Kurd halkinin dinamik guçleri uzerinden sekillendikleri iddia edilenlenlerin asagida ki soylesi ile ilgili EDEPLI USTURUPLU VE DE DISIPLINLI yorumlar,
yazilar,
dusunceler uretmeye yazmaya aktarmaya davet ediyorum..
yazinin ANF gibi turk devlet ideolojisi kemalizmin en azgin kadrolari tarafindan resmen ve alanen isgal edilmis bir yayin organindan aktarma SORUMLULUGU HEM AHLAKI HEM HUKUKI HEMDE KISIEL OLARAK BANA AITTIR.. ne newroz.com nede baska bir kurum kisi veya organizasyonun degildir!
usturup?
ahlak?
edep?
disiplin?
buyrun,,
hangisini seçerseniz seçin ve reaksiyon gosterin!
gostermezseniz, soylemlerinizdeki ciddiyet kendiliginden ortaya çikacaktir..
hangi uslubu seçerseniz seçin, dusuncelerinizi açikladiiginizda BIRILERININ DE: durun ama surda bir terslik var ve sebebi su-su-vede-sudur.. dedigi zaman da zivanadan çikip kuplere binip sahibi oldugunuz etiketin unvanin artik her ne ise onun ardina gizlenip kimseyi etiketlendirmeyin!
dedik mi?
dedik..
de haydi kolay gelsin...
iyi dusunmeler ve iyi usturuplu edepli ve de disiplinli YORUMLAR!
anonymous
Cemil Bayık: Savaş şehirlere yayılacak
ANF
Söyleşi / 15:29 / 05 Şubat 2012
Behdinan - Artık AKP'den beklenti duyan bir pozisyonu değil, kesintisiz direnişi ortaya koyacaklarını duyuran KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, ‘’Artık bunun dağı, şehri, metropolü kalmayacak, savaş her alana yayılacaktır. Kürt Özgürlük Hareketi devletin askeri güçlerine, polis ve kontrgerilla güçlerine, bu savaşın merkezinde yer alan idari ve siyasi güçlere yönelecektir. Savaş geçmiş dönemden farklı sürecektir’’ dedi.
AKP'nin, Kürtlerin demokratik özerklik projesine tutuklama ve saldırılarla karşılık verdiğini hatırlatan Bayık, devletin Roboski katliamını bilinçli olarak, gözdağı amacıyla gerçekleştirdiğini dile getirdi.
AKP Hükümeti'nin KDP üzerinde baskı kurarak PKK'ye saldırmayı deneyeceğini belirten Bayık, önümüzdeki sürece ilişkin açıklamalarda bulundu.
* Şubat ayıyla birlikte yeni bir hamlenin başlayacağını açıkladınız. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
- Her şeyden önce hem siyasal, hem askeri, hem de ideolojik alanda yedi aydır büyük bir mücadele sürmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi geçen yıl hem siyasi, hem askeri, hem de ideolojik alanda başarılı olmuştur. Belki hedeflerinin tümüne ulaşamamıştır, ama siyasi olarak başarı kesinlikle Kürt Özgürlük Hareketi'nindir. Bütün devlet imkanları kullanılmasına rağmen, 12 Haziran seçimlerinde en başarılı parti BDP ve Kürt demokratik hareketi olmuştur. Esas başarı AKP'nin değil, Kürt demokratik hareketinindir. Kürdistan'ın genelinde Kürt demokratik hareketi kazanmıştır. Kürdistan'da AKP'nin daha fazla oy aldığı iddia ediliyor, ama bu doğru değildir, psikolojik savaşın gerçeği çarpıtmasıdır. Bu bilerek yapılıyor, “Oyların fazlasını AKP alıyor, bu nedenle BDP Kürtleri temsil etmez” denilmek isteniyor. Gerçek bu değildir. Kaldı ki yüz yıllık asimilasyon, Türkleştirme ve inkâr politikası yok muydu? Bunu zaman zaman kendileri de söylemiyorlar mı? Yeri gelince psikolojik savaş propagandası gereği AKP'nin farklı olduğunu göstermek için “geçmişte şunlar yapıldı, bunlar yapıldı” denilmiyor mu? Bunun sonucunda belirli kesimler Kürtlüğünden uzaklaşmış olabilir, halk olarak en demokratik taleplerini isteme durumundan çıkarılmış olabilir. Özellikle Türkiye’yle sınır bölgelerde özel savaş politikaları uygulanmıştır. Bir Şark Islahat Planı vardır. Daha o zaman bile Dersim’in nasıl boşaltılacağı planlanmıştır. Bugün Dersim’den, Sivas’tan, Malatya’dan, Maraş’tan Alevi Kürtler Avrupa’ya göçertilmiştir.
Kaldı ki, BDP Kürdistan genelinde Kürtlerin oyunun yüzde 70’inden fazlasını almaktadır. Yine Türk devleti özel savaşla, psikolojik savaş yöntemleriyle Araplar, Mahalmi denilen topluluklar ve Türkmenleri Kürt halkına, Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı kışkırtmış olabilir. Onların oyları genelde AKP'ye gitmektedir. Ama bu durum Kürdistan genelinde Kürt halkının oylarının çoğunluğunu Kürt demokratik hareketinin aldığı gerçeğini değiştirmez. Kürtlerin oylarının esas olarak ne olduğunu gösterecek birkaç büyük şehir vardır. Bunlar Diyarbakır’dır, Van’dır, Batman’dır. Bunlar Kürdistan'da Urfa dışındaki en büyük şehirlerdir. Buralarda BDP'nin açık ara oy aldığı açıktır. Özcesi, siyasal alanda Kürt demokratik hareketi başarılı olmuştur.
'ASKER VE POLİSİ YAZ AYINDA ÇARESİZ HALE GETİRDİK'
Türk devleti Önder Apo'nun ve hareketimizin demokratik siyaset yoluyla sorunu çözme yaklaşımlarına olumlu cevap vermeyince, Kürt Özgürlük Hareketi AKP'nin oyalama, aldatma ve zamana yayıp tasfiye etme politikalarına 'dur' demiştir. AKP'nin bu politikalarına karşı gerilla direnişinin nasıl etkili olduğunu yaz boyu gördük. Askerin ve polisin nasıl hareket edemez hale geldiğini, çaresiz kaldığını bizzat kendileri kabul ettiler. “10-15 aylık askerlerle savaşılmaz, özel ordu lazım, özel kuvvet lazım” denilmemiş miydi? Sürekli bunun propagandası yapılmamış mıydı? Eğer bu ordu gerilla karşısında başarılı ve etkili olsaydı, bu tür tartışmalar özellikle geçen yaz fazlasıyla yapılır mıydı? Açıktır ki, gerilla da önemli bir direniş göstermiştir. Karşısındakini küçümseme ve tedbirsizlikler nedeniyle bazı kayıplar vermiş olması bu gerçeği değiştirmez.
'KÜRT HAREKETİ AKP'NİN DEMOKRAT OLMADIĞINI GÖSTERDİ'
Öte yandan ideolojik alanda da AKP başarısız kalmıştır, kendine demokrat, kendine Müslüman maskesi düşmüştür. Bugün fazlasıyla eleştirilmektedir. Kendinden yana olan kesimler bile artık AKP politikalarının otoriter olduğunu, AKP’nin Ankaralılaştığını, sistemle bütünleştiğini söylemektedir. Bu aslında AKP'nin ideolojik olarak yenilgisini ifade etmektedir. AKP'nin en güçlü dayanağı kendine demokrat, kendine Müslüman maskesiyle toplumu aldatmasıydı. Gücünü buradan alıyordu. Bu maskenin düşmesiyle birlikte gücü tükenmiş, güçsüzleşmiştir. AKP'nin kendine demokrat, kendine Müslüman yüzü açığa çıkmıştır. Bu nedenle artık daha fazla milliyetçi söylemlere sarılıyor, milliyetçiliğin öncülüğünü şimdi AKP yapıyor. Zayıfladığı için milliyetçiliğe sarılarak ayakta kalkmaya çalışıyor. AKP açısından bu bir eksen kaymasıdır; bugüne kadar dokuz yıldır kendisini ayakta tutan ideolojik ve siyasal dayanaklarını kaybetmesidir. Özgürlük Hareketi'nin son aylardaki mücadelesiyle deyim yerindeyse AKP Aşil Topuğundan vurulmuştur. Artık öyle kitleleri kendine demokrat, kendine Müslüman maskesiyle kandırabilecek durumda değildir. Özgürlükçü demokratik bir alternatif ortaya çıktığında AKP'nin pabucu artık dama atılacaktır. AKP zaten bunu gördüğü için bu kadar öfkeleniyor, hırçınlaşıyor, saldırıyor. Kürt demokratik hareketine bu kadar saldırmasının nedeni de budur.
Kürt Özgürlük Hareketi bu direnişiyle AKP'nin maskesini düşürerek en büyük başarıyı gerçekleştirmiştir. Tabii siyasi olarak başarı elde etmiş, askeri olarak önemli darbeler vurmuş, orduyu ve polisi çok zor duruma sokmuştur. Ancak önümüzdeki dönemde esas olarak mücadelenin sonucunu belirleyecek olan AKP'nin maskesinin düşürülmüş olmasıdır. Kürt Özgürlük Hareketi AKP'nin bu maskesini düşürerek mücadele zeminini güçlendirmiştir. Bugün binlerce siyasetçi tutukludur. Kürt toplumu bunu değerlendirmekte ve tutum almaktadır. Bu öyle demagojiyle üstü örtülecek bir durum değildir. AKP'nin yaz boyu sürdürdüğü saldırılar Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye ederek soykırımın önündeki engelleri kaldırmaya yöneliktir.
'ROBOSKİ KATLİAMI GÖZDAĞI ANLAMI TAŞIYOR'
Roboski’de gerçekleşen büyük katliam Türk devletinin yürüttüğü savaşın hangi boyutlara ulaştığının kanıtıdır. Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek için artık her yol ve yöntem mubahtır. Nasıl ki 1990’lı yıllarda her yol ve yöntem mubah sayıldıysa şimdi de aynı durum geçerlidir. Kuşkusuz çok deşifre olmuş yöntemler yerine yeni yöntemler ve yollar deneniyor. Örneğin hiçbir dönemde görülmedik ölçüde hukuk faşizmi, hukuk terörü estiriliyor. Roboski gibi açıkça vuruluyor, ama kaza oldu deniliyor. Ya da “devlet içindeki bir kesim ile PKK ittifak yapmış, Roboski olayını gerçekleştirmiş” denilerek işin içinden sıyrılmaya çalışılıyor. Sanki çocuk kandırıyorlar. Bu söylemlere en çok da Roboski halkı öfkelenmektedir. Roboski halkı biliyor ki, bu katliamın ne PKK ile uzaktan yakından ilişkisi vardır ne de yanlışlıkla yapılmıştır. Bu katliamın tek amacı vardır, o da halka gözdağı vermektir. O kadar bilinen korucu köyü olacak, ama yanlışlıkla vurulacak! Buna kim inanır, zaten inanmıyor da. Bu öyle devlet içindeki derin bir gücün AKP'ye yaptığı bir komplo da değildir. Artık olumsuzlukları devlet içinde bir yerlere bağlayarak AKP'nin kendini bu işten sıyırması mümkün değildir.
'AKP'DEN BEKLENTİ DUYMAK YERİNE; KESİNTİSİZ BİR DİRENİŞ KARARI VERDİK'
Son altı ayda ciddi bir savaş yaşandı. Şimdi kış süreci olduğundan çatışmalar azalmıştır. Ancak bu kış ne askeri alanda çatışmalar bitmiş, ne de demokratik siyasal mücadele durmuştur. Halk sürekli hareket halinde olmuştur. BDP'ye sahip çıkma eylemlerinde halk demokratik mücadele gücünü defalarca göstermiştir. Roboski katliamını protesto etmek için halk her alanda ayağa kalkmıştır. İşte böyle bir siyasal süreç yaşadık. AKP açıkça “tasfiye edeceğim, bitireceğim” diyor, “sonuna kadar bu işi böyle yürüteceğim” diyor. Bizden buna karşı ne yapmamız beklenebilir? Tabii ki bir devrimci hamlenin geliştirilmesi, bir devrimci direnişin ve devrimci savaşın yürütülmesi gerekiyor. İdeolojik, siyasi ve askeri olarak bu kadar saldırının yürütüldüğü bir ortamda toplanan PKK Parti Meclisi de durumu değerlendirmiş, 2012 yılının büyük bir mücadele yılı olacağını öngörmüş, AKP'nin politikalarını boşa çıkarma açısından direnişi yükseltme kararı almıştır. Binlerce siyasetçinin tutuklu olduğu, Önder Apo üzerinde tehdit ve şantaj politikasının izlendiği, AKP'nin Kürt sorununun çözümü konusunda bir projesinin olmadığı ve demokratik özerklik talebini kabul etmeyeceğini açıkça dillendirdiği bir ortamda direnmekten başka seçenek olmadığı ortaya konulmuştur. AKP'nin politikalarına karşı beklentili ve tereddütlü yaklaşmanın bu politikaların başarısına zemin sunacağı tespit edilerek, AKP Kürt sorununda somut ve net adımlar atmadığı takdirde direnişin kesintisiz geliştirilmesi gerektiği kararına ulaşılmıştır.
Zaten halkımız 15 Şubat’ın yıldönümüyle birlikte her yıl olduğu gibi bu yıl da Önderliğe sahip çıkacaktır. Zaten savaşın odaklandığı yer İmralı’dır. İmralı merkezli bir mücadele sürmektedir. Bu bakımdan bu defa da 15 Şubat komplosunun yıldönümü gelirken, Önderlik etrafında İmralı odaklı bir direniş hamlesi gelişecektir. Önder Apo da zaten görüşe çıkmayarak bu tutumunu açıkça ortaya koymuştur.
* Hareketinizin sık sık dile getirdiği Devrimci Halk Savaşından bugüne kadar yürütülen mücadele göz önüne alınırsa, kapsamı, niteliği ve hedefleri açısından neyi anlamak gerekiyor? Bu mücadelenin temel aktörleri, yürütücüleri kimler olacak ve kullanacağı silahlar neler olacak?
- Devrimci halk savaşı bizim literatürümüzde yeni bir şey değildir. Biz başından itibaren devrimci bir halk savaşı yürütmek için örgütlenmiş bir hareketiz. Hareketimizin, mücadelemizin özü devrimci karakterdedir. İnkârcılığı ve sömürgeciliği devrimci halk savaşıyla yenilgiye ve başarısızlığa uğratma hedefimiz vardı. Kuşkusuz devrimci halk savaşımız geçmişte klasik halk savaşı biçimindeydi. Uzun süreli halk savaşı olarak da tarif ediliyordu. Ancak daha sonra savunma, denge ve saldırı biçimindeki uzun süreli halk savaşı yerine yeni bir yaklaşım benimsendi; gerilla direnişi ile serhıldanların iç içe olduğu bir mücadele biçiminde ele alındı. 1990 yılından bu yana mücadele böyle yürütülmektedir. 2000’li yıllardan sonra demokratik siyasal mücadele de, halkın mücadelesi de devrimci halk savaşında gerilla kadar önemli bir boyut haline geldi. Bu yönüyle mücadele daha karmaşık, çok boyutlu bir karaktere kavuştu. Taktikleri daha da zenginleşti. Özellikle Önder Apo 1993’ten bu yana demokratik siyasal çözüm yöntemlerini sürekli denedi. Dirilişin tamamlandığını, demokratik siyasal çözümün artık mümkün hale geldiğini belirtti. Bu doğrultuda 18-19 yıl demokratik siyasal çözüm için çaba gösterdi. Geçen süreçte bu yönlü çabalar daha da arttırıldı. Dünya koşulları, Kürt halkının örgütlenme ve bilinç düzeyi, Kürt sorununun çok net biçimde açığa çıkmış olması, bu konuda Türkiye toplumunun da belirli düzeyde bilinçlenmesi gibi etkenler bir araya getirildiğinde, Önder Apo ve hareketimiz demokratik siyasal mücadele ve demokratik çözüm imkân dahiline girdiğinde bunun denenmesi gerektiği biçiminde bir yaklaşımı benimsedi. Bu yönüyle ille de savaşalım, savaşarak Türk devletini ve ordusunu yenilgiye uğratalım, bu sorun sadece savaşla çözülür, başka türlü çözüm gelmez gibi bir yaklaşım içinde olmadık.
Ancak bütün çabalarımıza rağmen, Türk devleti demokratik siyasal çözüm niyetini ortaya koymadı. Bunun için adımlar atmadı. AKP hep Kürt sorununu çözeceğinden söz etti, ama bu çözümün esas faktörü olan Kürtlerin bir ulus, bir ulusal toplum, bir topluluk olarak kabul edilmesi, demokratik siyasal iradesinin tanınması, dolayısıyla kendi kendisini yönetmesinin kabul edilmesi konusunda olumlu bir tutum içinde olmadı. Anadilde eğitim, Kürtçenin kamusal alanda kullanılması, dil, kimlik ve kültür özgürlüğünün tanınması yaklaşımlarını ciddiye almadı. Kendine göre bazı kırıntılar vererek bu sorunu bitireceğini düşündü. Sorunun esasına dokunmadı. Bu sorunun ne olduğunu anlamak istemedi. Sorunu olduğu gibi çözümü de kendilerine göre anladı. Çözüm dediği şey de gerçek bir çözüm değil, daha çok eski amaç ve politikaların yeni koşullarda sürdürülmesi biçimindeydi. Demokratik siyasal çözüm konusundaki çabalarımız ve gösterdiğimiz fedakârlıklar boşa çıkınca, mücadeleyi geliştirmek kaçınılmaz hale geldi. Zaten hareketimiz hem demokratik siyasal çözüm seçeneğine önem vermiş, hem de AKP'nin ciddiyetsiz ve samimi olmayan tutumlarını görerek tedbirlerini almıştır. Demokratik siyasal çözüm seçeneğini kabul etmezse, bu tutuma karşı devrimci halk savaşını geliştirerek AKP'nin çözüme zorlanması, Kürt sorununun demokratik çözümünün hedeflenmesi, bu da olmuyorsa Kürt halkının kendi demokratik siyasal çözümünü kendisinin yaratması biçiminde bir yaklaşımı benimsemiştir.
'AKP, ÖZERKLİK İLANINA TUTUKLAMA VE SALDIRILARLA KARŞILIK VERDİ'
AKP Hükümetinin demokratik çözüm yaklaşımı olmadığı için DTK’nin demokratik özerklik yaklaşımına çok sert tepki verdi. Bu bile onun bir çözüm politikasına sahip olmadığının açıkça ilanıydı. Yoksa DTK’nin, böyle bir sivil toplum örgütünün “Demokrasi içinde toplumun örgütlenmesini, kendi kendini yönetmesini fiili olarak gerçekleştireceğiz, bu temelde demokratik özerkliği inşa edeceğiz” yaklaşımına çok sert tepki gösterilmezdi. AKP'nin demokratik özerklik ilanına sert tepki göstermesi, AKP'nin zihniyetinin, amacının ve bu amaç doğrultusunda yürüteceği politikanın ne olacağını gözler önüne serdi. AKP'nin bu yaklaşımı mücadelenin çok sert zeminde gelişmesini beraberinde getirdi. Demokratik özerkliğin ilanıyla birlikte, AKP yürüttüğü siyasi soykırım saldırılarını BDP'yi tümden tasfiye etme saldırısına dönüştürdü. Öyle bir hukuk terörü estirdi ki, halkın demokratik mücadelesini, Kürt halkının harekete geçerek demokratik çözüm istemesini şiddetle ezeceğini ortaya koydu. Bu saldırılarla halkın kendi demokratik sistemini kurmasını ve bu temelde demokratik siyasal çözümü dayatmasını engellemeye çalıştı. Bu yönüyle faşist bir saldırı içine girdi. Öyle söylenildiği şekliyle bu siyasi soykırım operasyonlarıyla devrimci halk savaşının engellenmesi gibi bir durum yoktur. Devrimci halk savaşı yürüdü. Esas olarak da hem kırsal alanda hem de şehirlerde gerilla devrimci halk savaşını yürüttü. Halkın demokratik siyasal mücadelesi, kendini demokratik toplum haline getirme örgütlenmesi ve çabası tüm engellemelere rağmen durmadı.
Devrimci halk savaşının halk boyutunda bazı yetersizlikler ortaya çıkmış olabilir. Bu kadar baskının yoğun olduğu bir ortamda kimi yetersizliklerin çıkmış olması anlaşılırdır. Bu da esas olarak şuradan kaynaklandı: Geçen dönem yumuşak geçtiği için –ki o zaman görüşmeler oluyordu- toplumda bir beklenti oluştu. Acaba bir çözüm olabilir mi beklentisinin olduğu bir ortamda başlangıçta bir ölçüde gevşek bir yaklaşım görüldü. Hareketimiz her ne kadar bu konuda toplumu uyarsa ve AKP'nin politikalarını teşhir etse de, ilk önce saldırıların bu düzeyde olacağı beklenmedi. AKP'nin her alanda böylesi şiddetli bir saldırı yürüteceği öngörülmedi. Kuşkusuz bu tür yaklaşımlar AKP'yi doğru değerlendirememeden kaynaklanıyordu. Bu yönüyle AKP bu ortamda her gün operasyonlar yaparak halkı sindirmeye, halkın demokratik mücadelesini kendine göre ezmeye çalıştı. Bir sindirme ve ezme harekâtı yürüttü.
Politikaları ve buna karşı gösterilen direniş dikkate alındığında, AKP'nin bu faşist saldırıları hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü AKP'nin bir çözüm politikası yoktur. Kürt Özgürlük Hareketi direnişe geçince mücadelenin sertleşmesi de gündeme gelecekti. Ya AKP'nin politikalarına teslim olunacak, ya da bu oyalama ve tasfiye politikalarına karşı tavır alındığında AKP Kürt Özgürlük Hareketi'yle ilgili olsun veya olmasın, sempatizan veya taraftar herkese saldıracaktı. Kürt demokratik hareketine ve kurumlarına saldırarak Kürt halkının, demokratik kişi ve çevrelerin iradesini kırmayı hedefleyecekti. Halkın ve demokratik siyasetçilerin AKP'den bu kadar saldırı beklememesi bir yönüyle de anlaşılırdı. Çünkü 1980’li ve 1990’lı yıllarda bile demokratik siyasetçilere ve Kürt yurtseverlere bu düzeyde bir yönelim olmamıştı. Şimdi kadro ya da sempatizan olup olmadığına bakmadan AKP yargısı önüne gelen herkesi tutukluyor.
AKP'nin 12 Eylül rejimi gibi Kürt Özgürlük Hareketi'nin kökünü kazıma politikası bu tür uygulamaları ortaya çıkardı. Bu savaş sürüyor ve daha da keskinleşerek sürmesi gündemdedir. Artık gelinen aşamada AKP'nin politikaları netleştiği, toplum da bu konuda aydınlandığı ve kimse AKP'den bir çözüm yaklaşımı beklemediği için, önümüzdeki dönemde devrimci halk savaşı daha geniş kesimleri kapsayarak sürecektir. AKP istediği kadar baskı uygulasın, istediği kadar tutuklama yapsın, bu savaş durdurulamayacak, hatta bu hukuk terörü ve faşizmi ters tepecektir. Kürt halkının özgürlük mücadelesi birkaç günlük ekonomik mücadele ya da hak mücadelesi ortamında şekillenmemiştir. Bu mücadele herhangi bir hak mücadelesi değildir; bir halkın ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma mücadelesidir, bin yılların özlemine kavuşma mücadelesidir. Yüz yıllık büyük baskı ortamından kurtulup ulusal varlığını tehdit eden saldırıyı püskürtme sorunudur. Özcesi burada varlık sorunu söz konusudur, bir var olup olmama savaşı vardır. Bu bakımdan önümüzdeki dönemde bu mücadele her türlü zorluklara rağmen sürdürülecektir.
'ARTIK DAĞ, ŞEHİR, METROPOL AYRIMI YOK; SAVAŞ HER ALANA YAYILACAK!'
Önümüzdeki süreçte gerilla mücadelesi de daha etkili bir biçimde yürütülecektir. Artık bunun dağı, şehri, metropolü kalmayacak, savaş her alana yayılacaktır. Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir topyekûn savaş yürütüyorsa, Kürt Özgürlük Hareketi de devletin askeri güçlerine, polis ve kontrgerilla güçlerine, bu savaşın merkezinde yer alan idari ve siyasi güçlere yönelecektir. AKP her gün demokratik siyasetçileri tutuklayacak, avukatları içeri alacak, memurları, işçileri ve gençleri tutuklayacak, gazetecileri içeri atacaksa, o zaman Kürt Özgürlük Hareketi'nin bu devletin askeri, siyasi, hukuki ve idari saldırıları içinde yer alan görevlileri tutuklaması da meşrulaşır. AKP Kürdistan'da siyaseti işlemez hale getirirse, öğrencileri ve öğretmenleri tutuklarsa, bu tutuklamalarda sınır tanımazsa, buna karşı Kürt Özgürlük Hareketi'nin de vereceği cevap olacaktır. Bu yönüyle savaş geçmiş dönemden farklı sürecektir. AKP savaşı yaygınlaştırdıysa ve her kesimi savaş mağduru haline getirdiyse, o zaman Kürt Özgürlük Hareketi de mücadeleyi yaygınlaştıracaktır. Tabii ki savaş kurallarına uyacak, savaşla ilgisi olmayan sivillere yönelik herhangi bir eylem içinde bulunmayacaktır. Ama Türkiye'deki siyasi, idari ve kültürel sömürgeciliği de felç edecektir. AKP'nin dizginsiz faşist saldırıları karşısında böyle kapsamlı bir mücadeleyi sürdürmenin meşruiyeti de vardır.
Türk devleti kültürel soykırım ve tasfiye politikasından vazgeçmediği ve demokratik siyasal çözüme yanaşmadığı müddetçe bu mücadele sürecektir. Bir halkın özgürlüğü ve demokratik yaşamı için bu kadar istekli olduğu ve fedakârlık yaptığı koşullarda, Türk devleti hâlâ sözüm ona bireysel bazı haklar vererek bu işi kotarırım diyorsa, Kürt halkı da buna karşı direnişini sonuna kadar sürdürecektir. Kürtler herhalde başka halklardan daha aşağı bir halk değildir. Başka halkların özgürlük ve demokratik yaşamı, kendi kimliği, kendi kültürü ve diliyle özgür ve demokratik yaşama hakkı varsa Kürtlerin de vardır. Daha aşağısına razı olun demek Kürtlere büyük bir hakarettir. Hele bu kadar ağır bedeller ödendikten sonra Kürt halkının özgürlük mücadelesinden vazgeçirilmesi mümkün değildir. Türkiye'nin kuruluşunu sağlayan savaşta bile ölenlerin sayısı on binin altındadır. Kürtler yüzyıldır ulusal varlığını korumanın peşindeler. Esas olarak Kürt’ün ulusal varlığı reddediliyor, yok sayılıyor. Ulusal varlığı kabul edilseydi, bu sorun bir günde çözülürdü. Dünyada farklı ulusal varlıkların, toplulukların sorunları nasıl çözülüyorsa, Kürtlerinki de öyle çözülürdü. Kuşkusuz Türkiye'deki çözümün özgün yanları olabilir. Ama bu bunun evrensel çözümlerden çok farklı olacağını söylemek doğru değildir. Kaldı ki Türkiye'deki çözümün farklılığını hareketimiz ortaya koymuş, bunu demokratik özerklik olarak tanımlamıştır. Demokrasi içinde özerklikten söz ediyoruz. Bu özerklik talebi bir iktidar istemi değildir. Tam tersine PKK iktidardan kaçıyor. Ama toplumun örgütlenmesini ve güç olmasını istiyor. Kürt toplumunun da örgütlü toplum olmasını istiyor, siyasi iradesinin olmasını istiyor, en temel demokratik haklarını istiyor. PKK öyle devlet olalım, şöyle sınırlarımız olsun yaklaşımı içinde değildir.
'SAVAŞ ÖLÜMLER GETİRİYOR DİYE KÖLECE YAŞAM KABUL EDİLEMEZ...'
Buna rağmen Kürtlerin bu makul, mütevazı ve kabul edilebilir talepleri reddediliyorsa, bunun karşısında yapılacak tek yol direnmektir. Öyle kölece yaşam kabul edilemez. Savaşmayalım, savaşta ölümler oluyor, o zaman kölece yaşamı kabul edelim denilemez. Kürtler böyle bir yaşamı kabul etmiyorlar. Kürt halkı kölece yaşamaktansa özgürlük için direnerek bedeller ödemeyi kabul eden bir halktır. Eğer özgürlük bedel ödemeden olmuyorsa, bu bedeli ödemeye hazırdır. Kuşkusuz savaş ve ölümler olmadan çözümü tercih ediyor, ama olmuyorsa bedelini de ödeyecektir. Bu yanlış bir yaklaşım değildir. PKK Hareketi kölece yaşamaktansa onurluca ölmeyi tercih ederek bu direnişi sürdüren, özgürlük ve demokrasi mücadelesini bu noktaya getiren bir harekettir.
Diyarbakır zindanı deniyor. Diyarbakır Zindanı nesiyle ünlüdür? Direnişiyle ünlüdür. Bu direnişin sembolü nedir? Birincisi, son nefesinde “mezarıma halkımıza borçludur diye yazın” diyen bir özgür yaşam kararlılığı; ikincisi, “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” diyen onurlu direnişçiliğidir. Yani yaşamı uğruna ölecek kadar sevmektir. Uğruna ölünecek bir yaşam için, güzel bir yaşam için bedel vermeyi göze almaktır. Biz hiçbir şeyi bir kişinin yaşamına değişmeyiz demek demagojidir, esas olarak da teslimiyeti teorileştirmek ve bir halkın var olma hakkından feragat etmesini istemektir. Devrimci halk savaşımız dün olduğu gibi bugün de Hayri’lerin, Kemal’lerin mücadele ve yaşam felsefesiyle sürdürülecektir. Bu konuda geri adım atma, teslim olma gibi yaklaşımlar bu hareketin genlerinde yoktur. Kimse Kürt Özgürlük Hareketi'ne teslimiyeti dayatamaz. Bunu Türk devleti de, başka güçler de böyle bilmelidir!
Öyle herkes özgürlüğü ve demokrasisiyle yaşayacak, kendi kimliği ve kültürüyle yaşayacak, ama Kürtlere bu haklar layık görülmeyecek! Daha Kürdistan sözünün söylenmesine bile tahammül edilmiyor. Çünkü Kürtler toplum olarak kabul edilmiyor. Kürtler için buna karşı direnmekten, devrimci halk savaşını yükseltmekten başka yol yoktur. Önümüze bu seçenek konmuştur. Önceden de bu seçenek zorunlu olarak önümüze getirilmişti, şimdi de zorunlu olarak önümüze gelmektedir. Kürtlerin haklarını tanıyan bir irade ortaya çıkmış da biz yok mu demişiz? Tam tersine yalvarırcasına Kürtlerin temel hakları isteniyor, ama buna rağmen vermeyiz deniliyor. Siz toplum ve ulus değilsiniz, ülkeniz yok, size kendi kendinizi yönetme fırsatı tanımayız deniliyor. Kendi kendini yönetme hakkını istemek iktidar alanı istemektir, devlete götürür, denilerek reddediliyor. Buna karşı ne yapılır? Buna karşı tabii ki devrimci halk savaşı yükseltilir.
* Daha önceki bir açıklamanızda 2012’nin uluslararası güçlerin daha fazla devreye gireceği bir yıl olacağını söylemiştiniz. Bununla tam olarak neyi kastettiniz?
- Ortadoğu'daki herhangi bir sorun her zaman belirli düzeyde uluslararası karakter taşır. Uluslararası güçler şöyle veya böyle işin içinde olur. Eğer Ortadoğu dünya dengelerinin kurulduğu en önemli yerlerden biriyse, buradaki gelişmeler özellikle uluslararası düzeyde etkin olmak isteyen devletler tarafından yakından takip edilir. Biz hareket olarak 30-40 yıldır Ortadoğu'da mücadele ediyoruz. Bu mücadelenin karargâhı Avrupa değil Ortadoğu oldu. Ortadoğu'da bütün yaşananları tüm sıcaklığıyla yakından hissettik. Dış güçlerin Ortadoğu'daki gelişmelere nasıl ilgi gösterdiğine bizzat tanık olduk. Uluslararası komployla bunu yaşadık. Sürekli dış güçlerin baskısıyla karşılaştık. Sadece Türk devletiyle değil uluslararası güçlerle mücadele ettik, bölgedeki güçlerle mücadele ettik. Bu yönüyle Kürdistan özgürlük mücadelesinin uluslararası gelişmelerden nasıl etkilendiğini günlük olarak yaşayarak gördük. Bu yönüyle hareketimiz politik ve diplomatik olarak tecrübelidir. Bölge güçlerinin hangi konuda nasıl politika izlediğini, yine uluslararası güçlerin hangi politikaları izlediğini yakından takip ediyoruz. Bu konuda belki de Ortadoğu'nun en tecrübeli hareketlerinden biriyiz. Kuşkusuz devletlerin de tecrübeli bürokratları vardır. Ama kim ne kadar zorlu mücadele verirse, zorluklar yaşarsa, bu zorlukların içinde daha fazla tecrübe ve birikim edinir. Gerçekler zorluklar içinde daha iyi görülür. Biz bunu gören bir hareketiz.
Zaten kırk yıldır Ortadoğu'da varlığımızı sürdürmemiz, herhangi bir gücün kontrolü veya etkisi altına girmeden halkımızın çıkarları doğrultusunda bir politika yürütmemiz bu karakterimizi ortaya koymaktadır. Biz her zaman bölge halkları ve ülkeleriyle sorunu çözmek istedik. Dış güçler Kürt sorununa fazla müdahil olmadan sorunların çözülmesini istedik. Yaklaşımımız hep bu oldu. Çünkü uluslararası güçler bütün sorunlara ekonomik ve siyasi çıkarları gereği bakar, adımlarını bu yönlü atarlar. Onlar hiçbir zaman sorunun köklü çözümünü esas almazlar. Özellikle Ortadoğu'da sorunların köklü çözümü onların çıkarına değildir. Bu bakımdan uluslararası ekonomik ve siyasi çıkarlardan etkilenmiş, onunla sakatlanmış hiçbir çözümün gerçek bir çözüm olmayacağını, demokratik ve uzun vadeli bir çözüm olmayacağını iyi bilen bir hareketiz. Bu yönüyle her zaman Ortadoğu halklarının çıkarına uygun davranmak istedik. Bölge ülkeleriyle sorunu çözmek istedik. Bazılarının söylediği gibi PKK şöyle dış güçlerin uzantısıdır söylemi tamamen bir palavradır. Kesinlikle böyle bir yaklaşım içinde olmadık, böyle bir şeye tenezzül etmedik. Bunun Kürt sorununa çözüm getireceğine inanmadık. Kürt sorununun bu hale gelmesi, uluslararası ekonomik ve siyasi çıkarlar nedeniyle oldu. Kürt sorunu hem bölge ülkelerine karşı kullanıldı, hem de Kürtleri kontrol altına almak için mevcut bölge siyasal düzeni kuruldu. Biz sürekli Kürt sorununun bölge ülkelerine karşı kullanılan bir sorun olmasını ve Kürtlerin kullanılacak konumda tutulmasını engelleyecek bir çözüm aradık. Belki bu zor bir tutumdur, ama bu duruşu gösterdik. Bunu herkesin takdir etmesi gerekiyor.
Hiçbir güç “Biz zor durumdayken PKK uluslararası çıkarlar gereği bizi arkadan vurdu”, şöyle yaptı böyle yaptı diyemez. Kesinlikle her tutumumuz, her talebimiz, her mücadelemiz halkımızın çıkarları doğrultusunda olmuştur. Bir mücadele yürütmüşsek, bu mücadeleyi halkımızın çıkarları öyle gerektirdiği için yapmışızdır. Yoksa birilerinin bölgesel politikalarının bir parçası olmadık. Dış güçlerin etkisinde olanlar bölge devletleridir. Kürtleri egemenlik altında tutmak için hepsi sırtlarını dış güçlere dayamışlar ya da bölgedeki bazı güçlere dayanarak Kürtleri ezmek istemişlerdir. Kürt sorunu söz konusu olduğunda Türk devletinin tutumu açık değil midir? Türk devleti dış güçlere dayanarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek istemiyor mu? Bu kadar baskıyı, zulmü dış güçlerin desteği ve onayına dayanarak yapmıyor mu? Dış güçlerin bu desteği olmazsa, Kürtler üzerindeki bu egemenlik sitemini uzun süre sürdürebilir miydi? Şimdiye kadar bu sorunu çözmez miydi? Gerçekler ortadadır. Kimin dış güçlerin uzantısı haline geldiğini, kimin Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezmek için dış güçlerin uşaklığını ve ajanlığını yaptığını dünya alem görüyor.
'AKP DIŞ GÜÇLERİN DESTEĞİYLE KÜRT HAREKETİNİ BİTİRMEYİ HEDEFLİYOR'
Biz bir iki yıldır şu öngörüde bulunuyorduk: Eğer bu sorunu demokratik siyasal yollardan çözemezsek, giderek dış güçlerin daha fazla müdahale edeceği bir süreç yaşanacak. Ortadoğu'da yeni dengelerin kurulmaya çalışıldığı bir geçiş süreci var. Bu geçiş sürecinin sonuna doğru ilerliyoruz. Eğer yeni dengelerin kurulacağı bu geçiş sürecinin içinde Kürt sorununa demokratik yollardan çözüm bulunmazsa, uluslararası güçlerin kendi istekleri doğrultusunda bir siyasal düzen kurmaya yöneldikleri, yani geçiş sürecinin ya da Üçüncü Dünya Savaşı denen sürecin sonuna gelindiği bir dönemde bu güçler daha fazla müdahil olacaklar, bütün alanları kendi istekleri doğrultusunda dizayn etmeye çalışacaklar tespitinde bulunuyorduk. Onun için dış güçlerin müdahalesine gerek kalmadan sorunumuzu çözmek istedik. Ama Türkiye buna yanaşmadı. Dış güçlerin çok daha az müdahil olacağı dönemde sorunu çözmedi. Sorunu çözmeye yanaşmadığı gibi, dış güçlerin daha fazla müdahil olduğu dönemde kendisini bu güçlerin işbirlikçisi, uzantısı ve ajanı haline getirerek, onlardan destek alıp Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme politikasına yöneldi. Bu aslında dış güçleri daha fazla Kürt sorununun içine katmak, soruna müdahil etmektir. Kimse dış güçlerin desteğiyle Ortadoğu'da Kürt sorununu çözemez, Kürt sorunundan da kurtulamaz. Türk devleti eğer bu gerçeği öğrenememişe, demek ki yüz yıl yaşadığı Kürt sorunundan ve Kürt Özgürlük Hareketi’yle mücadelesinden hiçbir şey öğrenmemiştir.
Şu anda uluslararası güçlerin bölgeye daha fazla müdahale ettiği açıktır. Artık AKP dış güçlerden destek alarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezmeye ve böylece Kürt sorunundan kurtulmaya çalışacak. Bölgenin sistemin kontrolünde görece istikrarlı yeni bir dengeye kavuşturulmak istendiği açıktır. Dolayısıyla yeni dengelerin oluştuğu süreçte uluslararası güçler de Türk devletinin bu zafiyetini bildiklerinden dolayı Irak sorunu, Kürt sorunu, Filistin-İsrail sorunu, İran sorunu dahil, bölgedeki çözüm bekleyen her sorunda Türkiye'ye kendi politikalarını dayatacaklardır. Çünkü yeni bir sistem kurulduğunda bunun esas olarak kendi istekleri doğrultusunda şekillenmesini isteyeceklerdir. Türk devletinin yaklaşımına göre Ortadoğu'nun şekillenmesi söz konusu olmayacaktır. Türkiye'nin isteğine göre bir Ortadoğu'nun şekillenmesi her zaman kavga, gürültü ve istikrarsızlık getirecektir. Kaldı ki, Ortadoğu'nun Türk devletinin isteği doğrultusunda şekillenmesini bölgedeki hiçbir devlet ve siyasi güç istemez. Bu bakımdan Türk devleti son birkaç yıl içindeki demokratik siyasal çözüm imkânını elinden kaçırarak bölgede iradeli politika izleme şansını da kaybetmiştir. Artık öyle denildiği gibi bölgede şöyle etkili güç olacağız, şöyle iradeli güç olacağız yaklaşımları sadece propagandaya dönüktür.
Kürt sorununu çözememiş, Kürt sorununda göbekten dış güçlere bağlı olan bir iktidar hangi konuda gerçekten Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda adım atabilir? Ya da öyle sandıkları gibi Türkiye'nin çıkarları dış güçlerin desteğini alıp Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek midir? Bunun Türkiye'nin çıkarına olmadığı açıktır. Çünkü Türkiye bu yaklaşımla Kürt sorununu çözemez, sürekli Kürtlerle kavga halinde daha fazla dış güçlere bağımlı olacak ve daha fazla yıpranacaktır. Halbuki Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye'nin güçlenme potansiyeli fazlasıyla vardır. Gerçekten demokratikleşen bir Türkiye, demokratik temelde Ortadoğu'da etkili olabilecek bir Türkiye’dir. Yok, ben dış güçlere dayanarak yeni Osmanlı olacağım, Ortadoğu'ya hakim olacağım deniyorsa, hiçbir güç Türkiye'ye bunu yaptırmaz. Bu hayaller peşindeki bir Türkiye olsa olsa ancak Enver Paşa’nın macerası gibi bir sonuçla karşılaşır.
Biz 2012 yılında daha fazla uluslararası güçler devreye girer derken bunu kastetmiştik. Yani 2012’den önce gerçekten Kürt sorununun Türkiye’yle demokratik siyasal yollarla dış güçleri katmadan çözme imkânı daha fazlaydı. Bu konuda toplum da hazırdı. Hareketimiz de her türlü imkânı sundu. Ama Türk devleti bu şansı kullanamadı. Türk devletinin gerçekten dış güçlere dayanmadan, bölgede onların uşaklığını ve ajanlığını yapmadan, Türkiye gerçeklerine ve Ortadoğu’nun çıkarlarına uygun bir politika izleme imkânı vardı. Ama Türk devletinin bu fırsatı teptiğini düşünüyoruz. Önümüzdeki dönemdeki mücadelede daha fazla uluslararası güçler devreye girecektir. Bu yönüyle Türkiye için de, bizim için de daha zorlu bir döneme girilmiştir. Türk devleti uluslararası güçler devreye girecek, ben bundan yararlanırım diyorsa yanılıyordur. Kürtlerle uluslararası bütün güçleri karşı karşıya getirme politikası tutmaz. Ne Kürtler bu oyuna gelir, ne de uluslararası güçler kendi çıkarları gereği Türk devletinin bütün isteklerini karşılayıp onun adına hareketimizle savaşacak bir konuma girer. Bu gerçeğin de görülmesi gerekir. Çünkü dünyanın en haklı davasını yürüten Kürt halkı bölgede keskinleşen, sertleşen bu mücadele içinde örgütlü gücü ve bilinciyle Türk devletinin bütün oyunlarını boşa çıkarıp özgürlüğünü kazanacak potansiyele sahiptir. Direnen Kürtler de mutlaka kazanacaktır. Direnen Kürtlere hiçbir gücün kaybettirmesi mümkün değildir. Kürtlere sadece teslimiyet politikası kaybettirir. Bu da Kürtlerin seçeneğinde hiçbir zaman olmayacaktır. Özcesi Kürtleri şu ya da bu yolla teslim almak ve kendi politikalarını kabul ettirmek mümkün değildir.
* Başlatacağınız yeni hamlede Avrupa’da hareketinizi destekleyen kitlenin rolü ne olacak ve mevcut durumda Avrupa’daki Kürt halkının örgütlülük düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Önümüzdeki şiddetlenecek mücadele döneminde Kürt halkının bütün potansiyellerinin harekete geçirilmesi gerekiyor. Kuzey Kürdistan'daki mücadele sadece Kuzey Kürdistan'ın mücadelesi değildir. Doğu, Güney ve Batı Kürdistan'daki Kürt halkının da mücadelesidir, onların kazanımlarının güvencesi durumundadır. Türk devleti Kürt sorununda çözüm politikası izlemediği müddetçe, bütün parçalardaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi tehlikededir. Nerede bir mücadele varsa onu engellemek ve ortadan kaldırmak, nerede bir kazanım varsa onu sınırlamak, hatta ortadan kaldırmak istiyor. Bu açıdan Kuzey Kürdistan'daki özgürlük mücadelesinin başarması, ulusal varlığını güvenceye alması, özgürlüğünü kazanması çok önemlidir. Avrupa’daki halkımız bu mücadeleye şimdiye kadar büyük destek vermiştir. Şu anda Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine yönelik bir tasfiye harekâtı, Kürtlerin varlığına yönelik bir soykırım yaklaşımı varsa, buna karşı direnişin de topyekun olması gerekiyor. Bu açıdan Avrupa’daki halkımızın bu süreçte daha örgütlü ve ülkedeki gündemi iyi takip eden, bu gündeme göre derhal tutumunu ortaya koyan ve enerjisini harekete geçiren bir yaklaşım göstermesi gerekir. Avrupa’daki halkımız şunu görmelidir: Türk devleti her alanda bu hareketi boğmak, sınırlandırmak ve etkisizleştirmek istiyor; bu hareketin nefes alacağı hiçbir alan bırakmak istemiyor. Bu açıdan Avrupa’daki halkımız on yıllardır olduğu gibi bundan sonra da Özgürlük Mücadelesinin nefes alanlarından biri olma gerçeğini daha etkili bir biçimde göstermelidir.
'AVRUPA'DAKİ HALKIMIZIN GÖREV VE SORUMLULUKLARI DA ARTIYOR'
Orada iki milyon Kürt var, Kürt Özgürlük Hareketi'nin önemli bir tabanı var. Tabii ki bu halk meşru ve demokratik bir mücadele yürütecektir. Örgütlenmeleri demokratik ve meşru olacaktır. Bunu zaten şimdiye kadar böyle yapıyorlar. Oradaki Kürt halkı Avrupa’daki herhangi bir topluma -buna Türk toplumu da dahildir- zarar verici bir yaklaşım içinde olmamıştır. Esas olarak Türk devletinin baskılarına, zulüm politikalarına, katliamlara ve saldırılarına karşı örgütlü protestolarda bulunmuştur. Kürdistan halkına yöneltilen ağır saldırılar karşısında demokratik tepki haklarını kullanmıştır. Kuşkusuz bundan sonra da demokratik duruşunu sürdürecektir. Avrupa’daki halkımız Türk devletinin ve diğer sömürgeci güçlerin Kürt halkına karşı yürüttüğü baskılara karşı seyirci kalamaz. Avrupa’daki halkımızın örgütlü olamaması, mücadele etmemesi için hiçbir gerekçe ve engel yoktur.
Türk devleti kendi bulunduğu alanda her türlü zulüm ve baskıyı yaparak, bütün yurtseverleri tutuklayarak, örgütlülüğünü dağıtarak, her türlü tehdit ve şantaj politikasını izleyerek mücadeleyi kendisine göre engellemeye çalışıyor. Kuşkusuz başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin halkımızın örgütlenmesine ve demokratik mücadelesine karşı olumsuz yaklaşımları sürmektedir. Ama Avrupa’daki devletler Türkiye gibi o kadar keyfi ve açık baskıcı tutum takınamazlar. Tamam, siyasal bir yaklaşım gösteriyorlar, Türk devletini memnun etmek için baskı uyguluyorlar. Ama Avrupa’daki halkımız bütün bunları aşarak örgütlü ve demokratik mücadelesini yürütebilir. Türk devletini teşhir edebilir. Özgürlük Mücadelesine her türlü moral değerleri verebilir. Bugüne kadar sürdürdüğü destekleri daha da arttırarak sürdürebilir. Eğer Türk devletinin bu kadar saldırısı varsa ve ezme politikasında bu kadar ısrarlıysa, en az onun kadar Kürt halkı da ısrarlı olmalı, onun saldırısı kadar Kürt halkı da dirençli, örgütlü ve fedakâr bir direniş sergilemelidir.
Bu açıdan önümüzdeki dönemde Avrupa’daki halkımızın geçmiş yıllardan daha faklı bir mücadele içinde olması gerekiyor. Artık geçmiş yıllardaki gibi rutin bir mücadeleyle görev ve sorumluluklarını yerine getiremez. Bugünkü mücadelenin varlık-yokluk mücadelesi olduğunu iyi görmek gerekiyor. Özgürlüğe yakın olduğumuz kadar varlığımızı tehdit eden bir saldırı altındayız. Geçmişte zaman zaman rutin yaklaşım gösterildi. Belli festivaller, yürüyüşler ve toplantılar olduğunda harekete geçiliyordu. Artık bu tarzla dönem ihtiyaçları karşılanamaz. Özellikle gençliğin bu konuda öncülük yapması lazım. Önemli ve dinamik bir gençlik potansiyeli var. Bu gençlik sadece gençlik örgütlenmeleri ve eylemleriyle yetinemez. Gençlik hareketinin tüm halk hareketine öncülük yapma sorumluluğu, bütün eylemlerde en önde olma sorumluluğu vardır. Önderliğin ideolojisini özümsemede ve taşırmada, eylemlere öncülük yapmada, her türlü çalışmanın fedakâr gücü olmada, gerillaya katılımda, özcesi bir bütün olarak mücadeleye katılımda gençlik rolünü oynayacak ve sorumluluklarını yerine getirecektir.
'TÜRK DEVLETİ AVRUPA'DAKİ KÜRT BASININI DA ORTADAN KALDIRMAK İSTİYOR'
Türk devletinin Avrupa’daki örgütlenmemizi daraltmak ve dağıtmak istediği görülüyor. Avrupa’da yayın yapan Kürt basın yayın kurumları ortadan kaldırılmak isteniyor. Ekonomik ve siyasal çıkarlar için Türk devletine yardım eden Avrupa devletleri bu kadar saldırganlık içindeyse, Avrupa’daki halkın örgütlülüğünü, dayanışmasını ve direnişini etkisizleştirmek istiyorlarsa, o zaman onların önem verdiği kadar Avrupa kitlemiz de kendine önem vermeli, mücadelesinin anlamını ve önemini bilerek daha aktif olmalıdır. Dün verdiği değerler ve emeklerin anlamlı olması için mücadelenin başarıya gitmesi gerekir. Yoksa dün emek verdik, her türlü katkımızı sunduk, mücadelenin dış dünyaya açılan nefesi olduk, çocuklarımızı verdik, çok şey yaptık demek, bununla yetinmek doğru değildir. Mücadele başarıya ulaşana kadar sorumlulukların yerine getirilmesi gerekir. Çünkü bütün emeklerimizin anlamlı hale gelmesi başarıdan geçer. Eğer Türk devletinin ve tüm sömürgeci güçlerin politikalarını boşa çıkaramazsak, o zaman bütün emekler boşa gider. O halde halkımız kendi emeğine sahip çıkma açısından olsa dahi önümüzdeki dönemde hareketli olmalı, Türk devletinin her türlü zulmüne ve baskısına karşı tepkisini ortaya koymalıdır.
Tabii ki Avrupa’daki halkımızın ve demokratik kurumların başka bir görevi daha vardır: Avrupa’daki siyasi güçleri ve toplumu etkileme, bu yönüyle hem devletlere, hem partilere, hem sivil topluma, hem de halka yönelik bir diplomasi faaliyetini yürütme görevi bulunmaktadır. Hem mücadelenin bütün alanlarında yurtsever görevlerini yerine getirecek, hem de bu diplomatik mücadele içinde yer alacaktır. Kuşkusuz ne kadar örgütlü olursak, ne kadar demokratik mücadeleyi yükseltirsek, siyasi etkimiz ve toplumları etkileme gücümüz de o kadar artar. O bakımdan diplomatik çalışmalarla mücadeleyi bütünlükle ele almak lazım. Yoksa sadece diplomatik çalışmalarla olmaz. Ama Avrupa gibi bir yerde bu kadar gücümüz varsa diplomatik çalışmasız da olmaz. Yani her türlü çalışmayı önemli görmek, herkesin kendi yeteneğine göre çalışmaların içinde yer almasını sağlamak gerekmektedir. Örgütlülük sadece bazılarına, belirli bir kesime bırakılacak bir çalışma değildir. Geçmişte cephe çalışanı dediğimiz bilinçli halkımızın, toplumun doğal önderlerinin de bu mücadelenin içinde aktif yer alması gerekiyor. Onlar olmadan Avrupa’da halkımız örgütlü olamaz. Onlar olmadan demokratik bir sistem kurulamaz.
Halkımızın gündemi hemen hemen tüm parçalarda sıcaktır. Halkımız da gelişmeleri takip ediyor. Avrupa’daki Kürt demokratik kurumlarının bu gelişmelere duyarlı olduğunu biliyoruz. Zaten son zamanlarda bu duyarlılık artmıştır. Bu duyarlılığı büyük bir özgürlük mücadelesi yürüten bir halkın duyarlılığı olarak görmek gerekiyor. Türk devleti başta olmak üzere sömürgeci güçler halkımıza karşı tehlikeli bir saldırı ve dayatma içindeler. Bu öyle sıradan bir tehlike değildir. Bütün dünyayı aldatarak, herkesi aldatarak, Kürtleri egemenlik altına alıp 20.yüzyıldaki soykırım sistemini yeniden sürdürmek istiyorlar.
Türk devletinin politikası değişmemiştir. AKP'nin çözüm politikası yoktur. Hatta öncekilerin meşruiyeti ve inandırıcılığı ortadan kalkmıştı. AKP şimdi beklenti yaratarak, çözeceğim diyerek, oyalayarak bize karşı mücadeleyi sürdürüyor. Bunun için iktidarda tutuluyor. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı oynayacağı rolü olmasaydı şimdiye kadar ayakta kalamazdı. Bir yandan iç güçlerin, diğer yandan dış güçlerin çıkarı AKP'yi iktidara taşımıştır. Hem dış dünyada kullanıyorlar, hem de içerideki güçler Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı psikolojik savaş yürütecek ve en etkili sonuç alacak güç olarak AKP'yi görüyor ve üzerimize sürüyorlar.
Kuşkusuz mücadelemizle AKP'nin de ipliğini pazara çıkardık, maskesini düşürdük. Onun da klasik politikaları yeni koşullarda sürdüren bir siyasi güç olduğunu gözler önüne serdik. AKP Türk devletinin en son kullandığı silah durumundadır. Onu da işlemez hale getirecek imkanlara kavuşmuş durumdayız. Mücadelenin en önemlisi ideolojik mücadeledir, psikolojik savaştır, hakikatler savaşıdır. Kimin hakikati güçlüyse o kazanır. Bu bakımdan AKP'nin demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet anlamında bir hakikati olmadığını, bu konuda kendine demokrat, kendine Müslüman olduğunu ortaya koyduk. Bu gerçekliğin ortaya çıkarılması her türlü saldırısına rağmen mücadelemizi başarıya götürecek zemindir. Kuşkusuz bu da mücadelesiz olmaz. Çok güçlü bir mücadele yürütürsek boşa çıkarabiliriz. Yoksa AKP Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye ederek Kürtleri yeni bir soykırım sistemi içine almadaki ısrarını sürdürecektir. Nitekim her alandaki saldırılarla bu ısrarı görülmektedir.
'TÜRK DEVLETİ SINIR ÖTESİ HAREKATTAN ZİYADE KDP ÜZERİNDE BASKI YAPMAYI DENEYECEK'
* Türk ordusu bahar aylarıyla birlikte yeniden sınır ötesi bir operasyonu gündeme getirebilir mi? Askeri olarak şu anki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Türk ordusunun bahar aylarıyla birlikte bir sınır ötesi harekat yapacağını düşünmüyoruz. Onun bütün derdi içeride halkı sindirmek, yine fırsat bulursa içeride gerilla güçlerine yönelik harekatlar yapmaktır. Medya Savunma Alanlarında ise daha çok dış güçlere baskı yaparak, KDP üzerinde baskı uygulayarak hareketimizi sıkıştırmaya çalışmaktır. “Operasyon yaparız, Medya Savunma Alanlarına gireriz” gibi yaklaşımlar Güney Kürdistan üzerinde şantaj olduğu gibi, Kürt Özgürlük Hareketi'ni ve gerillayı savunmada tutma yaklaşımlarıdır. Çünkü gerilla etkili harekete geçtiği taktirde çaresiz kalacağını biliyor. İstediği kadar tekniği olsun, istediği kadar dış desteği olsun, gerilla her koşul altında tarzını ve taktiklerini değiştirerek kendini yaşatan ve mücadele eden bir güçtür. Türk devleti on yıllardır dünyadaki her türlü tekniği almasına, her yıl biraz daha teknik ve biraz daha para demesine rağmen sonuç alamamıştır. Gerilla karşısında başarısız kalanlar, şimdi şu tekniği alırsak, ordumuzu şöyle geliştirirsek gerillanın sonunu getiririz diyorlar. Karşısındaki tekniğin gücü ne olursa olsun, gerilla sürekli geliştirdiği yeni hareket ve vuruş tarzıyla karşısındaki gücü yıpratmasını bilmiştir. Bu bakımdan Türk devletinin esas çabası gerillayı hareketsiz kılmak, kendi mevzilerinde tutmaktır. Bunun için sürekli sınır ötesi operasyonları gündeme getirmektedir.
Geçen yaz gördüğümüz gibi sürekli sınır ötesi operasyondan söz etmiş, ama buna cesaret edememiştir. Çünkü Türk devletinin teknik kullanımı dışında askeri gücüyle sonuç alacak bir kapasitesi yoktur. Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırının da sadece teknikle sonuç alması ve etkili olması mümkün değildir. Zaten tekniği her zaman kullanıyor. Keşif uçaklarının verdiği bilgilerle hava saldırıları sürekli yapılmaktadır. Türk devletinin sınır ötesi saldırıları bitmemiş ki! Günlük, saatlik olarak sürüyor. Yapılacağını söylediği şey ordusuyla girmek, kimseyi bırakmamak, etkisizleştirmektir. Açıktır ki Türk askerinin bu yönlü savaş kapasitesi kalmamıştır. Türk ordusunun askeri güçlerinin Kürdistan'ın gerillaya elverişli coğrafyasında gerillaya karşı mücadele etmesi ya da girse bile uzun süreli kalması mümkün değildir. Bu açıdan biz Türk ordusunun bahar aylarıyla yeni bir sınır ötesi hareket yapmasını beklemiyoruz. Sınır ötesi bir hareket bekleyerek gerilla güçlerinin savunmada kalması, gerilla güçlerinin önemli bir kısmının mücadele dışında kalması gibi bir yaklaşım gösterilmeyecektir.
Kuşkusuz Medya Savunma Alanlarına yönelik herhangi bir saldırıya karşı tedbirler alınacaktır, ama Türk ordusu gelecek, operasyon yapacak, şöyle vuracak, böyle kıracak gibi bir beklentiyle hareket etme durumumuz yoktur. Aksine Türk devletinin bahar aylarıyla birlikte gerillanın harekete geçeceği kaygısını taşıdığını biliyoruz. Yeni dönemde ciddi bir savaş ortaya çıktığında, Türk devletinin hem askeri hem de polisiyle gerilla karşısında önemli bir sıkışıklık yaşayacağı görülecektir. Gerilla tarzı ve tutumuyla Türk devletinin aldığı tüm tedbirleri aşacaktır. Şu anda bizim bir sınır ötesi operasyon beklentimizden çok, Türk devleti gerillanın direnişini düşünmektedir. Bir yandan demokratik çözüm için adım atmamada ısrar ediyor, askeri ve siyasi operasyonlarla Kürt Özgürlük Hareketi'ni tüketmeyi düşünüyor, diğer yandan gerillayı nasıl durduracağı, gerilla karşısında yaşayacağı çaresizliği nasıl giderebileceği kaygısını yaşıyor. Türk devleti gelinen aşamada bir çıkmazı yaşamaktadır.
Askeri olarak gerillanın zaten yaz boyu üstünlüğü ortaya çıktı. Bunu herkes kabul etti. Geliyê Tiyare’de gerillanın tedbirsizliği ve karşısındaki gücü ciddiye almaması sonucu 35 kayıp verildi. Yine bazı yerlerde verdiğimiz kısmi kayıplar oldu. Bunlar savaş ortamında her zaman olabilecek kayıplardır. Son iki üç yıl içinde savaşın dozu biraz düşmüştü. Çünkü biz ateşkes halindeydik. Ordu operasyon yapıyor, fırsatını bulduğunda gerillayı vurmaya çalışıyordu. Ama şimdi o tek taraflı ateşkes bitti. Şimdi sadece fırsat bulduğunda değil, sürekli bir operasyon yaparak kendine göre gerillaya darbe vurmak istemektedir. Bunun sonucu çatışmalar şiddetlenmekte, kayıplar da belirli düzeyde artmaktadır. Şunu belirtelim: Son dönemde verdiğimiz kayıplar savaşın sürdüğü herhangi bir yıldaki kayıplardan daha azdır, fazla değildir. Bu açıdan Türk devletinin öyle vurduk, çok azı kaldı gibi söylemleri doğru değildir. Psikolojik savaş gereği bu tür söylemleri arttırmışlardır. Psikolojik savaşla gerilla karşısında üstün olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Kuşkusuz gerilla kayıpları olmuştur, ama onların dediği gibi bu kayıplarla gerillanın sarsılması ve mücadele gücünden düşmesi düşünülemez. Yaşanan kayıplar tedbirsizlik sonucu gerçekleşen, üzüldüğümüz ve olmaması gereken kayıplardı. Bu kayıpların olması Türk devletinin başarısını göstermez. Bu dönemde verdiğimiz kayıplar savaşın şiddetlendiği dönemlerde ortaya çıkmış kayıplardır. Kaldı ki, Türk ordusunun kayıpları gerillanın kayıplarının çok çok üstündedir. Zaten geçen aylar konum olarak gerillanın büyük bir inisiyatifi ve etkinliği vardı, asker ve polis karakollarından çıkamıyordu. Ama Geliyê Tiyare’deki 35 kayıpla Türk devleti bunun propagandasını yapıp yaz boyu yaşadığı moral bozukluğunu biraz gidermeye çalışmıştır. Bilinmelidir ki, propagandayla gerçekler değiştirilemez. Gerilla her dönemden daha fazla direnişi yükseltecek iradeye, inanca ve kapasiteye sahiptir.
'AKP ÇÖZÜM ÜRETMİYOR, KÜRTLERİN ÇÖZÜMÜNE İSE SALDIRIYOR'
* Siyasi soykırım operasyonları artarak devam ediyor. Türk devleti bu gözaltı ve tutuklamalarda serhildanları ve Demokratik Özerkliğin inşasını mı engellemek istiyor? Bu hükümet bu saldırıları daha nereye kadar götürebilir? Kürtler nasıl bir duruş sergilemeli?
- Siyasi soykırım operasyonlarının güncel nedenleri de vardır. Ama esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi'nin etkisizleştirmesini hedefliyor. Dolayısıyla demokratik özerkliğin inşası engellenmek isteniyor. Kürt sorununda çözüm politikası olmayan bir hükümetin bundan başka yapacağı bir şey yoktur. Ya Kürt sorununu çözecek ya da varlığını ve özgürlüğünü dayatan Kürt halkının direnişini kırmaya ve kendi politikasını kabul ettirmeye çalışacaktır. AKP Hükümetinin şimdi yaptığı budur. Kendini güçlü hissediyor, dış destek aldığını düşünüyor, içeride kimi işbirlikçiler bularak kendi politikasına meşruiyet sağlayacağını ve PKK'yi tasfiye etmede fırsat bulacağını hesaplıyor. Bu nedenle yükleniyor. Gerçekten bir demokratik çözüm politikası olsaydı, hareketimizin ve Önder Apo’nun makul yaklaşım gösterdiği ve protokollerle çözümü kolaylaştırdığı ortamı değerlendirirdi. Kürt sorunu gibi Türkiye'nin temel bir sorunu söz konusu olduğunda, hiçbir engel ve bahanenin anlamı kalmaz. Devlet bir irade ve kararlılık ortaya koyar, bunu topluma da, Meclise de götürür. Devlet ile hükümet böyle bir irade ortaya koyduktan sonra çözümün önünde hiç kimsenin durması mümkün değildir. Türkiye toplumu hâlâ devletçi toplumdur; devleti baba gören, devlet ne derse gereklerini yerine getirmeye çalışan toplumdur. Devlet Kürt sorununu çözme ve demokratikleşme kararı aldı da Türkiye toplumu karşı mı çıktı? Böyle bir şey yoktur. Türk devleti Kürt sorununun çözümüne karar verdiğinde toplum da, Türkiye'deki siyasi güçler de bunu kabul eder. Bu bakımdan “Türkiye'nin Batısını da düşünmemiz lazım, orayı ikna etmemiz lazım, bu nedenle hemen olmaz” gibi yaklaşımlar kesinlikle demagojidir, toplumu kandırmaktır. Kendi çözümsüz politikalarına kılıf bulmak, zamana yayma gerekçesi bulup tasfiye politikalarını sonuca götürmektir. Bu yaklaşımların kabul edilmesi mümkün değildir.
Türk devleti demokratik özerkliği kabul etmiyor. Kürtlerin kendi kendini yönetmesini kabul etmiyor. Bunu açıkça ortaya koymuştur. Demokratik özerklik ilan edilir edilmez buna sert tepki göstermiştir. Saldırılarını arttırmasının esas nedeni budur. Kendi çözüm politikası olmadığı gibi, Kürt halkının kendi demokratik kurumlaşmalarıyla demokratik özerkliği fiili olarak inşa etmesini de kabul etmemektedir. Bunu Türkiye'nin bölünmesi olarak görmektedir. Hatta kendi çözümsüzlüğüne gerekçe bulmak için “PKK kendisi için egemenlik alanı, iktidar alanı istiyor” gibi demagojiler ve saptırmalarla demokratik özerkliği reddetmekte ve inşasını engellemek için bu saldırıları yürütmektedir. Tabii bu bir yönüdür. Esas yönü Kürtlerin iradesini kırmaktır. Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma mücadelesini geriletmek ve kendi istediği anayasayı ve siyasal düzeni Kürtlere kabul ettirmek istiyor. Aslında sistemde belirli rötuşlarla Kürtleri yeni siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemi içinde tutmak istiyor. Tutuklamalar yaparak Kürt toplumunu buna rıza gösterir hale getirmek istiyor. Tutuklamalar yaparak Kürt demokratik siyasetinin iradesini kırmak, hatta bölüp parçalamak, böylelikle kendi öngördüğü sistemi kabul ettirmek istiyor. Kürt halkının mevcut örgütlülüğünü, bilincini ve duruşunu kıramazsa kendi politikalarını kabul ettiremeyeceğini görüyor. Yeni siyasi egemenlik ve kültürel soykırım politikalarını kabul ettiremeyeceğini görüyor. Kendine göre çözüm dediği tasfiye politikalarını kabul ettiremeyeceğini görüyor. Bu nedenle kendi politikaları önündeki engelleri temizlemeye çalışıyor. Bütün saldırıların amacı budur.
Dikkat edilirse saldırılar 2009 seçimlerinden sonra başlamıştır. 2009 seçimlerinde Kürt halkının iradesini ve gücünü görmüşlerdir. Bu halka kendi politikalarını kabul ettiremeyeceklerini anladıkları için saldırmışlardır. Yine Barış Gruplarının dönüşünden sonra halkın coşkulu karışlamasını, Kürt halkının iradesini, duygusunu ve örgütlülüğünü görmüşler, bu halka kendi politikalarını kabul ettiremeyeceklerini düşündükleri için saldırılarını daha da arttırmışlardır. Bütün bu saldırıların nedeni kesinlikle Kürt halkının iradesini kırıp kendi politikalarını kabul edecek bir toplum yaratmaktır. Saldırılarını da bu amaca ulaşana kadar sürdürecektir. Diğer bütün nedenler bahanedir, hepsi gerekçedir. Hepsi saldırılarına meşruiyet kazandırmak için uydurulmuş psikolojik savaş argümanlarıdır. Bu saldırıların durdurulmasının tek yolu, bu amaçlarına ulaşamayacağının AKP'ye göstermektir. Yoksa AKP'nin bu politikasından vazgeçmesi, dolayısıyla saldırıları durdurması beklenmemelidir.
Tüm Kürtler AKP Hükümetinin bu gerçeğini görmelidir. AKP Hükümetinin çözüm politikası yoktur. Bu bakımdan Kürtler bu politikaya karşı ancak birlik içinde olurlarsa karşı durabileceklerini, AKP'nin politikalarını boşa çıkaracaklarını ve devleti Kürt sorununun çözümüne zorlayacaklarını iyi bilmelidir. Tabii sadece birlik yetmez, bu birliğe dayalı direnişin geliştirilmesi gerekir. Kürt sorununu şiddetle çözemeyeceğinin AKP'ye gösterilmesi gerekir. AKP'ye bazı rötuşlarla yapacağı anayasayla bu sorunu hal edeceğini sanmasının büyük yanılgı olduğunun gösterilmesi gerekir. Kürt halkının varlığını anayasal güvenceye almayan, kendi kendini yönetim hakkını tanımayan, kendi kimliği ve kültürüyle örgütlenmesini ve anadilde eğitimini kabul etmeyen bir anayasanın reddedileceğini göstermeleri gerekir. AKP işte bu tutumu takınanların iradesini kırmak istiyor. Zaten sorun buradan kaynaklanıyor. Kürtlerin böyle bir irade ve taleple karşılarına çıkmasını istemiyor. Bu nedenle bu kadar tutuklamalar yapıyor, saldırılar yapıyor ki Kürtler bu taleplerinden vazgeçsin, önlerine atılacak kırıntıları kabul etsin. Bülent Arınç “Kürtlerin haklarını vereceğiz” diyordu. Bunun diğer anlamı, AKP ne verirse Kürtler kabul etsindir. Zaten Meclisteki konuşmasını daha sonra bu çerçevede açığa kavuşturmuştur. Bütün saldırıların amacı budur. Bu gerçeği herkes bilmeli, ona göre birliğini geliştirip mücadelelerini yükseltmelidir.
'DEVLET ROBOSKİ'DEKİ SUÇLULARI AÇIĞA ÇIKARMAZ; KALDI Kİ, KENDİSİ SUÇ ORTAĞIDIR'
* Roboski katliamının Devlet tarafından yapıldığı kabul edilip sorumluları açığa çıkarılıp özür dileneceğine bir yanlışlık gibi gösterilmektedir. Ya da AKP yandaşı basın tarafından “derin devlet ve PKK'nin ortak işidir” değerlendirmeleriyle katliam muğlaklaştırılmaya ve sorumluları aklanmaya çalışılmaktadır. Faillerini ortaya çıkarmaktan çok, tazminatla susturma politikası izliyor. Hükümetin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Dikkat edilirse 35 insan katledilmiş, ama katliam sıradanlaştırılmıştır. Geçmişte insanlar mitinglerde vuruluyor, yürüyüşlerde öldürülüyordu. Polis ve askerin öldürdüğü bu insanlar bir süre sonra unutuluyordu. Aynı yaklaşım şimdi Roboski katliamında da gösterilmektedir. Halbuki Roboski katliamı devletin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü imha konseptinin parçası olarak gündeme gelmiştir. Öyle tesadüfen, yanlışlıkla gerçekleşen bir olay değildir. Herkes yanlışlıkla olamayacağını söylüyor. Yanlışlıkla olamazsa o zaman bir amacı vardır. Amaç gerillanın merkezi olan Botan bölgesindeki halkı sindirmektir. Bunun için rahatlıkla insanlar öldürülmüştür.
Roboski katliamı devlet politikası gereği devlet kurumları tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan Selahattin Demirtaş’ın sorduğu soru yanlış değildi. Demirtaş Başbakan’a “İçlerinde PKK’liler var, vuralım mı diye soruldu mu sorulmadı mı? Sen de vur dedin mi, demedin mi?” sorusunu yöneltmişti. Başbakan buna cevap vereceğine Demirtaş’a küfretti. Hem suçlu hem güçlü denilen bir tavır sergiledi. Tabii ki Başbakan bu katliam emrini kendisinin verdiğini de, devletin katliamı bilinçli yaptığını da kabul etmeyecektir.
Her şey açık olmasına, grubun PKK ile ilgisi olmamasına, hepsinin köylü olduğunu kendileri de söylemelerine rağmen, AKP yandaşı basında neden hâlâ “İçlerinde altı PKK’li de vardı, öldürüldüler, bunun intikamını alacaklar” deniliyor? Neden hâlâ ısrarla “PKK ile derin devlet arasındaki bir işbirliği sonucunda böyle bir katliam yaptırılmıştır” deniyor? Neden bu tür haberler çıkarılarak olay muğlaklaştırılıyor? Bunun bir nedeni olmalıdır. Bu tür haber ve değerlendirmeler açıktan açığa AKP'yi temize çıkarmanın bir yoludur.
Aslında esas değerlendirme birinci gün yapılmış ve gerçek açığa çıkmıştır. Olayın olduğu gün ne söylenmiştir? “Bahoz Erdal’ın adamlarıyla birlikte kuzeye geçip eylem yapacak istihbaratı alınmış, bu nedenle böyle bir hava saldırısı olmuş, bu köylüler vurulmuş” haberleri bütün basında yer almadı mı? Bu yönlü değerlendirmeler fazlasıyla yapılmadı mı? MİT böyle bir istihbaratın olduğunu kabul ediyor. Ancak on gün önce böyle bir istihbarat vardı diyor. Zaten bazı istihbarat bir hafta, on gün, bir ay önce alınır, zamanı geldiğinde gerekleri yerine getirilir. MİT böyle bir istihbarat almış. Yanlıştır, ama Türk devleti için çok önemli görülecek bir istihbarattır. “Bahoz’un adamlarıyla geçtiği sanılarak vuruldu” deniliyordu. Tabii ölenlerin içinde PKK’liler olmadığı için vurulanların tümünün köylü olduğunu kabul ettiler. Ama içinde PKK’liler olduğu düşünülerek vurulduğu tezini kabul etmediler. Şimdi kamuoyuna soruyorum: Eğer istihbarat gerçek olsaydı Türk devleti bu kafileyi vurur muydu vurmaz mıydı? İçinde Bahoz ya da başka önemli PKK’liler olsaydı, bu devlet ‘vurun’ demez miydi? Birkaç kişi vurulduğunda psikolojik savaş gereği sürekli gündemde tutanlar, bununla psikolojik üstünlüğü sağlamaya çalışanlar böyle bir bilgi geldiğinde ya da sorulduğunda vurun demezler miydi? Derlerdi ve demişlerdir. İşin gerçeği budur. Türk devleti Bahoz da olsa, başka PKK’liler de olsa bir sivilin ölmemesi için böyle bir kafileyi bombalamazlardı demek, toplumun gözüne bakarak alay etmektir. Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek için nice sivilleri öldürmüş, nice katliamlar yapmıştır. Uzağa gitmeyelim, Kandil’de yol ortasında bir sivil araba vurularak Kandil’in boşaltılmasına çalışılmadı mı? Ya da köylülerin PKK'ye karşı çıkması için yol ortasında bir sivil araba vurularak biri bebek, üçü çocuk, biri hamile kadın yedi kişi katledilmedi mi?
Öyle dedikleri gibi “Sivil olursa öldürmeyiz, öyle bir emir vermeyiz, içinde PKK’liler olsa bile yapmayız” gibi şeyler doğru değildir. Bunlar büyük tepki alan katliamdan sonra yapılan tartışmalar ortamında söylenen şeylerdir. Türk devletinin böyle bir yaklaşımı olmadığı bilinmektedir. Buradaki insanlar değersiz görülüyor. Devletin ne kadar güçlü olduğunu, gerillayı imha etmede ne kadar kararlı olduklarını göstermek için -ister içinde Bahoz Erdal’ın olduğunu düşünerek ister düşünmeyerek vursunlar- siviller vurulmuştur. Sivillerin öleceği bile bile bu eylem yapılmıştır. Türk devletinin karakterinde zaten ibret için bu tür öldürmeler vardır, ibretlik katliamlar vardır, ibretlik cinayetler vardır. İbret olsun diye asmalar vardır. “Birkaç tanesini sallandır, bakalım bir daha yaparlar mı”, “üzerine git, bakalım bir daha isyan ederler mi?” yaklaşımı bu devletin temel zihniyetidir. Türk devleti Kürtlere hep böyle yaklaşmıştır. Öldürme ve katliamlarla Kürtler tamamen korkutulmak istenmiştir. Yani Kürtlere “doğru durmazsanız, akıllı durmazsanız ezeriz” mesajı vermişlerdir. Bu yönüyle bu tür olaylarla sürekli Kürt halkına gözdağı verilmiştir. Türk devleti böyle bir devlet geleneğinden geliyor. Bu devlet geleneğinin hâlâ devam ettiği açıktır.
Devlet değişmiş, AKP değişmiş gibi bir şey yoktur. Bir ülke için en büyük demokratik gelişme idamın kaldırılması değil midir? AKP'nin demokratik adım saydığı tüm şeylerden daha değerli değil midir? Bu gerçek ortadayken, Başbakan seçim öncesinde “Biz olsaydık Abdullah Öcalan’ı asardık” demedi mi? Psikolojik savaş gereği söylemlerde kimi değişiklikler vardır. Ama uygulama böyle değildir, politikalar ve amaç değişmemiştir. Yeri geldiğinde her türlü uygulamayı yapacak yaklaşım bu devlet zihniyetinde vardır. Bu açıdan Roboski suçlularının açığa çıkarılması mümkün değildir. Geçmişteki olayların bazıları aydınlanabilir. Ama Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürütülen mücadelede askerin ve polisin gücü zayıflar diye bugün gerçekleşen katliamlar ve olayların sorumluları açığa çıkarılmaz, çıkarılamaz. Nitekim AKP döneminde hangi polisin işlediği cinayet açığa çıkarılmıştır? Gençler, çocuklar ve kadınlar öldürülmüş, ama hepsi faili meçhul kalmıştır. Bizim zamanımızda faili meçhul yok diyen, faili meçhulleri açığa çıkarıyoruz diyen hükümetin yaklaşımları ortadadır. Son yıllarda işlenen cinayetler belgelidir ve hafızalardan silinmemiştir. AKP yardakçıları belki görmezler, ama gerçek böyledir. Bu nedenle Roboski’deki suçların açığa çıkarılması beklenmemelidir. Kaldı ki suç ortağıdırlar.
'AKP, BENİMSEDİĞİ KONSEPT İÇİN NECDET ÖZEL'LE HER TÜRLÜ ANLAŞMAYI YAPTI'
Şöyle bir konsept benimsenmiştir: Ne olursa olsun Kürt Özgürlük Hareketi ezilecektir. Bu yönüyle Necdet Özel’le her türlü anlaşma yapılmıştır. Nasıl Kürt Özgürlük Hareketi'nin tasfiyesi temelinde Yaşar Büyükanıt’la anlaşma yapmış ve iktidar olmuşsa, Necdet Özel’le birlikte Kürtleri tasfiye etme konusunda ortak bir politika benimsemişlerdir. Bu açıdan biz bu katliamda Erdoğan’a sorulduğunu, Erdoğan’ın da “İçinde PKK’liler varsa vurun” dediğini düşünüyoruz. Benimsenen tasfiye konsepti ve araçları Erdoğan’ın böyle bir onayı vereceğini ortaya koymaktadır. Çünkü devlet sert yöntemlerle ezme konseptini benimsemiştir. Bu konsepti belirleyen ordu değildir; Mili Güvenlik Kurulunda karar altına alınmıştır. Abdullah Gül çok sert bir şekilde “Cezalarını bulacaklar, düşünemeyecekleri acılar yaşatacağız” demedi mi? Bu politika ve söylemin benimsendiği yerde bu tür olayların olacağı açıktır. Artık bundan sonra bizden insaf beklemesin dedikleri bunlardır.
Özür dilemiyor, çünkü suç ortağıdır. Özür dilerse gereğini yapması gerekir. Özür dilerse o zaman suçluların açığa çıkması gerekir. Özür diler de suçluları açığa çıkaramazsa, hükümetin bir ciddiyeti kalmaz. Hükümetse sorumludur, açığa çıkarması gerekiyor. Ama bu geçiştirilmek, zamanla unutturulmak isteniyor. Ankara’nın dehlizlerinde bunlar unutulmaz deniyor. Bunlar içeriği boş psikolojik savaş söylemidir. Önemli olan şimdi açığa çıkarılmasıdır. Beş yıl sonra, on yıl sonra açığa çıkarılmasının fazla bir anlamı yoktur. Bu savaş konseptinin gereği yeni ölümler, yeni katliamlar yaşanacaktır. Kürt politikasında bu yaklaşım savaşın sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Önemli olan şimdi açığa çıkarılıp bir daha bu tür olayların yaşanmasının önüne geçilmesidir. Yoksa yarın öbür gün hükümet bir generalin, bir albayın üzerine atacak, olay da orada bitirilecektir. Hani her şeyden siyasiler sorumluydu? Türk devletinde denir ya, kol kırılır yen içinde kalır. İşte birilerinin üzerine atılacak, ama esas gerçeğin ne olduğu bilinmeyecektir. AKP Uludere konusunda böyle bir politika izliyor. Bu politika tehlikeli politikadır. Bu politika Kürtler üzerindeki imha ve kültürel soykırım politikasının sürdürüleceği anlamına geliyor.
Tazminatla susturma politikası izliyorlar. Onlara göre Kürtler için zaten özgürlük yoktur, demokrasi yoktur, onur yoktur, şeref yoktur. Dersim’de Kürtlerin nasıl tanımlandığı biliniyor: “Beyaz donlular, yaşamın anlamını bir avuç darı yemekten ibaret sananlar, bundan başka bir şey bilmeyen insanlar!” Onun için biraz para veririz, özgürlükten de, demokrasiden de, onurlarından da vazgeçerler. Kürtlere böyle bakılıyor. Bu nedenle gitmek de özür dilemektir, para vermek de biçiminde yaklaşımlar gösteriliyor.
Otuz beş insan paramparça olmuş, halk büyük bir infial halindedir. Bu sırada kaymakam gidiyor, halktan ve özellikle gençlerden tepki görüyor. Bu anlaşılmayacak bir durum değildir. Eskiden bir karakolda suçsuz bir kişi öldürüldüğü zaman ya da polisler toplumun kabul etmeyeceği bir iş yaptıklarında karakollar bile basılırmış. Devlet bir kişi öldürdüğünde, bir süre o mahalle ve köye gidemezmiş. Otuz beş kişiyi paramparça ediyorsun, ondan sonra da insanların yanına gidiyorsun, bilmem başsağlığı dilemek istiyorsun! Derler ya, özrü kabahatinden büyük. Bu kadar ölümden sonra halkın büyük tepkisinin olmaması mümkün mü? Bırakalım Kürdistan'da, Karadeniz’de olsaydı bile halk yine böyle tepki gösterirdi. Bunu bile bile kaymakama saldırı olayında PKK'nin etkisi varmış, teröristler bu olayı yaptırmış diler. Gidin sorun, köylüler .una inanıyor mu inanmıyor mu? Bu olayı dışarıdan gelenler ya da teröristler mi yapmış, yoksa oradaki köylüler ve gençlerin tepkisi mi olmuş? Ama ne yaptılar? Devletin kaymakamına tepki olur mu? Beşir Atalay bu tepkilerden dolayı köye girememiş. Bunun intikamını almak için o köyün gençlerini tutukladılar. Bir kısmı hâlâ içeridedir. “Nasıl kaymakama tepki gösterirsiniz? Nasıl bizim bakanımızı kabul etmezsiniz? Madem öyle size gösteririz” diyorlar. Özcesi, hem suçlu hem de güçlü olmuşlardır.
Hâlâ “Devlet böyle yapmaz, bunun içinde mutlaka birilerinin parmağı vardır” diyorlar. Başbakan ve bakanlar böyle söylemiyor, ama yandaş basın ve yardakçılar hâlâ bu iddiadadırlar. Hâlâ ne yapıp edip orada gerçekleştirilen katliam için hafifletici bir neden, bir gerekçe bulmaya ve normalleştirmeye çalışıyorlar. Bu aslında devlet nezdinde Kürt halkının canının bir değerinin olmadığının açık ifadesidir. Türkiye'nin başka bir yerinde olsa ve insanlar böyle paramparça edilseydi böyle mi yaklaşılırdı? Bir kazayla bir sivilin ölmesi, gençlerin attığı bir molotof kokteyliyle (Tabii bunu doğru bulmuyoruz) bir genç kızın ölmesi her fırsatta nasıl kullanılıyor? Sen burada otuz beş kişiyi bilerek paramparça etmişsin. Sen ne kadar yanlışlık olmuş desen de, herkes bilerek yapıldığını kabul ediliyor. AKP’liler görüntülere bakmışlar, hepsi köylüdür diyorlar. O köyde birçok korucunun olduğunu ve kaçakçılığın karakol tarafından bilindiğini herkes söylüyor. Yanlışlıkla vurulamayacağı özellikle belirtiliyor. Bu nedenle AKP yardakçıları “Derin devlet ve PKK işbirliği böyle bir olayın yaşanmasını sağlamıştır” diyorlar. Peki, bilinçli vurulmuş. Kim vurmuş? Devlet vurmuş. Kime bağlı, kimden emir alıyor? Hükümetten alıyor. Öyle derin devlet komplosu, AKP'ye komplo, bunların hepsi şehir hikâyesidir. İşin gerçeği ise PKK'yi tasfiye etme konseptinin gereği olarak yapılan bir katliamdır.
ANF NEWS AGENCY
Kurd halkinin dinamik guçleri uzerinden sekillendikleri iddia ..