İsmail Beşikçi‘nin yazısını ben de okudum. Yazısında her zaman yazılan yazıların dışında, insana işte böyle yazılır dedirten herhangi bir şey yok. Onlarca kürt aydın ve yazarı ya da akademisyeninin daha iyi yazılar yazdığı kanaatindeyim. Benim de bu yazımın yer aldığı Nasname Sitesinde Beşikçi‘nin yazısına yazılan yorumları okuyunca çok şaşırdım.
İsmail Beşikçi ve Kürt okuru
Ismail Beşikçi‘nin yazısını ben de okudum. Yazısında her zaman yazılan yazıların dışında, insana işte böyle yazılır dedirten herhangi bir şey yok. Onlarca kürt aydın ve yazarı ya da akademisyeninin daha iyi yazılar yazdığı kanaatindeyim. Benim de bu yazımın yer aldığı Nasname Sitesinde Beşikçi‘nin yazısına yazılan yorumları okuyunca çok şaşırdım. Çünkü yazısında işte bin yilda bir gelen "bilim adamı" dedirtecek herhangi bir içerik bulamadım. Tam tersi; herkese daha dogrusu Beşikçice "geri, düşünmekten yoksun, elinden tutulacak Kürtlere" akıl dağıtıp nasihat etmenin dışında, bilimsel olarak ifade edilebilecek aşağı yukarı hiç bir şey yok. Okuyup yazan, düşünce ve sosyal bilim dünyası ile ilgili, hatta bu konularda bazı ansiklopedik bilgilere sahip her kesin kaleme alabileceği ifadelerin dışında herhangi bir çarpıcı, çığır açıcı bir düşünce ifadesi göremedim. Beşikçi‘nin kürt okuru nezdinde bu kadar krediye sahip olması beni hayrete düşürmekte. Sanırsam bu durum kürt siyasi tarihi içerisinde ki şu olguyla ilgilidir. Kürt toplumu feodal köylü üretim ilişkilerinden geldiği ve bu ilişkiler içerisinde siyasal şekillenmesini gerçekleştirdiği için, siyasetle kurduğu ilişki ve siyasal davranışını da bu toplumsal ilişkiler belirler. Bu gibi geri kalmış toplumların siyasete yaklaşımları „dine yaklaşım“ gibidir.
Bu toplumlar için siyaset bir çeşit sivil dindir. Siyaset din gibi algılandığı için de bu din gibi algılanan siyasetin din adamları olmalı. Bu din adamları da genellikle bir efsane etrafında üretilip topluma kabul ettirilir ve kutsallaştırılır. Bu sivil dinin en kutsalı peygamber rolündeki önderdir. Diğer kutsallar da önderin en yakınında olan herkestir. Bu bir örgüt üyesi olabilirken, bir MK üyesi de olabilir ya da en kutsalın kutsadığı en sıradan adam olduğu gibi, bu en kutsalın yakınındaki bir gazeteci ya da akademisyen de olabilir. Bunların belki Beşikçi ile çok ilişkisi olmayabilir. Ancak Beşikçi de bugün elestirdiği başta PKK olmak üzere Kürt siyasi kesimleri tarafından Kürtlere kutsal Frantz Fanon a la turca diye dayatıldı. Kutsallık da sonsuzluk arzeder. Okuma yazma bilmeyen Kürtler bile bilim adamı derken ilk işaret ettikleri kişi Beşikçi hocaydı. Amacım Beşikçi‘nin bilim adamlığını sorgulamak değil. Tam tersine Kürt toplumunun kendi yazar ve çizerlerine karşı geliştirdiği kör algıdır. Kürtler dışardan oksanınca cok sevinirler. Dışardan eleştirilince de haksız da olsa eleştiri, emir almış gibi sorgusuz sualsiz kabul ederler. Ancak kendi içlerinden biri ağzıyla kuş da tutsa, en bilimsel yaklaşımları da sergilese Kürtler nezdindeki algısı bir sıfır bile etmez. Eleştirileri de artık siz düşünün. Derin işbirlikçiliğinden tutun da ajanlığına kadar yemiyeceği damga yoktur.
Bu bir kendine olan güvensizliğin dışavurumudur. Bunun ötesinde daha vahim bir durum söz konusudur. Yıllarca egemenleri tarafında aşagılanan, dışlanan, horlanan „garip gureba kürdün" kendisini aşağılamsı durumudur. Belki de hiçbir halk kendini Kürt halkı kadar değersizleştirme davranışına sahip değildir. Bu trajik durum sadece Kürtlerin egemenlerinin Kürtlere yaklaşımıyla açıklamak yetersiz kalır. Kürtleri özgürleştirme amacıyla yola çıkan Kürt siyasi örgütlenmeleri de Kürtlere bir halk olarak güvenipte ilişki kurmadılar. Onlarda egemenlerinin davranış örneklerini kullanarak kendi halkıyla benzer bir ilişki geliştirdiler.
Beşikçi hocanın yazısına dönersek yazısında bilimsellik payesi hakedecek herhangi bir analiz sözkonusu değildir.
Hoca Kürtlerin sözünü ettiğim sosyal psikolojik derinliklerini okuyabildiği ve kutsallık konumunda oldukça emin olduğu için kürtleri bir „en iyi bilen" paternalist bir edayla paylama sanatıdır; „siz bilmiyorsunuz, bu iş böyle yapılmaz böyle yapılır gibi“ kürt aydın ve yazarlarının düşünce ve eleştiri sınırlarını çizmek istiyor. Bu sosyolji bilimi olamaz. Beşikçi hocanın bu yaklaşımı olsa olsa sosyoloji bilimine konu olur. Bu yaklaşım aynı zamanda ince bir kürt aşağılamasınıda içinde barındırmaktadır. Kürdün Kürde karşı korunmaya ihtiyacı mı vardır? Sözünü ettiği diğer Kürt aydınlarının da sözcülüğüne soyunmak, onları yok saymak değilse nedir acaba?
Beşikçi hocanın kürt sorunu ile ilgili calışmaları kürtlerin iyiliği icin yapılmış calışmalar olarak algılanması sadece "garipliktir". Bir bilim adamının kaygısı bilim olur. Beşikçi hoca bilimsel uğraşısına Kürtleri konu alması ile olağanüstü bir iyilik yapmamıştır Kürtlere. Türk etnik kimliğine mensub bir akademisyen olarak Beşikçi’nin Kürt meselesi ile ilgilenmesinin bu kadar yüceltilmesi ve beklenmedik bir olay olarak değerlendirilmesinin açıklanacak sadece bir yönü olabilir. O da Kürtlerin Türklerden umudunu kesmesidir. Bunun dışında Beşikçi’nin bu yönlü calışmaları Türk etnik kimliğinin rehabilitasyonu için de önemli olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Tarihi soykırımlar ve etnik temizlik üzerine inşa edilen bir kimliğin mensubu bu kimlikte duyduğu rahatsızlığı ancak bununla uğraşarak ve karşı çıkarak, karşı çıkarkende kendi toplumunda insanlara yönelerek aşabilir ve toplumuyla barışık olmasa da sağlıklı bir ilişki geliştirebilir. Şimdi bir Kürt akademisyeni Darfur sorunuyla ilgilenince Darfurluların „pate’si" mi olması gerekiyor? Ya da bir Kürt aydını, uzağa gitmeyelim, Nasname‘de yazan Berzan Boti Ermeni, Süryani ve Alevi sorunlarıyla ilgilenince, Ermenilerin, Alevilerin ya da Süryanilerin ve Ezidilerin Boti‘ye minnet duyması mı lazım? Bence hayır. Herseye rağmen bu sorun ve sorunlar bir aydını, bir bilim adamını ilgilendiriyorsa ki ilgilendirmeli, bu onun kendi kişisel moral kaygısı olarak algılanmalı ve ilgilendiklerine hegamonyacı bir anlayışla müdahale hakkı dogurmamalı. Beşikçi hoca kendisini kürt özgürlük hareketlerinin bir senaristi olarak algılamasını bilimle ilişkilendiremedim.
Onun bilim kaygısı taşıyan düşünsel eyleminden dolayı ceza yatması elbetteki değer verilecek bir durumdur. Ancak hiç kimse kendi bilimsel, siyasal, düşünsel eylemlerinin cezai sonuçlarıyla bir toplumun eleştiri ve düşünsel davranışlarına ipotek koyamaz. Bu bir hegemonya kurma yöntemi ile eş anlamlıdır; "bedel ödedim" edebiyatının entellektüel alandaki versiyonudur . Beşikçi sözünü ettiği diğer Kürt yazarlarını tanıyorsa, Hasan Bildirici de tanıyordur. Ve diger Kürt yazarlar Hasan Bildirici‘ye verecek cevapları yoksa, ki sanmıyorum, ve bu aydınlarımızı Ismail Beşikçi koruma şemsiyesinin altına alıyorsa, ya bu onların yazar olarak yetkin olmadığı anlamını icerir ya da Beşikçi bunlara müsade etmiyordur, onların düşünsel yetilerine güvenmiyordur anlamına gelir.
Ben Hasan Bildirici‘nin Ermenilerle ilgili „ Tetikçi Atalarım“ yazısını okudum. Bu yazıda şımarıkça bir yön de bulmadım. Tam tersine, bir Kürt aydın ya da yazarın kendi toplumuna eleştirel yaklaşmasının bir sonucunu gördüm. Şayet bir toplum bir soykırıma bulasmışsa ve bu toplumun aydın ve düşünenleri buna ses çıkarmıyorsa asıl şımarıklık odur. Itiraz ettiğim diğer bir konu da, Kürt toplumunun düşünsel gelişiminin dışarıdan dizayn edilmesidir. Örneğin Bildiric‘inin babasının Türk olması ve annesinin aşiret kızı olmamasının Bildirici‘nin siyasal yönelimleri ile ne gibi bir ilgisi olabilir. Biz kürt aşiret sistemini mi olusturacağız yoksa kürtleri bunlardanda mı kurtaracağız.?
Diğer bir nokta da Beşikçi‘ nin Taraf gazetesini kürt toplumuna kabul ettirme çabasıdır. Taraf gazetesinin esamesi okunmazken Kürtler Orta Dogunun en sansürsüz gazetesini çıkardılar. Yazarından muhabir ve dağıtımcısına kadar onlarca basın emekçisi hayatlarını kaybettiler. Diğerleri de yıllarını zindanlarda geçirdiler. Gerçekleri yazmak Kürt gazete ve gazetecilerinin yaşamına mal olurken, çivisi dökülmüş sistemin yıkılışını ve demokratikleşmeyi Taraf’ın restorativ yaklaşımları ile açklamayı hayretle karşıladım doğrusu. Bu sistem zaten ömrünü doldurmuştu. Birtakım restorativ calışmalara başlamasaydı tümden yıkılacaktı. Bu yönüyle bir yazı yazıp ta hayatı alt üst derecesinde değişen bir kürt aydınının Taraf gazetesinin „sistem değiştiren büyüsünü" meraktan da olsa sorgulaması kaçınılmazdır. Ahmet Altan’ın bilipte Kürdün bilmediği ne var acaba?
Diğer bir itiraz konusuda Kürtlere yöneliktir; "bilge, bilim adamı, bedel edebiyatı" ve benzeri şeylerin arkasına saklanarak kişi ve kurumlara atfedilen kutsallıktan öte zincirlerimizin coğaltılmasıdır. Kutsallaştırılan kişi ve kurumlar bir toplumda tartışılmıyorsa o toplumun ilan edilmemiş bir totaliter mekanizmasi vardır ki, bu o toplum için çok büyük bir üzüntü kaynağı olmalıdır.
Kürt toplumunun bir bireyi olarak bu durumda oldukça büyük bir üzüntü duymaktayım. Düşünsel eylemimizde halen reşit değilsek ve halen bir „daha iyi bilene" ihtiyacimiz varsa, daha çoook ensemize tokat yer ve kulaklarimizdan çekiliriz.
Ne zaman ki Kürt, ağasının değil de kendi acısına ve aşkına şarkı söylerse, işte o zaman aydını da , yazarı da bilim adamıda "gariplik"ten kurtulup eksterm fırçalara maruz kalmayacaktır. Bunun adı da emansipasyondur, özgürlüktür.
Miro Havin
simdi tevbe tevbe vakit yok dedik-kim yapar bu provaksyonu?