İsrail Filistin Barışı Mümkün mü?
2010'Eylül başlarında İsrail-Filistin Doğrudan Görüşmeleri başladı. Görüşmelerin amacı İsrail-Filistin sorununu çözmektir. Çözümüde iki ülke projesinin hayat bulmasıdır. Buna ulaşmak için çok ağır sorunun çözümü gerekiyor. Fakat bu sorunlarda bir türlü çözülecek gibi değildir. Tarafların istemleri konusunda bir konsensusun yakalanması mümkün görünmüyor. Bu andan sonra da, dünyaya şekil verenler devreye giriyor.
Bu anlamıyla İsrail-Filistin sorunu sadece bölgesel bir sorun olmayıp, tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun haline gelmiştir.
Dünyaya şekil verenlerinde sorun karşısında çaresiz oldukları geçmişte ortaya koydukları çözüm biçimlerinde anlaşıldığı bilinmektedir.
Bir kere tarafların istem ve emelleri farklıdır. Ortada çözümü zor büyük sorunlar mevcuttur. Toprak sorunu, sınır sorunu, egemenlik sorunu, içiçe yaşayan farklı etnik ve dini kimlerin ve özeliklede Kudüs sorunu, mülteciler sorunu, kaynakların kontrolü vs.
Bilindiği gibi İsrail-Filistin sorununun çözümü için doğrudan görüşmeler 2 Eylül 2010 tarihinde ABD'in yoğun baskısıyla başladı. Onu Mısır'ın Şarm El Şeyh kentinde ve Kudüs'teki toplantılar takip etti.
Daha önceleride bu tür görüşmeler olmuş, ama somut bir adım atılamamıştı.
Bu süreçtede köktenci bir çözüm beklenilmiyor.
Her şeyden önce taraflar kendi içlerinde birlik değiller. Hem İsrailliler ve hemde Filistinliler farklı eğilimlimlere sahiptirler. Her iki tarafında aşırı uçları vardır ve uzlaşma diye bir niyetleri yoktur.
İsrail ve Filistinlileri görüşme masasına oturtanlarda bunu biliyor.
Şu an yapmak istedikleri her iki taraftaki aşırıları birazda olsa dizginleyebilmektir.
İsrail koalisyon hükümeti ortaklarından Shas Partisinin ruhani lideri Ovadia Yosef, doğrudan görüşmeler öncesi; “bütün Araplar İsrail'in düşmanıdır, Mahmut Abbas ve Filistinliler ölmeli” dedi.
Israel Beytenu lideri ve aynı zamanda İsrail Dışişleri Bakanı olan Avigdor Lieberman; “Genel bir barış anlaşması ulaşılması imkansız bir amaçtır. Filistinliler ile İsrailliler arasındaki sorunları bir senede çözecek bir sihirbaz tanımıyorum“ dedi.
İsrail tarafı bu tutumu takınırken, Filistin tarafı da benzer olaylar yaşamaktadır.
Filistin çok parçalı bir siyasi sapıya sahiptir. El Fetih, Hamas ve Cihad gibi örgütlerin iktidar olma kavgasıyla çalkalanmaktadır. Her birinin coğrafik bir alan üstünde hakimyet sağladığı ve diğer gruplara yaşam hakkı tanımadığı bir zemine sahiptir. Sorun sadece İsrail ile nasıl anlaşacakları meselesinin ötesinde kimin bu meselede meşru olduğu meselesi açığa kavuşmuş değildir.
Gazze'de Hamas ve Batı Şeria'da El Fetih olmak üzere iki ayrı yönetim vardır. Hiçbiri diğerinin egemenliğini kabullenmemektedir. Birlik oluşturamamaktadır. Bu nedenle Filistinlileri temsil edecek tek bir iktidar kurulamamaktadır. Bu kurulmadanda İsrail ile yapılacak bir barışın fiiliyata uygulanması mümkün olmayacaktır.
El Fetih İsrail'i tanıyıp barış masasına oturmayı kabul ederken Hamas İsrail devletini meşru görmemekte, Yahudileri denize dökmeyi önüne koyan bir politıka izlemektedir. İsrail ile barışmayı değil, ona karşı “cihad” açarak tüm İsrailleri ya denize dökmeyi, ya da geldikleri yerlere tekrar dönmelerine mecbur etmeye çalışmaktadır.
Filistin halkına gelince aslında çoğunlukla İsrail ile bir barış yapmaktan yanadır. Savaş yorgunu bir halk konumundadır.
Arap devletleri Filistin sorununun çözümünden yana değildir. Sadece kendi iktidarlarının ayakta kalması ve iç politıkada bir malzeme olarak kullanmaktadır. Eğer Arap liderler Filistin sorununu çözmek isteselerdi çoktan bu sorunu çözerlerdi. Filistinli mülteciler sorununu çözmekle büyük bir adım atmış olurlardı. Şu an farklı Arap ülkelerine yerleşmiş ve oralarda yaşamlarını örgütlemiş Filistinlilere vatandaşlık verilmesiyle Filistin sorununu epeyce hafifletmiş olurlardı. Fakat Arap Ligi'nin almış olduğu bir karar gereği Filistinlilere vatandaşlık vermeyi yasaklamış bulunuyor.
İddiaya göre şu an BM kayıtlarına göre 4 milyona yakın şu veya bu ülkede yaşayan Filistinli mülteci bulunmaktadır. Bunların hepsinin İsrail'e dönmesi İsrail tarafından kabullenecek bir durum değildir.
İsrail’in nüfusu 7.4 milyon. Bunun yaklaşık 1.5 milyonu İsrail vatandaşı Araplardan oluşuyor. Mülteci konumundaki Arapların hepsinin İsrail'e dönmesi halinde Yahudilerin azınlığa düşeceği kesin. Bunun İsrail devleti tarafından kabullenmesi imkan dışı olarak kabul ediliyor. Bu sorunu büyük ihtimale küçük bir azınlık dışında kurulacak Filistin devlet sınırları içinde yerleştirilerek çözüleceği sanılıyor. Fakat şu an bu sorunun gündeme alınması görüşmelerin başlamadan bitmesi demek olduğu taraflarca bilindiğinde dondurulmuş durumdadır.
Bu nedenle Netanyahu, mülteciler sorununu tartışmak istememiştir.
ABD ve Batı her ne kadar sorunun çözümünden bahsetselerde bir türlü başarılı olamamaktadırlar. Nihayetinde taraftırlar. Genelikle İsrail yanlısı bir poliitıka sahibidirler.
Geriye Suriye, İran ve Türkiye kalmaktadır.
Suriye, İsraili kendisi için bir tehlike olarak görmektedir. Bu nedenle Filistinli örgütleri her alanda desteklemektedir.
Son senelerde İran Molla iktidarları Filistin hamiliğine soyundu. Siyasallaşmış islami örgütler kurdu. Onları siyasi, ekonomik, askeri, lojistik vs. her alanda desteklemektedir. İsraili meşru görmeyip, yok edilmesi gerektiğini savunmaktadır. İsrail'e karşı cihad çağrısı yapmaktadır. İsrail'e karşı savaşan ne kadar terörist grup varsa desteklemektedir.
Türkiye'ye gelince izlediği politıka ile Filistin hamiliğine soyundu. Boyunu aşan çok büyük laflar etti. Arkasında “Gazze seferi” gibi tehlikeli bir işe girişti. Kabak gibi başlarında patladı.
Görüşmeler bu sorunlar, aktörler ve algılarıyla sürmektedir.
Gözlemcilerin yorumlarına bakılırsa sorunun kalıcı olarak çözümü çok zor. Bilindiği gibi bu tür toplantılar daha önceleride olmuştu ve sorunun çözümünde olumlu bir adım atılamamıştı. Sorunlar olduğu gibi ağırlaşarak bugünlere gelmişti. Şu an gerçekleşen görüşmelerde de kalıcı bir çözümün çıkması çok zor.
Fakat buna rağmen ABD Ortadoğu'da izleyeceği politıkanın bazı Arap devletlerinin desteğini alması için böylesi bir girişimi başlatmayı gerekli görmüştür. Görüşmelerin gerçekleşmesi ve barış sürecinin sürmesinde katılımcı Ürdün ve Mısır'da kendi çıkarlarına görmektedir.
Burada ABD, Mısır, Ürdün ve Filistin Özerk Yönetiminin çıkarı çakışmaktadır.
İran, Hamas, İslami Cihad ve Lübnan'daki Hizbullah barış masasına oturan güçlerin ortak düşmanlardır. Barış masasına oturmalarının nedeni birazda bu güçleri geriletmektir. Bu da, ancak barış görüşmelerinin sürmesi ve kısmende olsa bazı sorunların çözülmesine bağlıdır. Bunların başında şunlar gelmektedir.
1967 Savaşı sonrası İsrail denetimine giren ve BM'nin aldığı kararlara rağmen iade edilmeyen topraklar üzerinde Yahudiler tarafından emrivaki olarak oluşturulan yerleşim bölgelerdeki inşaatların durmasıdır. Bunun gerçekleşmesi Mahmut Abbas'ın elini çok güçlendirir.
Fakat Netanyahu, önceliği güvenlik sorunlarında anlaşmaya vermiştir. Zaten masaya oturmadan önce yaptığı açıklamada öncelikle zor sorunların değil, önce bir “çerçeve anlaşması” yapmayı gündemleştirdi. Daha sonra Filistin devlet sınırlarıda dahil diğer sorunlara gelinmesini görüşmelerin sağlıklı sürmesinin zemini olarak ileri sürmüştü.
Sürecin işleyip işleyemeyeceği tarafların algı ve alacağı tavizlere bağlıdır. Şu an gerek Netanyahu ve gerek Abbas'ın iç muhalefetin baskısı sonucu nasıl bir taviz verebilecekleri esas zor olan durumdur. Her iki tarafında taviz verme şansları yoktur. Dikkat edilirse bırak esas sorunların çözümü masaya gelsin bu sorunlara gelinmesi için önlerindeki prüzlerde bile anlaşamamaktadırlar.
Peki sonuç olarak ne olacak?
Kimse bu sorunun cevabını bilmiyor.
Fakat büyük bir savaşın Ortadoğu'da patlak vermesinin nedeni olacak bu sorun gibi sayısız sorunun var olduğu biliniyor.
Dünyaya şekil veren dünya devleri; bunu savaşla mı, yoksa mevcut statükolarının devamı için bölgesel aktörleri tek tek ortadan kaldırarak mı aşacak onlar karar verecektir.
19 Eylül 2010