Ezilen, bağımlı, sömürge ulusların kurtuluşunda ve özgürleşmesinde, “silahlı mücadelenin meşru olup-olmadığı”, “silahlı mücadelenin miadını doldurup-doldurmadığı” özellikle soğuk savaş sonrasında tartışılan konulardır. Bu temel konular yanında, Türkiye, Kuzey Kürdistan ve PKK somutunda da, bu konularla birlikte “Öcalan ve PKK elitinin silahlı mücadeleyi bırakıp-bırakmayacağı” konuları da son yılların en çok tartışılan konusudur. Ben de bu tartışmalara yoğunlukla katılan Kürt siyasetçilerinden biriyim.
Bundan önceki yazımda, “PKK silah mücadeleyi neden bırak(a)maz ve ne istiyor?” konulu bir yazı yazdım.
Bu yazıya büyük tepkiler oldu. Öcalan ve PKK’nın ileri sürdüğü görüşlerinde samimi oldukları ifade edildi. Oysa, bu tartışmanın üzerinden uzun bir zaman geçmeden, Öcalan avukatlarıyla yaptığı görüşmede, birçok konu ile ilgili açıklamalar yaparken, Osman Baydemir’in HABER TÜRK Televizyonunda Türk gazetecilerine verdiği cevaplarda “silahlı mücadele miadını doldurmuştur” açıklamasına karşılık da görüş dile getirdi.
Öcalan dile getirdiği görüşleriyle, benim dile getirdiğim görüşleri doğruluyor. Böylece de “takke düşüp, kel görünüyor”.
Yazımda, okuyucularıma hatırlatma bağlamında, PKK’nın neden silah bırakmayacağıyla ilgili yazdıklarımı, özetlemeyi yararlı görüyorum. Özetle şöyle diyordum.
1- Devlet, PKK ile Kürt ulusal hareketine yönelik projelerini gerçekleştirirken, aynı zaman da bunun silahlı zorba bir güç, silahlı eylem stratejisi ile mümkün olacağını tasarlamış, planmış ve hayata geçirmeye başlamıştır. Gelinen aşamada Kürt Hareketi ve Kürt ulusal bilinci, bütün bu tehlikeli projeler ve yapılanlara rağmen, önemli bir yere gelip dayanmıştır. Bu gelişmenin yöneleceği yer, bütün milletler için olduğu gibi, Kürtlerin kendi ülkelerinde iktidar sahibi olmaları, kendi kendilerini yönetmeyi istemleri, egemenlik haklarını ele geçirmeleri isteğidir. Bunun engellenmesi için, devletin yapacağı çok işler var. Bu nedenle, devlet iktidarının, PKK’nın silah bırakması düşünülemez.
2- Bu çok önemli ve stratejik sorunun yanı başında, başka bir gerçek durmaktadır. O da silahlı olmanın PKK ve yönetici elitinin varlık şartı haline gelmiş olmasıdır. Bu konuyla ilgili iki önemli hayati boyut vardır. Bu boyutlardan biri, PKK silahla var oldu ve silahla varlığını sürdürebilir. PKK silahtan arındığı zaman, yok olmayla karşı-karşıya kalacaktır. Ayrıca PKK’nın silahlı yapısı, elit adına bir kontrol sistemi yaratmış durumdadır. PKK’nın silahlı yapısının son bulması halinde, legal siyasi ve sivil örgütlenmelerini, basın organlarını, milyarlarla ifade edilen mali yapısını, güttüğü birçok nitelikli unsuru kontrol etmeleri ve onları hareket ettirmeleri olanaklı değildir. İkinci boyut, Öcalan’ın ve elitinin kendi kişisel çıkarları ve kendilerini korumaları, silahla bütünleşmiştir.
3- Üzerinde atlanmaması gereken başka bir olgu da var. Öcalan’ın kişisel despotik, zorba, intikamcı, insanı sevmeyen, cezalandırıcı özelliğinin silahlı zorba güçler ve statü ile bütünleşmiş olmasıdır. PKK’nın silahtan arınması halinde, PKK gibi bir örgüt var olsa, Öcalan da tekrardan o örgütün başından olsa bile, bu Öcalan’ı tatmin etmeyecek, onun despotik, kirli hesaplarının gerçekleşmesini sağlayamayacaktır. Bu nedenle de olsa Öcalan ve eliti, her zaman silahın kendi ellerinin altında olmasını psiko-sosyolojik bir gerçeklik olarak da istemektedirler.
4- Yığınlarca Kürt, Kürdistan’ın bağımsızlığı, devlet olması, özgürleşme, Kürdistan’a sahip olma, sömürgeci sistemin son bulması için mücadeleye katıldılar, hayatlarını ortaya koydular. PKK ve elitinin silahlı mücadeleden vazgeçmesinin, bu ideallerin son bulması anlamına geldiğini düşünen büyük bir kitle var. Bu kitle, silahtan vazgeçmek istemeyeceği gibi, bu çizgiden yeniden yapılanma çabası içinde olacak. Öcalan ve eliti, devlet iktidarı bundan korktuğu için de, bu gelişmeye karşı tedbir olsun diye kolay-kolay silahlardan vazgeçmeyecekler.
5- PKK’de gerilla olan Güney-Batı Kürdistan, Doğu Kürdistan Kürtlerin varlığı da silahlı mücadelenin son bulmasına, PKK’nın silahlara veda etmesine büyük engeldir. Silahların son bulması demek, onlar açısından, Büyük Kürdistan hayalinin son bulması olacaktır. Özellikle de Suriye’nin de “kendi” Kürdistan’ındaki ulusal hareketi tasfiye etmek için Kürt gençlerini PKK’ya yöneltmesi, onlar için daha büyük felaket gibi görülmektedir. Bu nedenle de olsa, PKK’nın silahlara veda etmesi olanaklı görünmüyor.
*****
Öcalan, avukat görüşmesinde, Osman Baydemir’i daha önceki satırlarda da belirttiğim gibi, hem aşağılıyor, hem küçümsüyor ve hem de horluyor. Öcalan, “Osman Baydemir’in silahlı mücadelenin miadının doldurduğuyla” ilgili açıklama yapısının hem hakkının olmadığını ve hem de bunun onun işi olmadığını ifade ediyor. Bu konuya, Kandil’in bile karar veremeyeceğini ileri sürerek, PKK’da silahlı mücadelenin son bulup bulmayacağına kendisinin karar vereceğine işaret ederek, aslında kendisinin değil bizce malûm ve açık olan başka güç odaklarının karar vereceğinin altını bir kez daha çiziyor. Bu güç odaklarının da derin devlet güçleri olduğu aşikar hale gelmiş durumda.
Öcalan bu açıklamalarında, Osman Baydemir’in bile silahlı güçler sayesinde belediye başkanı olduğunu ve belediye başkanlığını bu silahlı güçler sayesinde sürdürdüğünü ifade ederek, daha önemli bir baklayı da ağzında atıyor. Silahlı güçler olmadan kendisinin de ciddiye alınmayacağını, hayatını garanti altına alamayacağını da açıklamış oluyor.
Bütün bu açıklamalar, silahlı mücadele dönemi son bulmuş olsa da, silahlı mücadelenin koşulları olmazsa da, Öcalan’ın ve onu güden güçlerin silahlı güçlerin devam etmesinde direneceğini, silahlı güçlere veda etmeyeceğini ortaya koyuyor.
Bunun yanında Öcalan da, 1993 yılından bu yana “silahlı mücadele dönemi bitti” ve silahlı mücadeleyi bırakacağım demesine rağmen, Osman Baydemir’in bu görüşü dile getirmesine büyük tepki duymasının normal bir durum olmadığı ortada. Aynı şeyler söylenmesine rağmen, Öcalan öfkeli ve kızgın. Bu da başka bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Bu gerçek de, Öcalan’ın, Baydemir’in lider kişiliğinin bir adım ondan öne çıkmasına, halk içinde olan sevgisine olan öfkesi olduğu tartışmasız.
Öcalan’ın otoriter ve faşist zihniyetinden dolayı, kendi dışında lider tanımadığı ve tanımayacağının da somut bir kanıtı. Aynı zamanda, liderlere oynayanlara da hayat hakkı tanımayacağının da bir işareti.
Ayrıca Öcalan’ın bu açılması, şekli demokrasi ile de olsa halkın seçtiği Osman Baydemir’i horlaması ve küçümsemesi, halka olan saygısızlığının ve inançsızlığının, demokrasiye olan karşıtlığının da bir ifadesidir.
En önemlisi de, Öcalan’ın ne söylediğini bilmemesinin, her gün can havliyle yeni bir “keşif” peşinde koştuğunun, işine gelir açıklamalar yaptığının, tutarsızlığının, şahsi çıkarlar için hareket ettiğinin, somut bir delilidir.
*****
Öcalan’ın yaptığı açıklamalar ve dile getirdiği görüşleriyle, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’i küçümsediği, horladığı, bir şeyden saymadığı, kamuoyunun ortak bir görüşü halindedir.
Bu nedenle, Osman Baydemir’in Öcalan’ın görüşlerine karşı ne söyleyeceği, ne açıklamalarda bulanacağı kamuoyu açısından önem kazandı. Bu nedenle, basın da işin peşine düştü. Osman Baydemir’e sorulan bütün sorulara karşılık, Osman Baydemir suskun kaldı.
Osman Baydemir’in suskunluğu çok anlamlı bir suskun. Ayrıca çok hayati gerçekleri gün yüzüne çıkaran bir tutumu ifade etmektedir.
Osman Baydemir, Öcalan’ın hakaretlerine, horlamasına, küçümsemesine sesiz kalmakla, Kürtlerin, Diyarbakır halkının belediye başkanı olmadığını, Öcalan’ın belediye başkanı olduğunu ortaya koydu.
Baydemir bu tutumuyla, aynı zamanda, halka karşı saygısızlığını, demokrasiye olan inançsızlığını, kişisel çıkarlar peşinde koştuğunu, gelecek dönemdeki belediye başkanlığı kaygısıyla hareket ettiğini de ortaya koydu.
Osman Baydemir’in bu tutumunun, seçmenlerini üzmüş olması gerekir. Seçmenlerinin gelecek günlerde kendisine hesap sorma hakkını kullanması için harekete geçmesi; kendine layık ve demokrasiye uygun gelişmelere ön ayak olması gerekir.
*****
Diyarbakır özel yetkili mahkemesinde devam eden KCK Davası’nın en çok dikkat çeken; dünya, Türkiye ve Kürt kamuoyuna mal olan gelişmesi, yargılananların Kürtçe savunma talepleri ve bu talep de ısrarlı görünmeleri.
KCK Davasındaki Kürtçe savunma talebi, Türkiye’de, devletin çıkarları ve Kürtleri yeniden kazanma kaygısıyla da olsa, umut edilmeyen şoven kesimlerden, Türk siyasetçi ve aydınlarından bile destek kazamıış durumda.
KCK’nın Kürtçe savunması, bir “Kürt Milli Davası”na dönüşme istidadı gösteriyor. Bu nedenle, Kürtçe savunma talebi Kürtlerin çoğunluğu tarafından sempatiyle karşılanıyor ve destek görüyor.
Öcalan’ın da bu konuda somut bir tavır sahibi olması gerekirdi. Doğal olarak BTP’liler ve KCK yargılananları, Öcalan’dan somut olumlu ve güçlü bir destek bekliyorlardı.
Öyle olmadı. Öcalan, Kürtçe savunma talebine destek vermedi. Kürtçe savunma için, “Kürtçe savunma yapılsın da demiyorum, yapılmasın da demiyorum” dedi.
Öcalan’ı tanıyan ve onun yapısal özelliklerini yıllardır analiz eden biri olarak, Öcalan’ın bu sözlerini, “Kürtçe savunma yapılmasın” şeklinde okuyor ve saptıyorum.
KCK Davası üzerine Kürtçe yazdığım bir yazıda, KCK’lıların mahkemedeki tavırlarının, Öcalan’ın yargılaması sırasındaki tavrında daha ileri ve Kürt olduğunu, yazdım.
Öcalan’ın son açıklamaları, benim görüşlerimi bir kere daha doğruladı.
Tüm Kürtlerin bu gerçeklere gözlerini açmaları gerekir.
Amed, 22. 11. 2010