Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 17 April 2010

(Ölümünün Yirminci Yılında, Anısına)

Zeki'ciğim,
Uğruna defalarca ölümlere gidip geldiğin, ruhunu ve yaşam biçimini şekillendirdiğin, son arzun olarak ulaşmayı düşündüğün Kürdistan topraklarına, yoldaşların, dostların ve yakınların tarafından, yirmi yıl önce Nisan'ın 23'ünde Köln'den zılgıtlarla uğurlandık. Arkandan ağıt ve gözyaşı istemiyor, kutsallığına inandığın topraklara ulaşmanın haklı heyecan ve gururunu duyuyordun. İkimizde on bir yıllık bir aradan sonra, burnumuza çekecektik toprağın kokusunu, kucaklayacaktık insanın hasını, yiğidini ülkemizin.

Tüm zorlamalara rağmen, ülkemize girmemizi engelleyemediler. Sen vatandaşlıktan çıkarılmış, halkının efsaneleşmiş kahramanı, ben ise tahditliydim. İkimiz de yasaklıydık. Dost ve yurtsever güçlerin, halkımızın ısrarlarına ve baskılarına, kararlı davranışımıza dayanamayıp yasağı kaldırdılar ve bir hafta gecikmeli de olsa yola koyulduk.

İstanbul'da zorunlu olarak kaldığımız, soğuk sevimsiz gecede hep seni ve senin 12 Eylül 1980 gecesi küçük bir otelin tek yataklı odasında, Mustafa Budak (Apê Selim) ve B.A. ile geçirdiğin o kudumsuz geceyi düşündüm. 12 Eylül faşizmini orada karşılamıştınız.

Nasıl da heyecanla radyoya kapanmış, sorumluluk duygusu ve endişe ile en son haberleri almaya çalışıyordun. Endişelerin kendin için değil, ülkedeki arkadaşların içindi. Onları düşünüyordun. Üç arkadaş düşünüp karara vardınız. Sınır geçişleri için yol açmanız gerekiyordu.

Ertesi gün, tüm rizikolara rağmen tereddüt etmeden Van'a doğru yola çıktın. Korkusuzluğun, fedakarlığın, inanç ve azmin, her şeyi başarmanda rehber oluyordu sana.

Mustafa Budak dedim!

Sana komşu oluyor. Görüşüyorsunuz muhakkak.

Ölümünde, Köln'den Stockholm'e taziyesine, hiç düşünmeden, tereddüt etmeden gitmiştin. Oradaki şefler senin geldiğini duyunca, taziye evine girmemen için önlemler aldırdılar. Gelirse, ’'sokmayın içeri'' dediler.

Tatsızlık çıkmaması için, Apê Selim'in acısını içine gömerek, taziye evine gitmekten vazgeçmiş, Almanya'ya geri dönmüştün.

Yattığınız Kürdistan topraklarında, “sen geç, sen geçme!“ Diyecek cehennem zebanileri, şefler yoktur.

Bol bol görüşürsünüz umudundayım.

İşte bu zebani kılıklıların, insanlıktan nasiplenmemiş olanların, gelecekten söz etmelerini, barışçıl, yumuşak görünme ikiyüzlülüğünü, nasıl başardıklarına şaşıyorum.

Zeki'ciğim,

Sabahın erken saatlerinde, senin de bin bir sıkıntı içinde yaşadığın, CHP'liler tarafından saldırıya uğradığın, en zor şartlarda illegal olarak yaşarken, ameliyat olmak zorunda kaldığın, Ankara'ya ilk uçakla hareket edecektik. Uçuştan önce senin bizimle olmadığını fark ettim. Cansız bedeninden korkanların, başına bir şeyler getireceklerinden endişe ettim. Hemen uçaktan aşağı indim. Seni sordum soruşturdum. Neden uçağımızda olmadığını araştırdım. Yarım saat önce kalkan bir önceki uçakla Ankara'ya uçurmuşlar seni. Orada buluşacağımızı bildirdiler. İkna olup uçağıma bindim.

Ankara'da seninle buluşunca, rahatladım.

Güzel bir Nisan gününde, güneşin tepemize yaklaştığı sıralarında birlikte Ankara'dan Diyarbakır'a uçmuştuk.
Diyarbakır!

Öğrencilik yıllarının geçtiği, Kürdistan işçi hareketine öncülük ettiğin ve bunun faturası olarak hapishanelerinde volta attığın, işkenceler gördüğün, ser verip sır vermediğin kent.

Kara Kent.

Umutların kara taşlar üzerinde yeşerdiği, boy verdiği Kent. Her Kürdün kalbinin attığı, beyninin meşgul olduğu kent.

Bu yeşeren fidanlara az su vermedin sen de. Göz nurun gibi korudun yeşermekte olan ve geleceğin umudu, özlemi olmazsa olmazlarını.

Yol boyunca bunları düşünmekten boğulur gibi oluyordum. Sen yıllar sonra Diyarbakır'a ulaşmanın heyecanı içindeydin. Vücudundaki her hücrenin kıpırdadığını fark eder gibiydim sanki.

Uçaktan iner inmez, zamanın Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu'nun beraberinde başka kişilerle alanda olduklarını gördüm. Yanındakiler, Diyarbakır Valisi ve Emniyet Müdürü imiş. Bizi almaya gelen minibüse, hemen bindirerek hareket etmemizi istediler. ’'Ya valizlerimiz'' dedim: ’'Onları hemen aldırırız'' deyip geri döndüler. Eşyalarımızı uçaktan çıkarıp bizi harekete zorladılar. Dostların terminal binasında bekliyorlardı. Amaç onların sana yaklaşmalarını engellemekti. Ben, hareket etmek istemiyor, kahroluyordum. Sen, “sömürgecilerin vicdanı bu kadar olur“ deyip beni teselli ediyordun.

Necmettin Büyükkaya'nın eşi Cemile Hanım polis kordonunu yararak bize ulaştı ve üzüntülerini bildirdi. “Kimsenin haberi olmadı gelişinizden. Herkes burada olmak ve sevgili Zeki'yi karşılamak için ayaktaydı.“ diyordu.

Zeki'ciğim,

Anımsarsın minibüsümüz önde, polis ekibi arkadaydı. Onun da arkasında, işçi dostlarından, yoldaşlarından, arkadaşlarından bir grup takıldı arkamıza. Seni terk etmek istemiyorlardı. Diyarbakır'ı 20 – 30 Km geçince durduk. Gelen arkadaşların seni ziyaret etti ve onları ikna edip geri çevirdik.

Bahar gelmiş memleketin dağlarına, ovalarına. Gül kokuları deli ediyor insanı. Yeşile bezenmiş tüm tabiat. Fis Ova'sını, Belqeyin'i geçtik dağlara tırmandık. Kaç kez bu dağlara tırmandığını, büyük bir görev aşkı ile gece gündüz demeden aştığını düşündüm.

Tam zirvesi dağların, Bingöl – Diyarbakır sınır hattını teşkil eder. Orada beklemekte olan ve Bingöl'den gelen polis ekibine bizi teslim edip, Diyarbakır ekibi geri dönmüştü muzaffer bir eda ile. Minibüse bindirilmiş tabutun bile korkutuyordu onları.

Bingöl sınırından itibaren, karşılamaya gelen dostlar, hemşeriler kalabalıklaştı. Yüzden fazla bir araba konvoyu ile birlikte şehre girdik. Resimlerini takmıştı her kes yakalarına. İnanılmaz bir kalabalık karşılamıştı seni.
Polisler durmadan fotoğraf çekip, videoya alıyorlardı.

Bingöl'de bir ilk yaşanıyordu. Özgürlük şehitlerine yapılan ilk kitlesel cenaze töreniydi. Baskı, zulüm kol geziyor, halka nefes aldırılmıyordu. Yakınları, devrimciler ve halk, Zeki'yi yalnız bırakmak niyetinde değildi.

Polisler kitleden ürkmüş, saklanarak kayıt yapıyorlardı. Ben polislere yanaşmış: “Bu halkın size direnmesi, başkaldırışıdır. Mutlaka bir gün başınızda patlayacaktır“ demiştim.

Korku çemberi kırılmış, halk Zeki ile birlikte, zulme baş kaldırıyordu.

Bingöl'de at arabasının üstüne çıkıp halka hitap ettiğin kalabalığı anımsadım. “Bu ülke, bu topraklar kimsenin babasının malı değil. Hele Orta Asya'dan gelenlerin hiç değildir“ diye haykırıyordun. Halk tufan koparıyor, arabacı: “Aman arabamdan in, polisler fotoğrafını çekiyor“ diyordu. Hep çektiler, çekiyorlar ve çekecekler. Bu çektikleri senin zafer nişanlarındır.

Uzun süredir ayrılığını ve özlemini duyduğun toprakların kokusunu doya doya ciğerlerine çekip dinlenesin diye seni orada, Bingöl'ün bağrına bırakıp geri döndük.

Varlığını içine sindiremeyen bazı kişiler, yokluğundan yararlanarak, ’'Anı'' diye zehirlerini kusmaya başladılar.

Belki haklılar. (!) Sen ve yoldaşların, fikren kötürümleşmiş olan bu zihniyet sahiplerini, yıllarca sırtınızda taşıdınız. Sonuçta değmeyeceğini görüp yere bırakmanızı hazmedemiyorlar. Çünkü çakılıp kaldılar. Bir adım ilerleyemediler o andan sonra. Mirasınızı da harcayıp hovardaca tükettiler.

Zeki'ciğim,

Sen hiç merak etme. “Akan ırmak kir tutmaz“ der halkımız. Sen, Kürdistan Umman'ına akan berrak, coşkulu bir ırmak gibisin. Nice pislikleri kenara atıp yoluna devam ettin. Aşıladığın genç fidanlar, yoldaşların ve yakınların bu tiplere gülüp geçiyor. Belirlediğin rota istikametinde yollarına devam ediyor, gereğini yapıyor, yapmaya devam edecek.

Ülkede senin mezar taşlarına tahammül edemeyip, saldırıp kıranlar ile Avrupa metropollerinde yokluğuna saldıranlar arasında pek fark göremiyorum. Hatta buradakiler, oradakilere yaranma gayreti içinde de olabilirler. İzledikleri yol, yol değil onu da bilsinler.

Zeki'ciğim,

Ayrılığımızın arasından tam 20 yıl geçti. Özlemin, dünkü gibi tap taze duruyor yüreklerimizde.

Unutmadık, unutmayacağız. Bu seninle son yolculuğum idi, ancak son mektubum olmayacak, arada bir yazacağım sana, yokluğunda olan gelişmeleri, değişmeleri...

Gözlerinden, gözlerinden öperim.

Kürdistan'ın umudu, aşıladığın, büyümüş meyve vermiş, genç nadide fidanlarda. Biliyor musun?

16 Nisan 2010 - KÖLN

Sait AYMAZ

Hasancığım, duyarlılığın için teşekkür ederım. Kendimiz için bu duyarlılığı gösterirken, başkasına haksızlık yapmamamız gerekir. Söz konusu tartışmaya en az bizler kadar duyarlı olan onlarca yurtsever, Zeki'nin arkadaşları ve sizin gibi yakınları katıldılar. Hatta bizlere söyleyecek söz bile bırakmadılar. Bu konuda Zeki'yi yalınız bırakmayan, Yazıları ile gerçekleri gün ışığına çıkaran, tüm dostlara teşekkür ederim. Çeşitli yayın organların da, İnternet sitelerinde yayınlanan bu yazıların bir kısmını (www.saitaymaz.com) sitemde ZEKİ ADSIZ'LA İLGİLİ YAZILAR başlığı altında alıntı yazılar kategorisinde topladım. Arzu ederseniz oradan izleyebilirsiniz. Bir kısmını diyorum, çünkü hepsini toplama olanağım olmadı. Halen devam etmekte olanlar da var. Gözlerinden öperim.

Zeki Adsiz bundan yirmi yil önce amansiz bir hastaligin pencesine duserken bir yandan hastalikla mucadele ederken diger yandan hayatinin buyuk bir bölumunu adadigi Kurdistan ulusal kurtulus mucadelesini bir an bile duraksamaksizin surdurdu. Zeki Adsiz´i kelimelerle anlatmak elbette mumkun degildir. Bende böyle bir caba icinde olmayacagim. Ben Zeki Adsiz´in daha cok insani yönlerinin uzerinde durmanin anlamli olacagi kanisindayim. Cunku Zeki insan olarak savrulanlarin hayatin her alaninda savrulacaklarini gunluk yasaminda sikca dillendirenlerdendi. Insan olarak hayata tutunamayanlarin siyasette olsa olsa yaratiklar olarak var olabileceklerini gerek yasam cizgisi gerekse mucadele cizgisinde hep dillendirdi. Yasama sevinci olmayanlarin mucadele azmi olmaz. Mucadeleyi severek yurutmeyenlerin insan sevgiside olmaz. Yanilmiyorsam 1984 yilindaydi Samda tesadufen bir yerde karsilasmistik. Kendisi o gun gelmisti ve yanlizdi. Örgutlenme cabasi icindeydi o dönem. Kendisiyle karsilastigimizda görusmeyeli yillar olmustu. Dayi hic degismemissin dedigimde birde bana sor demisti. O dönem yaptigimiz bir cok sohbet ve tartsmada en cok yakindigi sey siyasette akdi vefa olmamasi insanlarin sanki bir nesne gibi isimlendirilmeleri deger yargilarinin hizla asinmaya baslamis olmasi ciddi anlamda kendisini dusunduruyordu. Samda yaptigimiz o sohbetlerde akdi vefa ve deger yargilarinin asinmasi o gun icin bende cok fazla bir etki birakmazken Avrupaya ciktiktan sonra söz konusu sey hep gunluk yasamda karsilastigim seylerden biri oldu. Kendisini Kölnde ziyeret ettigimde ayni konuyu acmistim,bu gunleri ariyor olacagiz diyordu. Binlerce kadronun sigindigi bir alan olan Avrupa ulkeye dönulmezse Kurdler icin canli insan mezarligi olacak demesiyle olurmu dememe gerek kalmadan bir kac örnekle tehlikenin buyuklugunu o gun sezmistim. Akdi vefa oldukca insani bir durumdur. Yani insan duygulariyla ilintili bir sey,insanin duygularindan yana yabancilasmasi beraberinde kendine yabancilasmayida getirir. Son bir kac aydir Zeki Adsizla ilgili Kemal Burkayin yalanlarim adli kitabi kaynakli kamuoyunda bir tartisma vardi. Halen devam etmektedir. Bu tartismada aci olan yalanlarim adli kitaba Zeki adina verilen cevaplarda Zeki´nin ailesinin cevap verme zorunda kalmasidir. Özellikle Zeki´nin cocuklarinin böyle bir tartismaya katilmasi sahsen beni yaralarken Zeki´nin varliginda zekiyle beraber hareket edenlerin sessiz kalmasida bir okadar dusundurucudur. Gerek Filinta gerekse Servan kamuoyuna bir aciklama yaptilar ve isin hukuki boyutunu kullanma gibi bir durumda olustu. Peki böyle bir durumun olusmasini Zeki hak ettimi? bir insani mezarinda rahat birakmayacak kadar zalimlesen yalanlarim kitabi yazari sayin Burkay yarin sen öldugunde korkarim taputunu tasiyacak dört insan birakmazken akdi vefa demiyecegim o sende zaten hic olmadi sende hicmi ahlaki ve duygusal bir seyler kalmadi???. Zeki´nin vefatindan önce bilindigi gibi bir örgutlenmesi vardi ve dogal olarakta yoldaslari peki bunlarin sesiz kalmasi nekadar ahlakidir. Yani sizler varken Zeki´nin cocuklarinin böyle bir tartismanin muhatabi olmasi nekadar ahlakidir. Evet Xalo sen yine hakli ciktin. Yasama sevinci olmayanlarin mucadele azmide olmaz. Mucadeleyi severek yurutmeyenlerin insan sevgiside olmaz. Xalo sen gittikten sonra eski yol arkadaslarindan biri YALANLARIM diye bir defter yayinladi ve defterde sen gunah kecisi ilan edildin. Seni savunmak Filinta ve Servana dustu. Bana aci veriyor bu durum Xalo eminimki yine bunlarada gulumsuyorsun ama yine eminimki yoldaslarinin sessizligine uzuluyorsundur. Sevgili Xalo seni ölumsuzler kervanina katilisinin yirminci yilinda saygiyla aniyorum. Gidisin erkendi kisacik ömrune cok seyler sigdirdin. Insan mezarligi diye adlandirdigin Avrupa ve mudaimleri insan olmaktan yana savrulmalrini o kadar illeriye göturdulerki ellerinden gelse mezar taslarina saldiracaklar. Sevgili Xalo seni ölumunun yirminci yilinda sevgiyle saygiyla aniyorum. Sevgi ve selamlar

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.