olgusuna dayalı biçimde yürütülürken; soylular, din adamları ve savaşçılardan oluşan üst sosyal sınıfa giren kişilerin çocuklarının eğitim gereksinimlerinin öncelikle karşılanması yoluna gidilmiştir. Eğitim, iyi vatandaş yetiştirmeyi amaçlamıştır. Bu dönemde Yunan filozofları, eğitimle ilgili önemli görüşler ileri sürmüşlerdir. Eski Yunan düşünürleri Sokrates, Eflatun ve Aristo eğitime önem verilmesini istemişler, özellikle soyluların eğitim görmesini savunmuşlardır; çünkü erdem soylulara özgüdür. Ayrıca eğitim bir devlet görevidir.
Roma döneminde, eğitimin temel özelliği, söyleve (hitabeye) önem verilmesidir. Roma eğitimi, eski Yunan kültüründen etkilendiği için, eski Roma eğitiminin amacı iyi vatandaş yetiştirmekti. Romalı düşünürler, bireysel eğitimi ön plana çıkardıklarından, bu dönemde eğitimde insanın bireysel gelişimine önem verilmiştir.
Ortaçağda Hıristiyanların etkisiyle eski Yunan ve Roma’nın eğitim anlayışı değişmiştir. Romalılarla Hıristiyanların anlaşamadıkları noktaların bulunması, kilisenin kendi okullarını açmasına neden olmuştur. Kiliseler ve din adamlarının etkisiyle tüm Orta Çağ boyunca yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi eğitimde de dini eğilimler egemen olmuştur. Böylece eğitimde dini bir anlayış egemen olmaya başlamıştır. Daha önceleri iyi vatandaş yetiştirmek olan eğitimin amacı, Hıristiyanlığın yoğun etkisiyle dindar bireyler yetiştirmek olarak değişmiş; din ve Tanrı merkezli bir eğitim anlayışı gelişmiştir. Orta Çağ eğitiminin temel özelliği katılık ve aşırı dine bağlılıktır. Eğitim dini geleneklere koşut bir uygulamayla yürütülmüştür. Hıristiyanlığın eğitim üzerindeki bu etkisi tüm Orta Çağ boyunca süregelmiştir.
Roma eğitimi, özünde, Helenistik eğitimden, oldukça farklıydı. Yunanlı çocuk, bir köle ya da bir pedagog tarafından okula yönlendirilirken, Romalı çocuk evde kalıyor ve askerlik çağına gelinceye kadar, babası tarafından eğitiliyor ve annesi tarafından büyütülüyordu. Roma’lılar, kendi imparatorluklarını genişlettikçe, Yunan’lıların etkisi arttı ve doğal olarak, Roma okulları, devlet görevlilerini ve idarecilerini eğitmek amacına yöneldi. Halen, daha sonraki dönemlerde, modern-devlet tarafından geliştirilecek, herhangi bir genel skolâstik düzenleme ortada yoktu. Hıristiyanlık, Greko-Roman medeniyetinin tam ortasında gelişti ve eğitimsel pratiği, hem Yunan entelektüelliğini, hem de Roman sertliğini, kısaca Batı Eğitimini, muhtemelen en ısrarcı konusu olan insanın en ideal görüntüsünü –kanunun önünde dizlerinin önüne kapanan ve kendisini bir ideal için kurban eden insanın görüntüsünü- içine alacaktı.
İlk Hıristiyan okulları, öğrenimin sadece sözlü olduğu, ilk yüzyılların soru cevap usulüne dayanan okullardırlar. Eski bir dinleyici kitlesine uyum sağladıkları ölçüde ise, yüksek öğrenim kurumlarıydılar. Paganları, Hıristiyan inancına, vaftiz ederek geçirmekle uğraşıyorlardı. Gelecekteki keşişler için yaratılmış olan manastır okulları, dördüncü yüzyılda ortaya çıktılar ve ilk gerçek Hıristiyan okulları oldular. Her bir katedral için ayrı ayrı kurulmuş olan, Katedral okulları, daha sonraki bir gelişmeydi ve müfredatları, Orta Çağ’da ortaya çıkan Üniversitelerin yükselişini yarattı. On birinci yüzyıl ve devamında, kilise, etkili bir eğitim sisteminin gelişmesinde başrolü oynadı. Aynı zamanda, yüksek eğitimin özellikleri, on birinci ve on altıncı yüzyıl arasında kurulmuştu. Frederick Eby’nin de belirttiği gibi, “On beşinci yüzyılın sonunda, Batı Avrupa’da, yetmiş dokuz üniversite vardı. Hemen hemen hepsi, her ne kadar başlangıçlarını, Papa’nın emriyle yapmamış olsalar da, Papa tarafından kutsanmışlardı. Öğrencilerin çoğu laiktiler ve hukuk, tıp ve fen alanlarıyla [ve daha başka birçok alanla] ilgileniyorlardı.” Hıristiyanlığın doğuşuyla, eğitim, temelde ahlaki olan bir amaç edindi. Öğrenmenin, zaman ve mekânın değişkenleriyle daha fazla koşullanmasıyla birlikte, bu okullar, disiplin ve hayat olarak gittikçe daha kesinleşmiş bir hale alıyorlardı.
Kiliseden fiziksel olarak ayrılmış olan on altıncı ve on yedinci yüzyıl dilbilgisi okulları, Rönesans ve Reformasyon hareketlerinin ürünüydüler. Reformasyon, Orta Çağ’ın geleneksellik ve biçimsellik hareketlerinin ötesine geçerken, Rönesans’ın insancıllığı [humanisme] entelektüel faaliyet ve klasik öğrenime, daha büyük bir ilgi uyanmasını sağladı. Öğrenim açısından, her iki harekette bir uyum içinde yürüyormuş gibi görünüyordu. Öğrenimin sadık bir savunucusu olan Martin Luther, Kuzey Avrupa’daki alt seviyedeki okulların büyümesinde etki oldu. Gutenberg’in hareketli baskı harfini keşfetmesiyle, daha fazla İncil basildi ve her ne kadar, insancıl bir ideal olmasa da, evrensel eğitim daha da artan bir hızla Hıristiyanlaştı. On yedinci yüzyılın, taşra ve Hıristiyan ilkokulları, Tanrı’nın cehaletle ve fakirler arasındaki aylaklıkla savaşabilmesi için kurulmuştular. 1592’de doğmuş bir eğitimci olan, Comenius, çocukların bir insan olarak doğmadığını ve düzgün bir eğitimle insan olacaklarına inanıyordu – dolayısıyla, onları eğitmek Tanrı’nın amacı haline gelmişti. Hıristiyan okulları, yalnızca uysal çocuklar yetiştirmedi, aynı zamanda, ebeveynlerinde, inançlı kalmalarını ve evde de, okuldaki disiplini uygulamalarını sağladı.
On yedinci ve on sekizinci yüzyılda, bilimdeki gelişmeler, öğrenimin nasıl algılandığı ve uygulandığı hakkındaki düşünceleri mütemadiyen değiştirdi. Francis Bacon’ın bitmemiş olan ütopyasını takiben, Yeni Atlantis’de ki o mükemmel ortak refahın sağlayıcıları, bilimsel bir toplum kurdular ve bu toplumun nihai amacını, “Bilginin nedenleri ve şeylerin gizli hareketleri ve insanlık imparatorluğunun, mümkün olan her şeyi etkileyen, gittikçe genişleyen sınırları” olarak belirlediler. Bacon’ın, Evlilik ve Bekârlık Hayatı Hakkında ve Ebeveynler ve Çocukları Hakkında gibi kitapları ve bazı kısa yazıları, ailenin ve geleneksel toplumsal grupların azalan önemini vurgularlarken, Kraliyet Toplumu’nun ve bilimsel akademilerin kuruluşunu da etkilediler. Descartes’te, bilimin artan önemini, açıkça temsil eden gözlemlerde bulundu. Vardığı sonuç şuydu, “ tek gerçeği ya da bütünsel özü, düşünmek olan bir madde ve var olmak için düşünmesi gereken olan bir madde, herhangi bir yere veya herhangi maddesel bir şeye ihtiyaç duymaz.” Bilim, yavaş yavaş, inanç nesnesiyle aynı yere oturdukça -kendisine ait ve kendisi için olan bir iyilik olarak- dinin yerine geçmeye başlıyordu
-devam edecek.