[url=http://kurdistan-post.com/News-file-article-sid-24464.html]Sormak ya da sormamak[/url]
Abbas Miroğlu
Bilim yöntemi; şüpheci bir sorgulama üzerine kuruludur. Soru'nun cevabı; uzun bir gözlemleme, titiz bir not etmeye ve deneylere dayanır. Sorgulanmayan düşünce doğa üstü güçlere dayandırıldığından bilimselliğe ters düşer. Soru sorulmadan gelişme sağlanmaz. Bilimde bu böyledir. Siyasette de aynı kural geçerli olmakla birlikte, sorunun yeri ve zamanı ve üslubunda daha dikkatli davranmak gerekir. Sürecin özelliği; tartışılan bilginin ters yönde kullanılmasına fırsat yaratmamalı, ulusal güçlerin birliğini bozacak ve moral değerlerini tahribe uğratacak bir tarzda olmamalı. Dolayısıyla, kişi aklına takılan her soruyu zamansız sormamalı!.Öte yandan da yürütülen politikanın verimliliğinin değerlendirilmesinin yapılması gerekiyor. Çünkü politik güçler'in, var olan politikanın eksik yada inandırıcı olmayan yönlerinin tartışılmasının önüne geçmesi uzun vadede başarısızlık ve yanlışın tekrarını getirecektir. Yani burada ''sormak veya sormamak'' meselesi ortaya çıkıyor. Bazılarını incitmeden nasıl soru yöneltilecek?
Bazı internet sitelerindeki tek işleri PKK muhalifliği olan eskilerin yanlışına düşmeden, halkın savaşan güçlerine zarar vermeden bazı konuları; halka kazandıracağı bir niyet ve inançla yeniden değerlendirmeye tabii tutmak için nasıl davranılacak? Bunu yaptığında bazılarının ''en iyi vatansever biziz sizin düşünmenize gerek yok'' tavrının yurtsever düşünceye ters düştüğünü anlatamamanın acısını nasıl taşıyacağız? Küfretmeden, değerleri ve liderleri küçümsemeden ama putlaştırmadan da birbirimizle nasıl diyalog geliştireceğiz? İşte gerçekten vatansızlığın acısını yaşayan kürt insanının ızdırabı bu. Bir süre önce Kürtler ve İsrail üzerine bir yazı yazmıştım. Tekrara düşmeden; son yazılan makaleler üzerine görüş belirteceğim. Tamda bu noktada iyi niyetli bazı soruların sorulması kaçınılmaz oluyor. Sn. Ahmet Tahtacı'nın, Sn.Hüseyin Turhallı'ya yönelik yazısı karmakarışık bir mantık içeriyor bana göre. Son zamanlarda tüm eleştirilerin sadece AKP ye yöneltilmesi ve asıl güç olan derin devletin hep göz ardı edilmesi gibi, İsrail'de sanki olayların arkasındaki asıl güç gibi gösteriliyor.
Sn. Öcalan'ında son değerlendirmelerinde hep söyle bir tablo çiziliyor.'' M.Kemal aslında Kürtlere yapılanları onaylamıyordu ama önlemeye güç yetiremedi! Onunda çevresini sarmışlardı.Türk ırkcılığının söylemlerini yahudiler, ona malettiler! Kürtleri kullanmak isteyen yahudilerdir! vs.vs''.
Şimdi biz Kürtler bir an için duygusal düşünelim. İsrail Öcalan'ın esir alınması komplosunda yer aldı. Kendileri zamanında ezildikleri halde biz Kürtlere yardım etmediler. Halepçe olayıyla ilgisini yeni duyuyorum. Güçlü ekonomiye sahip olmalarından mı bu sonuca varılmış acaba sorusuna takılıyorum?! Sonra?.....İşte tamda bu noktada bazı sorulara cevap aramamak ve söylenen tezlere şüpheci yaklaşmamak mümkün değil! İsrail'in Filistin'lilere karşı olan politikalarını eleştirebiliriz. Her ne kadar onlardan aynı insani yaklaşımı görmesekte. Fakat TC.Devletinin her yaptığının arkasında İsrail'i aramakta eğer bilinçli yapılmıyorsa safca bir yaklaşımdır. Öyle bir tablo çiziliyorki sanki; Kürt isyanlarını İsrail bastırmış, Kürt liderlerini onlar asmışlar, Kürt dilini onlar yasaklamış ve Kürdistan'ı onlar işgal etmişler. Yani nerdeyse M.Kemal istemeyerek buna zorlanmış ve halende Kürtleri inkar ve imhaya zorlanıyorlar. Peki buna gösterilen dayanak ve belge nedir? Yine bu belgeler son 3 ayda mı Sn.Öcalan'ın eline geçti? Öyleyse bu belgeleri kimler verdi? Yok,eğer özgün koşullardan dolayı düşmanlığı derinleştirmemekle ilgiliyse zaten yeterince bu duruşmalarda olsun, tek taraflı barış dayatmalarıyla olsun yeterince gösterilmedi mi? Yine Sn. Öcalan her avukat görüşmesinde ısrarla barışa vurgu yapmıyor mu? Nedir öyleyse Devlet'i Kürtlerle barışma yolunda bağlayan?
Sn Tahtacı, Öcalan'ın komplodan dolayı İsrail'e olan duygularını anlamak gerekir derken, her şeyin sebebi olan ırkçı TC.Devleti'ne karşı olan duygularının da daha farklı olması gerektiğini niye anlamıyor?.Yine Sn Tahtacı Kürtlerin kendilerine yapılan tüm düşmanlıkların yanı sıra yine yahudilerin yaptığının da unutulmaması gerektiğini söylerken, ne yazık ki TC.nin yaptıklarını unutuyor gibi gözüküyor. Değilse M.Kemal'e böyle bir yaklaşımı nasıl değerlendirmek gerekiyor?Mesele sadece güçlü olanla dost olmak meselesi değil elbette. Ama diplomasi alanında dost kazanmanın da Kürtlere bir zararı olmaz herhalde ? Türkiye, bu gün bu kadar Kürtler arasında yahudi düşmanlığı yaymaya çalışıyorsa; en azından o açıdan bu mantığı sorgulamak gerekmez mi? Asimilasyoncu dini örgütlenmeleri en fazla Kürdistan da yaygınlaştırıyorsa bunda bir art niyet aramak yanlış mı? Her gün birilerini tehdit ediyoruz. İsrail'i, Almanya yı, G.Kürdistanı vb. Düşman ise cephede bu çatlağı derinleştirmek için elinden geleni yapıyor. Düşmanla savaşırken bile diplomasi yürütmek bir gerçeklikse, tehdit ettiğimiz güçlerle diplomatik ilişkileri zorlamakta o derece günümüz politikasının gerçekliği.O zaman birbirimizi suçlamadan, rencide etmeden yürütülen bazı politikalara da sorgulayıcı yaklaşmak ne 'hain' damgasını yemeye sebep olmalı nede ''Öcalan'a'' siyasi saldırıya. Fakat Sn. Öcalan'ın esaret şartlarında söylediklerini bile tartışamıyorsak; bu anlayış en fazla da PKK şahsında tüm biz Kürtlere kaybettirecektir. Bunu da hiç birimiz istememeliyiz, değil mi?
Abbas Miroğlu