Teslimiyetin Gölgesinde Newroz,
Newroz, doğada ve toplumda bir bahar coşkusudur. Kışın karanlık, soğuk ve karlı günlerinin son bulmasıyla baharın açması, aydınlık, güneşli günlerin derin uykusundaki doğayı yeniden canlandırmasıdır. Toplumunsa zorbalığa, zulme, sömürgeciliğe, esarete başkaldırısıdır Newroz.
Kürdler, Newroz’u Önasya’daki diğer halklardan farklı anlamlandırır ve farklı kutlarlar. Sömürgecilerin korkulu rüyası, biz Kürdlerin sömürgeciliğe karşı isyan günüdür. Kürdistan’da Newroz, isyanlar, dağlarda yanan ateşler, şehir varoşlarında, sokaklarda kadın, çocuk, genç,yaşlı demeden serhıldanlar ve raperinlerle kutlanır. Dolayısıyla her Newroz Kürdistan tarihinde yeni bir dönemeçtir aslında.
2013 yılının Newroz’unda da yine bir dönemeci, PKK ve BDP’lilerin ağzından düşmeyen bir deyimle “tarihi bir süreci” yaşıyoruz. Ama bana sorarsanız ne yazik ki, ”İmralı süreci” (Bu Öcalan’ı çağrıştıdığı için vazgeçildi), “çözüm süreci” vs. denilen sürecin gölgesi Newroz’un üzerine gelecekteki fırtınayı hatırlatırcasına karanlık bir bulut gibi çöktü.
Bir açıdan bakarsanız doğru, bence de “tarihi bir süreci” yaşıyoruz. Diyarbakır’da hiç bir zaman görülmemiş bir kitleyle, milyonların katıldığı Newroz’da bütün dünya Kürdlerin görkemli mitingine tanık oldu. Hiç bir halk davasına bu düzeyde sahip çıkmamıştı. Kürdler bir kez daha hakları için meydana indiler. Onların tek isteği her millet gibi kendi geleceğini belirlemek, kaderi üzerinde söz sahibi olabilmekti. Bu isteminden daha doğal bir şey olabilir mi?. Ama gel gör ki, halka öncülük eden“önderlik” diye sunulan şahsiyet, bu istemi hiç dile getirmedi. Meydanlara gönderilen, Kürdlerin özlemle, Türk ekabir takımınsa hararetle beklediği bu ses kendi sesi değil, sömürgecinin sesiydi. Kürdistan’ın hem geçmişini hem de geleceğini karartıyordu. Ortadoğu’dan Ortaasya’ya uzanıyor ve nihayet “Büyük Türkiye” istiyordu.
“Sömürgeci efendiler” Kürdistan halkına kendi düşüncelerinin (Başbakan Erdoğan ile Öcalan’ın vizyonu aynı değerlendirmeleri dikkat çekici) empoze edilmesinden son derece memnun kaldılar, ancak Türk bayrağının olmaması buruk bir sevinç bıraktı. Tabii ki en üst kademeden bunu ifade ettiklerinde BDP’lilerde bir telaş başladı. Yine sürece ters bir davranış ortaya çıkmıştı(!) Bunu telafi etmek için birbirleriyle çelişen demeçler peşpeşe geldi.
Abdullah Öcalan’ı bu söyledikleriyle nasıl değerlendirmek gerekiyor? 14 yıldır cezaevinde tek başına tek kişilik hücrede, insani meziyetlerden yoksun zalim bir düşmanın elinde olan biri hakkında insan hiç bir şey demek istemiyor, ayrıca ahlaki de bulmuyor. İnsan hali korkabilir, teslim olabilir, yanlış bilgilendirilebilir, nihayetinde her şey olabilir. (Ne kadar insanın devrimci iken itirafçı olup “faili meçhul” cinayetlerde kullanıldığı gözönüne getirildiğinde teslimiyetin dipsiz bir kuyu olduğu daha iyi anlaşılır.) Yine de bütün bir milletin kaderini bir kişiye bağlamak ve bırakmak; bir kişinin doğru ve yanlışıyla açıklamak ne kadar doğru.
Ancak bu kişi bir milletin kaderini kendi eline alıyorsa işte o, kaderiyle oynanılan insanlara ister istemez söz hakkı doğar. Dahası o kişinin, onbinlerce insanın kendini feda ettiği bir davada her şeyi kendine bağlamasını nasıl yorumlamak gerekiyor? Rolü büyük olabilir, küçük olabilir; ama şu cümle ile bütün PKK kadrolarını sıfırlıyor. “...bireysel isyanımla başlayan bu mücadele...” onbinlerce şehidi, dağda, zindanda, kitle hareketinde, pasif veya aktif mücadelenin şu veya bu boyutunda direneni hiçe sayması yenilir yutulur bir iddia değil. PKK “resmi ideoloji”sinden farklı bir ifade kullanma gafletinde bulunan insanları “objektif” veya “subjektif” ajan diyerek kurşuna dizdiren bu adam, şimdi hangi kategoride yer alıyor, onu bilemem. Ama asıl problem PKK’nin onu başkan görüp “ilahi” bir güç katına çıkarması, her kararına ve buyruğuna boyun eğerek, itaat etmesi. Bu okunan mesaj Öcalan’ın olabilir ya da dikte ettirilmiştir; ancak PKK’nin emir kulu olarak buna biat etmesi, kendi mezarını kendi eliyle kazması demektir. Diğer bir deyişle Kürdistan halkının bu tarihsel dönem için yaptığı büyük fedakarlık berhava edilmiş olacaktır.
PKK’nin Öcalan’ın dediklerini yapmaması için Öcalan’ın daha ne demesi gerekiyor? Öcalan yakalanır yakalanmaz TC’ye “Hizmetinizdeyim!” dememiş miydi? Bunun ardından gerillaların kafileler halinde teslim olmasını istemedi mi? Planı tutmadı. “Ülke dışına çıkın!” dedi. Bu çıkışta gerillanin ateş etmesini yasaklardan düşman ateşiyle (söylenen rakamlara göre) 500 ‘den fazla gerilla imha edildi. Bunun hesabı soruldu mu?
O da yetmedi, strateji değişikliği yaptı. İmralı Günlüğü’nde bu strateji değişikliğinin PKK’lılara adım adım nasıl kabul ettirildiği anlatılıyor. Kürdistan isminden dahi vazgeçildi. Hatta Kürdistan ülke gerçeği inkarına kadar gidildi. Devamında dağdaki kamplardan ve Avrupa’dan kafileler halinde teslim olmaya gidildi. Ama TC, düşman olarak çok amansız. Gelenleri zindana tıktı. Sadece gelecekte ne yapacaklarını değil geçmişte yaptıklarının da hesabını soruyordu. Dolayısıyla geridekilerin teslim olma koşulları ortadan kalktı.
Şimdi de Öcalan sömürgeci TC’nin bölgede emperyalist amaçları doğrultusunda daha da büyümesini istiyor, adeta Kürdistan’ın diğer parçalarını peşkeş çekiyor. Halkımızın beynini yıkamak için yalanlardan ibaret resmi Türk tarih kurgusunu tekrarlamakla kalmıyor, Türklerin kanlı tarihine, katliam kurbanı mazlum Kürdleri ortak ediyor.
Kürdlerin üzerindeki sömürgeci sistem parçalanıyor. TC, kontrolden çıkan Irak ve Suriye ile muhtemelen gelecekteki İran parçalarını tekrar kendi kontrolü altına alma sömürgeci sistemi devam ettirmek amacındadır. Bu amacı doğrultusunda Güney’de son zamanlarda gelişen siyasi ve ekonomik hegemonyası düşündürücüdür.
Şunu kabul edelim; TC, Kürdlerin tarihinde gelmiş geçmiş en büyük düşmandır.TC ile ortak yaşam olmaz. Tüm Kürdler bunu hiç bir zaman akıldan çıkarmamalı. Ancak bu şekilde tüm istismar ve saldırılara , gölgelemelere rağmen Kürdistan halkının görkemli Newroz ateşi ışıldamaya devam edecektir.
Bawer Zirek