Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 1 Mai 2009

’Halkların kardeşliği' söylemiyle, Kürdistan halkının özgürlük talebini, potansiyelini sistemin potasında eriten “Sol“ ve “İslamcı“ yapılar var diye, bu söylemi ölümden hemen önce dillendiren Orhan Yılmazkaya'nın (tıpkı Deniz Gezmiş gibi) samimiyetini, enternasyonalist yaklaşımını alkışlamak gerekmiyor mu? İlkesel düzeyde her türlü şiddete karşı olmak hümanist bir yaklaşımdır ve saygın bir tutumdur. Bu tutum, demokrasinin işler olduğu, her türlü talebin kaygısızca dile getirilebildiği ve buna rağmen devlet şiddetine/yaptırımlarına maruz kalınmadığı bir ülkede anlamlı olabilir.Düşünceler/ilkeler, somut toplumsal koşullarla bağlantısında anlam kazanırlar. Toplumsal gerçeklikle bağlarını tamamıyla koparacak kadar soyutlanmış düşünceler ’kendi başına gerçek' olmaya başladıkları için toplumsal sorunları açıklamada yetersiz/işlevsiz kalır. Dahası, bu ’kendi başına gerçek' olan soyut düşünceleri toplumsal gerçekliğe giydirmeye çalışmak gibi imkansız bir çaba içerisine sürükler insanı. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki toplumsal gerçekliği göz ardı etmeden soracağımız bazı sorular ve bu sorulara vereceğimiz cevaplar yaşanan olaylara daha sağlıklı bir yaklaşım sergilememizi sağlayacaktır.Varlığını şiddete borçlu olan ve her türlü insani talebi şiddetle bastırmaya çalışan bir devletin hüküm sürdüğü bir coğrafyada; haksızlığın devamı için şiddete başvuran devlet ile bu haksızlığın ortadan kalkması için mücadele eden insanların karşı şiddetini aynı kefeye koyup aynı şekilde değerlendirerek mahkûm etmeye kalkışmak haksızlık olmaz mı?Dahası, mevcut egemenlik ilişkilerini dolaylı da olsa onaylamak gibi bir risk taşımaz mı bu yaklaşım?PKK'nin mevcut taleplerinin, silahlı mücadeleyi(şiddeti) gerektirmediği doğrudur. Ama bu özel durumdan, bu doğrudan yola çıkarak Kürdistan halkının özgürlük mücadelesinde bir zorunluluk olarak kendini dayatan (geçmişte başvurmak zorunda kaldığı ve gelecekte de başvurmak zorunda kalabileceği) silahlı direnişleri bir bütün olarak mahkûm etmeye kalkışmak büyük bir yanılgıya sürüklemez mi bizi?Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki mevcut örgüt/partiler ’özgür bireyi' sindirecek kadar esnek/demokratik bir yapıya sahip değildirler diye, özgür bireyi toplumsal sorumluluklarından muaf tutup, ’özgür birey karşıttır örgütlü yaşam' gibi bir sonuca varabilir miyiz?Birey olarak şiddetsiz bir yaşam/mücadele biçimini benimsememiz, devletin her türlü şiddetine maruz kalan ezilen halkların varolmak için zorunlu olarak başvurduğu karşı direnci(şiddeti) mahkûm etme hakkını veriyor mu bize? Kaynağı devlet olan şiddetin, karşıtını da zorunlu olarak doğurduğu gerçeğini görmenin, ’ölümü, şiddeti kutsamak' olarak değerlendirilmesi haksızlık olmaz mı?Başta Öcalan olmak üzere, PKK/DTP yöneticilerinin Kemalizm savunusundan hareketle, PKK/DTP tabanını Kemalistlikle suçlamamız gerçekçi olur mu? “Sol“ ve faşizmin iç içe geçtiği; sol adına yapılan birçok eylemin Ergenekon türü çetelere hizmet ettiği gerçeği, evrensel sol değerlere sırt çevirmemizi gerektirir mi?’Halkların kardeşliği' söylemiyle, Kürdistan halkının özgürlük talebini, potansiyelini sistemin potasında eriten “Sol“ ve “İslamcı“ yapılar var diye, bu söylemi ölümden hemen önce dillendiren Orhan Yılmazkaya'nın (tıpkı Deniz Gezmiş gibi) samimiyetini, enternasyonalist yaklaşımını alkışlamak gerekmiyor mu?Birileri yakalandığında ölmemek için onursuzca ’hizmete hazırım' derken, Orhan Yılmazkaya'nın devrimci duruşu, cesareti saygıyı hak etmiyor mu?Örgütünün bağlantıları, kime hizmet ettiği tartışmalıdır. Direkt veya dolaylı olarak Ergenekon bağlantısı da çıkabilir. Yalçın Küçük ve benzeri ulusalcı faşistler teorik olarak perde arkasında olabilirler. Birileri sırf Ergenekon davasını sekteye uğratmak ve suçlu generalleri kurtarmak için de böyle bir örgüte varlık kazandırmış olabilir. Çıkabilecek olumsuzluklar ne kadar vahim olursa olsun, hiçbir şey Orhan Yılmazkaya'nın birey olarak devrimci duruşunu, cesaretini gölgelemediği gibi, halkların kardeşliğine yaptığı vurgunun anlamını/önemini de ortadan kaldırmaz. Karmaşık bir süreç yaşanıyor; hem Türkiye'de hem de Kuzey Kürdistan'da. Kimin neyi hangi amaçla yaptığı, kimin kime hizmet ettiği belirsizdir. Karşıt gibi görünen örgütlerin iç içe geçtiği, özgürlük, barış gibi değerleri savunanların Ergenekon gibi faşist yapılanmalar tarafından yönlendirildiği, örgüt tabanlarının amaçlarıyla örgütleri yönetenlerin amaçlarının taban tabana zıt olduğu bir süreç yaşanıyor. Karmaşık ilişkiler ağının egemen olduğu böyle bir ortamda sağlıklı değerlendirmeler yapmak ve buna uygun tutum benimsemek oldukça zordur. Önemli olan bu zorluğu aşıp, karanlık örgüt/örgütlenmeler içinden, dürüst/ iyi niyetli unsurları ayıklayarak onların samimiyati ile hizmet ettikleri yanlış anlayış arasındaki farkı ortaya koyabilmektir. Her ne kadar ’Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşeniyor' olsa da, iyi niyetlilerin iyi niyetine sahip çıkarak onları yanlışa hizmet etmekten alıkoyabiliriz; onları mahkûm ederek değil.Bunu yapamadığımız zaman, devlet tarafından kontrol edilen/yönlendirilen örgüt şefleri şahsında bütün değerleri, dinamikleri tahrip etmez miyiz, İyi niyetli insanları haksız yere suçlamış olmaz mıyız?Bu yaklaşım, tüm değerleri ve özgürlük umutlarını yok etmez mi, dolaylı da olsa sistemin biçimlendirmek istediği ’muhalefetsiz, tepkisiz toplum' amacına hizmet edilmiş olmaz mı?Şiddetin olmadığı bir dünya, şiddetin kaynağına yönelmekle onu mahkûm etmekle olanaklıdır. Bu kaynak ise, sömürü ve baskıyı varlık koşulu olarak gören egemenlerdir kuşkusuz. Her türlü şiddeti red edebileceğimiz bir toplum/dünya özlemimiz vardır şüphesiz. Ne yazık ki, özlemlerle toplumsal gerçeklik her zaman örtüşmeyebiliyor.[email protected]

ALINTI [url=http://www.nasname.com/Yazarlar/bboti/3693.html]NASNAME[/url]
AKTARAN J.K.

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.