Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk, Kosova´nın bağımsızlık kararının Uluslararası Avrupa Adalet Divanında meşru görülmesini değerlendirirken, Türk yazarlarının –bir kaç istisna hariç- geleneksel resmi kabulleri dışında görüş belirtti. Göktürk, kendisini “herhangi bir etnik ya da dini kimlik grubunun -bağımsız bir idarî birim kuracak kadar büyük olan bir bölge söz konusu ise- bağlı olduğu devletin hiç bir baskısına ya da ayrımcılığına uğramamış olsa bile, o devletten tek taraflı olarak ayrılma hakkına sahiptir” görüşüne yakin gördüğünü kaydetti. İşte Göktürk´ün "Artık hiçbir sınır güvende değil"başlıklı makalesinden bazı bölümler…
“Uluslararası Avrupa Adalet Divanı geçtiğimiz günlerde birçok ulus devlet yönetiminin yüreğini hoplatacak bir karar verdi. Birleşmiş Milletler'in en yüksek yargı organı Lahey Adalet Divanı, Kosova'nın 2008 yılında ilan ettiği tek taraflı bağımsızlık kararının 'meşru' olduğuna hükmetti. Kararın önemi, Lahey'deki mahkemenin 'coğrafi bir bölünme' konusunda aldığı 'ilk karar' olması... Dolayısıyla toprak bütünlüğünden emin olmayan birçok ulus devlet telaşa düştü: "Ya bizimkiler de ayrılmaya kalkarsa..." Peki nedir, ulus devlet sınırları içinde yaşayan bir grubun kendi devletini kurma talebinin vicdanlarda meşru hale geldiği nokta? Bu, teoride çok tartışılan bir mesele...Bazıları, "bir ülkede yönetimin seçimle el değiştirmesi imkânı olduğu sürece ayrılma talebi yeteri meşruiyete sahip değildir" gibi bir ölçü koyuyor. Yani o ülkede serbest seçimlerin yapılabildiği ölçüde bir demokrasi var olduğu sürece, ezilen azınlığın durumunu demokratik mücadele ile değiştirebilme imkânının da olduğunu varsayıyor, dolayısıyla ayrılmasına neden olmadığını iddia ediyorlar.
Buna karşılık ayrılmanın herhangi bir koşula bağlı olmayan, mutlak ve aslî bir hak olduğu görüşünde olanlar da var. Bunlar herhangi bir etnik ya da dini kimlik grubunun -bağımsız bir idarî birim kuracak kadar büyük olan bir bölge söz konusu ise- bağlı olduğu devletin hiç bir baskısına ya da ayrımcılığına uğramamış olsa bile, o devletten tek taraflı olarak ayrılma hakkına sahip olduğunu savunuyorlar. Zira bu görüşe göre "Devlet ancak varlığı yönetilenlerin rızasına dayandığı ölçüde meşrudur ve insanların kendi tercihlerinin eseri olan bir devlete sahip olmak istemeleri gayet doğaldır."
Doğrusu ben kendimi bu ikinci görüşe yakın görüyorum.
Bu ilişkiyi (biraz demode kaçacak ama) Lenin'in yaptığı benzetmeyle bir evlilik ilişkisine benzetiyorum. Ve tıpkı evlilik söz konusu olduğunda savunduğum gibi, aynı devlet çatısı altında yaşayan farklı unsurların birliğinin de ancak gönüllü bir ilişki ise yürüyebileceğine; aynen evlilikte olduğu gibi bu ilişkide de "boşanmak" için tek tarafın talebinin yeterli sayılması gerektiğine inanıyorum.
Şu bir gerçek ki, bugünkü devletlerin çoğunluğu gerçek anlamda rızaya dayanmıyor (baba zoruyla evlilik) ve mevcut sınırları da adil bir biçimde çizilmemiş. Bu yüzden, kimi devletlerin "gönüllü birliktelikler" halini alması için belki bazı ülkelerin biraz çalkalanması kaçınılmazdır.
Ama öte yandan, insanların bugünkü tercihlerini belirleyen şey genellikle geçmişte yapılmış haksızlıklar değil, bugün hayatlarından memnun olup olmadıklarıdır.
Dolayısıyla, bağlı olduğu devletin hiçbir baskısına uğramamış toplumsal kesimlerde -eğer çoğunluk iradesi özgür bir biçimde ölçülebilirse- kararın birlik yönünde çıkması neredeyse garantidir.
Özetle, Kimse Lahey'den çıkan karara bakıp tasalanmasın ya da umutlanmasın. Hayatından memnun olan kimse Lahey'den çıkan karara bakmaz. Hayatından memnun değilse de Lahey'den bu karar çıkmasa da ayrılmayı kafasından çıkartıp atamaz.”
Bugün Gazetesi
Rizgari`den akt: Cemsit Aliki