İdeolojileri milliyetçilikle örtüşen marjinal sol grupların Kürt mahallesinde istihdamı yeni bir talihsizliktir.İlkelere dayalı tercihlerin yerini çıkar odaklı tavırlara bıraktığı, toplumun belli kesimlerinde karşılık bulan bazı değer yargılarının kariyer için siyasi söylem olarak kullanıldığı bir ortamda partilerin milletvekili listeleri belirlendi. Özellikle muhalefet yaptığı tercihlerle sorunların çözümüne odaklanmaktan çok rövanşist eğilimlere yöneleceği izlenimi veriyor. Seçimlerin ardından gerilimli günler bizi bekliyor. Bunun en önemli nedeni ise “eskiye dönüş” hayali ile kotarılan Ergenekoncu plandır. Bu planı uygulama görevini listelerine Ergenekon davasında yargılananları alarak ve onlara dokunulmazlık statüsü kazandıracak olan CHP yapacaktır.
CHP’nin statükodan yana Kemalist çizgisi ile ilgili geçmişte söylediklerimizin haklılığı aday listeleri oluşum sürecinde bir kez daha kanıtlandı. Statükocu derin güçlerin toplum mühendisliği projeleri için CHP’yi uygulama alanı olarak kullandıkları gerçeği aday listelerinin açıklanması ile iyice netlik kazandı. Aslında Ergenekon- CHP ilişkisinde bir ferahlama olmuştur da diyebiliriz. Zira Ergenekoncuların CHP’ye üye olması ile Kılıçdaroğlu’nun üye olmak için Ergenekon’un adresini aramasına artık gerek kalmadı; kaynaşıp tek adreste ikamet etmeye başladılar. Elbette, bu netleşmenin işaret ettiği basit bir gerçek var: Soner Yalçın’ı “kaya gibi adam”, Mehmet Haberal’ı “yiğit adam, onurumuz” diye lanse eden, bu ülkede solcuyum diyene nefes aldırtmayan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını 27 Mayıs’ın rövanşı olarak gören Ergenekoncuların sadık dostu Demirel’e biat eden ve Demirel’in adamlarını liste başı yapan CHP ve liderini “sosyal demokrat” olarak algılamak ancak çakma “solcular” ve sahte “demokratlar”ın yapabileceği bir şeydir. Bu arka planı göz ardı ederek CHP’nin seçim vaatlerini ciddiye almak gerçek sosyal demokratlar açısından düpedüz aymazlık olacaktır.
CHP’ye yapılan operasyonların temel nedeni Alevi oylarının bloke edilmesi idi ve bu başarıldı. Oysa, Alevi oylarının tümüne yakınının CHP’ye gitmesine rağmen, bu partinin Alevilerin haklı taleplerini dile getirmek bir yana, milletvekili listelerinde Alevi adaylara yeterince yer bile vermediğini görüyoruz. Buna karşın “yeni” CHP özgürlükler bağlamında hiçbir vizyonu olmayan, gücünü derin yapılanmalardan alan, darbe ve muhtıralara çanak tutan, azınlıkları tehlikeli olarak gösterip, milliyetçiliği ve ırkçılığı körükleyen, Kürt halkını yok sayan, hem Kürtlere ve hem de Alevilere yönelik saldırı ve katliamları görmezden gelen ve hatta manipüle eden bir medya tekelinin (içlerinde Oktay Ekşi gibilerinin de olduğu) “önemli” şahsiyetlerini listesinin seçilecek yerlerine koydu. Alevileri dışlayan bu politikaların Alevi kamuoyunda ki karşılığını seçimlerden sonra göreceğiz. CHP’nin oyunu arttırmaya yönelik seçim vaatlerini de ciddiye almak mümkün değil. Çünkü bugün dediklerini yarın inkâr etme alışkanlıkları var.
CHP’nin durumu “tüm derinliği” ile ortada iken günlerce listelere girmek için kapı aralarında bekleyenler ile konjonktüre uygun olarak kamuoyunun tepkisinden dolayı (Kürt, Alevi, sol ve demokrat kimliklerini pazarlayarak) listelere alınanlar arasında düşünsel bazda bir fark yoktur. Bu kapsama alanı içinde olanların özgürlükçü görünmekteki gerçek amaçları kişisel konumlarını güçlendirmekten başka bir şey değildir. Yıllardır CHP ve Kemalistler tarafından ihtiyaç duyulduğunda depo malzemesi gibi kullanılan ve “emekçiler” adına hareket ettiklerini öne süren zevat da aynı konumdadır. Sokak eylemlerinde topluluğun önünde yürüyen, tekel işçilerinin eyleminde CHP ile yan yana duran işçi liderlerinin meğer tek amaçları milletvekili olmakmış.
BDP cephesinde ise yeni bir şey yok! Yoksulluğu giderecek, yaşam kalitesini yükseltecek sosyal haklar ilgi alanları değil. Zaten milletvekili ve yönetici konumunda olanların böyle sorunları da yok. İlgi alanları olan “politik” sorunlara gelince; dört yıllık yasama döneminde Kürt halkının lehine hiçbir girişime destek vermeyen, sivilleşmeye katkı yapmayan, politikasını hep gerilim üzerine kurgulayan, Ergenekonculara ve Kemalistlere karşı tavır almayan, hatta devletin vesayet kurumlarını “Kürt sorununun çözümü” konusunda AK Parti’den daha “samimi” bulan bu “parti”, CHP ile açık/kapalı işbirliğini ve AK Parti’yi bölgeden silmeyi hedefleri olarak kamuoyuna açıklayarak ilkesel düzeyde hiçbir değişiklik içerisinde olmadığını bir kez daha göstermiştir.
Elbette bir partinin diğer partiler ile arasındaki farklılıkları dile getirmesi doğaldır. Ama bu düşmanlık derecesine vardırılamaz. Her partinin diğer partiler ile talepleri az da olsa çakışabilir. Bu seçimin ana hedefi Türkiye’nin kronik sorunlarını çözmek için yeni bir anayasanın yapılması olduğuna göre bu amacı en çok benimseyen partilerin de işbirliği yapması mantık gereğidir. Yeni bir Anayasa önerisini en çok dillendiren AK Parti yönetimidir. Mevcut durumda AK Parti olmadan yeni bir Anayasa yapmak mümkün görünmüyor. Bu durumda daha baştan AK Parti’yi düşman olarak gören BDP’nin öncelikli talebinin yeni bir Anayasa olmadığı anlaşılıyor. Oysa YSK’nın “derin” veto kararına karşı tüm demokratlar ile birlikte cumhurbaşkanı ve meclis başkanının gösterdiği olumlu tavır eskiye karşı yeniyi getiren başka alanlarda da tekrarlanabilir.
BDP’nin AK Parti listesini “temsil” açısından kendileri için avantaj olarak değerlendirmesinin asıl amacı kendi listelerine gelecek tepkileri önlemektir. BDP adayları içinde ulusal ve uluslararası platformlarda tanınan, başarılı projelerde imzası olan kaç kişi var? Elbette BDP’den aday olmanın kriterleri bunlar değil. Onlar için başarının ölçütü “aday seçicilerin” takdirini alacak çalışmalardır.
Hak ettiği halde listelere girmeyen veya listeleri beğenmeyenlerin itirazlarına BDP’den “biz Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin birliğini sağladık” yanıtı veriliyor. Ne yazık ki bu kuru propagandaya inananların sayısı hayli fazladır. Mağdur konumunda olanlara destek olmak düşüncesi ile konuya bakan çok aydın ve köşe yazarı var. Sanırım Taraf’ın bazı yazarları da bu perspektifle olaya bakıyorlar. Bu yanılsama zamanla görülecek. Çünkü biz bu birlik çağrılarının yabancısı değiliz. Her açmaza düştüklerinde imdatlarına Öcalan’ın “taktiksel” önerileri yetişiyor. Akil adamlarla biraraya gelme, Barış meclisi, komisyonların kurulması, Kürtlerin birliği v.s gibi.
BDP’nin seçim stratejisi üzerine yorum yapılırken dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Sayıları yüzlerce olan ve kendilerini PKK ve BDP çizgisi dışında gören, lider kültüne dayalı otoriter yapıları reddeden, derin yapılanmalar ile karanlık ilişkiler içinde olmayı ve farklı düşünen aydınlara karşı baskı ve tehdit yapmayı asla kabul etmeyen, ucuz bir “anti-emperyalizm” demagojisine tav olmayan Kürt aydınları bu “stratejinin” içinde değiller ve hatta karşısındalar. Bu demokrat Kürt aydınları için siyasetin temel amacı halkın demokratik taleplerinin dile getirilmesidir, örgütler ve yöneticiler bu amacın araçları olarak kalmak durumundadır. Oysa PKK ve BDP için asıl olan örgütün ve liderinin bekasının esas alınmasıdır. BDP’nin dar dünyasında araç ile amaç yer değiştirmiş durumdadır.
HAK-PAR’ın ittifaka dahil olmamasının nedeni ise ilkesel tutumdan ziyade HAK-PAR’a verilen kontenjan yerinin kabul edilmemiş olmasıdır. Eğer ilkesel bir farklılık söz konusu olsaydı seçimlere katılma kararından vazgeçilip “bloka” destek kararı alınmazdı. Görünen, bu kararın ileride HAK-PAR için sıkıntı yaratacağıdır. Şerafettin Elçi ve Altan Tan’ın blok’a dahil olması ise; ilkelerden çok, bu kişilerin milletvekili seçilme arzularının ağır basmasıdır. Bu şahısların her platformda PKK ve BDP çizgisinden çok farklı, hatta sert karşı görüşler sergilemeleri bunun kanıtıdır.
Marjinal Türk “sol” grup temsilcisi iki üç kişiyi aday göstererek Kürt halkının demokratik taleplerinin kazanılmasına hizmet edilemez. Soğuk savaş döneminin sona ermesi ile birlikte Irak Kürdistan’ında elde edilen federal haklar ile Türkiye’nin giderek demokratikleşmesi ve Kürtlerin geçmişe göre konumlarının iyiye doğru bir ivme kazanmasının bir nedeni iç dinamikler ise ikinci önemli nedeni AB ve ABD’nin desteğidir. Ulus devleti kutsayan, evrensel normlarla buluşmayı ülkenin bölünmesi olarak algılayan Kemalist elitlerin milliyetçi ve tamamen içi boş “anti-emperyalizm” demagojisi ile, BDP’nin desteklediği “solcu” adayların “bağımsız Türkiye” söylemi aynı içeriklidir. Yabancı düşmanlığını körükleyen bu anlayış, Türkiye’nin demokrasi güçlerini ve dolayısıyla Kürt halkını da dünyadan tecrit etme politikalarına yardım eder. Ortadoğu’da kendi diktatörlerini alaşağı etme mücadelesi veren halklara Batılı ülkelerin yardımlarını petrol kaynaklarına el koyma politikasına indirgeyen, ucuz, derinlikten yoksun ve tamamen slogan düzeyinde bir AB /ABD düşmanlığını şiar edinen “solcu” ve ulusalcı bakış ne Kürt halkını ne de Türkiye’yi özgürleştirir. Evrensel değerleri yadsıyan dar ve büyük oranda hayali bir sınıf perspektifi ile olaylara bakan, bu “anti-emperyalist” demagoji ile ancak milliyetçiliğe hizmet edilir.
Arkadaşları militarist güçlerce katledilen ve kendileri de askerî yönetimlerinin mağduru olmalarına rağmen Ergenekon-Sivil yönetim çatışmasında “yiyin birbirinizi” diyerek darbecilere karşı tavır almamayı seçen, vesayet sisteminin etkisizleşmesi için kısmi reformlara bile destek vermeyen, ideolojileri milliyetçilikle örtüşen, bazı marjinal Türk “sol” akımlarının temsilcileri ile, insanı özgürleştirmeyi merkezine almayan otoriter yapıların Kürt mahallesinde ikamet ve istihdamları; Kürt halkının yaşadığı talihsizliklere bir yenisinin daha eklenmesi olacaktır.
TÜM-DER Eski Genel Başkanı
[email protected]
Rizgari Online"den Akt.