بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

Birlik ve Onun Üslubu Hafız Ahmet TURHALLI Zulme uğramış toplumlar, kavramlara yükledikleri anlamlarla kurtuluşlarını inşa ederler. Birlik, anlam yüklenilen kavramların toplumda yarattığı ortak anlayış ve ruh etrafında oluşan somut bir vakıadır. Mücadele sürecinde öncü rolünü oynayanlar, yaşam üsluplarıyla bu kavramlara can verirken topluma da yeni bir ruh ve bedensel bir şekil verirler. Her alanda olduğu gibi hitabet ve üslupta da geri bıraktırılan Kürtler ortak bir dil oluşturamadıkları gibi ortak bir üslup da oluşturamamışlardır. Bu, biraz da sömürge ülke insanı olmanın kaçınılmaz sonucudur. Sorunu çözme görevi politik öncüye düşer. Ancak ne yazık ki politik öncülerimiz yaşam üslubunda yetkinleşemedikleri için sorunun çözümünü kitleleri suçlamakta bulmuşlardır. Bağımsız ve egemen devletler mevcut iktidar güçlerine rağmen Üniversitelerde Üslup ve Hitabet kürsülerini, akademilerini oluşturmuşlardır. Hukuk ve yönetim ilimlerinin her alanında “usul“ derslerini de koymayı eksik etmemişlerdir. Usul bilimi, ismi konulan idari, hukuki veya toplumsal sorunun hangi yöntemlerle ele alınması gerektiğini, ele alınan bu sorunun nasıl tanımlanacağını, tanımlanan bu sorunun hangi yöntem ve araçlarla çözüleceğini gösterir. Halk arasında söylenen “Kılı kırk yarmak“ deyimi aslında usul gerçeğini ifade etmektedir. Devletlerin usulde bu kadar titiz davranmalarının tek nedeni sorunu çözerken hataya düşme olasılığını asgariye indirmektir. Güçlüler her zaman için hatalarını düzeltme gücüne sahiptirler. Buna karşılık zayıfın hayatında bir defa ele geçirebildiği bir fırsatı yanlış yaparak yitirme gibi bir lüksü yoktur. Kısacası güçlü için üslup ve usul bir gereklilik ise zayıf için bir zorunluluktur. Bunun içindir ki bilim, mazlum milletler için bir kurtuluş reçetesi olmaktadır. Bilim araştırmadır. Araştırma ise kavram üretir, kavramlara anlamlar yükler. Bu, düşünsel bir üründür. Politik öncüler de bu ürünü toplumun kurtuluşu ve gelişimi için değerlendirir, toplumun değerlendirebileceği bir biçime ulaştırır, stratejisini belirler. Dokusu gereği toplum çeşitlilikler arz eder. Ancak bu çeşitlilik kaynağını toplumun dokusundan alır. Kürtlerde ve Kürdistan'da kaynağını toplumsal dokudan alan bir çeşitlilikten söz etmek mümkün değil. Politik öncüsü bir telden, akademisyeni bir telden, aydını bir başka telden çalar. Böyle olunca da bir düzen ve ahenk değil, iç çekişmelerin yaşandığı bir kaos ortaya çıkar. Bu birlik ve onun üslubunu yaratmak değil, onun kimyasını bozmak oluyor. Böyle bir kaos ortamında da hoşgörü ve ikna yöntemi değil, zor kendisini örgütler. Zor ise geçici bir çözümdür, toplumu daha büyük kaoslara gebe bırakır. Toplumsal birlik, genel çıkarlar etrafında oluşur. Bunu herkes bilir ve söyler. Ancak bu çıkarın hangi usul ve üslupla gerçekleştirileceğine ilişkin bir yaklaşım geliştirilmiyor, düşünce üretilemiyor. Daha da ötesi, bizde neyin ve hangi değerlerin genel çıkarı temsil ettiğine ilişkin ortak bir anlayış bile oluşmamıştır. Örneğin bir parti veya bir topluluğun çıkarları her zaman için ülke ve millet çıkarını temsil edebilir mi? Böyle bir iddia örgüt ve cemaat gerçekliğine de aykırı düşmüyor mu? Bir parti veya oluşum ille de “ Benim felsefem, benim anlayışım, benim düşüncem, benim politikam“ biçiminde bir diretmeyle toplumsal birliği sağlayabilir mi? Böyle bir tutum, dinsel cemaatleri, değişik sınıfları ve toplumsal kesimleri kendiliğinden dışlamaz mı? HZ Muhammed Medine'ye hicret ettikten sonra Medine'de yaşayan bütün kesimlerle görüşerek bir mutabakat oluşturur. Bu mutabakatı metin haline getirir ve taraflara imzalatır. İslam tarihinde bu mutabakata “Medine Mutabakatı“ deniliyor. Bu mutabakata göre Medine'de yaşayan her kesim ve dinden toplulukların can, mal ve inancı güvence altına alınıyor, dışarıdan veya içeriden yapılacak saldırılara karşı birlikte karşı konulması öngörülüyordu. Ancak bazı kabileler Hz. Muhammed'in metinde Allah'ın Resulü diye yazılmasına itiraz edince Peygamber Efendimiz hemen orada “Allah'ın Resulü“ ibaresini silerek metinde ismini “Abdullah Oğlu Muhammed“ diye yazarak imzalamıştır. Bunun içindir ki Allah-u Taala Hz. Muhammed için " Eğer biz seni yumuşak huylu yaratmasaydık etrafında bu kadar insan bulamazdın!“ diyor. Peygamberlerin yumuşak huylu ve üstün ahlaklı vasıfta olmaları onları milyarların gönlünde taht kuran birer önder yapmıştır. Uzay ve bilim çağında hala 2 milyar insanın Hz. İsa'nın huzurunda eğilmesi onun bu güzel ahlakı sayesinde olmuştur. Gandi bir peygamber değil, ama bir peygamber ahlakı ile donanmış güzel ahlaklı bir insandır. 700 milyon Hint fukarası onun bu güzel ahlakından beslenip İngiliz sömürgeciliğine karşı direnişe geçmiştir. Demek ki güçlü olma çoğu zaman böyle bir ahlaka sahip olmak ile mümkün olabiliyor. Kızıl Ordunun milyonları aşan ordusu, tankları zora dayalı bir SSCB'yi ayakta tutamamıştır. Hitler'in katliamları ve dehşeti onu büyütmemiş, tam tersine birkaç yıl içinde onu helak etmiştir. Kıyamet topunu yapan Saddam elini yüzünü bile yıkayamadığı bir sığınakta ancak 40 gün yaşayabilmiştir. Mustafa Kemalin Türkiye'si bu gün baldırı çıplak Kürtler önünde dize gelmenin provalarını yapıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. O halde denilebilir ki birliğin nihai hedefi Kürdistan halkının ebedi çıkarlarının geliştirilip korunması ve güvence altına alınmasıdır. Bunu inşa etmenin yolu peygamber olmaktan değil, Gandi gibi peygamberlerin güzel huyu ve üstün ahlakına sahip olmakla mümkün olabilir. Kürdün politik öncüsüne, aydınına, din görevlisine, akademisyenine ve sıradan insanına düşen görev de birliği yaratan o üsluba erişme gücünü gösterebilmektir. Hafız Ahmet TURHALLI

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.