“Ha, öyle mi!?” deyip harekete geçeceğini mi sanıyorlar devletin? Değiller. Uzun yıllar medyanın kendisini yok saydığından şikayet eden Kemal Burkay, Türkiye’ye dönüşü öncesinden başlayarak, ama bilhassa döndükten sonra Türk medyasının vazgeçilmezlerinden biri haline geldi. Ama AKP-Gülen medyasından çok daha yakın bir alaka ve teveccüh gördüğünü not etmek gerek. O kadar öyle ki, Türk medyasının sevdiği Kürtler listesinde Ümit Fırat’ı geçip başa oturduğu bile söylenebilir. Bu listede adları kayıtlı olanlardan biri de, Türk medyasının bir zamanlar varlığından haberdar olup olmadığının dahi şüphe taşıdığı, Burkay ile muarazaları eskilere dayanan, İbrahim Güçlü. Aslında söylediklerinde yeni hiçbir şey yoktu. Ama –özellikle- Burkay’ın TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesi Alt Komisyonu önünde söyledikleri –tekrar ama daha büyük ve kızgınlık yüklü- bir kıyamet kopmasına yol açtı. Kendisine, eleştiriden küfre uzanan bir yelpazede karşılık verildi. Ki bu tepkiler sadece PKK’den, ona yakın kesimlerden değil, onun dışındakilerden de geldi. Elbetteki tehdit ve hakaret içerikli olanları kabul etmemekle birlikte, tepkilerin haksız ve yanlış olduğunu söylemek mümkün değil. Fakat nihayetinde PKK, Türk egemenliğine karşı mücadele etme pozisyonunu hala muhafaza ediyor. Kendini Kürtler adına siyasi bir muadil olarak sunma güç ve imkanına sahip. Bu hal, yukarda adı anılan şahsiyetlerin, Türk egemenliğinin sunduğu olanaklara yaslanarak yapacağı eleştirileri –o eleştiriler özü itibarı ile doğru ve haklı yanlar taşısa dahi- anlamsız ve etkisiz kılıyor. Bunun böyle olduğunu anlamak için, son 20-25 yıl içinde, PKK’den ayrılmış olanların, eski örgütlerini eleştiriden teşhire uzanan çizgide yapıp ettiklerinin akıbetine bakmak dahi yeterli. Denebilir ki, Türk egemenliğinin sunduğu imkanlara iltifat etmeden yapılan eleştiriler daha mı efektif olacak? Kürtlere daha kolay mı ulaşıp etki edecek? Böyle bir şey iddia etmek, tecrübe ışığında söylenecek olursa, kolay değil. Ama şunu söylemek mümkün: Ahlaki zemin kaybedilmemiş olacak böyle bir tutumla. “PKK’ye vuralım da, kimin bize sunduğu imkanla bunu yapıyor olduğumuzun önemi yok” anlayışı, etik olarak arızalı bir anlayıştır. İşin gülünç yanları olduğunu da belirtmek gerek. Ama sadece gülünçlük mü var? Peki bütün bunları edip söylemekte maksat ne? Gerekli olan şunun bilinmesi. Biraz saf davranıp, bunların farkında olmadıkları kanaatinden yola çıkalım ve soralım: Tüm bunları anlayabileceklerine dair umutlu olmak mümkün mü? (*) Yanlış anlamaya meyilli bir aklımız var; dolayısıyla bu notu düşmek icab ediyor. Öcalan’ın nasıl bir önder PKK’nin de nasıl bir parti olduğuna dair anlatımların tamamıyla yalan olduğunu söylüyor değilim. Ki bu noktaya gelawej için yazdığım diğer yazıların kiminde kısmen de olsa değinmişliğim var. Bakmak isteyenler için buraya o yazılarından birinin tarih ve başlığını veriyorum: Batman-Karasu-Tanrıkulu, 22.08.2010. |
telastan ve kaygidan mi desem, yoksa eh diyeyim de ne olursa olsun huylarindan mi bilmem ama sanirim sunu demek istemissin :
"Gerçekleri kabul etmek istemeyen iki elin parmaklarini geçmeyen Selim, Ibrahim, Burkay, fosilesmis bir kac Nasname kukcu ve anymouse ve Kurdekibenaw."
oncelikle sunu belirmem gerek, ne selim ne ibrahim ne burkay ne kukçuluk, ne nasnamecilik ne de kurdekí bénav adina yazmiyorum bunlari.. bena sadece ve sadece bana aittir.. sende çarpitirsan senin de agzini caaaaaaaaaaaaaaaaaart diye yirtarim haberin olsun!
simdi gelelim anlatmak istedigin GERÇEKLERI KABULLENMEK VEYA KABULLENMEMEK ve onun çogunluk-azinnlik ile ilgili baglantiya...
uleng okuz,
gerçekler iki elin bilmem kaç parmagini geçip geçmeme ile mi açiklanir?
uleng okuz,
gerçekler, çogunlugun kabullenmesi ile izah ve aciklanmis olsaydi,
bir-iki-uç-dort-bes-alti-on-yuz degil,
binlerce-milyonlarca elin parmak sayisindan da fazla insanlar adolf hitlerin GERÇEKLIGINI KABULLENMISLERDI!!
okuz,kere okuz!
hak edene gereken cevabi veren
anonymous
Gercekleri kabul etmiyen iki insan eli kadar