Türk'ün işi zor Mewla Benavî
Türk'ün işi zor
Mewla Benavî
Türklerin işi zor ve zorluğun sadece küçük bir kısmından söz edeceğiz. Türk devleti vesayet devletidir. Türkiye olarak adlandırılan coğrafya'da yaşayan insanların çıkar, kaygı ve isteklerine, yerli halka düşman bir devlettir. Uluslararsı aktörlerin ihtiyaç ve isteklerine göre kurulan ve yaşayan bir devlet olmuştur. Bu Türk yöneticiler için çok doğal görünmüş ve yüzyıla yakın bir süre böyle devam etmiştir. Şimdi vesayetsiz kalan Türk, çuvallıyor, çuvallanıyor.
Vesayet derken ’vesayet altındaki demokrasiyi' kastetmiyorum. Devlet denilen aygıt bir bütün olarak, siyasi, askeri, ekonomik, sosyal vs. vs. yani rejimin biçimi ne olursa olsun bir bütün olarak vesayet devletidir.
Türk devletinin nasıl kurulduğu artık yaklaşık olarak biliniyor. Birinci dünya savaşı biterken, Rusyada Bolşevikler iktidarı ele geçirdiler ve Batı alemi bundan büyük korku duymaya başladı. Expansiyonist bir halk olan Ruslar, ele geçirdikleri global ideolojik silah, sosyalizm, ile dünyanın bir çok bölgesini etki alanına dahil edebilecek duruma geldi. Hırıstiyanlıktan kurtulan Rusya, İslam dini barikatını da kırmıştı ve bütün İslam alemine hitap edebilecek duruma gelmişti. İşte Türk devleti, Rusların bu expansiyonist durumunu, isterseniz sosyalizm deyin, durdurmak için düşünülen bir tehdit ve barikat olarak kuruldu. Türkilik ile Rusyaya terkedilen Orta Asya tehdit altında tutuldu, fiili varlığı ile de Rusya'nın Ortadoğuya doğru genişlemesini engellemek amaçlandı.
Bu olağanüstü koşullarda kurulan Türk devletinin yöneticilerine, özellikle Atatürk'e ne yapması gerektiği çok iyi anlatılmıştı. Batı, Rusya ile anlaştıktan sonra, Atatürk İslami, İttihatçı, Osmanlı'cı bütün güçleri ve düşünebilen insanları fiilen ortadan kaldırdı.
Liderleri ve aydınları kılıçtan geçirilen, dilleri, dinleri, kültürleri yasaklanan halklar, 2. dünya savaşının sonuna kadar açlık, sefalet ve jandarmanın baskısı altında inim inim inledi. Kemalistlerin kayıtsız şartsız köleliğini kabul etmek dışında hiçbir alternatife sahip olmadılar.
1. Dünya savaşı, Avrupa'da dengeleri sarstı ve yeni dengelerin kurulmasını sağladı, ama Ortadoğu 20. yy başlangıcında kurulan dengeler ile idare edildi. Türk devleti kendisine biçilen görev gereği, NATO üyesi oldu. NATO üyeliği ve 1964 ABD Rusya anlaşması Türk devletinin yaşamasının garantisi oldu. Küba Krizinde, çözümün bir parçası olarak, hem ABD ve hem Rusya, Türk devletinin işgal ettiği topraklarda hakim olmasının garantörlüğünü üstlenmiş oldular. Bu garantörlük aynı zamanda Türk devletinin NATO üyeliği ve Batı blokuna bağlılığının garantisi oldu.
Kuruluşundan beri düşünme gereği duymayan Türk, yukarıda sözünü ettiğim garantilerin etkisi ile uzun bir süre düşünmeden yaşama garantisini almıştı.
1. dünya savaşı sonrasında oluşan bloklar, karşılıklı kabul ve anlaşmalara bağlanmıştı. Nasılki Macaristan ve Çeoslovakya, halkın ezici çoğunluğu taraftar olmasına rağmen, Batı yanlısı bir rejim uygulanamıyor idiyse, NATO üyesi ülkelerde de ’sosyalist' hükümetler kurulamazdı. Yani bloklar dahilindeki bölgelerde kriz ve değişim kabul edilmiyordu. Onun için de Kıbrıs ve İtalya'da solcular çok güçlü olmasına rağmen hiçbir zaman kendi başlarına hükümet kuramadılar.
Türk devleti de NATO üyesiydi, Batı sistemine bağlıydı ve değişmezlerdendi. Yani hem ABD ve NATO'dan hemde Sovyetler ve Varşova paktından garanti almıştı. Bu durum, devlet erkanını düşüncesizliğe sevkederken, kafası kesilmiş kitlelerin Demirel ve Ecevit türünden beceriksiz, kişiliksiz ve anlamsız adamlar dışında seçenek vermiyordu.
Batı blokuna dahil ülkelerde, devrimin mümkün olmadığını gören Batı'lı solcular, reformist politikalar üreterek ülkelerinin siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal gelişmelerine ortak oldular. Türk devletinin köreltici ve aptallaştırıcı atmosferinde solculuk yapmaya çalışanlar ise, dünyadan bihaber, hayalci veya devletin güdümündeki solcu oldular. Solcular dışındakiler ise tamamen devletçi ve devlete bağlıydılar. Piç doğmuş devlet, hiçbir değişim ve gelişmeğe açık değildi ve görevi hiç düşünmeden, çift taraflı (Sovyet-Batı) kılıç ile yükselmeğe çalışan kafaları kesmekti. Kesti.
İşte Türk, böyle rahat, varlığını garantilemiş, düşüncesiz ve aptal yaşamanın ürünüdür.
Soğuk Savaş biterken, Batı uydurması ’Türklük' hikayesini kullanmayı düşünen Türkler, Sovyetlerin dağılmasına bayağı sevindiler. Batı'nın Asyaya uzanan kolları ve bacakları olacaklarını hesap ettiler ve inandılar. Türklerin bu hayali 90'lı yılların 2. yarısına kadar devam etti.
ABD Başkanı Bill Clinton'un1999'da Türk meclisinde yaptığı konuşma oldukça ilginçtir. Bill Clinton, kısacası Türklere, ya adam olur ve çağa uyarsınız ya da başınıza büyük belalar gelir, geleceğiniz kara, sonunuz karanlık olur demişti.
Bill Clinton'un konuşması ABD-Türk ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. ABD'nin Ortadoğu ve dünyaya ilişkin bağımsız politikası oluşmuş ve Bill Clinton, Türklere, artık ABD'nin diktatör Türk devleti ile arkadaş olmayacağını bildirmişti.
Clinton'un bu sekerat duasını, çağa uymaya hiç niyetli olmayan, medeniyeti ’canavar' gören Türk parlamenter ve yetkilileri alkışladı. Ne dediğini anlamadılar. Büyük yerden emir zannettiler ve alkışladılar. Clinton'un istediği de hafif bir şey değildi. Yüzyıla yakın bir süre, düşünmekten muaf tutulmuş insanları düşünmeğe, kendi başlarına karar vermeğe çağırıyordu.
Halbuki eskiden en ağır problemleri en az düşünen güç ve kişiler çözerdi ve gerçekten de çözerdi. Türk ordusu, en çetrefilli ve karmaşık sorunları çözmekte başarılı sayılmıştır. Bu pratik olarak ta böyle olmuştur.
Abdullah Öcalan'nın ’askeri deha'sı Kenan Evren, sadece tecrübeli başbakan, bakan ve politikacıları hizaya getirmekle kalmamış, kendisini %90'lık bir oy oranı ile seçtirmişti.
Bu bir gelenekti ve kökleri Atatürke dayanıyordu. Atatürk, okur-yazar olduğu şüphellli, cahilliği kesin, pervers bir tip olmasına rağmen, binlerce ve binlerce düşünür, alim ve bilgini katledebilmişti. Kendisine atfedilen oyunbazlık, startejist ve pragmatizm ise kuyruklu Türk yalandır. O dış aklın emirberi idi.
Türk ordusu hala birinci dereceden karar organıdır. Halbuki Türk ordusu düşünme ihtiyacını duymayan bir ordu olmuştur. Hazır kararları uygulayan bir ordu olmuştur. Batı'nın karar merkezlerinin tesbit ettiği kararı uygular ve başarılı olurdu. En son örneği 1998'de iktidar değişikliği gene ’dış akıl' ile başarılmış bir operasyondur. Türk ordusunun bütün başarısı, düşünmeden davranmasıdır, daha doğrusu başkalarının düşündüğü şeyleri uygulamasıdır.
Soğuk Savaş' sona erdikten ve Avrasya balonu da söndükten sonra, ama özellikle 1999 sonrasında ’dış akıl' işlemez olmuştur. Çünkü artık Türk ordusu ve benzeri ordular, problem çözmekten ziyade problem yaratan güçler olmuştur. Değişen dünya ve bölge şartlarına ayak uyduramayan ordular gelişmelerin önünde engel haline gelmiştir.
İşte bu süreç'te ’Türk aklı' devreye girmiştir. Artık Türk sadece uygulayan değil, karar veren de olmak zorunda kalmıştır. Düşünmeğe yeltenen Türkler, askeri-sivil strateji merkezleri açmış ve Türk devleti dünyada staratejik ’araştırmalara' en çok para harcayan bir devlet olmuştur.
Fakat vesayet sisiteminin beslediği ve büyüttüğü ’çocuklar' yetim kalmış ve ne yapacağını bilmeden şuraya buraya savrulmuştur. Uydurdukları yalanları strateji, sivil insanlara karşı silah kullanan çeteleri de ordu varsayılmıştır.
Türk aklının fikir alanındaki en son marifetlerinden biri ’100 rambo ile işi bitirmek' olmuştur.
Türk işi olduğu için, ordunun en teçhizatlı, en zengin olduğu bir dönmede, teknik ve bilimin olanaklarından oldukça fazla yararlanma olanaklarına sahip olmasına rağmen, uygulanması mümkün olmayan işler ile uğraşır.
Türkiye'de Türk işi uygulandığı için, terörün nasıl bitirileceği tartışılıyor ve bitirme derken Kürt milletinin bitirileceği hesaplanıyor.
Türk işi olduğu için bütün dünya ile savaş tartışılıyor ve buna hemen hemen herkes taraftardır.
Bir de bu duruma rıza göstermeğen ’Türkler' var. Onlar'ın aklına göre de Türklük daha başka birşeydi ve birileri bozuyor. Halbuki Türklük en güçlü ve parlak dönemini yaşıyor. Hepsi bu kadardır, bir milim fazlası yok.
Temmuz 2007
Türk'ün işi zor Mewla Benavî