“DERİN (DENİLEN) DEVLET“ VE ERGENEKON BAHSİ...[*]
TEMEL DEMİRER
“Gecenin binlerce
gözü vardır.“[1]
Kapitalist devlet (= “demokrasi“) gerçeğinden soyutlanmaması gereken ve yoğun tartışmalara/ saflaşmalara yol açan “Derin (denilen) Devlet“, iddia edildiği kadar “derin“ olmak bir yana oldukça “yüzeysel“dir, gözler önünde ve karşımızdadır...
“Derin (denilen) Devlet“, egemen sınıfın “raison d'état“sıdır/ “hikmet-i hükümeti“dir...
Yani Susurluk, Şemdinli, Ergenekon'dur; ve tüm bunlar Fikret Başkaya'nın ifadesiyle “İstisna değil, kuraldır“!
Sınıflı sömürücü toplumsal yapının bir kaçınılmazlığı olarak “Derin (denilen) Devlet“in elbette bir tarihi vardır...
* * * * *
Hızla ve hatırlatarak ilerleyelim...
Nâzım Hikmet'in, “1921/ Kanunisani 28/ Karadeniz/ Burjuvazi/ Biz/ Onbeş kasap çengelinde sallanan/ Onbeş kesik baş/ Onbeş arkadaş/ Yoldaş/ Bunların sen isimlerini aklında tutma/ fakat/ 28 Kanunisaniyi unutma...“ dizeleriyle betimlenen Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz'de katli...
Oral Çalışlar'ın, “Bir ’özel harp' faaliyetiydi... Bir devlet tertibi“ydi diye nitelediği 6-7 Eylül 1955...
Bülent Ecevit'in 1973'te Başbakan olunca varlığını fark ettiği, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı başta olmak üzere, bir dizi katliam ve provokasyonun arkasındaki, MİT'le birlikte örgütleyici beyin olduğu konusunda çok güçlü karinelerin bulunduğu bir kuruluş...
Bu çerçevede yok denilen JİTEM... 1996 yılında Susurluk kazasının ardından Genelkurmay ’JİTEM diye bir şey yoktur' açıklamalarında bulunuyordu. Jandarma komutanları Meclis'e ifade vermek lütfunda bulunmuyorlardı. Şimdi kim ’JİTEM' yok diyebilir?
Deniz Kavukçuoğlu'na, “Türkiye'de halk arasında ’bu memlekette devletin haberdar olmadığı hiçbir şey yapılmaz' söylemiyle özetlenen yaygın bir kanı vardır. Nitekim bu yaygın kanının hiç de yersiz olmadığını Hrant Dink'in katlinden bu yana geçen iki yıl içinde karşılaştığımız somut örneklerde gördük. (...) Toplum, Ergenekon madem ki ’derin devlet'e yönelik, o hâlde bu cinayetin de o kapsamda ele alınması gerekmez mi, diye soruyor,“ dedirten Hrant Dink'in katili...
Bunların tümünün tarihsel temelleri (ve ekonomi-politiği) vardır...
* * * * *
Derin (denilen) Devlet“in yakın tarihinin miladı (elbette öncesiyle) 1908'dir..
Özü itibariyle 1908; “mutlakiyetçi/ otokratik Osmanlı“ egemenliğine karşı bir “devrim“ olmaktan ötede, onu parçalanmaktan kurtarmayı/ ihya etmeyi amaçlayan egemen milliyetçilik hummasıydı ki, bunun ne demek olduğunu İttihat ve Terakki'nin Ege'deki Rum ve Ermeni konusundaki icraatlarıyla gördük, yaşadık...
1908 ile tarihin sahnesindeki başat rolünü üstlenen İttihat ve Terakki geleneği, “Türkleştirme“ amaçlarını 6-7 Eylül'e dek “kusursuzca“ taşıyan (ve elbette Kemalizmi de kapsayan) icraattır...
Pan-Türkist özellikler taşıyan İttihat ve Terakki irrasyonalizmi, Kemalizm ile Anadolu (“Türkiye“) Türkçülüğüne rücu ederek sürdürülürken; Kemalist Cumhuriyeti'nin ilk Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, 18 Eylül 1930 tarihli ’Anadolu Gazetesi'nde bakın ne diye haykırmaktadır:
“Türk'ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir...“
“Kemalizm, otoriter bir demokrasidir; bir tarafta halk vardır diğer tarafta şef.. Gerek nasyonal sosyalizm gerekse faşizm, Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey değildir...“
“Öz Türk olmayanların, Türk vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi köle olmaktır...“
* * * * *
Dört yanı sarmış resmi ideolojik Türkçülük, Kemalizm'i, kurucu irade (ve resmi ideoloji) olarak, özel “koruma“ altında tutar...
Ve nihayet “Kemalizm, işçi sınıfının siyasi düşmanıdır, Kemalizm işçi sınıfının siyasi düşmanlarının siyaset alanını oluşturur.“[2]
* * * * *
“İşçi sınıfına, Kürtleri ve Müslümanları da eklemek gerekir!“ kaydını da düşmeyi ihmal etmeden ekleyelim: Derin milliyetçiliğin “Derin (denilen) Devlet“i, sermayeyi Türkleştirme aygıtı olarak, “son Türk devletinin bekası“ için örgütlenmiş -zora dayalı- militarist bir saldırganlıktır!
Geçerken anımsatayım: Murat Belge'nin ifadesiyle, “Türk ulusal anlatısı militarist bir kurgudur“!
Çünkü militer temeller üzerinde yükselen “Türkiye'deki milliyetçilik toplumun tüm katmanlarını birbirine bağlıyor.“[3]
* * * * *
Resmi ideoloji ve milli güvenlik devleti ile payandalanmış “Derin (denilen) Devlet“, anti-komünist, anti-Kürt örgütlenme olması yanında rejimin ırkçı damarından beslenir...
MHP ya da BBP deyip geçmeyin; kesinlikle de (abartmayın ve) küçümsemeyin...
Onlar, rejimin sadık para-militer (sokak) örgütlenmeleridir; bukalemuna benzerler ve her an her yerde karşımıza dikilebilirler:
Özetle onlar değişmedi; başkalaşsalar da değişemezler...
* * * * *
İttihat ve Terakki'den Kemalizm'e; Topal Osman'dan 6-7 Eylül milliyetçiliğine; Kontrgerilla'dan Seferberlik Tetkik Dairesi'ne; DAL'dan JİTEM'e; Susurluk'tan Şemdinli'ye ya da zikredemediğiz ötekilere kadar “Derin (denilen) Devlet“i Ergenekon'a “eşitlemek“ ve böylelikle de “tasfiye“ edileceğini düşünmek/ “iddia etmek“; kendini AKP'ye endekslemiş AB liberalliğinden başka bir değildir; olamaz da!
Bir “tasfiye“ değil, yeniden düzenlemedir söz konusu olan!
“AKP'nin yapmaya çalıştığı şeyin bir tasfiyeden çok “yeniden düzenleme“ olduğu açıktır. Bir yandan Cumhuriyet tarihinin en önemli davası olduğu söylenip paşalar, yüksek bürokratlar tutuklanırken, öte yandan hiçbir toplumsal, kitlesel eylemlilik görülmüyor. Bunca zamandır devletin çekirdeği olduğu söylenen bir örgütün böyle tasfiye edilmesi mümkün mü? (...) ’Solcu' ve ’İslâmcı' liderlerin göze alamadığını ’neo-liberal' Erdoğan mı göze alıyor? Kendilerine ’liberal' diyen kimi yazarların anlattığı hikâye bu. Ama inanmak biraz zor...“[4]
* * * * *
Öne çıkarılan magazinel “aktüalite“yi bir kenara bırakıp; “Ergenekon nedir, ne değildir?“ sorusuna gelecek olursak...
Ergenekon davasını anlamak, AKP'yi iktidar yapan süreci anlamaktan geçiyor; bu bir...
İkincisi de şu: Birkaç kontrgerilla eskisini yargılamak; tüm kurumlarıyla devleti demokratikleştirmez...
“Neden“ mi?
“Bir tarafta devlet ya da hükümet var, öbür tarafta da Ergenekon örgütü var ve bunlar birbirleriyle çatışıyor' gibi bir liberal algı ne kadar doğru?“ sorusunu yanıtlayan Mustafa Kemal Coşkun'un ifade ettiği gibi gayet basit:
“1. Ergenekon denen organizasyon, gösterilmek istendiği gibi ’memleketin gidişatından endişelenen' üç beş emniyet ya da ordu mensubunun kurmuş olduğu bir suç organizasyonu/çete filan değildir. Ergenekon 1980 öncesi devrimci sosyalist harekete, 1980 sonrası ise Kürt hareketine karşı mücadele eden, bir tür kontrgerilla örgütü, bizzat ’devlet' eliyle oluşturulmuş bir ’derin devlet' organizasyonundan başka bir şey değildir...
2. Ne var ki artık Ergenekon tipi bir derin devlet örgütüne ihtiyaç kalmadı ve bu nedenle de yine devlet tarafından tasfiye ediliyor. Ve bu tasfiye sürecinde hükümet, TSK, MİT gibi devlet kurumları ve bürokratlar işbirliği içindedir. Şöyle ki, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası azgelişmiş ülkelere önerilen ’ulusal kalkınmacılık' politikası döneminde devletin resmi ideolojisi olan Kemalizm oldukça önemli bir işlev gördü. Ancak 1980 sonrasında ’ulusal kalkınmacılık' ideolojisinin çöküşü ve küreselleşme sürecinin yansıması olarak ortaya çıkan ’dışa açılma', ’demokratikleşme', ’yerelleşme' politikalarıyla birlikte artık bu ideoloji etkisiz/yetersiz/gereksiz kaldı. Yani bu operasyondan anlaşılması gereken şudur ki, aslında devletin ideolojisi değişiyor. Kürt açılımı, Alevi açılımı ya da benzeri açılımlar Kemalizm ile değil de başka türden bir ideolojinin yerleşmesiyle gerçekleşebilir çünkü. Dolayısıyla Ergenekon gibi bir örgüt, egemen sınıfların şu anki çıkarları açısından artık işlevsizdir ve tam da bu nedenle tasfiye ediliyor.
3. Diğer taraftan bu tasfiyenin, birtakım sağ-muhafazakârlar ve her nasıl oluyorsa liberal solcuların düşündüğü gibi bir ’demokratikleşme' ile sonuçlanacağını söylemek, bilgisizlik değilse eğer en basitinden saflıktır, bütün bunlar değilse, o zaman insanları bile isteye yanlış yönlendirmekten başka bir şey değildir. Bunun en güzel örneklerini ise, zamanında ’devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir' diyerek açık açık derin devleti (yani Ergenekon'u) savunan Çiller'in o dönemlerde danışmanlığını yapmış olan ve şimdilerde ’demokratikleşme', ’hukukun korunması/üstünlüğü' gibi sözlerle Ergenekon örgütünü eleştiren Mümtazer Türköne veriyor.
Başka bir örnek, 1980 darbesi yapıldığında darbeye övgüler düzen, şimdilerde ise yılmaz bir demokrasi savunucusu olarak karşımıza çıkan Nazlı Ilıcak değil midir. Şimdiki Başbakan'ın daha önceden üyesi olduğu partinin lideri Susurluk kazasında ortaya çıkan ilişkilerin üzerine gidilmesini savunanlara ’gulu gulu dansı yapıyorlar' dememiş midir?...
Son olarak aydınlar ve sosyalistler açısından vurgulamak gerekir ki, bu ülkenin gerçekten demokratikleşmesi için üçüncü bir yola, yani emek mücadelesini genişleten ve ezilen diğer unsurların mücadelesini emek mücadelesiyle birleştiren, böylece de hükümetin hem emek düşmanı hem de aslında demokrasi karşıtı bir burjuva partisi olduğunu işçi ve emekçilere gösteren, bunlara alternatifler üreten bir politikaya ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, Ergenekon'un avukatı kesilmeye ya da AKP'yi demokrasi şampiyonu yapmaya hiç gerek yok. İki büyük gücün bu derece geliştiği bir yerde üçüncü bir taraf olarak ortaya çıkmak elbette ki zordur, ancak imkânsız değildir.“[5]
* * * * *
“Derin (denilen) Devlet“ bağlamında Ergenekon bir “son“ olmayacaktır; olamaz da!
Çünkü, “Derin (denilen) Devlet“ şahsında “Kontrgerillanın görevi kurulu düzeni korumaktır. Devletin çelik çekirdeğidir. Düzeni korumak adına silahlı ya da silahsız yapmadığı iş yoktur...
Bu operasyon kontrgerillanın start verdiği ve soruşturma için resmi mutabakat sağladığı bir operasyondur. Bir yere yazın! Bu düzende kontrgerilla soruşturur, fakat soruşturulamaz,“ der Mahmut Alınak haklı olarak; hiçbir şeyi abartmadan!
* * * * *
Dediklerimizi toparlarsak; “Derin (denilen) Devlet“ şahsında Ergenekon'u konuşurken; “ulusal sol“cu ve “taraf“lı/ “sivil toplumcu“ neo-liberal illüzyonlardan/ zırvalardan özellikle uzak durmak gerekir; bu bir...
İkincisi: “Derin (denilen) Devlet“, resmi ideoloji (tarih ve fiiliyat) yanında kapitalist devlet ve emperyalist ilişkiler ağıyla doğrudan ilintili geniş bir soru(n)dur; çözümü de “yıkım“la doğrudan ilişkilidir...
İyi de “Ya demokratikleşme...“ mi?
Ve nihayet üçüncüsü: “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farkı sonuçlar beklenmesidir,“ der Albert Einstein...
Arif'e tarif gerekir mi? Hele hele mesele kapitalist “Derin (denilen) Devlet“ olunca...
Anımsamak bile yeter!
“Derin (denilen) Devlet“, yakın geçmişimizden bu yana Mustafa Suphiler'i Karadeniz'de katledendir... 6-7 Eylül 1955'dir, 15-16 Haziran 1970'de işçilere saldırandır...
Derin (denilen) Devlet“; Kızıldere, 16 Mart 1978, Maraş ve 1 Mayıs 1977 katliamıdır...
Ya da 7 TİP'li öğrencinin katili; veya 12 Eylül karanlığıdır, Metris'tir, Mamak'tır, Diyarbekir Zindanıdır...
“Derin (denilen) Devlet“ yoksul Kürt köylüsüne dışkı yedirmenin, köyünü yakmanın adıdır; göçe zorlamadır; işkencedir, tacizdir, tecavüzdür; insanlık onuruna saldırıdır...
“Derin (denilen) Devlet“ açığa çıkarılamamış/çıkarılmamış binlerce faili meçhûlün failidir; Batman'da, Şırnak'ta, Hakkari'deki ölüm kuyularıdır...
Gazi Mahallesi katliamı, “Hayata Dönüş Operasyonu“, “1000 Operasyon“dur...
“Derin (denilen) Devlet“, aydınlara bilim insanlarına, gazetecilere, sendikacılara yönelik siyasi cinayetlerdir, Hizbullah'dır, Hrant Dink'in katilidir..
29 Ocak 2009 11:20:46, Ankara.
N O T L A R
[*] 31 Ocak 2009 tarihinde Dev-Lis'in Ankara'da düzenlediği “Devlet Ne Kadar Derin?“ başlıklı panelde yapılan konuşma... 15 Mart 2009 tarihinde Tüm İGD'nin Ankara'da düzenlediği “16 Mart Katliamı Anması“nda yapılan konuşma... 78'liler Girişimi'nin Ankara'da 25 Nisan 2009 tarihinde ’Ergenekonun Neresindeyiz?' başlığıyla düzenlediği panel-foruma gönderilen tebliğ... 17 Mayıs 2009 tarihinde Münih Barış Meclisi'nin (Almanya) düzenlediği toplantıda yapılan konuşma... Kaldıraç, No:104, Ekim 2009...
[1] W. Bourdillon.
[2] Tolga Ersoy, “Sol ve Resmi İdeoloji-5“, Sorun Polemik, No:33, Kasım 2008, s.52.
[3] Rainer Hermann, “Türk Milliyetçiliği Her Kılıfa Sığıyor“, Frankfurter Allgemeine, 5 Mayıs 2008.
[4] Seyfi Öngider, “Susurluk Kazaydı, Ergenekon Değil!“, Radikal İki, 25 Ocak 2009, s.1-4.
[5] Mustafa Kemal Coşkun, “Ergenekon, Devlettir“, Radikal İki, 18 Ocak 2009, s.1-4.