Kürd Ulusal Lıgası-Xoybûn’un saflarında başlayan sorunlara ilişkin bir çok şey yazılabilinir. O dönem Türkiye’ye geri dönen Xoybûn üyelerinin Türk devletiyle yaptıkları öngörüşmeler konusunda elimizde fazla veri yok. Celadet ve Kamuran Bedirxan’ın Türk konsolosluklarıyla yaptıkları ayrı ayrı görüşmelerin belgelerine Fransız kaynakları sayesinde ulaşabiliyoruz. Bu iki görüşme önerisi Türk tarafından geldiğinide bu belgelerden öğrenebiliyoruz. Bugüne kadar Türk kaynakları Bedirxan kardeşlerle yaptıkları görüşmelere ilişkin hiç bir kaynağı yayınlamadılar.
Eğer Türkler Bedirxani kardeşlerle bu görüşmeleri yapıyor ve onları Türkiye’ye davet ediyorsa, niçin Şeyh Alirıza, Dr. Mehmet Şükrü Sekban ve Dr. Mesud Fani’yle görüşmesinler?
Celadet Bedirxan ile yapılan görüşmede Türk tarafı Dr. M. Şükrü Sekbanı’ ve Dr. Mesud Fani’yi yaptıkları çalışmalarından dolayı övüyor ve bu onlarla Celadet arasında tartışmaya neden olduğunu yukarıda aktarmıştım. 1928 yılında Ağrı Direnişi’nin dorukta olduğu ve Kuzey Kürdistan’da bir dizi direniş odağının hâlâ diri olduğu bir ortamda neden Türkler yukarıda sözünü ettiğim Kürd kadrolarıyla ilişkiye geçmesin? Türkler bu konuda tek taraflı bilgiler veriyorlar.
En azından Mesud Fani hakkında verdikleri bilgiler ve yayınladıkları belgeler bunu gösteriyor. Dr.Sedat Bingöl, Toplumsal Tarih Dergisinin 1999 Şubat tarihli 62.sayısında “150’likler ve Hoybun Cemiyeti hakkında Hariciye İstihbaratının Gizli Belgesi” adı altında bir yazı yayınladı. Bu yazıda Mesud Fani’nin Türklerle ilişkilerini tek taraflı olarak gösteriyor.
Bu yazıda Mesud Fani’nin 1928 yılında Xoybûn’a ilişkin Türk yetkililerine gönderdiği bir mektubun yanında ve yine Türk Paris Büyükelçisinin 7 Mart 1932 tarihinde Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’ya “Mesud Fanizade’nin hazırlamakta olduğu doktora tezi için Türk kaynaklarını kullanmak istediği ve Kürt milliyetçi tezlerini çürütmek amaçlı belge ve bilgi istediği” belirtilmektedir.
28 Mart 1932 tarihinde Tür İçişler Bakanı Şükrü Kaya Paris Türk Büyükelçisine verdiği talimatta “Türkiye’de bir Kürt meselesinin olmadığı ve bazı serserilerin para karşılığında bu tür akımları uyandırmaya çalıştıkları belirtildikten sonra Mesud Fani’ye lehimize yazması için belge ve bilgi verilmemesi, çünkü bunları başka şekilde kullanma olasılığının olduğu, şayet istiyorsa kendi girişimleriyle bu tür akımlara karşılık verebileceği” ifade ediyor.
Konumuzla ilişkili olduğundan dolayı sözkonusu iki belgeyi olduğu gibi aktarıyorum.
“PARİS BÜYÜKELÇİLİLİĞİN TAHRİRATI
Paris Büyükelçiliğimizden mevrût 137/316 numara ve 21 mart 928 tarihli tahrirat süretidir.
Fransızların Adana’yı işgalleri zamanında Cebel-i Bereket mutasarrıflığında bulunmuş olup 150’lik listeye dâhil bulunan Mesud Fani, muhaliflerin kendisine i’timâd etmeleri ve hâiz-i ehemmiyet bazı mesâili ifşa eylemeleri hesabıyla istihsal eylemiş olduğu havâdis ve malûmatı memlekete faideli olacağı mülâhazasıyla elçiliğe i’tâ edeceğini ifade ederek leffen arz ve takdîm kılınan ma’lûmatı vermiş bil’ahire elde edeceği havadisin muntazaman i’tâsını te’mînen isminin mektûm tutulmasını taleb eylemiştir efendim.
Aslına mutâbıktır
(Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi, Dosya No.12222-27/D-6)
MESUD FANİ’NİN DİLEKÇESİ
Paris Büyükelçiliğimizden mevrût 137/316 numaralı tahrirat süretidir.
‘Muhâliflerin beni kendilerinden addeyleyerek ifşa-i âtide bulunmaları hesabıyla elde etdiğim ma’lûmat ile ahîren Şeyh Said’in oğlundan aldığım mektubda münderic havâdisi bildirmeyi Türkiye içün fâideli gördüm.
Geçen sene teşrinisânide (Beyrut) da Kürdlerle Ermenilerden mürekkeb bir kongre teşkil oldundu. Kürdlerden bu kongreye iştirâk edenler: Bedirhani Celadet, Bedirhani Halil, Selim Memduh, Dr. Şakir Mahmud, Şahin Beyzade Mustafa, Haci Emin Perihan olub bunlar azâ-yı müessese olmuşlardır.
Ermenilerden Enternasyonel Odesa şübesine mensûb müttehid Ermenistan Taşnaksiyon komitesinden(Vahan Papazyan)-ile ismi mâlûm olmayan diğer bir Ermeniden mürekkebtir. Bunlar teşekkül ettikleri cem’iyette Cegata Hoybun(Civata Xoybûn)-Kürdçe sahip olmak manasına- ismi verilmiştir. Yapılacak sarf olunmak üzere Ermeniler tarafından 200 bin dolar verilmiş ve bu paranın 20 bin doları cem’iyete iştirâk edenlere masraf olarak taksîm edilerek kısm-ı mütebâkisi cemiyete iltihâklarını te’min zımnında Kürdistan’daki rüesâya gönderilmiştir. Şahin Beyzade Mustafa Bey’e bu meblağdan mühim bir hisse ifrâz ve irsâl olunmuştur. Mustafa Bey bu meblağ ile Kürd Dağı ve İslahiye cıvarında çete teşkilâtı yapacaktır.
Kongrede ittihâz olunan mukarerât şunlardır.
1)Kürdler: Müttehid Ermenistan’ı kabul edeceklerdir. Bu Ermenistan’ın hudûdu Kars, Ardahan, Artvin, Erzurum, Van, Bitlis havâlisini ihtivâ etmekde olub asl-ı kat’î hudûd 1914 istatistikindeki nüfûs nazar-ı itibâra alınarak ta’yîn olunacaktır.
2)Kürdler Ermenilerle dâima müştereken hareket edeceklerdir. Kürd menâtıkında gazete çıkarmak ve mektub açmak husûsunda muhâlefette bulunmayacaklardır.
3)Ermeniler Kürdlere ihtilâl çıkarmak husûsunda nakden muâvenetde bulunacaklar, Kürdlerde ihtilâlde pîşedâr olacaklardır.
4)Ermeniler bu cem’iyyet azâsına muntazaman maaş tahsîs ve i’tâ edeceklerdir.
Bu mukarrerâtın Kürd rüesâsı tarafından tasdiki lüzûmu görülmemiş ve şimdilik yalnız ismi geçenler tarafından tasdîk olunarak mukarrerâtın bu sûreti rüesâca berâ-yi tasdîk Kürdistana bir sûretde Cem’iyeti Akvâma gönderilmiştir.
200 bin doların Ruslar veya Amerikalılar tarafından verildiğini zannediyorum. Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ile Şeyh Abdurrahim bu mukarrerâtı kabuletmemişlerdir. Şeyh Said’in oğlu bana gönderdiği mekrubda bu adamların bu işi ifâya salâhiyatdâr olmadıklarının ilânına ve bu mukarrerâtın tekzîbini istemektedir.
Celali Asbanı doğrudan doğruya İran hükümeti tarafından muâvenete mazhar olmaktadır. Bunlar bu Yezid havâlisinde va’ziyyete hakim imişler. İran Şahı İran tarafına geçecek asilerin himâyesi va’diyle İran Kürdlerinin Türk Kürdistan’ına ihtilal zamanında geçmelerini tasvîb etmiştir.
Çerkez Edhem ile Mevlanzâde Bağdat’ta bulunmaktadır. Bunlar Yunanistan’dan Çerkes getirerek münâsib bir akıncı kuvveti ile ihtilâle iştirâk etmek istemişler ise de fevkâlede Komiserlik müsâde etmemiştir. Îskan maksadıyla Çerkesleri getirmeğe gayret etmektedir.
Suriye’de Çerkesler intibâha getirmek maksadıyla bir de Çerkes Cem’iyyeti teşkil edilmiştir. Kuneytira’da Tarik Mümtaz Çerkeslere iş bulmak içün çalışmaktadır.
Fikrimce ilkbahara doğru aff’ı umûmi îlan edilmezse isyan olunacaktır.
Bu husûsta en zîyade Bitlis havâlisinde tertîbat vardır. İslahiye ve Kürd Dağının te’kîd altına alınması lazımdır. Bu isyanı tertib ve icraya Şahin Bey memûr olmuştur”
(Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi, Dosya No.12222-27/D-7)
Mesut Fani’nin Türk yetkililerine gönderdiği bu mektuptan önce ikili ilişkileri olması gerekir. Fakat, Türk tarafı hâlâ o döneme ilişkin araştırmaların sağlıklı bir şekilde yapılması için var olan tüm belgeleri araştırmacılara açmıyor. Yayınladıkları belgelerle araştırmaları yönlendirmeye çalışıyorlar. Pekala Türk yetkilileri Xoybûn ve Taşnak ilişkilerini propaganda ederek görüştükleri Kürdlere “Kürd-Türk kardeşliği” ve “eşit haklar temelinde bir yapıya gidecekleri” gibi va’dlerdede bulunabilirler.
Kürdlerin Türklerin verdiği boş va’dlere kanmaları başka bir husus.... Kürdler bir türlü kanlı tarihlerinden ders alamıyorlar. Seyid Abdulkadir Sevres Antlaşması sırasında Türkiye’nin çatısı altında otonom bir Kürd yapısını istiyordu. Bundan dolayı Kürdistan Teali Cemiyeti içinde bir dizi sorun yaşandı ve bölünmeler oldu. Fakat, buna rağmen 1925 Devrimi’nin yenilgisi sonrasında bağımsızlıkçı Kürd aydınlarıyla beraber Seyid Abdulkadir’de idama gönderildi. Ama, Türklerin çeşitli Kürd çevreleriyle yaptıkları gizli ikili görüşmeleri ve verdikleri sözleri gizlemeleri ve Kürdlere ilişkin tek yanlı bilgileri aktarmaları tam ve gerçekçi bir tablonun oluşumunu engelliyor.
Dr. Mesud Fani ile Türk yetkilileri arasındaki ilk mektuplaşma 21 Mart 1928 yılına tekabül etmektedir.
Mesud Fani bu “dilekçe”sinde Türklere “Fikrimce ilkbahara doğru aff’ı umûmi îlan edilmezse isyan olunacaktır.” diyerek af önerisinde bulunuyor. Bilindiği gibi Türk devleti 1928 yılında kısmi bir af çıkarıyor Şeyh Ali Rıza ve daha başkaları o aftan yararlanarak geri dönüyorlar.
Niçin Dr. Mesud Fani o affın kapsamına alınmadı?
Dr. Mesud Fani 1933 yılında “La Nation Kurde et son evolution sociale” adlı çalışmasını yayınlıyor. Hatta bu çalışma Türk yetkilileriyle Celadet Bedirxan arasında yapılan görüşmede birincilerinin “övgüsüne” ve ikincinin “tepkisine” neden oluyor.
Türkler Cumhuriyetlerinin 10.kuruluş yıldönümünde yani 1933 yılında bir başka af çıkarıyorlar. Niçin Dr. Mesud Fani’yi bu affın kapsamına almıyorlar?
Dr. Mesud Fani ancak 29 Haziran 1938 affından sonra Türkiye dönebilmiştir. Sayın Mehmet Bayrak yukarıda ismini andığım Fanizadeler üzerine olan makalesinde
“Mesut Fani üstüne en ayrıntılı bilgileri veren Taha Toros (5) ve ona dayanarak Naci Kutlay (6), kendisinin 1938’den önce Antakya Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yaptığını savunurlar. Oysa, Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre önce çıkarılan af üzerine hazırlayıp 1938’de Hatay’da yayımladığı“Atatürk’ün Hayat Felsefesi“ adlı kitapçığında, „Onbeş yıldır vatan cennetinden dünya zindanına atılan adam…“ ibaresini kullanıyor ki, bu da, onun onbeş yıl sürgünde kaldığını gösteriyor.diyor.
Aslında burada tezadlık yok. Bir çok kaynak Dr. Mesud Fani’nin Sorbon’daki doktora çalışmasını bittirdikten sonra Hatay’a gelip oradaki Fransız lisesinde felsefe öğretmenliğini yaptığını yazıyorlar. O dönemler Hatay’ın Türkiye ile bir ilişkisi yok, Fransa’nın denetimidedir. Hatay 22 haziran 1939 yılında Türkiye’ye katılıyor. Bundan dolayı Mesud Fani’nin 15 yıl sürgünde olduğunu söylemesi doğrudur. Çünkü, Hatay sürecini Türkiye saymıyor..
Türk İçişler Bakanı Şükrü Kaya’nın Dr. Mesud Fani’ye ilişkin Paris’deki Türk Büyükelçisine gönderdiği 28 Mart 1932 tarihli mektubuna bakıldığı zaman sorunların var olduğunu görürsünüz.
Şükrü Kaya:
“Mesud Fani’ye lehimize yazması için belge ve bilgi verilmemesi, çünkü bunları başka şekilde kullanma olasılığının olduğu, şayet istiyorsa kendi girişimleriyle bu tür akımlara karşılık verebileceği” söylüyor.
Burada da açık bir şekilde görülüyor ki, Türk İçişler Bakanı Mesud Fani’ye güvenmiyor ve Mesud Fani’nin elde edeceği belgeleri Türkiye’ye karşı kullanabileceği ihtimalini düşünüyor.
Türkler var olan belgeleri tümden yayınlamadığından daha doğrusu işlerine gelenleri yayınladıklarından dolayı böyle açmazlara neden olabiliyorlar.
1928 Martı ile 1932 yılının Mart ayı arasındaki süreçte Mesud Fani ile Türk yetkilileri arasında bazı sorunların olduğunu görüyoruz. Fakat, ellimizde bulunan veriler bu konuda bize fazla yardımcı olmuyor.
Türk Hariciye Vekaletinin 6 numaralı yayını olarak çıkan bir bröşür var. Bu bröşür “mahrem ve hizmete mahsustur” notuyla yayınlanmış, yurtdışında bulunan 150’likler ve Xoybûn’un faaliyetleri hakkında istihbarat bilgilerini içeriyor. Toplumsal Tarih dergisinin yukarıda belirtiğim sayısında bröşür tümden yayınlanmış ve Xoybûn’un Nizamnamesi de var.
Bröşürü yayınlayan dergi yöneticileri 1930 yılında çıkmış olabileceğini söylüyorlar. Çünkü, yayınlanış tarihi yok.
Bu bröşürde merkezi Rewandiz’da olan “Kürd Teali veya Türk-Kürd Hilafet Cemiyeti” diye bir oluşumdan sözediyor ve “Mesud Fani’nin bu cemiyetin Paris delegesi olduğunu” yazıyor..
Bröşür de Xoybûn ve yukarıda ismini verdiğim cemiyet hakkında verilen bilgileri aktarıyorum:
“Kürt Hoybun Cemiyeti(ve Taşnak Ermeni Fırkası):
Taşnak Fırkasının teşkil ettiği bu cemiyet tamamile Kürtçüdür. Merkezi umumîsi Suriyedir. Firarî ve muhaliflerden Kürt olmıyanları arasına almamıştır. Ermenilerle teşriki mesaisinden dolayı bazı Kürdler bu cemiyetle teşriki mesai etmemektedirler. Esasen cemiyetin başında bulunan Bedirhan ailesi bu cemiyeti siper yapmak süretiyle iane parasından istifade etmektedir.
Son aylarda Taşnak Fırkası da Hoybun ile bir netice alamıyacağını anladığından nazarlarını muhaliflere çevirmiştir.
Erciş(Zeylan Deresi) hadisesile şarkta başlayan son Kürt isyan harekâtı fiilen Kör Hüseyn ve Emin Paşa oğulları tarafından Hoybûn Cemiyeti hesabına idare edilmektedir.
Kürt Teali veya Türk-Kürt Hilafet Cemiyeti:
Bidayette Kürdistanın mümtaz bir idareye nail olmasını temin için teşekkül eden bu cemiyet Şeyh Said isyanın müteakip arzusuna daha seri bir surette nail olmak için memleket dahilindeki inkılâbatı hazmedemiyen mutaassıp güruhtan ve hariçteki muhalif ve firarilerden istifade etmeği düşünmüş ve cemiyetin içinden Türk-Kürt Hilâfet Cemiyeti namile yeni bir teşekkül vücuda getirmiştir.
Bu son Cemiyetin maksadı ve gayesi; Hilafet ve salsanatı iade etmek, Kürdistan’a mümtaz bir idare bahşeylemektir. Başında maslûp Seyyit Abdulkadir’in oğlu Abdullah bulunmaktadır. Bu cemiyet Hoybunculara kat’i olarak muarızdır.
Kürdistan Teali Cemiyetinin merkezi Revandizdadır. Kürtler arasında Hoybun’dan ziyade bu cemiyet sahibi nüfusdur. Seyyit Abdullah’ın amcazadesi Seyyit Taha , Adanalı Fanizade Zeynelabidin, Irak kabinesinden Salih Zeki, Irak Kürdlerinden Zari Kurmanci gazetesi sahibi Hüseyin Hüsnü Cemiyetin heyeti idaresinde bulunmaktadır. Suriye’de Molan Zade Rifat, Fani Ali İlmi, Paris’te Fani Mesud bu cemiyetin murahhasıdır.” deniliyor.(Dr.Sedat Bingöl, Toplumsal Tarih Dergisi, 1999 Şubat 62.sayı, sayfa 50-51)
Türk istibaratının sözünü ettiği yapılanma hakkında verdiği bilgiler çok karışıktır. En azından isim bazından bu böyledir. Bir yerde “Kürt Teali veya Türk-Kürt Hilafet Cemiyeti” deniliyor. Başka bir yerde “Kürdistan Teali Cemiyeti” deniliyor.
Sözünü ettiğim bröşürün hemen girişinde “bunlar sureti umumiyede, Tarakatı Salahiye, Kürt Hoybun, Kürt Teali veya Türk-Kürt Hilafet Cemiyeti namlarını taşıyan teşekküler etrafında toplanmakta, ilk ikisi 150’lilikler, diğer ikiside daha ziyade Kürtler ve Ermeniler tarafından idare olunmaktadır” deniliyor.
Bir dizi karışıklığa rağmen bu yapılanmadan tek bir organizasyon olarak söz ediliyor.
Fakat bugüne kadar Kürd tarih araştırmacıları Xoybûn saflarında yaşanan sorunlardan sonra “Kürt Teali veya Türk-Kürt Hilafet Cemiyeti” adı altında yeni bir yapılanmanın ortaya çıktığını yazmıyorlar.
Bröşürün bir başka yerinde ise aynı yapılanmadan “Kürdistan Teali Cemiyeti” diye sözediliyor.
Acaba Şeyh Abdulkadir’in oğlu Şeyh Abdullah ve diğer Kürd kadroları 1927 yılının sonlarında yada daha sonraki süreçte bu yapılanmayı yeniden mi canlandırmaya çalıştılar? Şimdiden bir şeyler söylemek zor.
Türklerin yayınladığı bröşürde Cemiyetin “Başında maslûp Seyyit Abdulkadir’in oğlu Abdullah bulunmaktadır.” deniliyor. Bilindiği Seyyid Abdullah “Kürdistan Teali Cemiyeti” Seyyid Abdulkadir önderliğinde kurulduğu zaman kurucu üyelerden biridir, aynı zamanda örgütün maliye sorumlusudur. Dr. Aziz Şemzinî, ailesi hakkında bilgi verirken babası için şöyle yazıyor:
“... 1924-1925 yıllarında babam Şeyh Abdullah Şemzinan'da direnişe geçti, yenilgi aldıktan sonra Irak'a geçti... Revandiz ve Hewler arasındaki Batas köyünde mecburi ikamete tabi tutuldu....( Tarihlerde yanlışlık var... Örgüt konusunda da sorun var... Çünkü, hareket 1925'de başlıyor... Şemzinan olayıda 1925-1926) ( Aso Zagrosi, Şeyh Ubeydullah’ın Komunist Torunu: Dr. Aziz Şemzinî-1-)
Şeyh Abdullah 1926 yılından itibaren Güney Kürdistandadır. Rewandiz’da bir çok toplantıya katıldığı biliniyor. Daha sonra 1941 yılında Doğu Kürdistan’a gidiyor. Pêşawa Qazi Muhamed önderliğinde “Kürdistan Demokrat Partisi” kurulduğu zaman merkez komitesi üyelerinden biride Şeyh Abdullahtır. Yine Azerbeycan Demokratik Cumhuriyet ile Kürdistan Demokratik Cumhuriyetleri arasında yapılan antlaşma delegasyonunda Şeyh Abdullah da var.
Sonuçta Şeyh Abdullah yurtsever Kürd şahsiyetlerinden biridir. Onun önderliğinde bir Kürd siyasal partisinin kurulduğuna dair bugüne kadar elimize hiç bir belge geçmedi.
Güney Kürd aydınları Rewandiz şehrine ilişkin bir çok akademik çalışma yaptılar. Fakat bu çalışmalarda böyle bir yapılanmadan sözedilmiyor. Rewandiz’da faaliyet gösteren Kürd örgütlenmelerine ilişkin yapılan çalışmalarda “Kürdistan Teali Cemiyeti”nden söz ediliyor. Bizim bildiğimiz sürece dahildir. Yani KTC kurulduktan sonra Rewandiz asılı Xulisi Bey’i Musul ve Suleymaniye alanlarına gönderiyor. 1925 yılının sonlarına doğru İngilizlere karşı “Komelay Nêhînî Kurd” adı altında bir yapılanma Rewandiz ve Suleymaniye’de oluşuyor. Seyid Taha 1925 yılında Rewandiz’da “Komela Hogir” adı altında bir yapı oluşturuyor.
Devam edecek