Direkt zum Inhalt
Submitted by Rêvebir_D on 23 Mai 2014

Tarih, merkez gücünü elinde bulunduran egemenlerin kanlı otoritelerine meşruiyet arama sevdası ile yerelin atalarının duruşuna aykırı düşmeme derdinden kaynaklanan varoluş mücadelesini yansıtan ve zamanı güncelleştirerek günümüze aktaran bir seyirdir. Bu mücadele çoğu zaman trajedi ve katliamlar üretmiş olmasına rağmen, merkezi otorite ve yerelin karşılıklı olarak birbirlerine bakışını da yansıtan ayna görevi görmektedir. Hem yerelin hem de merkezi otoritenin hafızasında karşı tarafın taşıdığı anlamın biçimlenip netleşmesini sağlayan bir veri olarak toplumsal geleceğin nasıl şekilleneceğini de belirleyen temel veridir.

Kürdlerin yaşadığı topraklarda merkez gücünü elinde bulunduran egemenlerin Kürd toplumuna bakışı, resmi tarihin belirlediği ve kabul ettiği varlık çerçevesine dayanmaktadır. Kürdlerin varlıkları ve güçleri hakkındaki düşüncelerinin dayanağı ancak resmi tarih ile sınırlıdır. Oysa resmi tarihin dışında kalan ve onun arka planını açığa çıkartarak bizlere gösterebilen temel verilerden biriside toplum hafızasında yer edinmiş olan yerel tarihtir. Yereldeki belgeler aynı zamanda egemen resmi tarihin karanlık yüzünü ortaya çıkaran ve onun bizlerce tanınmasını sağlayarak geleceğin inşa edilmesinde önemlidir. Bu nedenle yerel tarihin bilinmesi toplum açısından gerekli olup zorunluluk arz etmektedir.

Egemen otorite ve düşünceler resmi tarihe dayalı olarak oluşturduğu tarih anlayışıyla kendisini toplum nezdinde zorla meşrulaştırma isteğindedirler. Ancak öte yandan halkın acılarını ve ezilmişliğini ortaya çıkaran, yerel tarihe ait veri ve düşüncelerin ortaya konulması da halkın kendisini anlatması, ifade etmesi bakımından önemli ve gereklidir. Abbas Vali’nin “tarihi, Kürt milliyetçiliğinin başlangıcını ortaya çıkarmak ve ötekinin yüzü olarak oluştuğunu göstererek egemen otoritenin maskesini düşürmek için kullanmaktayım.”(1) Belirlemesi resmi tarihe karşı yerel tarihin önem ve gerekliliğine bir vurgu olarak alınmalıdır.

Kürdistan sorunu aslında Selçukluların Anadolu’ya yerleşmesiyle başlayıp Osmanlı Devletinden Cumhuriyet rejimine devredilen(2) aynı zamanda da İslam ümmetinin kalbi kabul edilen Ortadoğu tarihinin temel problemlerinden biri olarak günümüze kadar varlığını sürdüre gelen bir sorundur. Sorunun merkezi noktasını teşkil eden öğe, Kürdlerin kendi geleneksel egemenlik yapısından vazgeçme taraftarı olmamalarına karşın, egemen güçlerin onlar üzerinde kendi egemenliklerini oluşturma isteğinin farklı yansımalarına dayanmaktadır.

Kürdistan’ın egemenlik sorunu tarihsel süreçte bazen devletlerarası güç(3) dengesinden kaynaklanırken, bazen de egemen devletlerin merkezileşme(4) politikalarından kaynaklanmıştır. Bazen bu sorun Yerel Kürd egemenlerinin kendi otoritelerinden vaz geçmek istememelerinden; bazen de yereldeki farklı egemen ve diğer unsurları arasında vuku bulan güç çatışmalarından kaynaklanmıştır. Söz gelimi belli bir yerde Kürd beyleri ile merkezi güç arasında çatışma yaşanırken, başka bir alanda ise inanç olgusundan kaynaklanan Kürdler arası çatışmaların(5) yaşandığı gözlenebilmiştir.

Dolayısıyla tarihsel süreç açısından sınırları tamamıyla belirlenmiş bir Kürdistan sorunundan söz etmek imkân dâhilinde değildir. Ancak sorunun merkezinde her zaman bağımsız davranma isteğini ön plana alan Kürdi duygu yer almaktadır. Kürdlerin bir başkasının egemenliğini kabul ederek bunu içselleştirmeye yanaşmamaları sorunun asıl nedenini oluşturmaktadır. Buna karşı Merkezi egemen güçlerinde kendi otoritelerini onlara dayatma düşüncesinden dolayı soruna günümüze kadar çözüm üretilebilmiş değildir.

Kürdistan sorununu bu çerçeve içerisinde ele aldığımızda egemen otorite ve düşüncenin resmi tarih kayıtlarında herhangi bir nedenle gizleme ihtiyacını hissettiği olaylar dizisi6) ancak yerel tarih verileriyle açığa çıkarılabilir. Kürdlere yönelik yaşatılan toplumsal nitelikteki bu travmatik acıların paylaşılması ve bilinmesini sağlayacak yerel tarih, aynı zamanda onlara yaşatılan acıların toplumsal bilinçaltından kısmen boşalmasına da katkı sunacağına inanmaktayım.

Şimdi konuyu yerel tarihin bir parçası olan ve resmi tarih kaynaklarında anlatılmayan/en azından gerçek oluşum biçimiyle bize gösterilmek istenmeyen 1914 Bitlis ayaklanması ve Mele Selim olayı ile Şeyx Seid Kıyamını ele almaya çalışacağız. Ancak bu konulara yoğunlaşmadan önce olayların biraz tarihsel arka planına bakmak gerekir.

Kürd tarihi konusunda önemli şahsiyetlerden biri olan Wadei Jwdieh 1808 yılından itibaren Osmanlının merkezileşme çabaları karşısında yarı otonom Kürd Beyliklerinin engel oluşturduğunu ve bu engelleri ortadan kaldırılmak amacıyla Osmanlının kararlı adımlar atmaya başladığını ileri sürer. “…itaatsizliği ve serkeşliği cezalandırmayı ve sonunda Osmanlı otoritesini bölgede yeniden kabul ettirmekten ziyade, bu toprakları yeniden ele geçirmek bölgeyi doğrudan Osmanlı hâkimiyeti altına almayı amaçlayan bir girişim.”(7) olarak tanımlamaktadır. Bu belirleme şunu açıkça göstermektedir ki, Osmanlı Kürdistan topraklarında hiçbir dönemde tamamıyla bir egemenlik oluşturamamıştır.

Tarihin bu döneminde Osmanlı Devleti Batı da yaşadığı yenilgi ve kayıpları telafi etmenin bir yolu olarak yönünü Kürd beylerine çevirmiştir. Bu karşı olarak Bedirxan beyliği, Revandizli Muhammed Paşa ve Yezdanşir gibi direnmeler Osmanlı için hem yıpratıcı hem de uğraştırıcı olmuştur. Yine belirtmek gerekir ki bu direnişlerin/ayaklanmaların bastırılmasında Osmanlı gücünden ziyade Kürd beylerince yapılan strateji hataları güç kaybına ve yenilgilerin temel sebebi olarak görülmelidir.(8)

Kürd beylerinin 19. yüzyılda güç kullanılarak tasfiye edilmiş olmalarına rağmen Osmanlının Kürdler üzerinde tam anlamıyla hâkimiyet kurduğu da söylenemez. Bu dönemde Kürdistan da oluşan yönetimsel boşluk dinsel temalara dayalı otoritelerinden dolayı Şeyx ve Mollalar tarafından doldurulmuştur. Merkezi otoriteler “Birinci hedefleri olan beylikleri tasfiye etmede başarılı olsalar da, dinsel nitelikli olan bu ikinci gücün üstesinden gelemediler ve onlar karşısında bütünüyle başarısız oldular. Dolayısıyla Kürdistan’ın ulaşılmaz yerlerine nüfuz edemeyip kürdler üzerinde kontrol sağlamayı başaramayınca Osmanlının oluşturduğu yeni idari sistem işlevsiz kaldı.(9)

İşte bu yönetimsel başıboşluk Kürdistan coğrafyasında talan vb. sosyal nitelikli sorunlara yol açınca halkın ihtiyaç duyduğu adaletin sağlanması amacıyla başvurulacak temel merci ancak dini kurumlar olmuştur. Bu durum yaşamsal ihtiyacın Kürdistan da yeni bir gücün filizlenmesine etki ettiğini göstermesine rağmen, aslında bu güç daha önce de Kürdistan beyliklerinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar sırasında başvurulan bir adalet şemsiyesiydi.

Kürdistanın taksim edilmesi sonrasında da Ulus devletlerin tüm uğraşlarına rağmen toplumsal hayat içerisinde meydana gelen sorunların çözüm mercii her zaman dini otoriteler olmuştur. Seküler anlamda modernleşmenin henüz etkili olamadığı Bakur’da bile 1980 öncesine kadar köylüler arasındaki her türlü anlaşmazlıklarda hakem görevini yerel otoriteler olan Şeyx ve Mollalar görmekteydi.

Resmi tarihin zihinlerde oluşturduğu kirliliği ortadan kaldırabilmenin temel şartı yerel tarihin yerel hafızadan beslenerek yeni değerlendirmelere tabi tutulup ortaya çıkarılan sonuçların paylaşılmasına bağlıdır.(10) Bu anlamda Kürdistan tarihinde önemli yer işgal eden iki olay üzerinden konuyu açıklamaya çalışacağız.

Devam Edecek……

1) Abbas Vali, “Milliyetçilik ve Köken Sorunu”,s. 31.

2) Rus Arşiv Belgelerinde 1914b Bitlis İsyanı. Tibet ABAK

3) Osmanlı-İran Arasında imzalanan Kasrı Şirin Antlaşması

4) 1808 II: Mahmut Islahatlarına bakınız.

5) Bedirxan Beyliği ile Nasturiler arsındaki çatışmalar gibi

6) 1927 Lice- Genç bölgesindeki katliamlar, Zilan Katliamı vb.

7) Wadie Jwaideh Kürd Milliyetçiliğinin tarihi Syf.118

8) Bedirxan Beyin Hristiyan unsurlara saldırması, Muhammed Paşa’nın Yezidilere saldırması gibi.

9) Wadie Jwaideh Kürd Milliyetçiliğinin tarihi Syf.157

10) Hamidiye Alayları ve Şeyx Seid hareketi – I - Yusuf ziya Döger

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.