بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Rojhat Badikî on 14 March 2008

Güney Önderliginin, Türk ordusunun Güney Kurdistan operasyona karşi tavırı çok tartışılacak. Kimi kişi ve çevreler, YNK ve PDK ile olan siyasi-ekonomik ilişkileri boyutunda sorunu ele alırken, bazı kesimler' de PKK ile ilişkiler açısında sorunu değerlendirecektir. Bu iki kesimin dışında bazı bağımsız kesimler var ki, YNK ve PDK' den hiç bir Maddie ve manevi beklentisi olmayan ve soruna Kürt halkının çikarlari doğrultusunda yaklaşan kesimlerin değerlendirmesi.

PDK-YNK ve PKK penceresinde olaya yaklaşan kesimlerden, tarafsiz bir değerlendirme beklemek mantıklı değildır. PKK çevresindeki kesimlerin TSK operasyonu ve Mam Celal' ın Türkiye ziyaretini özellikle anıt kabirde Atatürk için yazdığı methiyeler ( Öcalanin Atatürk' ye yaptığı methiyelerden per farklı bir yanı yok)in değerlendirmeleri malum olduğundan bir yana bırakıyorum. Esas olarak kısa bir vurgulama ile PDK ve YNK tavrı ve TSK operasyonun hedeflerini ele almak istiyorum.

TSK' nin PKK' yi bahane ederek, güney Kurdistan' a oprasyon düzenlemesinin temel hedefi güney Kurdistan olduğu da bilinen bir realitedir. TC' nin Kurdistan' ın güneyine olan ilgisi Şex Mahmud dönemine değin uzanmaktadır. Kemalistler Şex Mahmud'u yanlış bir şekilde yönlendirerek, Kurdistan' ın güneyinde olası kazanımlar engellenilmiş, Kerkuk ve Musul bir miktar para karşilığında İngiltere' ye devredilmiştır. Kemalistler Musul ve Kerkuk' ü İnglizlere satarak Güney Kurdistan ile Kuzey Kurdistan arasına kalın duvarlar örmüslerdir. Bu Politika, Kemalist hareket ve TC' nin temel politikası olmuştur.
TC' nin geçmiş ve son Güney Kurdistan operasyonunu bu bağlamda ele alıp değerlendirmek gerekir. TSK' nin Kurdistan ’ ın güneyine düzenlediği esas hedef; Güney Kurdistan önderligini Bagdad' a yöneltmek ve Bağdat' ın bir parçası olmak, Kerkuk ve diğer işgal altındaki toprakların merkezi hükümet denetiminde kalınmasını sağlayarak Kürt halkının toprak ve kazanımlarını kuşa çevirmek.
Peki TC buk politikasında başarılı olmuş mu?

Ben, bu soruyu bir basta açıdan YNK- MK Osman Banî Meranî'* nin bir sorusu ile yanıtlamaya çalisacagim. TSK operasyonu YNK ve PDK' nin farklı tepki verdikleri YNK' nin TSK oprasyonu karşisında sessiz kaldığı PDK ise daha aktiv harket ettiği vurgusu yapıldı. YNK-MK üyesi Osman Banî Meranî ise YNK' nin sessiz kaldığı şeklindeki eleştirilere karşi şu soruyu soruyor; YNK' nin Türk ordusunun oprasyonları karşisında sessiz kaldığını söyleyenler ( Kastedilen PDK ve taraflarıdır) tarihlerinde Türk devleti ve ordusuna karşi tek kurşun sıkmışmıdırlar?

Osman Banî Meranî, YNK' nin Türk ordusuna karşi savaştığı ve onlarc değerli kadro ve Pêşmergelerini şehid verdiklerini söylüyor. Osman Banî Meranî' nin vurgulamak istediği ve benimde şahit olduğu PDK-YNK arasındaki iç savaş ve PDK ile Türk ordusunun birlikte YNK' ye karşi savaştığı 90' lı yılların sonu kastediliyor.

Bütün bunları bir yana bırakıp, tekrar Türk ordusunun yaptığı oprasyonlarda istediği sonucu aldımı mı sorusuna dönersek, cevap, kısmen aldı diyebilirim.

Türk devleti, Güney Kurdistan önderliginin yönünü Bagdad' a yöneltmeleri için yaptıkları baskı kısmen başarılı olmuştur. Arap parlamenterler birliğinin Başkent Hewlêr de yapılması da bu yönde önemli ipuçlarını vermektedir. Arap Parlemenler birliği kongresinin Hewlêr' de yapılması,Kürt halkının kazanımlarını tanıma olmayıp tam tersi buraları da Arap aleminin bir parçası olduğunu teyid etme amacını taşimaktadır. Arap Parlamenterler Birliği üyelerinin Başkent Hewlêrdeki söylemlerinin MHP yada AKP-CHP den farki yoktur. Bahreyn' den kongreye katılan bir millet vekili Adil Meawde Aso gazetesine verdiği bir demeçte: Kürt Milletini, Arap Milletinin bir parçası olarak görüyoruz. Hiç bir şekilde Kürt' leri Arap'lardan, Arapları Kürt' lerden ayıramazsınız.

Dersiniz ki, Arap parlamenterler birliği kongresinde Türkeş konuşuyor
Kurdistan bölge başkanı Sayin Mesud Barzani' nin açılış konuşmasında yaptığı: ’'Kürdistan Bölgesi olarak Iraklılarla Irak içinde birlik ve bütünlüğü seçtiklerini'' söylemesi, Güney Kurdistan önderliginin yönünü göstermesi açısında önemli bir belirlemedir. Irak devlet başkanı Sayın Celal Talabani’ nin Bağımsız Kurdistan şairlerin rüyasıdır’’ şeklindeki azarlaması iki liderin ortak vurgusudur.

PDK yanlıların Kurdistan’ ın kuzeyinde, PDK ve özellikle Kurdistan bölge başkanı Sayın Mesud Barzan’ nin hedefinin Bağımsız Kurdistan olduğu şeklindeki propağandaları manipülasyondur. Ne YNK nede PDK’ nin Kurdistan diğer parçalarına ilişkin tutarlı bir politikaları yoktur. PDK ve YNK’ nin diğer parçalarına ilişkin tutumları bütünü parçaya feda etme anlayışı egemendir.

1991 Raperîn’ i ve 2003 yıllında Saddam rejiminin yıkılması ile ortaya çikan Bağımsız Birleşik Kurdistan rüzgari, Sömürgeci devletleri baskısı ile Irak içinde otonomi hüsranına dönüşmektedir. TSK oprasyonları buk bağlamda başarılı olmuştur. Güney Kurdistan halkının, Güney Kurdistan önderliginin Irakçılığı önplana çikarma politikalarından rahatsız olması ve Güney Kurdistan Bağımsız basın-yayınlarında bunun tartışılması, yeni alternativ Politik güçlerin ortaya çikarilmasi için yaşanılan yoğun tartışmalar umut vericidır. Güney Kurdistan halkı, yeni kuşak Iraklılaşma politikalarına geçitmeyecektir, bu tutum ve davranış Bağımsız Birleşik Kurdistan için umutların bitmediğini göstermektedir.

[email protected]

*Osman Banî Meranî, Komala Rencderan üyesi YNK’ nin Kurdistan parlamentosundaki yeşil fraksiyon başkanıydı. Osman Bani Meranî, Kurdistan’ da imzalanan Petrol antlaşmaları ve Petrol yasasına karşi muhalefet etmesinden dolayı Mam Celal ve Kak Mesud arasından yapılan toplantıdan sonra görevinden azledildi. Kurdistan’ da yapılan petrol antlaşmalarında şefafiyet olmadığı Sayın Neçirvan Barzani’ ninde ortak olduğu şeklinde yoğun şikayetler yaşanılmaktadır

Son aylarda, Güney Kürdistan'a yönelik gibi görünen ve fakat aslında tüm Kürdistan'a yönelik psikolojisi, sosyolojisi, ekonomisi, havası ve karasıyla bir operasyon sürüyor, sürdürülüyor. İlk bakışta, operasyonun sahibi TC gibi görünüyor, ancak TC dahil, ilgili herkes (Irak yönetimi, Kürtler) operasyonla bir nevi “terbiye“ edilmiş durumda. Bu operasyonla herkesi “terbiye“ eden ABD olduğuna göre, operasyonun asıl “patronu“ un da ABD olduğunu söylenebilir. ABD, ortaya çıkan yeni koşullarda, bölgemizdeki orta ve uzun vadeli planları doğrultusunda bölgesel ittifaklarını, onların ihtiyaç ve taleplerini yeniden düzenleme ihtiyacı duymuş olmalı. Yazıyı uzatmamak için bu “yeni koşullar“ ın neler olduğuna girmeyeceğim... Eskiden, bu tür durumlarda, solcu Kürtler olarak; “Kahrolsun Amerika!“ deyip Kürd'ü, Türk'ü, Arab'ı, Fars'ıyla cümle alemi ABD'ye karşı birleşmeye çağırırdık. Ancak birçok Kürt gibi ben de artık benzer koşullarda soruna böyle bakmıyorum. Soruna, henüz doğru-dürüst bir devleti bile olmayan; ülkesi dahil, her bakımdan parçalanıp işgal edilmiş, ezilip horlanmış kırk milyonluk mazlum bir milletin öncelikle ulusal çıkarlarını gözeten bir politikacısı gibi bakmayı önereceğim. Bunu yaparken, illaki Anti-Amerikancı veya Amerikancı olmamaya; ancak, ABD'nin, günümüz dünyasının tek süper gücü olduğunu ve bu nedenle de kaybetmesinin kolay olmayacağını da hesaba katmaya çalışacağım ve yazımda, başlıktaki konuyu bu yaklaşım çerçevesinde irdelemeye çalışacağım. ABD izinli “ Terbiye“ Operasyonu ABD, TC'nin, PKK'yi bahane ederek Güney Kürdistan'a saldırısına verdiği izni, başta TC olmak üzere, adeta ilgili herkesi kendi çıkarları doğrultusunda “terbiye etme“ operasyonuna dönüştürmüş bulunuyor. “Terbiye“ den en büyük payı alanların başında, TC ve ordusu geliyor. TC'nin, Güney Kürdistan'a saldırı ve işgal girişiminin amacı ve ABD ile mutabakat koşulları ne olursa olsun; genel algı, ABD'nin “derhal geri çekil!“ emri üzerine, TC Ordusu'nun, “terbiye“ de kusur etmeyerek, alelacele geri çekildiği yolundadır ve bu algı özellikle ulusalcı cephede Kürtlere karşı bir militarist şiddet yarışına dönüşerek Türk egemenlik sistemini adeta bir kaosa sürüklemiştir. Federe Kürdistan Başkanı Mesut Barzani'nin, saldırı ve işgal girişimine görece belli bir karşı çıkışı içeren haklı ve cesaretli tavrını bir tarafa bırakırsak; Irak Devlet Yönetimi, saldırı ve işgal olayını “anlayış“ ile karşıladıklarını belirterek ve Federe Kürdistan Hükümeti de hayırhah bir tutum takınarak “terbiye“ den paylarını almışlardır. Sözkonusu tarafların “terbiye“ edilmesinde bahane olarak kullanılan PKK ise, TC Ordusu'na karşı ortaya koyduğu direniş sayesinde kazandığı prestijle şimdilik “terbiye“ operasyonun en kazançlısı gibi görünüyor. Tüm bu sonuçlar, şimdilik kaydıyla saldırı ve işgal girişiminin ilk algılarıdır ve bilindiği gibi ilk algılar, çoğu zaman gerçek olguları yansıtmayabilirler. Hatta ilk algılar, bazen orta ve uzun vadede amaçlanan asıl olguları kamufle etmek için özellikle hazırlanır ve bu yolda manipüle edilebilinirler. Bazı olgusal gerçekler ile geçen kısa süre içinde ortaya çıkan bazı gelişmeler ve bilgiler, bu ilk algıların kimilerini sarsacak niteliktedir. Dünyamızın tek süper gücü durumundaki ABD'nin, bölgemizde, kendi çıkarları için doğrudan içinde bulunduğu hatta organize ettiği operasyonel bir süreçten, “terörist“ olarak niteleyerek “düşman“ ilan ettiği PKK'nin -bu ilk algılara rağmen-, uzun vadede kazançlı çıkması, çok zor, hatta imkansız gibi görünüyor. PKK bakımından tehlike, “Ayı ile dans etme“ sinin de ötesinde yapısaldır. Zira artık günümüzde, PKK'nin amaçlarıyla kullandığı araçlar arasında, politik olarak gerçekçi, inandırıcı bir bağ kalmamıştır. PKK, Kürdistan'ın ulusal kurtuluşu için başlattığı mücadele sürecinde bellibaşlı politik amaçlarından vazgeçmekle beraber, bu amaçlar için sürdürmekte olduğu silahlı savaşımdan vazgeçmemekte ısrar etmektedir. Amaç-araç arasındaki bu uyumsuzluk nedeniyle, PKK'nin ısrarla sürdürmekte olduğu bu savaş, Orta-Doğu'daki siyaset piyasasında, örgütün kullanım değerinin arttırılması için örgütsel gücünün korunması veya daha da güçlendirilmesinden başka bir şeye yaramamaktadır. PKK, amaçla araçlarını uyumlulaştırmadığı, savaşımını gerçekçi ve inandırıcı amaçlarla realize etmediği müddetçe, örneğimizdeki operasyona benzer operasyonlar için kullanılan bir “bahane kartı“ olmaktan kurtulamıyacak; kullanım değeri artıkça neden olabileceği tehlikeler de artacaktır. En Yakın tehlike Nedir? Herşeyden önce, Kürdistan'ın dört parçasını ilgilendiren politik süreç açısından bir saptamada bulunmak gerekir: Tüm kusurlarına rağmen, Güney'deki devletleşme, mevcut politik süreçte, diğer parçalardaki Kürt ulusal demokratik mücadelesinin en stratejik merkezini oluştururken, Kerkük meselesinin Kürtler lehine çözülebilmesi de, Güney'deki devletleşmenin en stratejik merkezini temsil etmektedir. Mevcut operasyon, bu iki stratejik konuyu da Kürtlerin çıkarları bakımından zora sokmakta ve milli çıkarları açısından bunlara karşıtlığı “stratejik“ bir hedef olarak gören Türkiye'nin pozisyonunu güçlendirmektedir. TC'nin, kendi “Kürt sorunu“ nedeniyle bu stratejik kazanımların en amansız düşmanı olduğu, “milli güvenlik stratejisi“ ile ve bu stratejiye uygun düşen söylem ve eylemleriyle sabittir. Ne var ki, TC, bu stratejisine rağmen, ABD'nin Irak'ı işgalinden ve o esnada Türk Parlementosu'nun reddettiği “1 Mart Tezkeresi“ inden sonra, geçmişte olduğu gibi PKK'yi bahane ederek Güney'e saldırılar yapamıyor hele de kara harekatlarında bulunamıyordu. Kürtler'in büyük çoğunluğu, ABD Güney'de bulunduğu veya Güney'i himaye ettiği sürece, artık TC'nin, fiili askeri saldırılarının mümkün olmayacağına inanıyordu. Ancak son saldırı ve sürmekte olan süreç, bunun böyle olmadığını; ABD'nin genel ve bölgesel stratejisinin çıkarlarına göre rahatlıkla tutum değiştirebileceğini ortaya koyuyor. Nitekim ABD, PKK'nin Güney Kürdistan'daki varlığına dayanarak Türkiye'ye karşı sürdürdüğü silahlı saldırıları bahane ederek TC'ye Güney'e saldırı izni vermiş bulunmaktadır. Her nekadar ABD, verdiği bu izinle TC'yi ve Ordusu'nu “terbiye“ etse de; öte yandan “Türk kılıcı“ nın, diğer parçalardakiler dahil, Kürtler'in stratejik politik çıkar ve kazanımları üzerinde hâlâ sallanmakta olduğunu ortaya koymaya çalışmış ve bu sayede, kendi bölgesel çıkarları için, hem Irak'ı hem de Güney'i ve PKK'siyle biz Kürtleri de “terbiye“ etmeye çalışmıştır ve etmiştir de. Bu hususu iyi anlamak için bazı tesbitlerde daha bulunmak gerekmektedir. Irak'ın Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda Güneyli Kürtlerin en önemli liderlerinden birisi olan Celal Talabani'nin, geçen hafta gerşekleşen Türkiye'yi “çalışma“ ziyareti, kara harekâtı için son onayın alındığı Milli Güvenlik Kurulu'nun 21 Şubat'taki toplantısında kararlaştırılmış ve davet, kara harekatının başlatıldığı günde iletilmesine rağmen, Talabani ve Irak yönetimi tarafından –zamanlaması dışında- anında kabul edilmiştir. Aynı Mili Güvenlik Kurulu toplantısı, Hükümetin önüne Irak'la siyasi, ticari ve enerji alanında işbirliğini geliştirme hedefini koymuştu ve Celal Talabani'nin “çalışma ziyareti“ yle de bu hedefle ilgili süreç başlamış bulunmaktadır. Bir Türk heyetinin, yakın zamanda bu işbirliği sürecini ilerletmek üzere Bağdat'a gideceği açıklanmıştır. Celal Talabani'nin Irak'a dönüp Mesut Barzani ile yüz yüze yaptığı görüşmeden sonra yapılan açıklama, iki liderin de başlatılan bu işbirliği sürecine olumlu baktığını ortaya koyuyor. ABD, en yetkili yöneticilerince dillendirilen “PKK, bizim ve Türkiye'nin ortak düşmanıdır ve bu nedenle de onunla ortak mücadele edilecektir“ mealli saptamalarını izleyen TC'nin hava ve kara operasyonlarını, TC'yi ve ordusu'nu “terbiye“ eden acil çekilme ile sonuçlandırsa da, TC'nin Güney'e yönelik operasyonlarının devamına müsaade etmeyeceğini ilân hatta ima etmek bir yana, “gerektiğinde operasyonlar devam edecektir“ açıklamaları yapmaktadır. Ve TC de operasyonlara devam edeceğini söylemekte ve gelen haberlere göre yapmaktadır da. Bu saptamalar, ayrıntılarını bilmesek de, ortada adım adım gerçekleşmekte olan bir plân olduğunu açıklıkla ortaya koyuyor. En önemlisi, bu plân uyarınca, Güney'e ve dolayısıyla Irak'a yapılan ve yapılmakta olan saldırı ve işgal girişimlerinin, ne Irak ve Kürt yönetimlerince ne de liderlerince hâlâ resmen kınanmamasıdır. Halbuki geçmişte Türkiye ile “sıcak takip“ konusunda belli bir anlaşması olan Saddam rejimi bile bu tür saldırıları, hiç olmazsa resmi notalarla kınamaktaydı. Tüm bu gelişmeler, şu ana kadarki haliyle Güneyli Kürtler'in, kendi toprakları üzerindeki egemenlik otoritesini ve dolayısıyla devletleşme süreci ile politik prestijlerini ciddi biçimde zaafa uğratmış ve geriletmiş dolayısıyla da Kerkük ve diğer Kürdistan topraklarıyla ilgili sorunların Kürtler lehine çözümünü de hayli riske ederek zorlaştırmıştır. Gelişmeler, bunun yanısıra zaafa uğramakta olan tüm bu kazanımların temelinde yatan ABD-Kürt ittifakını, ortadan kaldırmasa da ciddi biçimde zaafa uğratmış, onu zayıflatmıştır. Güneyli Kürtler İle PKK'ye Düşen Görev Eğer Güneyli Kürtler, mevcut kazanımlarını koruyup, buna Kerkük ve diğer Kürt bölgelerini de dahil ederek devletleşme yolunda ilerlemek istiyorlarsa –ki bu diğer parçalardaki politik süreçler bakımından da stratejik önemdedir- toprakları üzerindeki egemenliklerini ve otoritelerini kurmaya çalışmak ve bunu ilkeli ve kararlı bir biçimde savunmak durumundadırlar. Bu tutumlarını yalnız sömürgeci ve işgalci komşuları ile diğer yabancı güçlere karşı değil, Güneyli olan ve olmayan Kürt guruplara karşı da ortaya koymak zorundadırlar. Halen Güney Kürdistan'da kampları bulunan İran KDP'nin ve Kürdistan'ın bu parçasının diğer örgütlerinin, aynı konudaki olumlu ve sorumlu tutumları biliniyor. Dünya alem biliyor ki, PKK, Güney Kürdistan'ın bir bölümünü “Medya Savunma Alanları“ adı altında “kurtarılmış bölge“ ilan etmiştir ve oradan, Türkiye ve İran'a yönelik saldırılar düzenlemektedir. Bu durum, daha önce de bahsedildiği gibi, tüm parçalardaki Kürtler'in genel politik statejileri ve ulusal çıkarları açısından stratejik bir önem arzeden Güney Kürdistan'ın kendi toprakları üzerinde egemenlik kurup devletleşmesini ciddi biçimde zaafa uğratmakla kalamamakta; bunun Türkiye ve İran tarafından bahane edilerek Güney'e saldırı ve işgalin gerekçesi olarak kulanılmasına ve bu gerekçenin birçok devlet ve dünya kamuoyu tarafından da “anlayış“ ile karşılanmasına neden olmaktadır. Son zamanlarda artık bu “denklemi“ ABD de kullanmaktadır. PKK'nin bu konumu ve silahlı savaşımı, yanı sıra, zaten Abdullah Öcalan'ın sıkça değişen talimatlarıyla ucubeleşip minimalize edilen siyasal taleplerini de, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde zora sokmaktadır. Savaş, Kürt ulusal davasının çözümünün önündeki en büyük engel olan Türk Ordusu'nun sistem üzerindeki vesayetini arttırmakta ve dolayısıyla Türk toplumundaki ırkçı ve militarist eğilimleri güçlendirerek; demokratik siyasetin sınırlarını daralmaktadır. Tüm bunlar da, zaten yıllardır bir savaş yenilgisinin yorgun ve yılgınlığını yaşayan Kuzeyli Kürtler üzerindeki baskıların, saldırıların yoğunlaşmasına ve onların daha bir sindirilip asimilasyon ve entegrasyon yolunda ehlileştirilmelerine neden olmaktadır. Kısacası bu savaş, mevcut koşullarla ve taleplerle gereksizdir ve dolayısıyla da özellikle eylem türleri ve zamanlamaları göz önünde bulundurulduğunda şaibelidir de. ABD ile TC'nin, Irak'ın ve yanısıra İran'ın, Kürdistan'ın ve bölgenin kendi çıkarlarına göre düzenlenmesi için gerçekleştirmekte oldukları bu plânı (kimilerine göre gizli antlaşmayı) bozacak veya etkisizleştirecek tek şey, özellikle Güneyli Kürtlerin, diğer parçalardaki Kürtler'in de desteğinde , TC'nin saldırı ve işgaline karşı açık, ilkeli ve kararlı bir tutum almasıdır. Böylesi haklı bir tavrın inandırıcılığı ve etkinliği için Güneyli Kürtler, yıllardır bu ve benzeri oyunlara/saldırılara bahane edilen PKK'nin Güney'deki varlığına ve onunla ilişkilerine, PKK'nin ulusal çıkarlar konusunda sorumlu davranan yöneticileriyle müzakere ederek, Kürtlerin genel ulusal çıkarlarıyla örtüşen bir düzen vermek zorundadırlar. PKK ile ilişkiler düzeni, hem Güneylilerin, kendi toprakları üzerinde devlet gibi egemen olmalarının/davranmalarının prensip ve uygulamalarını içermeli hem de ülkesi ve halkıyla parçalanan aynı milletin, benzer sorunları olan parçaları olduğunu ve bu parçaların karşılıklı ekonomik, sosyal, kültürel ve özellikle politik dostluk ve etkileşimini gözetmelidir. Böylece bulunacak çözümle bu sorunun, taraflar arasındaki çelişkilerin derinleşmesine neden olması engellenmeli, hele de süreç içinde fiili bir çatışmaya doğru yol alması devre dışı bırakılmalıdır. Tüm bu gerçeklere rağmen, Mesut Barzani dahil, Güneyli liderlerin ve Hükümet yetkililerinin PKK'nin Güney Kürdistan'daki varlığına ve misyonuna ilişkin uygulamaları, söylem ve tutumları ne tutarlıdır; dolayısıyla ne de etkilidir. PKK'nin, 80'li yılların ilk yarısında, Güney Kürdistan'a hangi koşullarda, kimlerin hangi amaç ve teşvikleriyle yerleştirildiği biliniyor. PKK'nin oraya yerleştikten sonra, gerek totaliter politik anlayışının gereği olarak ve gerekse de teşvikçilerinin çıkar ve talimatları ile uyarınca, bazen IKDP ve bazen de YEKİTİ ile çatışmalarla bunların IKDP ile YEKİTİ'yi soktuğu kimi ittifak ve pozisyonların, Kürt ulusal davasına verdiği zararlar da biliniyor. PKK'nin, tüm bunlara rağmen, Güney'de görmekte olduğu “tolore“ nin muhtemel nedenlerini de irdelemeden şunu belirtmekle yetineceğim: Güneyliler'in, “PKK meselesi Türkiye'nin bir iç sorunudur, bu sorun Türkiye tarafından çözümlenmeden PKK'nin Güney'deki varlığına son vermek zordur. Kaldı ki, istense bile PKK'yi sınır yörelerinden söküp atmak güçtür“ şeklindeki söylem ve tutumları, kısmen bir gerçeği içerse de, bu anlayış, sorunu çözmek için kararlı bir politik tutum değildir ve inandırıcı bir niyeti içermekten uzaktır. Bu nedenlerle birçok insan tarafından da anlaşılması zordur. Konuyu tekrarla sonuçlandırmak gerekirse ; Kürdistan'ın tüm parçalarındaki mücadele bakımından stratejik önemi olan Güney Kürdistan'daki kazanımların korunmasına ve bunların daha da geliştirilmesine karşı bahane olarak kullanılan PKK'nin, Güney'deki varlık biçimine ve misyonuna, Kürt ulusal demokratik mücadelesinin genel çıkarlarına uygun kalıcı ve inandırıcı bir çözüm, bulunmak zorundadır. Güneyliler, konuyla ilgili açık, yapıcı ama kararlı bir tutum takınmak ve bunu hayata geçirmek durumundadırlar. Bu tutum ve uygulamalarıyla diğer parçalardaki Kürtler'den ve müttefiklerinden alacakları destekle PKK'yi de gerçekçi ve yapıcı olamaya zorlayarak, O'nu ikna etmeli ya da buna mecbur etmelidirler. Kürtler'in kendi aralarındaki muhtemel çatışmalar, ancak bu yolla deflenebilir; kazanımları ve mücadele birlikleri de ancak böyle geliştirilebilinir. Sait Aydoğmuş 12 Mart 2008/Diyarbakır

Türklerin Güney'den apar topar cekilmelerinin bende uyandırdığı ilk izlenim, Güneyli liderlerin çağdaş Kürd tarihinde milletimize sunulan en önemli, vizyon gerektiren, sadece devlet olmayı getirmekle kalmayacak ama öte yandan da Türklere ebedi darbe vurabilecek, Ortadoğu'nun geleceğini pozitif yönde etkileyebilecek fırsatı heba ettikleri yönünde oldu. Öncelikle Türklerin şaşırtıcı geri çekilmesini kısaca tartışalım:  1. Türkler her nasılsa, sanki hiç de ummadıkları bir direnişle karsılaştıkları izlenimini uyandırdılar. Biraz derinleştirirsek conspiracy - komplo teorisini , mesela diyorum PKK'nin Murat Karayılan ile HPG ana karargah komutanı Bahoz Erdal haricinde hiç bir dinozor-ileri geleninden şu satırlar kaleme alındığı ana kadar bir beyan, nutuk ve halklarin kardeşliği palavrasını işitmedik. 2. ABD Türklere geri çekilme emrini ne zaman veriyor? Yanılmıyorumdur inşallah; Güney'de bir kışlada hazır beklettikleri tank birliğini harekete geçirdikleri an, kasaba halkı ile peşmergeden gelen çok sert tepki üzerine kışlalarına- muhtemelen genelkurmayın da talimatıyla- geri dönmelerinden hemen sonra... 3. Bu sırada Türkler, ummadıkları sayılarda kayıp vermeye devam ediyorlar. Acaba öte yandan da Barzani, şu anda Bağdat ve çevresi dahil merkezi Irak ile az daha güneyinde isyancılara karşı ABD askerlerinin tatli canlarını korumak için kıyasıya savaşan 100,000 kişilik peşmerge ordusunun bir kısmını çekip Türklerle savaşacağının altını çizerek ABD'ye orta boy bir isyan bayrağı mı çekiyor? Apocuların son zamanlarda felaket depreşen bir Barzani aşkının altında yatan faktörlerin en irilerinden biri bu mu ? 4. ABD, esasen Türkleri bu maceraya heveslendiren, özendirendir; daha önce de belirttiğimiz ve zaten hemen herkesin de benzeri düşündüğü hem Güney'i Türk sopasıyla tehdit, hem de Türkleri PKK avı güzergâhında tutma taktigi... Şu demek; ABD Türklerin derdinin PKK olmadığını, herkesin bildiği gibi biliyor elbette. Ama ne yapıyor; Türklere düşman olarak ısrarla PKK'yi hedef gösteriyor ve çözüm içinde mutlak surette Erbil'le görüşülmesi gerektiğini... Yani, aylar önce Org. İlker Başbuğ kendilerinin önceliğinin PKK değil, Kürdistan federe devletini yemek olduğunu dünyaya ilan etmesine rağmen, ABD Türklere hedef tahtası olarak PKK'yi işaret ediyor. Türkler ise ABD'nin tutumunu ısrarla yanlış değerlendirmeye çalışıyorlar. Kendilerine Güneylileri korkutmak, sindirmek için izin verildiğini bilmekle beraber, Apo sayesinde Kuzey'de hak etmedikleri bir askeri başarıya imza attıklarını unutarak şımarmalarının yani sıra karambolda Güneyin altyapısını çökertmek ve tahayyül edilen tampon bölgenin genişliğini ucu açık bırakma tavırlarını sergiliyorlar. 5. Ve böylelikle Barzani ABD'yi peşmergelerini Bağdat ve civarından çekmekle kalmayıp, bir de Türklerle savaşacağı tehdidinde bulununca, dünyanın diline destan pragmatizmi ve de kıç atmasıyla ünlü ABD, Afganistan'dan sonra asıl Irak'ta bir yenilgiye hiç tahammülü olmayacağını açık seçik, Türklere diş göstererek ortaya koyuveriyor. 6- Bu arada ABD Türkleri, her ne kadar kendileri sapmak için her türlü numaraya başvursalar da, AB güzergâhından uzak tutmamak icin korumaya, bir ders vererek ve de yine Türklerin demokratikleşmenin önünde ellerinde tuttukları en önemli bahane olan PKK'den kurtulma laga lugasina somut bir çözümle, yani siyasi'yi tatlı tatlı dayatıyor. Unutulmasın ABD, Türkleri Türklerin iyice çıldırması pahasına AB'de, daha doğrusu enerjilerini o yolda sarfeder görmek istiyor. Ve böylelikle bahanelerine artık bir son vermeleri gerektiği, Güney Kürdlerine ise gözdağı, tehdit haricinde şu aşamada halen ihtiyacı olduğunu gösteriyor. 7. Ve bu noktada ben, Referans gazetesi politik-analisti Mensur Akgün'ün müthiş tespitine aynen katılıyorum; Mensur Akgün Genelkurmay'ın apar topar çekilmesinin altında yatan en büyük faktörün, Pentagon patronu Gates'in telafuz ettigi "siyasi" çözüm korkutmasına dayandırıyor. Zira Genelkurmay, umulmadık sert direniş gösteren PKK ile uğraşmanın zorluğuyla yeni askeri saldırı planları düzenlerken, Gates'in açıklaması karşısında en iyi çözümün PKK'yi olduğu gibi " çözümsüz" halde bırakmak olduğunu düşünüyor. Zap'a dikilmesi belki de, kimbilir Apo ile birlikte planlanmış Türk bayrağının umulmadık ve asla arzu edilmeyen bir siyasi çözüm projesine dönebileceğini nedense fark edemiyor galiba. Genelkurmay'a göre askeri olarak yenen, her seye muktedir oluyor ya ! Ve hızla, aklı sıra PKK'yi yine bir takım demokratik paketlerin önünde tek bahane bırakarak, artık felaket kabak tadı vermiş olsa da, dayatılması muhtemel siyasi çözüme engel olmak için Kuzey'e son hızla geri çekiliyor; ama bu defa da mukadder Güney'i tanıma tuzağına düşüyor... Neçirvan Barzani'yi Ankara'da ağırlanırken göreceğimiz günler çok yakındır.. . Peki, tüm bu yazdıklarımla Güneyli liderlerin tarihi hata yapmaları arasında ne ilişki var? Ne demiştik daha önceki yazılarda; liderler Araplar ve Asyalılara karşı esaslı bir operasyonu 2003 yılında yapıp, Kerkük'ü zamanın toz bulutu içerisinde kolaylıkla ve " yaptim oldu, anasini satiyim" gerçeğinde Kürdistan'a bağlamak varken, ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı. Şimdi daha beterini yapiyorlar; ABD kendilerine tarihte bir daha olmayacağı kadar muhtaçken ve hazırda fırsatı altın tepsi içinde bizzat ABD-Türk ortaklığı kendilerine korku dağları yaratma babında sunmuşken, Türklere karşı savaşa girmeyerek tarihi değiştirecek yerde, bir de Kuzey'in başına bela olan Apo'yu ister istemez güçlendirmiş oldular. "Yoldaş, üniter devlet ve Türk kardeşler vs vs" ideolojisi, yine puan toplamış oldu, direniş ve de asil olarak genelkurmayın çekilmesiyle birlikte... Gelelim Talabani'nin Türkiye ziyaretine... DTP ile Apo'cular Talabani'yi ihanetle suçluyorlar. Hatta kendi tabanlarından bile bir çoğu, mesela Talabani'nin onursuzca karşılanmayı nasıl olupta kendisine yedirdiğinden tutalım, Türkleri şapur şupur öpmesine, hatta programda olmamasına rağmen Anıtkabire gidip Atatürk'e yağ çekmesine varıncaya kadar... Ne yapalım; biz Kuzeyli Kürdler, aramızda zamanın spor, sanat, müzik dallarına yönelik bir espri bile üretememiş, üretmesine engel olunmuş bir milletin fertleriyiz... Türkler bizleri biz olmaktan bile alıkoydular... Bırakalım kendini Kürd gören nüfusun köylü olan çoğunluğunu, biz tahsilli ve hesapta şehirlilerde daha da yaygın olduğunu gözlemlediğim kıskançlık, çekememezlik hastalığı politikerlerin arasında virüs gibi... Bariz düşünce arızaları böylelikle hepimizin ruhunda cirit atabiliyor. Talabani'ye yönelik ithamlar, söylentiler de öyle... Adamın Irak devlet başkanı olduğu unutuluyor; kendisinin ABD'nin telkini, Barzani'nin onayı ve Türklerin yine ABD'nin bastırmasıyla kabul edildiği göz ardı ediliyor. Türkiye cumhuriyetinde ilk defa, misafir bir devlet başkanı, üstelikte Kürd, Çankaya'da Türk basını ile aziz milletinin gözü önünde Kürdistan kelimesini telaffuz ediyor... Muhacirlere bundan daha büyük hakaret olur muydu? Programda olmadığı halde Anıtkabire gidip saygı durusunda bulunmayı talebediyor. Türkler istemeye istemeye götürüyor Talabani'yi. Atatürk'ün mezarında, mezarına ve cibilliyetine en azından içinden ve bu kadar yakından küfür edebilme fırsatını bir güzel degerlendiriyor. Türkler bunu bildiklerinden, tahmin edebileceklerinden, çıldırıyorlar... Daha sonrada gazetecilerle yaptığı toplantıda resmen PKK için Barzani'yle görüşülmesinin şart olduğunu Türklere tavsiye ederken de, kendisine hayâsızca küfreden üniterci, Türk kardeşlerimizcilere de ağızlarının payını vermiyor mu? Hele asıl doğrudan Erbil'e gidip Barzani'yle görüşmesine ne demeli? Haydi halkın hurafeler ve biraz da gerçekleri by pass eden yaklaşımları mazur görülecektir;bazen elzemdir de... Politikerlere sığlık yakışmıyor. [email protected] Peyamaazadi

Koskoca dağ fare doğurdu! Bu, yenilir yutulur gibi değil; değil, çünkü başından tırnağına kadar “çelikten yoğrulmuş“ “yenilmez“ büyük Türk ordusu; ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in Ankara ziyaretinden ardından ve daha sonra W. Bush “çağrısı“ üzerine “Güneş Harekâtı'nı“ bir gecede bitirdi! Bu durum Türk basınında korkunç bir şaşkınlık, meclisinde ise bir telaş yarattı! Bu şaşkınlık ve bu telaşın ayyuka çıktığı bir noktada Abdullah Gül Celal TALABANI'yi Ankara'ya davet etti! Türk ordusunun geri çekildiği akşamın sabahında Hasan Cemal'ın Milliyetteki köşesinde (04.0308) Türkiye'yle AB'de barış ve demokrasi iç içedir! yazısı çıktı ve bu yazısının yazıldığı sırada Washington Post, iki muhabirinin PKK'nin daveti üzerine KCK kamplarında olduğunu açıkladı! Bu iki muhabirin Kandil dağında PKK yöneticileriyle olan görüşmesi tamamlanmıştı! Ve bu görüşmenin yapıldığı sırada çekilen savaş görüntüleri ise bir biri ardınca Pentagon'a aktıyordu! Bu hay huy içinde M.Ali Brand'ın Brüksel seferi tarihin tozlu sayfalarında eskirken Hasan Cemal ile Cengiz Çandar'ın Avrupa seferi başladı! Washington Post muhabirleri ise Türk ordusunun PKK'ya “yönelik“ hava saldırısının ardından başlattığı kara hareketinin tozu dumanı içinde dünyaya şu mesajı aktarıyordu: KCK liderlerinin artık bağımsız bir Kürt devleti için savaşmadıklarını söylüyor.“ Tarihin cilvesine bakın ki 1988 yazında Bekaa da M.Ali Brand'la görüşen Abdullah Öcalan ise: Türk ordusu güçlüdür onu yenemeyiz. Türkiye'den toprak talebimiz yok!“ diyordu. Bu korkunç benzerliği kavramayan Kuzey Kürdistanlı siyasi kadroları ise rüzgar kırmış dal gibi sallanıp dökülüyor bir biri ardınca! Bahar geldi çiçek açtı yaz geldi yonca bitti edebiyatının derinliklerine sinmiş TC'nin Kürt sorununda “yeni çözüm“ arayışları sürecine Kürdistanlı “bağımsızlıkçı“ siyasi kadroları da katıldı. Bu sürece ilk adım atanlar 06/03/2008 tarihli Radikal gazetesinde ERTUĞRUL MAVİOĞLU ile yapılan röportajda nasıl bir çözüm istediklerini bir güzel beyan etiller! Tabi bu adımdan geri Kalmayan Hasan Bildirici de kendi köşesinde “Bizim çözüm önerimiz“ makalesiyle ortaya çıktı. Süreç bermuda üçgenine benziyor, hem de çok benziyor. Kuzey Kürdistan da TC. ABD. PKK üçlüsü, Güneyde FKB, IRAK. ABD üçlüsü Türkiye'nin Milli Misak-i sınırları korunması karşılığında bir güzel anlaştılar. Bu anlaşmanın detayları önümüzdeki süreçte ortaya çıkacaktır. Bu iki üçlünün arasında oluşturulacak köprü ise Abdullah Gül'ün resmi davetlisi olarak Ankara'ya gelen Celal Talabani'nin seferiyle atıldı. Celal Talabani'nin Ankara seferinde TC Genel Kurmayı kendisine yönelik muhalefetin baskısını bertaraf etmek için merasimde yer almadı. Bir “aşiret“ liderini Cumhurbaşkanı sıfatıyla karşılamak ağrına gittiği için kaprisleri oynadı ve bu kaprisini pratik hayatta Celal Talabani'yi linç etme eylemi olarak geçen DPT'nin Celal Talabani karşıtlığını da İmralı hanedanı vasıtasıyla bir güzel örgütledi! Celal Talabani ise Cumhurbaşkanlığı köşkünde Kürdistan kelimesini kullanması her ne kadar TC yöneticilerin rahatsız etse de öte yandan şu mesajı verdi onlara: kendinizi Kürt realitesine hazırlayın! Evet, Kürt realitesi! Peki, bu Kürt realitesine hazırlanma neyi karşılığındadır? İçerde ve dışarıda Kürt özgürlük ve bağımsızlık hareketini içeriğinden boşaltılarak mı bu realiteye hazırlanılacak? Tabi bu iki üçlünün anlaşması sonucu Türk ordusu “güneş hareketini“ bir gecede bitirdi. Fakat asıl hareket yeni başlıyor ve hareketin biçimi sivil olarak Kürt sorununu “çözme“ tartışma sürecidir. Bu süreç iki üçlü tarafında hazırlanan bir program çerçevesinde oluşturulmuştur. Kuzey Kürdistan siyasi cenahını bağımsızlıkçı yanından arındırarak, aykırı sesleri boğarak sürdürülecek bir programdır. Bu programın mimarları da bu tartışma sürecinde yerini alacaktır, fakat o mimarlar şu anda perde arkasında ödevlerine hazırlandırılıyor henüz açığa çıkarılmadı. Pek yakında bu sinemada oynayacak ve hep beraber göreceğiz gerilla direnişinin nasıl ve kaç boyutlu olduğunu! Ve gerçekten İzmir Marşıyla gidip Ankara marşıyla mı döndü Türk ordusu; onu da anlayacağız, çünkü hayat maddidir! Celal Talabani Ankara seferiyle Türk devletinin resmi ideolojik politikasının ezberini bir Kürt olarak cumhurbaşkanı sıfatıyla bozduğu gibi bir “aşiret“ lideriyle görüşemeyiz diyen TC devlet yöneticilerinin tükürdüklerini kendilerine yalattı. Yıllardır kendisini muhatap alınması için çırpınan ve çırpındıkça da batan İmralı Kemalist'ini çileden çıkardığı için Celal Talabani'ye karşı linç hareketi başlattı. Bu linç hareketinin açığa vurduğu asıl gerçeğin TC'nin PKK ile yaptığı gizli anlaşmaya rağmen muhatabın İmralı hanedanı değil de Celal Talabani olması rahatsızlığıdır. ABD tarafından verilen mesaja uygun olarak PKK den radikal çıkışların yapılmasıdır. PKK de bu mesaja uygun olarak hareket etmektedir. Geçmişte YNK'yi ulusal Kurtuluşçu olmayan, emperyalist çevrelerin ajanı olmakla suçlayan PKK uluslar arası kuşatmanın bir sonucu olarak PKK YNK ittifakına girmek zorunda kaldı ve sonra bu süreç birden bire tersine döndü; ajan ve işbirlikçi kavramların yerini yurtsever devrimci kavramlara bıraktı. Yurtsever ve devrimci olan YNK lideri Celal Talabani'nin Abdullah Öcalan ile el ele çekilen fotoğrafları basında çıkınca PKK geçmişte söylediklerini unutarak tükürdüğünü yalamak zorunda kaldığını hep beraber gördük. Tabi aşkta hep sevinç olmaz hüzünde vardır. Hayat bu nelere kadirdir! Döne döne aynı yere gelerek eski hamamlara yeni taslar koyma sürecine girdik! Bu süreç PKK'nın ehlileştirilmesi süreci değil Kürt hareketini ehlileştirme sürecidir, çünkü PKK'nın ehlileşme süreci bitti ve şimdi onun asıl görevi Kürt hareketinin ehlileşmesi sürecinde farklı bir yere getirilmesi süreci başladı. Orta-Doğu cehenneminin ateş çemberi Güney Kürdistan bölgesinin bağımsızlığıyla parçalanarak tüm Orta-Doğu'yu sarma sancısı başta bölge sömürgeci devletleri olmak üzere ABD, RUSYA ve AT ülkelerine dehşet verecek bir tablo sunuyordu. Bu tablonun bertaraf edilmesi için ABD Türk ordusuna Güney Kürdistan bölge topraklarına girmesi için yeşil ışık yaktı. Türk ordusunu Güney Kürdistan bölge topraklarına girdiği günden bir gün önce Kosova bağımsızlığını ilan etmişti ve başta ABD olmak üzere AT ülkelerinden birçoğuyla birlikte Türkiye'de Kosova'nın bağımsızlığını tanıdığını açıkladılar. Bu açıklamaların yapıldığı sırada Türk ordusu ABD desteğinde Güney Kürdistan bölge topraklarını bombalıyordu. Buradaki mesaj şuydu çok açık bir şekilde: “olduğunuz yerde durun!“ Orta-Doğu statükosunun değişimini gerektirecek bir adıma izin vermeyiz! Bugün Orta-Doğu'nun kaderini belirleyen ABD'nin kendi rızası olmadan gelişecek hiçbir harekete müsaade etmeyeceğinde açık bir şekilde göstermiştir. Olaya neresinden bakılırsa bakılsın Kürt hareketi açısından trajik bir durumdur. Celal Talabani'nin Ankara'ya gelmesiyle başlayan süreç çok iyi kavranmalıdır. Kürt hareketinin ehlileştirilmesi süreci ahlaksız Türk basınından köşe yazarlarına kadar, oradan da Kürd siyasi cenahına uzanan tartışma sürecidir. Bunun İlk'i Diyarbekir'de başlatıldı Avrupa ayağı da geliştirilecek.. Diger yanda ise Türk ordusu, Celal Talabani'nin Ankara'ya doğru yola çıktığı sırada Kürdistan dağlarını yeniden bombalıyordu. Türk ordusu bu saldırısıyla Celal Talabani'nin Kürt ayağını kırıp Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla görüşme masasına oturması için mesaj veriyordu. Nitekim Celal Talabani de bu mesaja uygun olarak şöyle bir açıklama yapıyordu: Stratejik, sağlam ve uzun süreli bir ilişki kurmaktır" (...) "Siyasi, ticari, petrol, güvenlik, ekonomi ve bütün alanlarla ilişki kurmak istiyoruz. Aramızdaki ilişki, Ortadoğu'da iki komşunun örnek ilişkisi olmalıdır. Aramızda ortak çıkarlar ve felaketler mevcuttur. Bu zorlukları ortadan kaldırmak için de ortak biçimde hareket edeceğiz."(*) Bütün hikâye buydu ve her iki tarafta memnundu(!) bu yapılan görüşmeden diğer yanda ise gerek bölge devletlerini gerekse ABD ile birlikte AT ülkelerini rahatlatan bir durumdu. Sıra Türkiye'de Kürtlere bir takım kültürel hakların verilmesi için “Kürt realitesine kendinizi hazırlayın!“ mesajını TC Cumhurbaşkanıyla Başbakana ileten Celal Talabani, kendisinin de bu süreçte yardımcı olacağını söylüyordu. Türkiye de PKK sorunu karşısında ise tavrını şöyle açıklıyordu: ''Irak'ın yaklaşımı net ve açıktır. Irak'ın anayasası, Irak toprağında herhangi bir silahlı grubu barınmasına izin vermez. Aynı zamanda Türkiye ile Irak arasında güvenlik alanında bir işbirliği söz konusudur. Irak, buna bağlıdır (...)Siyasi çözüm konusu Türkiye'nin hususudur. Biz bu konuda müdahale etmeyiz“(**) Diplomasi'nin kuralları unutulduğu ve aşıldığı noktada politika yapılamaz! Celal Talabani de kendi bulduğu yerin konumuna uygun olarak hareket etmektedir. Irak Cumhurbaşkanı'dır ve o sıfatıyla da siyaset yapma görevi vardır. Lakin o YNK lideri olarak Kürt ulusal özgürlük mücadelesinde sosyal demokrasiyi savunmuştur hiçbir zaman Kürdistan'ın Bağımsızlığını hedefleyen ulusal bir programa sahip olmamıştır. Sosyal demokrasi mücadelesiyle sürekli zikzaklı hareket ettiği gibi her ortama uygun politika yürütebilen Orta-Doğu da gelmiş geçmiş en ender siyasetçilerden biridir. Böyle görmek gerekiyor. Siyasette ahlaklı olmak gerekiyor. Siyasi ahlakın çürüdüğü, değerlerin alt-üst olduğu bir ortamda siyaset yapılamaz, bu mümkün değildir. Celal Talabani'yi işbirlikçilikle, Kürtleri satmakla suçlayan DTP her şeyden önce kendi çöplüğünü temizlemelidir. O siyasi legal kurumlara paraşütle indirilmiş kişilerin kimlerin işbirlikçisi olduğunu, Kürtleri sattığını görmeden, Abdullah Öcalan'ın nasıl Kemalist olduğunu Türk Genel Kurmayı ile işbirliği yaptığını görmeden Celal Talabani'yi işbirlikçi olarak görmek, Kürtleri sattığını söylemek pek ahlaklı bir tutum değildir. Karşımızdakini suçlarken kendimizi parmak arkasında saklayamayız. Her şeyden önce HZ. İsa'nın dediği gibi ilk taşı günahı olmaya atsın. [email protected] (*) 08.03.2008 tarihili basından (**) 08.03.2008 tarihli basından

PDK ìle YNK yì ayri gòstermeniz malesef yanli$ bìr belirleme. Gùney Kurdìstanda her ne kadar partìler varsada yònetim bìrdir. Pè$merge bìrdir ve ayri ayri yònetilmìyor. Bunlari ele$tìren baylar neden sava$miyorlar onlari anlamak mùmkùn degil.Arti bìz kuzey Kurdler gùneyì fazla kari$tirmaktan vaz geçersek ìyì olur.Zaman kaybetmenin di$inda ba$ka bìr anlam ìfade etmemekte. Bìzler yola gùney Kurdler olmadan ba$ladik onlarda bìz siz. Mavìn Herrwìg

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.