Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 10 January 2010

Ağar'la son yemek

Taraf Gazetesin'den

Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür'e konuşan cezaevindeki uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin, Mehmet Ağar'a “Kürt sorununu çözelim“ diyen Korgeneral Hulusi Sayın'ın birkaç gün sonra öldürüldüğünü söyledi

Hollanda'da Zootermeer Cezaevi'nde bulunan uyuşturucu kaçakcısı Hüseyin Baybaşin, 30 Ocak 1991'da evinin önünde öldürülen Korgeneral Hulusi Sayın cinayeti hakkında çarpıcı iddialarda bulundu.

Sabah yazarı Mahmut Övür'e konuşan Baybaşin, Başbakanlık Başmüşavirliği görevini yaptığı sırada öldürülen Sayın ile saldırıdan kısa süre önce bir yemekte görüştüklerini, aynı masada Mehmet Ağar'la birlikte Diyarbakırlılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Nedim Özer'in de olduğunu anlattı.

Mehmet Ağar buz kesildi
Baybaşin şöyle dedi: “Korgeneral Hulusi Sayın'la, Diyarbakırlılar Yardımlaşma Dayanışma Derneği'nin Başkanı Nedim Özer Bey ve Mehmet Ağar ile birlikte Beyti'de yemek yemiştik. Hulusi Paşa orada bizzat, ’Kürt sorunu Türkiye'yi bitirir, bu sorunu kendi içimizde çözmenin yolunu bulmamız lazım. İnsanları öldürerek, korucularla çatıştırarak bitiremeyiz. Bunları bizim çözmemiz gerekir' diyordu. Mehmet Ağar bunları buz gibi dinledi, hiçbir cevap da vermedi. Sadece Nedim Bey ’Paşam biz bunları geçelim' dedi. Hulusi Sayın da ’Olur mu, bu konuları geçmek olmaz. Bakın bugün biz burada oturuyoruz, yemek yiyoruz, sohbet ediyoruz. Yarın öyle bir durum gelecek ki, birbirimizi tanıyamayacağız, hiç birimizin güvenliği olmayacak' dedi. Bundan birkaç gün sonra, onun katledildiğini duyunca çok üzüldüm. Nedim Bey'i aradım, ’Konuşuruz şekerim, konuşuruz' dedi kapattı. Sonra görüştüğümüzde ise ’Ben sana o zaman söyledim, bu Kürtlüktür, bu Türklük bu kimseye fayda sağlamaz ve öyle bir ortam var. Bak Paşa bile kendini koruyamadı, konuşmasına gerek yoktu, ben uyardım anlatamadım' dedi.“

Hulusi Sayın'ın öldürüldüğü dönemde Mehmet Ağar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevini yapıyordu.

Sol örgütün Sayın'la ne işi var
Hüseyin Baybaşin, Sayın suikastını Dev-Sol örgütünün üstlenmesini ise şöyle yorumluyor: “Sol örgütün Hulusi Paşa ile ne işi var. Her zaman devlet içindeki çeteler birilerini katlederken bir örgüt adı verirler. Onlar da üstlenir. O toplantıya Hulusi Sayın neden gidiyordu? Bunun soruşturulması lazım. Kim yaptı, kim üstlendi değil, bu niye yapıldı? Buna bir bakmak lazım.“

Kod adı Baybaşin Bir ülkenin kirli geçmişinden ve kirli ilişkilerinden arınması için önce büyük sorunlarını çözmesi gerekiyor. Çözmezse başı dertten kurtulmaz. Tıpkı bizim Kürt sorunu gibi... Türkiye'de devlet içindeki cuntacı yapılanmalar da, mafya, çete ve itirafçılık gibi yasadışı örgütlenmeler de ağırlıkla Kürt sorunundan besleniyor. Son yıllarda bu konuları çözmede önemli bir irade ortaya kondu ve iyi adımlar atıldı, atılıyor. Bu mücadele bundan sonra daha ileri bir noktaya taşınır mı bilinmez ama şu gerçeği bu ülkede yaşayan herkes biliyor: "İstisnalar kaideyi bozmaz ama devlet (Siyaset-polis-asker) göz yummazsa hiçbir yasadışı iş olmaz..." Bu sözü en yoğun biçimde Susurluk sürecinde duydum. Hatırlayın o günleri... 12 Eylül darbesi ve 90'lardaki "düşük yoğunluklu savaş"ın yarattığı o zeminde geleneksel mafya babalarının yerine "ülkücü" camiadan devşirilen babalar ikame edilmiş ve ortaya pervasız bir "babalar" topluluğu ve devletin farklı birimlerine bağlı çeteler çıkmıştı. Devlet ruhsatlı bu yapılar o yılların astığı astık krallarıydı. Kimse dokunamıyordu. Sokak ortasında adam vuruluyor, haraç alınıyor, insanlar kaçırılıyor ama devlet susuyordu. Hatta vatandaş uğradığı haksızlığı gidermek için adalet yerine bu mafya babalarına gidiyordu. Onlar da sokakları kan gölüne çevirmekten çekinmiyordu; çünkü arkalarında devlet desteği vardı. Peki, şimdi nerede o mafya babaları? Devlet desteği bittiği için hepsi cezaevinde ve dışarıdaki adamları da işsizlikten kırılıyor. O sözü bir kez daha hatırlayalım: "Devlet göz yummazsa hiçbir yasadışı iş olmaz..." Uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin bu gerçeği en iyi bilenlerden biri. 90'lı yıllara ilişkin söyledikleri tam da bu gerçeği dile getiriyor: "12 Eylül sonrasıydı kimse müdahale etmiyordu. Uyuşturucusundan, hayali ihracatına, banker olaylarına kadar onlarca olay oldu. Pek çok insanın işyerine el koydular. Bunları yaparken devletin desteği lazımdı. 80'li yılların ortasında bunun için çok basit bir mazeret ortaya çıktı; 'PKK ile mücadele...' PKK ile mücadele görüntüsü altında yapmadıkları zulüm kalmadı." Bu tespiti yapan Baybaşin, devletin kendisine koruculuk teklif ettiğini, ancak kabul etmediği için dışlandığını ve ölümle tehdit edildiğini söylüyor. Bütün bunları yıllar sonra Hollanda'da bir cezaevinin dört duvarı arasında konuşuyoruz. İlişkileri beni şaşırtıyor. Generallerle, MİT yetkilileriyle, bölge valileriyle oturup kalkıyor. Peki, hangi özelliğiyle bu kadar insanı tanıyor? Cevabı çok sade: "Türkiye'de etkinliği olan sayılı insanlardan biriyim. Devletin bütün kurumlarındaki etkili insanlar, benimle tanışmaya gelirlerdi." Aslında Baybaşin'in pozisyonu da, ilişkileri de, söyledikleri de o dönemin kodlarını çözecek nitelikte. Alın Türkiye'ye dönüş hikâyesini... 1984'te Hüseyin Baybaşin Londra'da 6 kilo eroin suçlamasıyla yakalanır ve cezaevine konur. Aradan 5 yıl geçer. Ve devreye kim girer biliyor musunuz? İşte cevabı: "Ben İngiltere'de tutuklandığımda herhangi bir suçla gözaltına alınmadım. Pasaportum sahte olduğundan kendimi ifade de edemedim. Gözaltındayken MİT'ten Necdet Küçüktaşkıner ile Emniyet'ten Mete Bozbora bana; 'Burada görüştüğün insanlarla ilgili bir şey söyleme. Dava kapanır Türkiye'de serbest kalırsın' dediler. Dolayısıyla ben adımı bile söylemedim. Benim kim olduğumu bilmiyordu İngiliz yetkililer. Zaten Türkiye'ye getirdikleri zaman şaşırdılar. Mesut Yılmaz dışişleri bakanıydı. Londra'da, Nabi Şensoy bey ile o zamanki ismimle yazıştım. O mektuplar hâlâ duruyor. Rahmi Gümrükçüoğlu bazı yetkililerle görüştü ve Türkiye'de müebbet ceza almış bir İngiliz vatandaşı ile beni değiştirmeyi kabul ettiler. Ve onun için yasal düzenleme zaman aldı. Bittikten sonra da beni Türkiye'ye getiren İngiliz yetkililer o İngiliz vatandaşı da geri götürdüler, Albino Cimini'ydi adı." İlginç değil mi? Türkiye'ye devlet eliyle getirtilen bir Baybaşin'den söz ediyoruz. Yaptığı açıklamalara da bu gözle bakmakta yarar var.

Baybasin"in bu konuya iliskin baska anlatimlarida var Beytide ismi gecen zatlar yenekli toplantida bulusuyor Konu uyusturucu trafiginin kimin idare edecegi Eski patron Hulusi Sayin Zaten isin kurali geregidir 7. Kolordu komandani olan her general belli bir süre bu isin patronlugunu yapar Oradan ayrilmasi ve hele emekliye sevk edilmesiyle yerini bir sonrakine devr edilir Hulusi Sayin bu kurali bozar Ayrilmak istemez Beytide uyarilmak icin cagrilir Bu is Mehmet Agara verilir Agar; "Pasam yükünü tutun. Artik bu isi genclere biraksan." Pasa buna sicak bakmaz. Baybasin; "Pasamin kalemi o masada kirildi" demisti bir ara. Simdi de pasa Kürt sorunundan dolayi öldürüldü diyor. Valla hangisine inanacagima karar veremedim. Belki birgün yeni bir iddia veya karisik bir tezle karsimiza cikar. Kimin neye inanmasida algisina birakalim.

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.