Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 2 May 2013

ANARŞİZM-DEVLET-ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK VE ÖCALAN / Cesim Taş

Özellikle son dönemlerde sıkça gündeme gelmeye başladı Öcalan”ın Anarşizm yüzünden sistemle içiçe geçip özgür bir Kürdistanı redde gidişi. Bu eksende spekülatif çeşitli yorum ve açıklamaları hergün heryerde görmek artık günlük yaşantımızın parçası haline geldi. İki farklı, biribirine zıt anlayışın nasıl olur da içiçeliği kurgulanıp ortaya servis edilmekte, doğrusu çok ilginç.İ ki zıt diyorum Çünkü bir tarafta Öcalan, Liderlik eksenli örgütü, komutanları, karargahları ile resmi olmayan bir devlet kurumsallaşması diğer tarafta da bu saydıklarımın hepisini reddeden Anarşizm.

Bu gürültüyü netliğe kavuşturma babında ben de elimden geldiğince olayı açıklamaya çalışmayı üzerime görev alıp bu anlamda bu yazıyı oluşturmaya koyuldum. Bakalım Anarşizm ile Öcalan ve savundukları ve örgütsel dokusu nasıl bir uyum içerisindeymişler ki Öcalanın yaptığı şeyler Anarşizme mal edilir oluyor.

ANARŞİZM NEDİR?

En zor kısmı burası sanırım Anarşizm konusunun. Çünkü Anarşizmin tek ve kesinlikli bir tanımı dahi yoktur. Bir dogma olmadığı gibi bir ideoloji de olmayıp belli kalıplar ve ilklere haiz değildir. Dolaysı ile tarih boyunca düşünürle, akademisyenler, aktivistler değişik tanım ve yorumlarla Anarşizmi açıklaya geldiler. Anarşizm anlam olarak An-arkhos –Yunancada yöneteni olmamak anlamında açıklanmıştır. Yöneteni olmayanlar dediğimizde Anarşizmin kapsadığı alanın genişliği ve tarihsel kökleri de hemen açığa çıkmaya başlayacaktır. Tarihinin açığa çıkması insan toplumlarının yönetenli bir siyasal erke kavuşması tarihine gider. Yönetimsizlik ailediki erkek egemen anlayışı mahkum ettiği gibi erkek egemen anlaıyışla doğaya yönelen ve doğaya egemen olmaya kalkışmış anlayışı da mahkum eder. Bu meyanda Anarşizm tarihi kurumsallaşan siyasal otoritelerin tarih içerisindeki konumlanış tarihi denebilir. İnsanlık tarihi Sümerde başlıyorsa, yazı, servetlerin tekelde yoğunlaşıp ele geçirilişi ve kentler ve devlet yapılanmasına gidiş oradaysa o zaman Anarşizm de oradadır deriz.

Neolitik Tarim süreci ile beraber insanlık tarihi farklı bir mecraya doğru gidecekti çok doğal olarak. Ürün fazlası ile beraber insan yaşamı da farklılaşmaya ve zenginleşmeye başlayacaktı. Yerleşik yaşamla beraber artan nüfus, artan nüfusu kontrol altında tutmaya çalışan tapınak ve kentlere doğru bir mecra oluyordu bu. Tapınakta biriken ürünler Tapınak Rahipleri ve çalışanları tarafından tasnif edilir, kuraklık ve herhangi bir olumsuzluk karşısında tedbir alınır depolara alınır ve zaman zaman ihtiyacı olanlara dağıtımı yapılırdı. Bununla beraber o sürece dek kolektif olan topraklar da Tapınak kontrolüne alınmış. insanlar sulama ve tapınak yapımı için bir araya gelip kolektif emekle üretmeye koyulmuşlardı. Tapınakta başladı ürünler üzerinde ve insan emeği üzerinde tahakküm. Tapınakta kurgulandı devlet. Saraylar, hanlar hamamlar, tapınakta ortaya çıkacaktı günümüzün dünya bankası ve imf si. Tefeciliğe varana dek tüm işler orda yapılmakta ve bu iş tanrının yeryüzü temsilcisi olarak lanse edilen Rahipler ve tapınak yöneticleri tarafından yapılmakta idi. Tanrıları memnun etmek için ritüeller, ayinler, içkili törenler, tanrılara kurbanlar, genelev.vs tapınakta kurumsallaştı. Vergilendirme, militarist karargahlaşma ve tahakküm. Devlet Kentleşen bu kalabalıkların olanca emeklerini hapsetme olarak şekillenen örgütlü hırsızlık ve örgütlü tahakküm olacaktı.

Neolitik tarım süreci ile beraber toplumda başgösteren katmalnşma ve sınıfsal doku hiyerarşik bir şekilde kodlanıp tapınaklardan günümüz modernetisi denen teknolojik donanımlı sömürüsüne dek uzanacaktı. Bu katmanlaşma mülkiyet ilişkilerinin tekelde toplanması, siyasal iktidarlaşmanın tekelde toplanması, din ve tanrıların tekelde toplanmasını gerektiriyordu. Dolaysı ile tanrı-mülkiyet ve devlet e doğru evrilen bu katmanlaşmaların hepisinde yöneten ve yönetilen sömüren ve sömrürülen olacaktı.

Bu süreçle beraber ortaya önceki avcı-toplayıcı süreci altüst eden ve toplumsal dayanışma temelli olan ilişkiler yerine hiyerarşik ve kurumsallaşan sömürü odaklı ilişkilerin inşasına geçilmiştir. Hayvan-toprak ve emek üzerinde yoğunlaşan egemenlik ve tahakküm kurumsallaşmaya vardırmıştır işi. Kurumsallaşan tabakalaşma. Toprağı daha çok verim vermeye, hayvanı daha çok sömürülmeye, çalışmaya, kesilmeye, fayda eksenli kullanılmaya mahkum ederken kadını farklı bir statü ile karşı karşıya bırakarak sömürülmeye mahkum etmiştir. Bu süreçle; hayvan ıslahı son haddine vardırılmış, daha çok hayvan insan egemenliği altına alınarak sömürülmüş.

Toprak daha fazla parsellenmiş ve daha fazla verim vermeye zorlanmış. İnsan üzerinde yükselen hiyerarşik kurumsallaşma daha fazla artarak insanı köleleştirmiş Tapınak hiyerarşisi içerisinde kurumsallaşan eğitim, militarist kurumlar, ekonomik kurumlar, siyasal yönetim mekanizmaları yaratak insanın doğal yaşamına son vererek inorganik bir sürecin derinleşmesine yol açıp günümüze evrilmiştir.

Anarşizm yönetimsizliktir diye tanımlamıştık. Dolaysı ile yaşanan bu hiyerarşik ve kurumsallaşma detaylarına baktığımızda, doğa ve doğa üzerinde şekillenen tahakkümlerin reddi ile başlar. Toprağın kar hırsı ile daha fazla sömürüsü, insanın toprağa olan egemenliğidir ve bu yönetimin reddi. Hayvan üzerindeki kurumsallaşan sömürü ve kıyım aynı şekilde bir tahakkümdür ve reddi. Tapınak başta olmak üzere kurumsallaşan ve hiyerarşik yönetim erki mantığı taşıyan her din-devlet-okul-bilim-kışlalar vs vs reddini gerektirir. Dolaysı ile devletin reddidir.

Devlet kurumsallaşan ve hiyerarşik kodlarla kurgulanan hırsızlık baskı sömürü mekanizması olduğundan hiçbir anarşist devletin kabulunu öngöremez. Yöeneteni olmayan ve hiyerarşik kurumsallaşmadan uzak bir devlet varsa bu farklı bir durumdur. O zaman bu devlet üzerinde düşünülebilir. Ama rantın olmadığı, sömürünün olmadığı yerde devlet neden varolsun ki sorusu ile karşılaşmazsak tabii ki!

Anarşizm öz olarak mutlak özgürlük temelinde bir yönetimsizliği savunduğu gibi kolektif mülkiyete dayalı, eşitlikçi, özgürlükçü bir özyönetim düşünce ve karşı duruştur aynı zamanda. Bu eksende erkek egemenliğine karşı gelen feminist, sendikal mücadele eksenli örgütlenip sömürüye karşı mücadele eden anrko sendikalist, hayvan sömürüsünü ve katliamlarını reddeden veganlar, guy ve lezbiyenlere uygulanan baskı ve şiddete ve hukuki ayrımcılığı reddedenler, eğitimin sistemin bir kışlası olduğunu ileri sürüp reddedenler, militarizmin ölüm ve sömürü mekanları olduklarını ileri sürüp hayır diyenler vicdani redciler. Vs vs olarak şekillenen bir gökkuşağı dense yeridir. Bunca renklerden örülmüş bu gökkuşağında her ezilen, sömürülen kendi rengi ve duruşu ile yer almış ve almaya devam etmekte.

“Her kim ki otoriteyi yadsır ve ona karşı savaşırsa, o bir Anarşisttir,” diyordu Sebastien Faure.
Burdan da anlaşılacağı gibi anarşizm herşeyden önce bir otoritesizliktir. Tahakkümün herçeşidi karşısında konumlanma ve mücadele etmektir.

Hiçbir toplumsal, siyasal,hukuksal üst yapının bulunmadığı, yönetime ilişkin kurumsallaşmaların reddedildiği, insanın olabildiğince özgür, özgünlüğü üzerindeki baskılardan bütünüyle azade olarak yaşama isteğidir anarşizm. Belki tüm insanlık tarihi boyunca insanoğlunun en coşkun ve soylu isteklerini oluşturan bu duygular, yine bu tarih boyunca en az gerçekleşme imkanı bulan, en yoğun bir biçimde de hiçe sayılan duygular olmuştur. Bu toplumsal hareket yöntemi olarak ancak Fransız ve Rus devrimleri sürecinde ifade imkanı ve bağımsız konumlanma düzeyine ulaşan anarşizm ne yazık ki amaçladığı toplumsal devrimi gerçekleştiremedi. Anarşizmin özellikle batı toplumlarındaki teknolojik gelişmeler ve toplumsal yapılanmaların insanı hiçe sayacak ölçülerde-acımasız bir şekilde-kurumsallaşması, makineleşmesi insanların gitgide doğadan koparak belli üretimler ve işlevler adına programlanması olgusuna tepki olarak geliştiğini söyleyebiliriz,” diye bir açıklamada bulunur George Woodcock.

Bu açıklamada da görüldüğü üzere anarşizm her anlamda programlanmaya, etiketlenmeye, yaftalanmaya, sistem tarafından birtakım sömürü merkezlerinde görevlendirilmeye, doğa ve insan a tahakküm oluşturan her anlamda yoksayıcılığa bir redddir. Bilim, teknoloji ve bunları üretime yönelik eğitim ve sistemlerine açıkça tavır alır anarşizm. Kışlalara silahla doğada yaşamakta olan canlılar üzerinde tahakküm kurmak, savaşlara gitmek, insan esir almak, zorla çalıştırmak, sürgünlere göndermek, anarşizmin şiddetle karşı çıkıp reddettiği edimler listesinde yer alan sömürü ve baskı şiddet odaklarıdır.

Özellikle devlet ve reddi ekseninde şekillenen anarşist tavıra bir örnek de Kropotkinden. Kropotkin; Thomas Hobbes in devlet”i benzettiği Leviathanı bakın nasıl açıklar:

“Bir Leviathan başlatma hüneri dehanın işareti sayılacaktır. Bu hüner gerçekten bir dehaya mı yoksa zihinsel bir sakatlığa mı işaret eder acaba? Embesillerden başka kim doğa durumundan çıkıp da yapay bir solucan leşinin karnına girmek ister ki? Belirli bir anda sayısız insan topluluğunun her birinin de kendi insiyatifiyle bu ahmaklığa yenik düştüğü iddiası ne akla yatkındır ne de zarif, deha gerektiren şey canavarı uzak tutmaktır.”

Kropotkin özellikle karşılıklı yardımlaşma ve kolektif yaşamı öneren mutualist yaklaşımı ile açıkladığı şey canavarı herşeyimizden uzak tutmak, bu canavar devlet denen leviathandır. Herşeyi tüketen ve yutan canavar devletten uzak durmalı.!!

Bugünkü merkezi devletler var olduğu sürece evrensel barış imkansızdır. Yukarıdan otorite ve fetih hakkıyle örgütlenen bu zora dayalı birliklerin yıkıntıları üzerinde aşağıdan komünlerin eyaletler, eyaletlerin uluslar ve ulusların avrupa birleşik devletleri içinde özgür federasyonlar yoluyla örgütlenen özgür birliklerinin yükselebilmesi için, merkezi devletlerin yıkılmasını arzulamamız gerekir” der M.Bakunin.

Bakunin burada özellikle merkezi hiyerarşik ve savaş eksenli, sömürü eksenli devletin reddini açıkça ortaya koyarken aynı zamanda nasıl bir sosyal ve ekonomik ağ ile bir özyönetimin olabileceğinin de yapı taşlarını koymaktadır. Federatif komunal üretici ağlarından oluşan bu ilişkiler ağı ile ulusalı aşıp ulusaşırı bir kolektifizmin de gerekliliğinden sözetmekte.

Bakuninin bir benzeri açıklama da Fransız düşünür ve anarşist P.J.Proudhondan gelecektir. Proudhon aynı zamanda “mülkiyet hırsızlıktır” belirlemesi ile devletin de bir hırsızlık şebekesi olduğunun altını çizen insandır. Devlet Mükkiyet üzerinde kurumsallaşan bir hapishane malum, gardiyanları, idaresi, hiyerarşik baskı kurumlarından oluşmuş bu hapishanenin mülkiyet kısmını reddetmek aynı zamanda olanca kurumsallaşan sömürü odağının da reddini içerir.

Yasaların yerine sözleşmeleri koyacağız; çoğunluk oyuyla hatta oybirliğiyle kararlaştırılan yasalar olmayacak. Her yurttaş, her kent, her sanayi sendikası kendi yasalarını yapacak, politik güçlerin yerine ekonomik güçleri koyacağız...Sürekli orduların yerine sanayi birliklerini koyacağız. Polisin yerine çıkarların özdeşliğini koyacağız. Politik merkeziliğin yerine ekonomik merkeziliği koyacağız.”

Proudhonda da görülmektedir ki toplumsal dokuyu bir ağ olarak örgütleyerek hiyerarşisiz, yönetensiz ve üretici komünlerin özgür ve karşılıklı dayamışmasına dayalı bir özyönetimin kodlarını içermekte.

Kendisini Anarşist olarak deklere etmeyen Tolstoy”un devlete bakışına değinmeden geçemiyeceğim elbette ki;

Modern devlet yurttaşlarını sömürmeye, ama daha da önemlisi onların maneviyatlarını bozmaya yönelik bir komplodan başka bir şey değildir....herkes için zorunlu olmayan, ama insanı ileri götüren ve daha uyumlu bir gelecek vaat eden ahlaki ve dinsel yasaları anlıyorum; her zaman mutluluk getiren sanatın yasalarını anlıyorum. Ama politik yasalar bana öyle büyük yalanlar gibi görünüyor ki; aralarından birinin nasıl diğer birinden daha iyi ya da daha kötü olabileceğini anlayamıyorum... Bundan böyle hiçbir yerde hiçbir hükümete hizmet etmeyeceğim.”... ”Yalnız Rus hükümetini değil tüm hükümetleri zor kullanarak ve ceza görmeden en iğrenç suçları işlemeleri için, gelenek ve adetler tarafından kutsanmış, girift kurumlar olarak görüyorum. Toplumsal yaşamı iyileştirmek isteyenlerin, kötülüğü ve daha da önemlisi beyhudeliği günümğzde giderek belirginleşen ulusal hükümetlerden kurtulmaya çalışmaları gerektiğini düşünüyorum.”

Görüldüğü üzre, Tolstoy yönetmek ve hükümet olgusuna çok net bir şekilde tavır alarak bunların insan ve doğayı yok etmeye yönelik girişimler olduklarının altını çizmektedir. Dolaysı ile burdan hareketle devlet bir hükmetme olduğundan Tolstoyun devlet karşıtı bir düşünce taşıdığını ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Hükümeti reddeden devleti nasıl savunsun? Devletin kendisidir çünkü hükmetmek, tahakküm altına alarak yasalarla kuşatmak.!!!

Burda bir noktanın altını çizmek isterim doğrusu. Sümerde başlayan sömürü ve hiyerarşik kurumsallaşan devlet yapılanmaları, dinsel toplum mühendislikleri karşısında farklı inançlar konumlanmış, dinsel heterodoksiler kiliselere karşı kounumlanmış... bu uzun bir detay elbette. Ben sadece burada mezopotamyada yaşanan Kızılbaş alawilerin oluşturdukları özyönetime vurgu yapmak isterim. Anarşizmle birebir bir örtüşme var olduğundan dolayı. Cem denilen olay aslında bir toplumsal meclistir, özyönetimin merkezidir. Polis yok, devlet yok, yöneten yok, yargı orda, dağıtım orda, ihtiyaçların belirlenmesi orda, savaş ve barışın çözümü orda...

Bir diğer ayrıntıya dokunmak isterim mezopotamyada başgösteren kurumsallaşmış örgütlü yönetmek ve devlet anlayışına, tanrı anlayışına bir karşı konumlanma da Mazdekilikten gelecektir. Mazdeki anlayışta topraklar ve olanca yeralt yerüstü kaynakları herkesindir. Kimse bunların sahibi olamaz, kimse bunlara el koyamaz. Kadınlar evlilik adı altında erkeğin kölesi yapılmak istenmektedir.vs... Batı kökenli diye bildiğimiz anarşist karşı konumlanma anlayışı aslında hiç de batı kaynaklı değildir...

Buraya kadar kısaca ve detaylara girmeden anarşizm nerden kaynaklıdır, neden devlet ve kapitalizm karşıtıdır vs değinmeye çalıştım. Burdan ötesini bu akım ile Öcalan arasındaki ilintinin kısa da olsa detayına girmekte fayda görmekteyim.

ANARŞİZM VE ÖCALAN SALTANATÇILIĞI

Öcalan, Kürt halkının sömürge bir halk olduğu gerçeğinden yola çıkarak hiyerarşik bir örgütlenme ile 70 li yılların sol argumanları ile donanarak karşı bir çıkışla konumlanmıştır. Ortaya çıkarılan örgüt dokusu öz olarak Stalinci ve ben merkezci bir yapılanma olup, karşı çıkan, eleştirenlere karşı sert bir şekilde yönelmiş ve olanca muhalif kesimlere adeta savaş ilan edilmiştir. Yüzlerce karşıt görüşlü insan bu anlayışla infaz edilmiş ve örgüt Öcalanın tek kişi paradigmasına uygun hale getirilerek 98 deki Türkiye dönüşüne dek aynı anlayışla varlığını sürdürmüştür. Hiyerarşik ve lider merkezli bu minik devletsel doku; Öcalanın içeri alınması ile beraber içerden talimatlarla işlevsel kılınmaya çalışılmıştır.

Savunma metinlerinden itibaren Murray Bookchının komunalizm diye tanımladığı projelerini kullanma durumuna geçmiştir.

Murray Bookchının radikal demokrasi, doğrudan demokrasi ile yerelden başlanarak merkezi devlet otoritesinin kırılırak yerine daha özgür ve daha kolektif siyasal ve ekonomik ağların önerilmesi Öcalan tarafından farklı versiyonlandırılarak savunulmaya başlanmıştır. Bookchın merkezi herhangi bir otoritenin varlığına karşı çıkarken Öcalan merkezde kendisi ve hiyerarşik yapılanmış, silahlı donanımlı örgütü koyarak özgürlüğü seslendirmeye koyulur. Özgürlükçülük ve yerellerde doğrudan katılım Bookchın için kaçınılmaz iken bu anlayış Öcalan ve örgütü tarafından dayatma ve zor”a dayalı baskı ekseninde gelişerek devam etmiştir. Belediyecilik olarak ileri sürdüğü projede Bookchın halkın yaygın ve doğrudan katılımı ile kendi ekonomik, sosyal siyasal dokusunu oluşturmayı önerirken lider olgusunundan kurtulup kendi kendisini yöneten bir özyönetime vurgu yaparken Öcalan keza kendisini en tepeye alarak tarikat temelli bir baskı örgütü ile bu projeleri seslendirmiştir. Gerek belediye seçimlerinde gerekse genel seçimlerde merkezden dayatma ile seçimlere gidilmiş ve farklı düşünenlere karşı tavır alınarak adeta despotik bir dikta örgütü konumunu aşamayan öcalan ve örgütü ile anarşizm veya Bookchıncı komunalizm arasında taban tabana zıtlıklar alır başını gider. Sömürge bir halkın kendisini temsil etmesi sistem ve sistem kurumlarının reddini gerektirirken anarşist bakışta, Öcalan ve örgütü adeta sistem bayilikleri oluşturacak şekilde örgütlenerek merkezi devlet kurumsallaşması içerisinde konumlanmışlardır. Meclis ve seçimler tarih boyunca anarşistlerin karşı çıktıkları bir realite iken Öcalan ve örgütü için kaçınılmaz öncelikler arasında yer almıştır. Yönetmek ve yönetilmek anarşizmin kesinkes reddi iken Öcalan içerden talimatlarla toplumu yönlendirmiş,örgüt ise elindeki şiddetle baskı kurup şekillendirmiş ve yönlendirmiştir.

Gerek Anarşizmde gerekse de radikal demokrasi babında dillendirilen Bookchının özgürlükçü özyönetim projesinde asla ve asla hiyerarşik lider eksenli bir örgütlenme ve sistem kurumları içerisinde konumlanarak mücadele etme anlayışı ve geleneği sözkonusu olmamıştır. Ne Bookchında totaliter anlayışla örgütleyip yaşamı bir liderin emrine sunma sözkonusudur ne de genel olarak anarşizmin hiçbir savunusunda bu yer almamaktadır.

Ulusdevleti aşma fikrine gelince. Bu keza Bookchın tarafından dillendirilen merkezi devlet ve dahası Ulusdevlet olan tekçi ve farklılıkları yoksayıcı tahakkümü kırma girişimi olarak ele alınmış. Bu sebeple yerellerden başlanarak doğrudan katılımlı halk meclisleri önerilmiştir.

Öcalan “ben ulus devleti aştım” diyerek kendisini herşeyin tepesine koyup, arkasına da karargahtaki silahlı güçlerini alarak meydana çıkmakta, bu anarşizmden ziyade despotizmdir. Ne bookchında vardır böylesi bir totalitaristlik ne de anarşizm böylesi bir tekçiliği, kabul etmiştir. Anarşizm herşeyden önce bireyin özgür iradesini temel alır. ”İradem serokumdur” diyen analayışla anarşizmi örtüştürmek, aynı kefede değerlendirmek sakıncalıdır. Bookchın, halk meclislerine temsilciler geçici olarak seçilir ve gerektiğinde geri çağrılır. Bunu ileri sürerek meclise rantçılar gönderen öcalan ve örgütü ,sömürgeci devlet ideolojisini dinini yaşam felsefesini savunur duruma gelmişlerse bunda ne anarşizmin suçu vardır ne de Bookchının.

Öcalan açık ve net bir şekilde bir saltanat kurmak istemektedir. Bu saltanatanı kurarken de en keskin kavramlar ve düşüncelerin gölgesine sığınarak yapmaya kalkışmakta. Özgürlük demiştir. Kendi yoldaşları başta olmak üzere tüm farklı düşünen kesimlere yönelerek tahrip etmiş ve çoğunu yok ettirmiştir. Demokrasi demiş. Demokratik tek konumlanma sözkonusu değildir. Kendisi devletle istediği şekilde pazarlık yapmaya kalkışmaktadır. Doğrudan katılım yüzyüze demokrasiden taviz vermeyen Komunalist Bookchın ile bu anlayış arasında nasıl bir bağ kurulabilir ki?

Yasal siyasal yapılanması olan BDP demokrasıyı en çok kullanan kesim olmasına rağmen bakın meclise gidecek kesimleri dahi yerellerde halka seçtirmemiştir. Kendisi merkezden belirlemiş ve o şekilde göndermiştir. Bunca şaibeli bir doku ve anarşizm kabul edilemez.

Öcalan ve örgütü en son şu açıklamayı yapmışlardır. Kürdistan kurulursa desteklemeyiz çünkü “biz ulus devleti aştık”... Bu anarşistlerin savunacakları bir saçmalık değildir. Bu saçmalığı hiçkimse hiçbir anarşist düşünür veya kolektife mal edemez. Bu sadece Öcalanın saltanatçı anlayışının ürünüdür. Kürdistan kurulacaksa, herşeyden önce anarşistlerin görevi sömürge olarak ezilen halkın davasına destek sunmaktır. Gerisi o halkın kendi sorundur. Nasıl bir ekonomi, nasıl bir siyasal doku öngörürler kendileri buna karar vermeliler.

Devlet-ulusdevlet reddi olan anarşizm özgürlüğün savunucusudur. Mutlak özgürlük sömürge halkların, toplumların, cinslerin, grupların, kolektiflerin var olan olanca tahakkümleri reddederek kendi özgür iradeleri temelinde oluşturacakları özyönetimlerini savunur ve destekler. Özyömetim farklıdır. lider eksenli bir kastın yönetimi farklıdır. Öcalan ve örgütünün oluşturdukları kast sistemli sömürünün hiçbir boyutu anarşizmle örtüşmemekte ve asla ortak tek paydaları sözkonusu değildir. Sistem karşıtı değildir. Devleti kabul ediyor ve onunla ortaklık kuruyor, despotizmi reddetmiyor çünkü kendileri despotik konumdalar. Dolaysı ile anarşizm özgürlükçü konum ve duruşu ile bu saçma anlayışlarla özdeşleştirilemez.

Son verirken yazıma; 1 mayıs 1886 da Özgürlük şiarı ile meydanlarda devlet ve sermayenin üzerine yürüyerek ezilenlerin sesi ve soluğu olmayı canlarını vererek başaran Anarşistleri saygı ile anıyorum.

Cesim T

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.