Beşikçi ve Ziya Gökalp
Hüseyin Turhallı
Tarih: 5 Aralık 2008 Cuma
Philipp'in oğlu Büyük İskender, Hindistan Seferine hazırlanırken Aristo yanına giderek “Ben de bu sefere katılmak istiyorum“ der. İskender gülerek “ Hocam! Biz seyri aleme değil, harbe gidiyoruz. Yol uzak ve sen de yaşlısın. Hindistan'a ulaşıncaya kadar kemiklerin yollarda erir“ demiş. Aristo bilgece bir gülümseyişle hırçın öğrencisini uyarmış:
“Binlerce at, katır, deve ve fille sefere çıkıyorsunuz. Sefer kervanına benim için de bir at ekleyin. Heybenin bir tarafında benim kemiklerim diğer tarafında da açlıktan ölmeyecek kadar yiyeceğim olsun, belki günün birinde size göz olabilirim“ demiş.
İskender Hocasını kırmamış, ona bir at bir de bir bakıcı vermiş. Çatışmalar, muharebeler derken İskender'in ordusu Gobi Çölün'e dayanmış. Çölü aşmak için günlerce hazırlıklar yapıp yola koyulmuşlar. Çöl yarılandığında pişmiş aş bulamayan İskender'in askerleri arasında önce halsizlik sonra da hastalıklar ve isyanlar baş göstermiş. İskender sağa sola adamlar göndermiş, komutanlarıyla toplantı üstüne toplantı yapmış ama aş yapmak için bir çalı çırpı bile bulamamış.
“Belki bir gün size göz olurum“ diyen bilge Aristo'yu hatırlamış. Haber salıp yanına getirtmiş. “Hocam durumu görüyorsun. İskender'in ordusu çölde susuzluktan değil, odunsuzluktan kırılıyor“ demiş. Aristo gülümseyerek “Evladım, mızrak ve oklarınızın sapı ağaçtan yapılmış, bu işlemeli saplardan daha iyi odun mu olur? Mızrak ve oklarınızın sapını çıkarın, bunlarla ateş yakıp ekmeğinizi, aşınızı pişirin. Böylece yükünüz da hafiflemiş olur. Bu çölün sonunda orman var. Oraya ulaştığınızda mızrak ve ok saplarını yeniden yaparsınız“ demiş.
Büyük İskender Aristo'nun bilgeliği önünde eğilmiş ve “ Ey bilgelerin bilgesi Aristo! Dünyayı feth eden İskender, bilimin gözünden bakmayınca kördür. Hem de hergün gözüne batan mızrak ve ok saplarının odun olduğunu görmeyecek kadar kör!“ demiş.
Birkaç zorlu muharebeden sonra İskender Hindistan'ı ele geçirince Aristo da Ganj Nehri kıyısına inmiş, solucanları ve böcekleri toplayarak kümelendirmeye, sınıflandırmaya, koyulmuş. Boğum ve halkaları farklı yeni bir solucan, böcek bulduğunda sevinç çığlıkları atarak çılgınca tepinmeye başlamış. Tahtından Aristo'yu izleyen İskender iç geçirerek “ Ey dünyayı feth eden İskender! Sen bile kaderin karşısında zavallısın! Eğer kaderim benim elimde olsaydı Dünyayı feth eden İskender değil, şu avurtları çökmüş, kemikleri çıkmış solucan toplayan Aristo olmayı yeğlerdim. Ama tarih bana İskender, solucan toplamaktan sonsuz haz alan şu adama da Aristo olmayı emretmiş.......!“ demiş.
Fizik ve matematik problemlerini heyecan ve zevkle çözmeye çalıştığım 1980'lerin başında 12 Eylül Cuntası zifiri bir karanlık gibi üstümüze çöktü. Böylesi bir ortamda doğa bilimlerine duyduğum ilgi ve heyecanımı yitirdim. Sosyal bilimlerin merak sarmalına girdim. Her gün kütüphane kütüphane dolaşıyor yeni bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Bir gün Dicle Üniversitesi Kütüphanesi'nde kitapları karıştırırken İsmail Beşikçi'nin Doğu Anadolu'nun Düzeni isimli kitabını buldum. Kitabın sonlarına gelince artık okumuyor, Ganj Nehri kıyısında bilimin hazzıyla çılgınca dans eden Aristo'yu izliyordum...... (İsmail Beşikçi de Bilim Yöntemi adlı kitabında benzer bir biçimde bilim aşkından ve hazzından söz eder)
1990'da İsmail Beşikçi İstanbul DGM'de yargılanıyordu. Savunmaya katılmak için İstanbul'a gittim. Onu Bayrampaşa Cezaevi'nde ziyaret ettim. Av. Serhat Bucak'la beni gözlerinde pırıltı ve bilgece bir gülümseyişle karşıladı.
Serhat Bucak “Hocam gençler ayakta. Beş bin genç yarın mahkeme kapısında olacak. Yeter mi?“ deyince bir avukatın bu tür sözleri sarf etmesine şaşırdım.
Ertesi gün mahkeme kapısı önünde yüzlerce genç “Kürdistan Faşizme mezar olacak!“ Gerilla vuruyor Kürdistan'ı kuruyor!“ sloganlarını haykırınca bağırış ve kavga gürültüleri mahkeme salonunu kapladı. O ana kadar adeta despot kesilen mahkeme heyeti bir anda belirsiz bir korku ve paniğe kapıldı. Alelacele karar verip dosyayı kapattı. Beşikçi hoca ayağa kalktı ve “Türk askeri Satê Köyü'nde 28 kürdü katletmiştir. Bu katliamı kınıyorum“ deyince mahkeme hukuk tarihinde eşine rastlanmayan bir usulsüzlük yaparak dosyayı yeniden açtı. Beşikçi Hoca'nın söylediklerini aynen tutanağa geçirdi.
Serhat Bucak haklıydı.....! Demek ki mahkemeye avukat değil, öfkeli beş bin kişi gerekiyordu.....!
Yakın bir dönemde Hasan Bildirici'nin İsmail Beşikçi ile yaptığı röportaj Kurdistan-post sitesinde yayınlandı. Söyleşide Kürt ve Kürdistan sorununa ilişkin düşünceler dile getiriliyordu. Ancak “Öcalan'ın Türk, Arap ve Fars devletleriyle bir sorunu yok. O sadece Kürtlerin bir devlete sahip olmasını istemiyor“ diyen İsmail Hoca'nın sözleri gündemin ana konusu oldu.
Abdullah Öcalan avukatları ile haftalık görüşmesinde “Beşikçi Kürtlerin Ziya Gökalp'ıdır“ diyor.
Ziya Gökalp Diyarbakır'ın Çermik ilçesindendir. Zaza Kürt olduğu söylense de önceleri bir kimlik bunalımında iken daha sonraları egemen ulus ve devletten yana safını belirleyerek net karşıt bir duruma geçmiştir.
Halkına ihanet eden Ziya Gökalp gibi birinin, mazlum Kürt halkının yanında yer alarak etik bir duruş sergileyen İsmail Beşikçi ile aynılaştırılmaz.
Hiç kuşkusuz her düşünürün düşüncesi gibi İsmail Beşikçi'nin de düşünceleri eleştirilebilir. Ancak politik öncülerin sadece düşünceleri değil, mücadele yürüttükleri süreç içinde politik tutum ve duruşları da eleştiri konusu içinde değerlendirilmelidir. Dogmatik “değer“ söylemleri eleştirinin bu ana kuralını bertaraf edemez.
Mızrak ve ok sapları savaşta zafer getiren değerdir. Öyle ki İskender bile bu değerin büyüklüğü karşısında kör ve çaresiz kalmıştır.
Bilge insanın toplumdaki işlevi ve ağırlığı, gözün bedendeki işlevi ve ağırlığı kadardır. Onun gözünden dünyaya bakmayı bilenler her gün gözüne batacak kadar yakın duran işlemeli ağaç sapların çölde bir odun, çöllerin sonunda da ormanların olduğunu görür.
Velhasıl Beşikçi Kürdün gözü, Ziya Gökalp ise Kürt gözünü oyandır.
Hüseyin Turhallı
[email protected]