MİT-Emniyet çatışması ve devlet içindeki iktidar kavgası ve KCK ve BDP ye MİT elemanları haber elemanları yerleştirildi, Öcalan’ın tutuklanan bir avukatı MİT elemenıdır görüşleri, MİT’in KCK’ye göz yumduğu, kimilerine göre “zaten MİT’in görevi odur” söylemleri artarak devaam ediyor.
MİT ve Emniyet çatışmasında sesler yükselmeye ve kaos artmaya başladı.
MİT ve Emniyete göre yazan yazarlar ve bağımsız veya farklı davranan yazarların kısa görüşlerinin özetini veriyoruz. Bazı siyesetçilerin demeçlerinden kısa özetler sunuyoruz.
Nazlı Ilıcak(Sabah)
“Şöyle bir tez var: "MİT, PKK ile barış sağlayacak görüşmelerden yana. Buna mukabil, Emniyet ve Yargı karşı. Çatışma bu yüzden çıktı ve Oslo sürecinde görev alan MİT'çiler çağrıldı."
Bu iddiaya katılmıyorum. Bana göre Emniyet-MİT arasındaki çatışma, barışçıl çözüme tepki göstermekten ziyade, KCK operasyonlarında ele geçirilen belgelerden kaynaklanıyor. Bu belgelerden bir bölümü, Oslo süreci diye adlandırılan görüşmelerden oluşuyor. BDP Diyarbakır İl Başkanlığı'nda Oslo'nun tamamlayıcısı niteliğinde 12 ses kaydı ile Öcalan'ın, KCK Yürütme Başkanlığı'na, -6'sı el yazısı olmak üzere- gönderdiği dokümanlar ele geçti. Bir kere, devlet sırrı niteliğinde olması gereken belgelerin Diyarbakır BDP İl Başkanlığı'nda ne işi var? Sonra sözü edilen mutabakat metni nedir? Bütün bunlardan Başbakanın malumatı varsa, zaten kimse konuyu tartışmaz bile. Oslo görüşmeleri medyaya yansıyınca, muhalefet de dahil, herkesin bu süreci makul bulduğunu hatırlıyoruz. Acaba savcı, bunların ötesinde bilgilere mi ulaştı? Durumun netleşmesi ancak yargı kararıyla olur. Siyasetçinin yargıya müdahalesi ise, kafaları daha da karıştırır; hadiseyi büyütür. Tartışmalar birbirini izler. Keşke, Hakan Fidan, sessiz sedasız ifadesini verse ve siyasi bir direnç ortaya çıkmasaydı.
Öte yandan, başka iddialar da mevcut. Emniyet'in elinde MİT'i KCK yapılanmasından sorumlu gösteren bulguların olduğu ileri sürülüyor. KCK operasyonları kapsamında tutuklanan pek çok ismin MİT elemanı olduğu belirtiliyor. MİT'in, şiddet eylemlerinin engellenmesi amacıyla Emniyet'e bilgi vermediği gibi, bazı talimatların Kandil ve kırsal kadrolara ulaştırılmasında aracılık yaptığı da ileri sürülüyor. Bu iddialar ne ölçüde doğru? Ancak yargı gerçeği ortaya çıkarabilir.
Pandora'nın kutusu açıldı... Zorla kapatmaya çalışmak çok daha büyük kuşkular doğuracaktır. Şeffaflık önemli.”
Hasan Cemal(Milliyet)
“Ama diyalog yolundan sapılmasında en büyük işaret gitgide kabaran KCK operasyonları oldu.
Özgürlük ve siyaset alanını daraltan bu operasyonlarla hükümet, Kürt sorunuyla PKK’ya karşı mücadelede 1990’ları andıran, Kürt sorunuyla PKK’nın bir yerde içiçeliğini göremeyen ya da önemsemeyen ve ‘önce terörle mücadele’ diyen tek boyutlu stratejiyi benimsedi.
Bu yanlıştı.
Bu yanlışı Başbakan Erdoğan’ın yakın çevresinde savunanlar da vardı. Ama bu yanlışta başı çekenler veya bu yolun açılmasında etkili olanlar, herhalde daha çok polis ve yargıdaki bazı odaklardı.
Şunu da belirtmekte yarar var.
Ergenekon ve Balyoz’da da yine bu odaklardı, yazımın başında belirttiğim gibi, askeri vesayeti gerileten doğru hamleleri, elbette arkalarına Erdoğan’ın siyasal desteğini de alarak yapanlar...
Ama bir bakıma yine aynı odaklar oldu, bu davaların özünü zayıtlatan yanlışlara da imza atanlar...
Şunu vurgulamak lazım.
Bugün yaşanmakta olan yüzeysel krizin kökleri derine gidiyor.
Ve soru çok basit:
Tayyip Erdoğan, yanlışları seyretmeye devam mı edecek?
Yoksa Ergenekon ve Balyoz’daki yanlışların üstüne yürürken, yeni anayasa dahil özgürlüklerin alanını genişletecek düzenlemelere koyulurken, eş zamanlı olarak Kürt sorununda eskisi gibi yeni bir ‘barış süreci’ni başlatacak siyasal kararlılığı yeniden sergileyebilecek mi?
Kısacası Sayın Başbakan:
Devletleşmek mi, demokratikleşmek mi?..”
CAN DÜNDARMilliyet)
“Ama siyasetin kuralıdır:
Hiçbir araba frensiz olamayacağı gibi hiçbir iktidar gücü de sınırsız olmaz.
Politika boşluk kaldırmaz.
Anayasal sistemin meşru frenleri (orduyu kastetmiyorum elbette, muhalefeti, sivil toplumu, yargıyı, medyayı, akademyayı kastediyorum) bertaraf edilince, çığırından çıkan iktidar arabasının karşısına kendi içinden takozlar konmaya başladı.
Sınırsız iktidarın bileşenleri arasında güç kavgası baş gösterdi.
Baştaki çıkar ittifakları çatırdadı. Pastadan daha çok pay isteyenler, işlere taş koyar oldu.
Meclis’te muhalefetin zaten çıkamayan sesini de kesmeye mi çalışıyorsun; muhalefeti temizlemek için icat ettiğin özel yetkili savcı karşına dikiliverdi.
Bütün istihbaratı kendinde toplayıp rakiplerini izletiyor, fikrini beğenmediğin gazetecileri mi dinletiyorsun; polise yerleşen cemaat en büyük rakibin oluverdi.
Hasılı frenler tutmayınca fazla süratten lastikler patlayıverdi.
Duvar, ufukta göründü.
* * *
Son skandal, biraz da çığırından çıkmış bu kontrolsüz gücün lastiğinin patlaması anlamına geliyor.
Sistemin dengeleri yeniden inşa edilip mutlak iktidarı meşru yollarla frenleyene dek, bu türden mevzi savaşlarını daha çok yaşayacağız.”
AHMET ALTAN(Taraf)
“Son otuz yıldır Türkiye’nin iç ve dış politikasını Kürt sorunu belirliyor.
“Milliyetçilik” etiketi altında Kürtlerin eşitliğini kabul etmeyenler, devletin çürümesini tercih ediyorlar nedense.
Ülkede iktidarı elinde tutmak ya da eline geçirmek isteyenler de Kürt sorununu sonuna kadar sömürüyorlar, bütün iktidar çatışmaları Kürt sorunu çevresinde şekilleniyor.
Bazı Kürtlerle Türklerin çeşitli kılıklara girerek bu savaşın sürmesi için birlikte çalıştıkları da her gün biraz daha belirginleşiyor.
Şu anda yaşadığımız ve mizah tarihine mi yoksa trajedi tarihine mi geçeceğini kestiremediğimiz garabetin merkezinde de gene Kürt sorunu var.
Polis ve yargı bir yanda, hükümet ve MİT bir yanda.
Polis ve yargının, kısaca “cemaat” denen Gülen Cemaati’nin kontrolünde olduğu söyleniyor, bu konuda bir yalanlama da yapılmıyor.
Bundan sonra yapılacak bir açıklamanın bu algıyı değiştirebileceğini de sanmıyorum.
Anlayacağınız, Cemaat çok sert bir siyasi kavgada şimdi baş aktör olarak sahnede.
Karşısında da hükümet var.
Polis ve yargı, MİT Müsteşarı Hikmet Fidan’ın peşinde gözüküyor ama Fidan’ı suçladıkları anda otomatikman onu görevlendiren Başbakan Erdoğan’ı da suçlamış oluyorlar.
Bunun mantıki sonucu, olayların böyle devam etmesi halinde Erdoğan’ın da sanık sıfatıyla mahkemeye çağrılacak olması.
Başbakan Erdoğan’ın geleceğini belirleyecek bir kavganın çok yumuşak geçmeyeceği açık.
Kavganın bir aşamasında anlaşacak olsalar bile taraflardan biri çok ciddi bir güç ve prestij kaybına uğrayacak, bu da kesin.
Ya Erdoğan ve taraftarları ya da Cemaat ve onun üyeleri devletin içinden sürülecek.
Onun için de ölümüne bir kavga bu. “
MAHİR KAYNAK(Star)
“Bu durum hedefteki kişilerin değil kurumun olduğu anlamına gelir. Yani eski ve yeniler aynıdır ve kanunsuz işler yapmışlardır intibaı yaratılmaktadır.
MİT’in görevi ülkemize yönelik yabancı operasyonları izlemek ve gerektiğinde tasfiye etmektir. Eğer illegal faaliyetler ülkenin güvenliğini tehdit eden boyutta ise yabancıların desteği olup olmadığına bakılmaksızın bu faaliyetler de izlenir. Buradan şu sonuç çıkar: MİT kanun dışı örgütsel faaliyetleri izlemektedir ve bunların içine takip etmek üzere ajan sokar. Burada şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır. Örgüt üyeleri hukuk dışı eylemler yaptığına göre MİT görevlisi de bu faaliyetlere katılacaktır. Devlet görevlisi nasıl devlete karşı faaliyet yapar? Bu eylemlere katılmayıp etrafına “Ben MİT görevlisiyim. Beni bağışlayın, katılmayacağım” mı demelidir.
İstihbarat teşkilatlarının çalışma metotları çok farklıdır. Yabancı istihbarat servislerinin bazılarının adı intelligence’tir ve zeka anlamına gelir. Yani bu kurumlar arasında bir zeka savaşı vardır. Bu nedenle önceden belirlenmiş metotlara bağlı kalmazlar ve şartlara göre yeni yollar ararlar. Mesela ülke içinde mücadele ettikleri örgüte benzer ama kendi kontrollerinde bir örgüt dahi kurarak ötekini etkisiz kılmaya çalışabilirler. El Kaide örgütü İslamcı bir örgüt müydü yoksa İslamcı hareketleri gözden düşürmek için kurulmuş bir yapı mıydı? Yahut ABD’nin İslam coğrafyasına yapacağı askeri eylemlere gerekçe hazırlamakla mı görevliydi?
İstihbarat teşkilatları bir ülkenin güvenliğini sağlayan en önemli kurumlardır. Onların hedefleri ülke yönetimi tarafından belirlenir ve hata veya eksiklikleri görülürse yönetim gerekli tedbirleri alır. Bunların görevleri nedeniyle suçlu sayılmaları çözülmesi zor sorunlar yaratır. Çünkü görevleri, devlet aleyhine olabilecek tüm iç ve dış faaliyetleri kontrol ve takip etmektir. Dolayısıyla görev verdikleri ajanları bu faaliyetlere katılmak zorundadır. Böyle bir durumda görevliyi cezalandırmalı mı yoksa işine devam etmesi için yaptıklarını görmezden mi gelmelidir? Ayrıca gerekli hallerde MİT yönetimi mücadele edilen örgütün ileri gelenleriyle bizzat görüşüp değerlendirme yapabilir.”
ABDULKADİR SELVİ(Yeni Şafak)
“Bu durum hedefteki kişilerin değil kurumun olduğu anlamına gelir. Yani eski ve yeniler aynıdır ve kanunsuz işler yapmışlardır intibaı yaratılmaktadır.
MİT’in görevi ülkemize yönelik yabancı operasyonları izlemek ve gerektiğinde tasfiye etmektir. Eğer illegal faaliyetler ülkenin güvenliğini tehdit eden boyutta ise yabancıların desteği olup olmadığına bakılmaksızın bu faaliyetler de izlenir. Buradan şu sonuç çıkar: MİT kanun dışı örgütsel faaliyetleri izlemektedir ve bunların içine takip etmek üzere ajan sokar. Burada şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır. Örgüt üyeleri hukuk dışı eylemler yaptığına göre MİT görevlisi de bu faaliyetlere katılacaktır. Devlet görevlisi nasıl devlete karşı faaliyet yapar? Bu eylemlere katılmayıp etrafına “Ben MİT görevlisiyim. Beni bağışlayın, katılmayacağım” mı demelidir.
İstihbarat teşkilatlarının çalışma metotları çok farklıdır. Yabancı istihbarat servislerinin bazılarının adı intelligence’tir ve zeka anlamına gelir. Yani bu kurumlar arasında bir zeka savaşı vardır. Bu nedenle önceden belirlenmiş metotlara bağlı kalmazlar ve şartlara göre yeni yollar ararlar. Mesela ülke içinde mücadele ettikleri örgüte benzer ama kendi kontrollerinde bir örgüt dahi kurarak ötekini etkisiz kılmaya çalışabilirler. El Kaide örgütü İslamcı bir örgüt müydü yoksa İslamcı hareketleri gözden düşürmek için kurulmuş bir yapı mıydı? Yahut ABD’nin İslam coğrafyasına yapacağı askeri eylemlere gerekçe hazırlamakla mı görevliydi?
İstihbarat teşkilatları bir ülkenin güvenliğini sağlayan en önemli kurumlardır. Onların hedefleri ülke yönetimi tarafından belirlenir ve hata veya eksiklikleri görülürse yönetim gerekli tedbirleri alır. Bunların görevleri nedeniyle suçlu sayılmaları çözülmesi zor sorunlar yaratır. Çünkü görevleri, devlet aleyhine olabilecek tüm iç ve dış faaliyetleri kontrol ve takip etmektir. Dolayısıyla görev verdikleri ajanları bu faaliyetlere katılmak zorundadır. Böyle bir durumda görevliyi cezalandırmalı mı yoksa işine devam etmesi için yaptıklarını görmezden mi gelmelidir? Ayrıca gerekli hallerde MİT yönetimi mücadele edilen örgütün ileri gelenleriyle bizzat görüşüp değerlendirme yapabilir. “
ERGUN BABAHAN(Star)
“ MİT müsteşarının ifadeye çağrılmasını hükümet ile onu bugüne kadar desteklemiş olan siyaset-dışı bir yapının çekişmesine bağlayanlar olduğunu biliyorum. Neredeyse herkes aynı görüşte; hangi yazıya göz atsam, hangi yorumcuya kulak versem, ‘Çatışma başladı’ hükmüyle karşılaşıyorum.”
Bu satırlar Fehmi Koru’nun dünkü STAR’daki köşesinden.
Koru gibi doğrudan isim vermeden bu söylentiye atıfta bulunan başka yorumcular da var.
Burada “siyaset dışı bir yapı” ile kastedilen açıkça Gülen Hareketi.
Bir süredir Hareket ile iktidar arasında bir çatışma olduğu söylentileri kulaktan kulağa fısıldanıyordu zaten.
MİT krizi belli odakların heyecanla ellerini ovuşturmasına yol açtı.
İstanbul özel yetkili savcılığı ve emniyetinde bu harekete gönül verenlerin ağırlıkta olduğu iddiası, büyük bir kavga beklentisini artırdı.
Oysa, aynı polis ve savcılığın kovuşturup mahkeme önüne getirdiği Odatv zanlıları, sitelerinde gerçeğe aykırı olarak Hakan Fidan’ın kardeşinin Fethullah Gülen’in sağ kolu olduğunu yazmışlardı.
Gülen’e yakın olmak devlet içinde itibarsızlık göstergesi sayılıyordu onlar için herhalde.
Veya mesaj doğrudan hareketeydi.”
DEMİRAY ORAL(Taraf)
“Evet, devlet böyle demiş anlaşılan ve adamlara (yani Kürtlere) paralel devlet yapılanması bile kurdurmamışız.
Valla bravo.
KCK’nın içine MİT ajanları sızıp, hızla yükselip, bölge temsilcisi olmuşlar.
Eee tabii ne de olsa hepsi okumuş çocuklar...
Ona da bravo.
Ancak şimdi işler karışmış görünüyor.
Fakat ona geçmeden, açıkça söyleyeyim.
Bendeniz, son günlerde kıymetli basınımızda sıkça gördüğümüz “MİT’im benim” tadında köşe yazısı attıran türden değilim (Zaten beni ciddiye alıp afili bir kod adı da vermemişler acayip bozuğum onlara).
Bu kaydı düştükten sonra bir mevzuda izahat rica edeceğim.
KCK’ya sızan MİT ajanları anladığım kadarıyla şimdi eylemlere katılarak suç işlemekle suçlanıyor.
MİT’in geçmişten bugüne ellerinin temiz olmadığını biliyorum; mümkünse 12 Eylül öncesi yaptığı provokasyonlardan başlayarak işlediği bütün suçlar için yargı süreci başlasın elbet.
Ancak sıkı bir casus filmi-romanı tutkunu olarak şunu sormadan da edemiyorum: Suç işlemeden suç örgütünde nasıl yer alınır yahu?
Eylem yapılacağı zaman “Kusura bakmayın, konusu suç teşkil eden eylemlere katılamam, bana bunu yazılı olarak bildirin” mi diyecekti yani MİT ajanları.
Ya da ajanlar eyleme katılmayıp velileri Hakan Fidan’dan mazeret kâğıdı mı getireceklerdi?
Eğer adama hem suç örgütüne sız hem de suç işleme derseniz, çok affedersiniz ama babayı istihbarat alırsınız o örgütün içinden.
Hiç mafyaya sızan köstebek polis filmi de mi izlemediniz siz arkadaşım?
Yapılacak eylemleri haber verme meselesi ise ayrı bir vaka.
Adamın haber verme imkânı varsa verir de eğer yoksa ne yapsın?
Misal aslında MİT ajanı olup KCK’lı sanılan şahsiyet büyük bir eylem talimatı için diğer KCK’lılarla birlikte bir dağ başına çağrıldı.
Eylem yapılacağını öğrendi, haber vermesi için vakit dar, ne yapacak?
“Pardon, uydu telefonunuzu kullanabilir miyim acaba? Hava kararınca annem merak eder” deyip MİT’i mi arayacak?”