Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 18 February 2008

Kasımpaşalı Recep Tayyip'in Almanya gezisinde üzerinde döne döne durduğu bir konu var. „Asimilasyon insanlık suçudur!“ diyor Recep bey. Bu tesbite kendini öyle kaptırmış olmalı ki partisinin 12 Şubat 2008 tarihli grup toplantısında da Almanya gezisine ilişkin yapmış olduğu bilgilendirme bölümünde konuya genişçe yer vermiş. Radikal'den Tarhan Erdem de Recep beyin bu söylediklerini bakın nasıl tercüme etmiş ve „Erdoğan'ın konuşmasının bir bölümünü, 'Almanya' kelimesi yerine 'Türkiye'; 'Türk' kelimesi yerine de 'Kürt' kelimesi koyarak okuyucularıma sunuyorum“ diyerek bu konuşmanın kaybolup gitmesini önlemiş.

Haydi "Asimilasyon insanlık suçudur!“ kampanyasına

Memo Şahin

Kasımpaşalı Recep Tayyip'in Almanya gezisinde üzerinde döne döne durduğu bir konu var. "Asimilasyon insanlık suçudur!“ diyor Recep bey. Bu tesbite kendini öyle kaptırmış olmalı ki partisinin 12 Şubat 2008 tarihli grup toplantısında da Almanya gezisine ilişkin yapmış olduğu bilgilendirme bölümünde konuya genişçe yer vermiş. Radikal'den Tarhan Erdem de Recep beyin bu söylediklerini bakın nasıl tercüme etmiş ve „Erdoğan'ın konuşmasının bir bölümünü, 'Almanya' kelimesi yerine 'Türkiye'; 'Türk' kelimesi yerine de 'Kürt' kelimesi koyarak okuyucularıma sunuyorum“ diyerek bu konuşmanın kaybolup gitmesini önlemiş.

İşte Recep beyin konuşmasının tercümesi:
"Bugün, Türkiye'nin genelinde yaşayan 11 milyon civarındaki Kürtler, zaten Türkiye'nin önemli bir unsurudur. Kürtler, sahip oldukları tarihi birikimle Türkiye için çok önemli, çok değerli yurttaş olma niteliğine sahiptir.
Ardından orada yaşayan Kürt vatandaşlarımızla, dernek başkanlarımızla bizi çok sevindiren, çok heyecanlandıran bir buluşma gerçekleştirdik.
Bu heyecan ve kaynaşma, Kürt toplumunun dostluk, kardeşlik ve bir arada yaşama iradesini en üst düzeyde ortaya koymuştur. Türkiye'deki Kürtler Türkiye toplumuna entegre olabildikleri oranda konumlarını geliştiriyorlar.
Bu vesileyle, asimilasyona karşı olduğumuzu, asimilasyon ile entegrasyonu birbirinden kesin çizgilerle ayırmamız gerektiğini orada ifade ettim, burada bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Diyorum ki, asimilasyon bir insanlık suçudur. Bu böyle bilinmelidir. Benim düşüncem bu ve çok açık net söylüyorum. Hiçbir zaman Kürt toplumunu asimile etme gayretinin içerisine kimse giremez, ama entegrasyon noktasında ne gerekiyorsa biz bunu yapmaya hazırız.
Entegrasyona direnmeyi, sosyal ve siyasal platformda geri planda durmayı, Kürt kardeşlerime faydalı bulmuyorum. Bu bakımdan entegrasyonu önemsiyorum. Bu bakımdan bu gerçeği görmemiz gerekir diyorum. (...)
Elbette vatandaşlarımız dilimizi öğrenecekler, kültürümüzü yaşatacaklar, iyi eğitim alacaklar, kendilerini iyi yetiştirecekler, yaşadıkları toplumda aktif ve önemli roller de üstlenecekler.
Bizim ısrarla vurguladığımız şudur: Entegrasyonun şartı, yaşadığı toplumun dilini gayet iyi öğrenmektir. İyi dil öğrenmenin şartı ise anadilini iyi bilmektir.
Mesela, iyi Türkçe konuşamayan oradaki kardeşlerimle bir araya geldiğimizde bakıyorum ki iyi Kürtçe de konuşamıyor. Demek burada bir sıkıntı var. Öyleyse önce kendi anadilini iyi öğrenecek. Ve bunun ardından da orada ikinci bir dili öğrenme imkânını daha başarılı bir şekilde halledecek.
Bazı medya kuruluşları Kürtçe eğitimi yönündeki beklentimizi entegrasyon çabalarına ters bir durum gibi algılayarak bazı eleştiriler getirdiler, getiriyorlar.
Oysa bizim söylediğimiz çok açık net ortadadır: Türkiye'deki Kürtler anadillerini iyi bilmeli, Türkçeyi de mutlaka iyi konuşur duruma gelmelidir. Herhalde hiç kimse, kimseden ana dilini unutmasını, anadilini öğrenmemesini isteme hakkına sahip değildir.
Biz, Kürt toplumunun Türkiye'ye entegrasyonuna büyük önem veriyor ve bunun için her türlü çalışmaya katkıda bulunabileceğimizi söylüyoruz.
Ülkede nasıl Türk dilinde eğitim veren okullar varsa ve yakın zamanda (...) Türkçe eğitim veren Türk üniversitesi kurulması planlanıyorsa, diğer bölgelerde de hem Kürtçe, hem Türkçe eğitim veren kuruluşlar, okullar niçin olmasın derken, aynı samimi düşünceyi dile getirdik.
Bunu söyledik. (...) Bunu anlamamakta direniyorlar. Niye direniyorsunuz, bundan niye korkuyorsunuz? Bundan daha doğal, daha tabii ne olabilir?"

Sayın Erdoğan özgürlükleri Almanya'da başka, Türkiye'de başka tanımlayacak değil ya; yakında Almanya'daki Türkler için söylediklerini, Kürtler için de tekrarlayacaktır!“
Recep Tayyip Erdoğan'ın Almanya'ya iş ve aş için gelen 1,5 milyon Türk için söylediklerini, talep ettiklerini Türkiye'nin boyunduruğu altında yaşamak zorunda bırakılan 20 milyon Kürt için de tekrarlayıp tekrarlamayacağını bilmiyoruz.

Bildiğimiz ve yapmamız gereken yukarda yer alan konuşmadan sonra bunu Türk yönetimine karşı bir silah olarak kullanmak olmalıdır. Zira Türkiye bir asırdır Kürtlere karşı kültürel jenosid uyguluyor.

1.Bu nedenle de ülke içinde ve dışında bu konuşmayı temel alarak bir kampanya başlatılmalı, „Asimilasyon insanlık suçudur“ diyerek Kürt dili ve kültürüne eğitim ve öğrenim dahil olmak kaydıyla yaşamın her alanında özgürlük istenmelidir.

2.Bu kampanyayı DTP üstlenmeli, konuya ilgi duyan çevreler, dil ve kültür alanında çalışma yapan kurum ve kuruluşlar bu işe ortak edilmelidir.

3.DTP uluslararası hukuktan anlayan hukukçulara Recep Tayyıp Erdoğan'ın bu konuşmasına ilişkin olarak uluslararası standartları gözeten kısa ve öz bir giriş ve gerekçe hazırlatmalı ve milyonların imzasını amaçlayan bir imza kampanyası başlatmalıdır.

4.Bu imza formları Newroz da fırsat bellenerek yaygın bir şekilde kitlelere ulaştırılmalı ve önümüzdeki üç ay içinde en az 1 milyon imza toplanması hedeflenmelidir.
5.Bilindiği gibi Avrupa Birliği Türkiye'ye ilişkin 2004 yılında yayınladığı İlerleme raporunda öncekilerden farklı olarak ilk kez biraz daha derli toplu bir şekilde Kürt halkının haklarından bahsetmiş ve Kürt nüfusunun 15 ile 20 milyon arasında olduğunu kayıt altına almıştı. Sözkonusu raporda öncekilerin aksine, Kürt halkı, Kürtler, azınlık hakları gibi konulara açık vurgu yapılıyor. Türkiye'nin azınlıkların statüsünü tanıması, bu yöndeki uluslararası sözleşmelere taraf olması ve örneğin Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGIT) Azınlık Komisyonu'nun azınlıkların durumuna ilişkin olarak amaçladığı diyaloga yanıt vermesi isteniyor. Ayrıca AGİT'in Azınlıklardan Sorumlu Yüksek Komiseri'nin azınlıkların korunması planında önemli bir işlev görebileceğinin önemine dikkat çekiliyor. Bunun yanı sıra Türkiye'nin halen Avrupa Konseyi'nin Azınlıkların Korunması Hakkındaki Çerçeve Sözleşme'yle Avrupa Bölge ve Azınlık Dilleri Sözleşmeleri'ni imzalamadığı dile getiriliyor.

Toplanan bu imzalar, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Azınlıklar Yüksek Komiserliği, Avrupa Birliği gibi uluslararası kurum ve kurulaşlara Kürtçe'nin her alanda kullanımı için başvuru niteliğinde iletilmelidir.

6.Bu çalışmaları koordine etmek, yaygınlaştırmak, peşini kovalamak amacıyla Diyarbekir'de Kürt dili ve kültürünü yaşatma derneği / vakfı veya enstütüsü kurulmalı, örgütsel ve temsil kabiliyeti olan bir yapılanmaya büründürülmelidir.

7.Bu oluşum dil ve kültüre yönelik tüm hak ihlallerini üç ayda bir raporlaştırmalı ve uluslararası kurum ve kuruluşlara sunmalıdır.

8.Türkiye Meclisi'nde her dili kullanmak serbest. Türkiye'yi ziyaret eden yabancı devlet başkan veya başbakanlarına meclis kürsüsünde konuşma hakkı tanınıyor ve davet edilen bu konuklar kendi dillerinde veya İngilizce konuşma yapabiliyorlar. Yine DTP, örneğin geride bıraktığımız aylarda grubunu ziyaret eden aydınlara Grup Toplantı odasında konuşma olanağı sağladı. Ziyarete giden kimi aydınlar DTP Grubu'nda Türkçe konuşmalar yaptılar. DTP Meclis Grubu'nu Almanya'dan, Fransa'dan giden bir heyet de ziyaret edebilir ve onlar DTP Grubunda İngilizce veya Fransızca konuşma yapabilirler. Aynı hak Kürtçe için de geçerlidir. Örneğin Güney Kürdistan'dan bir heyet veya KDP ve YNK'ın Ankara temsilcileri DTP Grubu'nu ziyaret edebilir, onlara Grup Kürsü'sünden Kürtçe konuşma hakkı verilebilir. Benzer bir uygulama Barış ana ve babalarına da tanınabilir. Onlardan birine DTP Grup toplantısında Kürsü'den Kürtçe konuşma olanağı sunulabilir. Böylesi bir „cürmü“, „suçu“ işlemeye hazır birlerce insan çıkar ve böylelikle Recep Bey'in „Asimilasyon insanlık suçudur“ söylemi hakimiyeti altında bulunan mecliste test edilebilir.

Böylesi bir kampanya dağdan kopup gelen çığ gibi kısa zaman içinde büyüyebilir, milyonlarca insanı harekete geçirebilir ve sömürgeci Türk yönetimini ulaslararası planda köşeye sıkıştırabilir ve Kürt dili ve kültürü önündeki engellerin kaldırılmasına hizmet edebilir. Yeter ki böylesi bir kampanyanın getirileri konusunda ikna olalım ve gereken çabayı gösterelim.

"..Demokratik toplum partisinin yeneticilerine nacizane bir önerim vardır. Bu güne kadar hep onları eleştirdim. İlk olarak kendilerine bir öneriyle gidiyorum. Hem Demokratiktirler, hem toplum yöneticileridirler, hem de bir partidirler. Ne olur bir kerecik olsun benim bu çok mütavazi önerimi kabul etsinler. Ne kıyamet kopar. Ne Türkiye parçalanır.." DTP ye bir öneri Demokratik toplum partisinin yeneticilerine nacizane bir önerim vardır. Bu güne kadar hep onları eleştirdim İlk olarak kendilerine bir öneriyle gidiyorum Hem Demokratiktirler Hem Toplum yöneticileridirler Hemde bir partidirler Ne olur bir kerecik olsun benim bu çok mütavazi önerimi kabul etsinler Ne kıyamet kopar Ne Türkiye parçalanır Nede onlardan kimse tutuklanır. Önerim Şudur: Bütün parti binanlarının bir duvarına kırmızı harflerle şu vecizeyi yazsınlar: „Asimilasyon insanlık suçudur“ Bu vecizenin altına Recep Tayip Erdoğan yazmayı da unutmasınlar. Yalınız parti binalarının duvarlarına yazmakla yetinmesinler. Partinin yapacağı gösteri ve yürüyüşlerde "Asimilasyon insanlık suçudur" Recep Tayıp Erdoğan imzalı pankartları taşısınlar. Demokratik Toplum Partisi belediye başkanları da Kürt Şehirlerinin giriş kapılarına konulacak büyük levhalara bu vecizeyi kazısınlar. Bunu yaparlarsa, toplumlarına gerçekten yararlı bir iş yapmış olurlar.

Economist dergisinin yanılmıyorsam iki hafta önceki sayısında yayınlanan: “AK Parti hükümeti Kürt desteğini almak için İslam'ı kullanıyor“ başlıklı yazısının bir bölümünde şu satırlar yer alıyordu: “Diyarbakır'da üzerinde Atatürk'ün en sevilen vecizelerinden 'Ne mutlu Türküm diyene' yazılı bir tabela, Türkiye'nin yıllarca öncesinden başlayan, bölgedeki Kürtleri cebren asimile etme siyasetinin bir anısı gibi asılı duruyor. (...) İktidardaki AKP ise bunun yerine tabelada 'Ne mutlu Müslümanım diyene' denmesini tercih edebilirdi.“ AKP böyle bir ibareyi tercih eder miydi etmez miydi o ayrı bir konu ama, burada anlatılan fotoğrafın Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu ile ilgili bir saptama olduğu su götürmez bir gerçek. Osmanlı dönemini bir yana bırakalım, Türkiye, cumhuriyetin ilanından bu yana o bölgede acımasız bir asimilasyon politikası uyguluyor. Bunu artık kabul etmeyen neredeyse kimse kalmadı. Koskoca emekli generaller bile yıllar sonra yaptıkları itiraflarında, özeleştirilerinde bu durumu acı bir dille anlatıyorlar. “Bize Kürt yok demişlerdi“ diyorlar. Bu nedenle Economist yazarının yaptığı saptamanın fazla orijinal bir tarafı bulunmuyor. Bütün asimilasyon çabalarına ve çekilen acılara rağmen, kendilerine hala Kürt demekte israr eden milyonları görmezden gelip, bunu inkar etmeye çalışanların olduğunu biliyoruz. Bazı yasalar AB süreci vesilesiyle değişse de, uygulama ve anlayış itibariyle bürokrasinin bu görüşte ısrar ettiği de bir gerçek. Zaten böyle olmasaydı ne şimdiye kadar çekilen acılar çekilirdi, ne onca kan dökülürdü ne de onbinlerce insanımız hayatını kaybederdi. Bu bilinen şeyleri niye anlattık? Hasan Cemal 16 Şubat tarihli yazısında bu meseleyi net bir şekilde dile getirdi. Başbakan'ın Köln'de yaptığı ve entegrasyonu savunan, buna karşılık asimilasyonu insanlık suçu ilan eden konuşmasına değinerek, “Sayın Başbakan, Kürtler asimile mi, entegre mi?“ diye sordu. Başbakan bu soruya ne cavap verir bilemem. Yalnız bana göre Başbakan, o konuşmasında Hasan Cemal'in işaret ettiği gibi asimilasyon meselesini yukarda değindiğimiz Türkiye şartlarını dikkate almadan dile getirmekle kalmadı. Bir de Avrupa'da yaşayan Kürtleri hiç hesaba katmayarak yanlış yaptı. Köln'deki toplantının yankıları çok kısa bir süre içinde bütün Avrupa'ya yayıldı. Başbakan'ın konuşması Türkiye'den kopup Avrupa'ya gelmiş değişik etnik kökenden, inanıştan ve siyasi görüşten insanlar arasında tepkilere yolaçtı. Çünkü bir kere Başbakan'ın konuşmasına Türkiyeli oldukları halde bu dediğim gruplara mensup gurbetçiler çağırılmadı. Gerçi bu grupların dışlanmışlığı yeni bir şey değil. Şimdiye kadar ne devletin yurt dışında bulunan temsilcilikleri ne de işbaşındaki hükümetlerin zaman zaman Avrupa'ya gelen sözcüleri ve yetkilileri onları hiç dikkate almazlar. Genelde bütün Kürtlerin PKK yandaşı ya da sempatizanı oldukları düşünülür. Başbakan konuışmasında sık sık Almanya'da 3 milyon, bütün Avrupa'da 5 milyon Türk'ün yaşadığını söyledi. Türkiye'den gelen o milyonların hepsini bir sayarak herkesin Türk olduğunu ifade etti. Oysa bu rakamların önemli bir oranını Kürtler teşkil ediyor. (Mesela Almanya'da 700 bin cıvarında Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu söyleniyor. Bir milyon diyen de var.) Öte yandan bu ifade hala Türkiye'de geçerli olsa bile Avrupa'da tepkiyle karşılanan bir söylem. Çünkü Avrupa'da kimse kimsenin etnik kökeniyle, kimliğiyle ilgili değil. Kim kendisini nasıl hissediyorsa o şekilde kabul ediliyor. Bunun dışındaki söylemler ayrımcılık, asimilasyoncu gayretler olarak kabul ediliyor, hatta suç sayılıyor. Belli ki Başbakan'a danışmanları işin bu tarafını ona anlatmamış olmalılar. Siz ne derseniz deyin, ne yaparsanız yapın Türkiyeli bir Kürde Türklüğü kabul ettiremezsiniz. Türkiye'de onca baskıya rağmen etmiyorlar, Avrupa'daki özgürlük ortamında böyle bir ifade bile onları kızdırmaya yetiyor. Türkiye'de yaptığınız gibi, “Türklük bir etnik kimlik değil, üst kimliktir. Bu nedenle herkes önce Türktür, sonra Kürttür“ deseniz de bunu kimse kabul etmez. Türkiyeli bir Ermeni de, Süryani de, Yezidi de bunu kabul etmez. Dolayısıyla Başbakan'ın Köln'de yaptığı entegrasyon, asimilasyon konulu konuşma talihsiz bir konuşma olmuştur. Cumnhuriyet'ten bu yana uygulanan acımasız asimilasyon politikalarına dikkati çektiği için belki faydalı bir yanı olduğu söylenebilir. Ancak, bu sayede AKP'nin bu asimilasyon politikalarının devamından bir rahatsızlık duymadığı gerçeği de ortaya çıkmıştır. Buna rağmen Kürtler ve kendilerini Türk kabul etmeyenler Başbakan'ın şu sözünü yaşadıkları kentlerin, kasabaların girişlerine, tepelerine asamayacaklarına göre, evlerin duvarlarına çerçeveletip asmalıdırlar: “Asimilasyon insanlık suçudur“

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.