Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 1 February 2008

Türkiye ulusal kimliğin önemli unsurları olan din ve Kürt milliyetçiliğini sınırlama temelinde kurulurken, İslamcılar ve bazı Kürtlerin mücadele yönteminin farkı bugünkü durumu açıklıyor. Barışçıl yöntemleri seçen İslamcılar iktidarda, silaha başvuran Kürt milliyetçileriyse dağda...

Mustafa Kemal Atatürk ve dostları Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atarken, Osmanlı İmparatorluğu'nu asırlardır saran dini örtüyü parçalamaya girişti. Ardından yeni devletin sınırlarını belirlemeye ve Türk milliyetçisi yapıyı korumaya çalıştılar. Türkiye'ye aitliğiyle övünen ulusalcı bir kimliğe sahip laik ve modern bir devleti inşası hedefiyle devlet, ulusal kimliğin iki unsuru olan din ve Kürt milliyetçiliğini sınırlama temeli üzerine kuruldu. 'Ne mutlu Türküm diyene' söylemi ortaya çıktı. Bu söylem er ya da geç İslamcılar ve Kürtlerle çatışma anlamına geliyordu. İslamcılar ve Kürtler Kemalistlere göre yeni devlet için tehlike kaynaklarıydı. Devlet İslamcı eğilim ve ayrılıkçı Kürt eğilimle savaş temelinde hareket etti.

[b]İslamcılar ders çıkardı[/b]

İslamcılar ve Kürtler, bu yeni gerçekle mücadele için iki farklı yöntem seçti. İslamcılar aşamalı, reformist, barışçıl ve sakin bir çalışmaya yoğunlaştı. Kürtlerse şiddet yöntemini seçti ve silah taşıdı. Kürt Nakşibendi tarikatı rüzgârı esti ve Şeyh Sait silahlı isyan ilan etti. Şeyh Sait, 'İslam Türklerle Kürtler arasındaki ortak payda değilse ve devlet Türk milliyetçiliğinin tekeline geçtiyse, kendi yollarında yürümek ve bağımsız devletlerini kurmak Kürtlerin hakkıdır' dedi. İsyan bastırıldı, Şeyh Sait ve destekçileri asıldı. Türk İslamcılarsa devletle savaşmak için silaha sarılmadı. Aksine meclise girmeyi, görüş ve taleplerini kamuoyuna ulaştırmak için dikkat ve ferasetle çalışmayı hedeflediler.
1940'ların başında Adnan Menderes, Celal Bayar ve Fuad Köprülü liderliğindeki Türk siyasiler Demokrat Parti'yi kurdular. Parti kısa sürede kök saldı; 1950 seçimlerinde oyların yaklaşık yüzde 52'sini aldı. Menderes ve arkadaşları seçimden sonra iktidarı tekellerine almadı ve Türkiye'yi İslam devletine dönüştüreceklerini açıklamadı. Aksine ülkenin laik ve demokratik yüzünü derinleştirmeye çalıştılar ve Batı dünyasına açılmayı teşvik ettiler. Türkiye NATO üyesi oldu ve Kore savaşına asker gönderdi. Ülke yapılanma sürecine girdi, fabrikalar kuruldu, barajlar, yollar, köprüler, okullar ve üniversiteler inşa edildi.
Menderes dine 'itibarını vermek' için de sakin ve iyi hesaplanmış adımlar atmaya çalıştı. Ezanı Arapça aslına çevirdi, din derslerini müfredata soktu ve Kuran kursları yaygınlaştı.
Bu durum orduyu rahatsız etti ve 27 Mayıs 1960 sabahı Türk halkı, albay Alparslan Türkeş'in silahlı güçlerin yönetime el koyduğunu açıklayan sesini radyodan dinledi. Türkiye'nin yaşayacağı askeri darbeler dizisinin ilkiydi bu. Askeri yönetim Demokrat Parti'yi yasakladı, Menderes, cumhurbaşkanı Bayar ve başkalarını tutukladı. Menderes'in yanı sıra dışişleri ve maliye bakanlarını idama götüren suçlamalar arasında din devleti kurmaya teşebbüs etmek de vardı.
Menderes idam edildi. Buna rağmen İslamcılar silaha sarılmadı veya silahlı mücadele ilan etmedi. Aksine deneyimlerini gözden geçirdiler, yaşananlardan dersler çıkarmaya ve daha büyük bir azimle siyasi hayata dönmeye çalıştılar.
İslamcılar barışçıl çalışmaya ve insanları kendi fikirlerine çağırmaya yoğunlaştı. Devleti tahrik etmeyip ülkenin dört yanında toplumun içine işlediler. 1983'te İslamcı Necmettin Erbakan, insanların kalbine ve meclise ulaşma yöntemi olarak barışçıl araçları kullanan Refah Partisi'ni kurdu. İslami davet kitaplarının Arapça ve İngilizce'den Türkçe'ye tercüme edilmesi suretiyle İslam kültürünün canlandırılmasına destek verdi. Ayrıca gençleri İslami açıdan kültürlü kılma çabalarına yoğunlaştı. Parti kendine ait basınını da kurdu.
İslamcı eğilimler devletin laikliğiyle çatışmaksızın demokrasiden yararlandı. Refah Partisi, 1995 seçiminde 158 sandalye elde ederek hükümet kurdu. Fakat generaller yine pusuda bekliyordu. Anayasa Mahkemesi Ocak 1998'de Refah Partisi'nin kapatılması, Erbakan ve birçok parti liderinin beş yıl süreyle siyasetten men edilmesi kararını verdi. İslamcılar bunun üzerine Refah Partisi'nin yerini alacak Fazilet Partisi'ni kurdu. Ardından Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan liderliğindeki bir grup partiden ayrıldı ve AKP'yi kurdu. Bu yeni parti devlete daha uzlaşmacı, laikliğe ve Batı'ya da daha açılımcı bir tavır aldı. Liderleri pragmatist davranmaya ve dini, partinin belirgin işareti kılmayan sivil bir yöntem izlemeye çalıştı. Partinin yapısı hızla güçlenmeye ve Kürt çoğunluğa sahip şehir ve köyler de dahil ülke çapında geniş destek kazanmaya başladı. Seçimleri iki kez kazandı ve Gül cumhurbaşkanı oldu.
İşte Kemalistlerin 70 yıldan uzun süre önce cumhuriyetlerinden kovdukları İslamcıların yaptığı bu. Tekrar varlık gösteriyorlar ve Atatürk'ün oturduğu koltukta bağdaş kuruyorlar. Fakat Kürtler ne yaptı? Kürtler 1919'da Mustafa Kemal liderliğindeki ulusal kurtuluş hareketine, özellikle de Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kanalıyla destek oldu. Bu arada, Bedirhan ailesi yeni devletin inşasında Türklere destek vermelerinin, kendi milliyetçi haklarını kazandıracağını düşünerek Kürt Teali Cemiyeti'ni kurdu. Ankara'daki TBMM toplantısına Kürdistan temsilcileri olarak 70 Kürt milletvekili gelmişti. Mustafa Kemal ve genel olarak Kemalistler Kürtlere vaatlerde bulunmakta gecikmedi. Hatta Türkiye'nin Kürtlerin ve Türklerin vatanı olduğunu tekrarlamaya başladılar. Hızla Kürt kültürel cemiyetleri ve kulüpleri kuruldu, Kürtçe dergi ve gazeteler çıktı. Kürtleri Türk devletinin siyasi arenasından çıkarma eğilimi yoktu. Fakat Kürt eylemciler radikal ideolojilere kaydılar, milliyetçi kurtuluş ve kendi kaderini belirleme hakkına dair söylemleri yapılandırdılar, Türkiye'den ayrılma ve bağımsız Kürt devleti kurma çağrısı yaptılar. Kürt siyasi gruplarının çoğu Marksist partiler kurmaya meyletti ve silahlı mücadele çağrısı yapan uç söylemler yükseltti. Kürtler 25'ten fazla silahlı isyan çıkardı. Bu durumsa Türk devleti açısından korkunç bir tehlikeydi.

[b]
Silahlı isyan şovenizmi besledi[/b]

Sonuçta devletteki şoven eğilim güçlendi ve Kürt ayrılıkçılığının durdurulması için sert yöntemler izlenmesi fikri derinleşti. Devlet benzeri görülmemiş bir Türkleştirme politikasına başvurdu. 1984'te PKK sosyalist Kürt devleti kurmak için 'silahlı isyan' başlattığını ilan etti. O günden beri yaşanan kanlı gidişat Kürt bölgelerinde ölüm, yıkım, tehcir ve tahribe yol açtı. PKK o sıralarda Ankara'nın düşmanları Şam ve Atina'yla güçlü ilişkiler kurdu, 'emperyalist güç' ABD'ye muhalefet ilan etti, Kürdistan bölgesini 'İran ve Suriye'nin sırtındaki zehirli hançer' diye niteledi.
Türkiye'de İslamcılar pragmatist ve rasyonel biçimde şiddeti bırakıp ABD ve İsrail dahil herkesle ilişki kurarken, Kürt siyasetçiler Batı'ya, ABD ve İsrail'e düşmanlıklarını ilan ederek Stalincilik ve Maoculuk gibi uzaklaştırıcı ideolojilerin peşinden gitmeyi sürdürdüler. İslamcılar devletin zirvesine çıktı, Kürtlerse dağların zirvesinde. (Londra'da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 29 Ocak 2008)

Radikal

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.