Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 20 October 2009

[i]Asagidaki yazi Radikal Gazetesi'nden Aktarilmistir.[/i]

Kandil'den 8, Mah-mur Kampı'ndan 26, aralarında 4'ü çocuk ’PKK'lılar'ın Habur sınır kapısına doğru yola çıktığı sırada İstanbul'da önce Başbakan Tayyip Erdoğan'ı Beşiktaş'ta Four Seasons Oteli'nde toplanan İstanbul Forumu'nun açış konuşmasında dinledim, ardından az ötede Conrad Oteli'nde Brookings'in TÜSİAD'la ortak düzenlenen tartışma toplantısında Strobe Talbott ile Martin Indyk'i.
Başbakan'ın konuşmasının neredeyse dörtte üçü Türkiye'nin Ortadoğu politikası üzerinde odaklanmıştı. Afganistan ile Pakistan'ı ’geniş Ortadoğu' içinde düşünürseniz, Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında konuşan Strobe Talbott ile Martin Indyk'in konuşmalarının dörtte dördü.
Başbakan, muhtemelen, AB çevrelerinde ve bir nebze ABD'de sözü edilmeye başlanan bir ’argüman'a gönderme yaparak, “Türkiye'de bir eksen kayması yok“ dedi ve ekledi, “İşin başında nerede duruyorsak, şimdi de orada durmaya devam ediyoruz.“
’Eksen kayması'ndan kasıt, kuşkusuz, Türkiye'nin Batı'dan yavaş yavaş demir alarak Ortadoğu'ya doğru ’dış politika ekseni'ni kaydırması.
Tayyip Erdoğan'ın vurguladığı bir başka ’ilginç' nokta ise, ’Biz, AB'ye yük olmak bir yana, AB'nin üzerinden yükü alıyoruz' sözleri. Buradan kasıt ise, Türkiye'nin Ortadoğu'da giderek artan görünürlüğünün ve ’pro-aktif Ortadoğu politikası'nın, AB'yi giderek -bazı gözlemcilerin ifade ettiğince- ’Ortadoğu bataklığı'na doğru çekmesi ihtimali.
Bu ’izlenim' ve gözlemin odağına yerleşen ise özel konuşmalarda sık sık vurgulanmaya başlanan, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulma. Türkiye-İsrail ilişkilerinde bozulmaya paralel bir gelişme ise, Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak ilişkilerinde inadına artan ve yükselen bir yakınlaşma. Türkiye-İran ilişkilerinin genel manzarasının da ’iyi' olduğunu bu ’fotoğraf'a eklerseniz, ’eksen kayması' izlenimi ve gözleminin nereye yerleştiği daha iyi anlaşılır.
Davos'ta ’one minute' ile başlayan Türkiye'nin İsrail'e Gazze üzerinden ve Gazze nedeniyle başlayan ’fiske'leri, ’Anadolu Kartalı' adlı NATO tatbikatına İsrail'in katılımının engellenmesi sonucu iptal edilmesiyle bir ’tokat' haline aldı.
Tam da bu gelişmeyle eş zamanlı biçimde Suriye ile 40, Irak'la 48 ’mutabakat metni' imzalanması, AB'de Schengen vizesine takılı Türkiye'nin Suriye ile vizeyi kaldırması, Başbakan'ın Bağdat'ta Türkiye ile Irak'tan söz ederken ’iki devlet-tek hükümet' demesi, alt alta toplandığında ’eksen kayması' kuşkularını haliyle besliyor.
Türkiye'nin geleceğe yönelik olarak ’eksen kayması'ndan gerçekten söz edilebilir mi? Bu, doğru mu?
***
Tayyip Erdoğan ’yok' diyor.
Yok mu?
Avrupa Birliği yollarına ’mayın' döşenirken ve katılım müzakerelerinin bir sürü faslı -özellikle Sarkozy nedeniyle- tıkalı, dolayısıyla AB kapıları büyük ölçüde kapalı görünürken, yapı taşları tam yerli yerine oturmamış olsa bile, bir ’Mezopotamya Birliği'nin temelleri atılıyor gözükürken, ’eksen kayması' görüntüsünün hiç olmadığından söz etmek de kolay değil.
Bununla birlikte, Türkiye'nin ’Ortadoğu açılımı'nın dinamiklerini de iyi değerlendirmek gerekiyor. Türkiye, büyüyen ve kabının dışına taşmaya mecbur ekonomisinin itmesiyle ’küresel dünya'da ’mahallesi'nin içinde ön alıyor. Sadece Ortadoğu'da değil, Kafkasya ve Balkanlar'da da. Örneğin, ’Ermenistan ile normalleşme'yi bu ’büyük fotoğraf'ın dışında düşünmek doğru olmaz. Keza, bundan 10 yıl önce akla gelemeyecek bir girişime, Bosna-Hersek ile Sırbistan arasında bir tür ’arabuluculuk' rolüne soyunmasını da yine bu ’dinamikler'in kılavuzluğunda anlamak gerekiyor.
Ortadoğu, kuşkusuz, Türkiye'nin içinde bulunduğu geniş ve ’eski Osmanlı' mahallesinin tam orta yerinde bulunuyor; zira Ortadoğu, uluslararası siyaset gündeminin de ’sıklet merkezi' konumunda.
Burada rol oynamaya kalktığınız vakit, bir yandan Suriye üzerinde etkili olabilmeniz, diğer yandan Irak'la olağanüstü yakınlaşmanız halinde, İsrail ile bugüne dek sahip olduğunuz ilişki kalıbını aynen koruyabilmeniz, özellikle Gazze'de olup-bitenlerden ve Netanyahu-Lieberman ikilisinin İsrail iktidar denklemi oluşturmasından sonra pek kolay iş değil.
Türkiye'nin ’bölgesel güç merkezi' olması, yakın tarihin geleneksel iki bölgesel güç merkezi İsrail ile İran'dan farklı bir konuma yerleşmesiyle mümkün olabilir. Bu da, hem Suriye ve hem de Irak ile ’özel' yakın ilişkileri gerekli kılıyor.
’Mezopotamya Birliği' gerçekleşebilir veya gerçekleşmez başka şey ama buna yönelmek dahi, İsrail ile ilişkilerin içine girdiği seyre yol açmak zorunda.
Olan da bu.
Avrupa Birliği, adı var kendi yok bir ’ortak dış ve güvenlik politikası'na sahip olamadıkça, Tayyip Erdoğan'ın “Biz, AB'ye yük olmak bir yana, üzerinden yükü alıyoruz“ saptaması anlam kazanıyor. AB, Türkiye üzerinden Ortadoğu'da ve enerji nakil yollarında bir imkân sahibi olabilecek.
Bu nedenlerle, Avrupa, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü ’eksen kayması' kuşkularına rağmen engelleyebilme kapasitesine sahip değil.
Burada ’belirleyici' olacak olan ABD'nin yaklaşımı. ABD ile Türkiye arasında özellikle bir ’çıkar örtüşmesi'nden söz ediliyor. Bunun üzerine gölge düşürecek olan, şu dönemdeki, belki de tek ve en önemli şey, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulma.
Bu konunun çok kısa gelecekte, Washington'da Barack Obama ile Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmelerde gündemin tepesine oturacağına kuşku yok.
***
Strobe Talbott, Bill Clinton'un en yakın arkadaşı olarak bilinir. Onun başkanlık döneminde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı idi ve özellikle Rusya'dan sorumluydu. Martin Indyk ise Amerikan tarihinin İsrail'de iki kez büyükelçilik yapmış olan ve Clinton'un ikinci döneminde Ortadoğu'dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı sıfatını
taşıyan yetkilisi. Şu sıra ilki Brookings'in Başkanı, diğeri Başkan Yardımcısı ve her ikisi de Hillary Clinton'un çok yakınında.
Martin Indyk, dünkü toplantıda yanından oturan bana, üzerinde ismi yazılı kâğıdın arkasına bir not yazıp uzattı.
Nota göz attığımda şu iki satırı okudum: “Erdoğan, Washington'a geldiğinde, İsrail konusunu
nasıl ele alacağını düşündü mü? Bir yangının içinde kendisini bulabilir.“
Toplantı sonrası konuştuk. Sorun, Türkiye ile Ortadoğu'da birçok çıkarı kesişen Obama yönetiminde değil. Zaten, Strobe Talbott, toplantıda Obama'nın dünyada popülerlik oranında yüzde 10'un altında bulunduğu iki yerden birinin ve birincisinin İsrail olduğunu söyledi. Sorun, Kongre'de.
İki toplantıda karşılaştığımız Amerikalılar, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulmanın en tehlikeli noktaya çok
yaklaştığını, Tayyip Erdoğan'ın ’artık biraz geri adım atması gerektiğini' söylediler. Başbakan'a yakın unsurlar ise ’Bu karşılıklı olmak zorunda' dediler.
Önümüzdeki günlerin Türkiye'nin dünyadaki yeri açısından hayli ’meraka değer' ve ’heyecanlı' günlere gebe olduğumuzu fark ediyorum.
Bağdat'ta, Bağdat dönüşü yolunda ve İstanbul'da son günlerin verdiği ’mesaj' bu. Devam edeceğiz...

Cengiz Çandar'ın bu yazısı aynı anda Referans gazetesi ve www.hurriyet.com.tr web sitesinde de yayımlanmaktadır.

Anonymous (not verified)

Tue, 10/20/2009 - 15:38

Türkler bu gelecek yillarda kiblesini belirlemek zorunda kalacaklar. Ya "Bati Uygarligina" adapte olup "modernlesip" Kürdlerin en dogal haklarinada saygi göstererek "medenisecekler", ya da despot ve fasizan ser cumhuriyetine (Iran, Suriye) katilacaklar. Hem Bati'ya yüz cevirmek ve bunlara katilmak hem de NATO üyesi olmak ABD ve Israil ile uyum saglamak bir arada olacak mi görecegiz. Türklerin halihazirda Seytan Ücgeni'nin (Türkiye, Iran, Suriye) basini cekmek istemelerinin tek nedeni Kürdistan Ulusal ve Özgürlük Hareketi'dir. Kürdler sözkonusu oldugunda bu alcaklar sürüsü hep birlestiler. Bati Türkleri simdilik oldugu gibi istemiyor. Bu nedenle Türkler zorunlu olarak bazi adimlar atmak zorunda. Orta Dogu barutficisi gibi. Tam ortasinda da Kürdler oturuyor. Cikacak bir kaosta bana göre en karli Kürdler cikacak, cünkü Kürdlerin zaten kaybedecek hic birseyi yok ama kazanacaklari koskocaman özgür Kürdistan var. Kürdler bence dogru yoldadirlar. Varsin PKK cözülsün ve teslim olsun. Güney ve Baska Barzani ABD ve Israil'le olan uyumlu iliskisi olasi bir kosta Kürdistan'in Güneyi'ni bagimsizlastiracaktir, cünkü ABD 500 milyar dolar harcadigi ve 5 bin civarinda askerinin öldügü Irak Petrollerini (ve Israil'in güvenligi icin) ne Türklere, ne Araplara ne de Farslilara yedirmeyecektir. Kürdler moralini bence yüksek tutmalidirlar. Bu gelecek aylarda veya yillarda Kürdlerin lehine cok önemli gelismeler olacaktir.

Bu yaziyi belki nasnamede okumussunuz ama okumayan arkadaslar icin buraya asiyorum. Bu yazi benim icin bugün okudugum bir cok yazidan en mantiklisi oldugu icin sizinle paylasmak istedim. Ben sahsen bu silah birakma konusunda Xalis arkadastan biraz farkli düsünüyorum, birincisi; Gerillada herkes Apo'nun fedaisi degildir, ikincisi; Kürdlerin de dünyadaki devletlesmis her halk gibi kendi savunmasinin olmasi gerektigine inaniyorum. Ben sahsen Kürdistan'da sömürgecilerin polisi ve jandarmasinin degil dipcigi altinda yasamak kendilerini bile görmek istemiyorum ama uzun bir konu. PKK'nin tasviyesi Büyük Orta Dogu Projesinin bence bir geregidir. Biz en iyisi gözleri bu gelecek yillar Güney'e dikelim. Gercekten suni sinirlarin Kürdler arasinda kalkmasi, Kürdlerin Kuzey'de demokratik haklarina kavusmasi ve PKK "terörönün" son bulmasi iyi ve olumlu bir adimdir. Hepinize Selam ve sevgiler .... Xalis Açar-Nasname_den [email protected] Açılım tartışmaları TC Başbakanının Irak ziyareti, Suriye ile sınırların açılması Ermeni protokolünün imzalanması ve Öcalan'ın son basın açıklaması ile yeni bir tartışma ve gelişmeye evirilmiş durumda. ABD ve Avrupa'nın bölgedeki enerji kaynaklarının kontrolü. ABD`nin Irak'tan askeri gücünün çekilmesi ve yerine güçlü bir ileri karakol olarak Türkiye'nin ve Türkiye ile bağlaşık bir şekilde Güney Kürdistan yönetiminin konumlandırılması çabaları somut sonuçlarını vermeye başladı. TC özellikle ABD`nin bölgedeki ileri karakolu olma yolunda ona biçilen rolünü iyi kavramış gözüküyor. TC başbakanının komşularla sıfır çözüm vurgulaması her ne kadar bir değişim olarak gözükse de bu iktidarın demokratikleşme hevesi ya da isteğinden ziyade, bölgede sorunsuz bir ileri karakol isteyen başta ABD olmak üzere AB`nin dayatmasıdır. Süreç tasarlandığından da hızlı yürüyor. ABD`nin uzun süre önce planladığı bölge politikaları Türkiye tarafından harfiyen yerine getiriliyor. Bütün bunlar olurken İktidar partisi başkanı Erdoğan Wan minut shovuyla bölgedeki Arap ülkeleri nezdinde kazandığı popülaritesini korumak amaçlı özellikle İsrail'e karşı bir iki popülist çıkış yapmadan da duramıyor. Son günlerde TRT`de yayınlanan bir dizi ve Konya'daki tatbikatta İsrail'e yer verilmemesi, göreceli olarak Türk İsrail ilişkilerinde yapay bir gerginlik yaratmış gibi gözükse de özünde TC`nın Arap ülkelerine dağıttığı bir mavi boncuk olarak yorumlanabilir. Kuşku yok ki niyet ne olursa olsun, bölgede yaşanan bu gelişmelere olumlu bakıyoruz. Özellikle Suriye sınırının açılması ve Kürdistan'ın iki yakası arasındaki sınırların fiili olarak ortadan kalkması önemli bir olgudur. Süreç benzer bir olgunun Kuzey ve Güney Kürdistan sınırının da bu temelde açılmasını dayatacaktır. Bölgede güçlü ve sorunsuz bir ileri karakolun konumlanması sürecinde elbette en önemli ve dinamik güç Kürdlerdir. Sorunlu bir Türkiye ileri karakol işlevini rahatlıkla hayata geçiremeyeceği gibi, bölgede enerji kaynaklarının kontrolü de Kürdlere rağmen sağlanamaz. Bu noktada Kürd Açılımı olarak adlandırılan süreç özünde PKK`nın tasfiyesi ve silahlı gücün kontrol dışı faaliyetlerinin sınırlandırılmasıdır. PKK`nın tasfiyesi noktasında Devlet Öcalan kozunu iyi oynuyor. Tamamen devletin güdümünde olan Öcalan, ona dikte ettirilen politikaları sürece yayarak uyumlu bir şekilde hayata geçiriyor. Bağımsızlık çizgisinden Osmanlıcılık noktasına getirdiği son yüzyılın en büyük bağımsızlıkçı gerilla hareketini gelinen noktada devlete tamamen biat eden ve af dileyen güç konumuna düşüren Öcalan; PKK ve onunla eşgüdüm içinde hareket eden legal uzantıları içindeki göreceli olarak sürece muhalefet edebilecek kesimleri susturmak noktasında dönem dönem tehditler ve malum uyarılarını da yapmadan duramıyor. PKK içinde Devletin İmralı'ya verdiği rolün uygulanmasına muhalif olan sesler bir bir susturuluyor. KCK tutuklanmaları. DTP kapatma davasının yeniden gündeme oturtulması bu susturmanın ayrıntıları olarak görülebilir. Yine Öcalan'ın “açılım“ sürecinde çizdiği zikzaklar; “muhatabım, muhatap değilim, DTP ile görüşsünler, Kandil ile görüşsünler, akil adamlar, aydınlar muhatap olsun, savaş tırmanır, gerilla konumlanmasını güçlendirmeli ve katılım artırılmalı “ vs gibi açıklamalar, İmralı'dan atış serbest misali her hafta yapılırken, satır aralarında DTP'liler akıllı olsun, çok konuşmasın. PKK'liden çok PKK'li olmasınlar. Desteğimi çekerim gibi mesajlarla etkisizleştirmeler ortadadır. Öyle ki son DTP kongresinde ve sonrasında görüleceği gibi DTP büyük oranda “açılım“ sürecinin dışında tutulmuştur. Öcalan'ın devlet ve tabii derin devlet ile ilişkileri açıktır ki, bu satırların yazarı ve daha bir çok değerli Kürd aydını bu ilişkileri defalarca ileri sürmüş ve kanıtlamıştır. Bu ilişkiler açığa çıkarıldıkça, Öcalan bunları kabul etmek zorunda kalmıştır. Şam'daki komşusu Albay Hasan Atilla Uğur ile ilişkilerini tam 14 yıl sonra kabul etmek zorunda kalmıştır. Hatırlanacağı gibi, o ilişkiyi biz bu sütunda deşifre etmiştik ve akabinde Öcalan bunu kabul etmişti. Yine Taraf gazetesinden Neşe Düzel'in Eski MİT müsteşar yardımcısı Cevat Öneş'le yaptığı söyleşide Öneş`in evet Mit ve devlet sürekli Öcalan ile ilişkide olmuştur yönlü açıklamasının ardından Öcalan evet 1992'den beri devletle görüştüm diyor. Ki bizce bu ilişki ta Ankara Tuzlucayır'a, hatta öncesi Öcalan-Perinçek dostluğuna dayanır. ancak 1992 olarak ta kabul edilse bile, bu süreç PKK 3. kongresine tekabül eder ki bu kongre sonrası PKK içinde muhaliflerin katledildiği, tasfiye edildiği ve Öcalan diktatoryasının kurumlaştığı dönemdir. Yine aynı dönem PKK`nin Türkiyelileşme ve bağımsızlıkçı çizgiden vazgeçme(!) sürecidir. 1992-2009 Öcalan eliyle teslimiyet ve Kürdkıran'lık sürecidir. Devlet şunu net olarak görüyor ve uyguluyor. Öcalan eliyle Kürd hareketini iğdiş edebileceğini ve bu temelde Öcalan'ı sonuna kadar kullanmak iştahını sürdürüyor ve Öcalan`da ona biçilmiş rolü harfiyen yerine getiriyor. Devletin elini güçlü kılmak adına elinden geleni yapıyor ki, bu O'nun zaten görevi. Son olarak grupların gelip teslim olması çağrısı verilen role uygun bir varyasyondur. Açıktır ki bu çağrıda önceden planlanmış ve hazırlıkları yapılmış bir çağrıdır. Her ne kadar PKK kaynakları buna “barış grubu“ gibi Kürd kitlelerini manipüle etmek amaçlı bir ad taksalar bile devletin vurguladığı gibi bu pişmanlık yasasından yararlanma ve bu temelde dağdan inmenin provasıdır. Öcalan`in iyi niyet olarak nitelediği ve teslim olmasını önerdiği gruplar ki bizce de iyi niyet grubudur. Ancak bu barış gibi önemli bir kavramın içini dolduracak iyi niyet grubu değil. Planlanan teslimiyet sürecinin işlenmesi noktasında bir iyi niyettir. Bu süreç ve çağrı yeni değildir dedik. Taraf gazetesinde Yasemin Çongar 8 Eylül tarihli yazısında TSK, Mit ve PKK'nin içinde olduğu örtülü bir süreçten ve bu sürecin işletildiğinden söz ediyor ve Ekimde dönüşler olacağını yazıyor. http://www.taraf.com.tr/makale/7297.htm Yine devlet yetkileri Ekim ayının önemli gelişmelere yol açacağını ısrarla belirtiyorlardı. Erdoğan'ın yaptığı dağdan insin yolunu açacağız, dağa çıkışın yolunu kapatacağız yönlü açıklaması yine aynı dönemi ve çağrıyı işaret ediyor. Öcalan`in çağrısının hemen akabinde son iki haftada sık sık savaşın tırmanacağından söz eden Kandil kurmayları anında refleks gösterip grupları göndermeye başlıyorlar. Görüleceği gibi çağrı kararı aslında Öcalan'ın değildir. Öcalan burada yaptığı şey, devletin kararını dillendirmektir. Kandil'e düşen de uygulamak. Bu çağrı ve gelecek gurupları; teslimiyet sürecinin bir ön ödemesi olarak isimlendirebiliriz. Gelen grupların akıbeti ne mi olur.? Son pişmanlık yasasına uygun hatta biraz daha iyileştirilerek bir kısmı bir süre tutuklanır ve sürecin devamı sağlanır. Sonuç olarak, elbette biz bu Açılım Süreci'ni önemsiyoruz. Kürd halkının demokratik sivil mücadele sahasında tıkanmış bütün nefes borularının açılması, olabildiğince haklarına kavuşması, uluslararsı konjonktürde gün geçtikçe önemli bir aktör haline gelen halkımızın özgürleşme ve birlik mücadelesinin yeni bir sürece evirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bin yıllık özgürleşme mücadelesi gelinen noktada yeni çıkışlara ve örgütlülüklere ihtiyaç duyuyor. Belirtmek gerekir ki bu süreç bire bir Kürdlerin iradesi dâhilinde gelişmemiştir. Dolayısıyla Kürde düşen iradesi dışında gelişmezse de bu sürecin dışında değil, tam odağında olmak ve süreci olabildiğince kendi lehine evirmektir. Biz bazı yazar ve yurtseverlerin dillendirdiği gibi, PKK silah bırakmamalıdır. PKK ve gerilla Kuzey Kürdünün sigortasıdır vs gibi argümanlara katılmıyoruz. PKK ve elindeki silah politik duruş ve güdümlü konumu gereği son 10-15 yıllık pratiğiyle Kürd halkına yarardan çok zarar vermiştir. PKK silahlı gücüyle Kürd halkının değil A. Öcalan'ın fedaileri olmuştur. Dolayısıyla gelinen noktada uluslarası dengeler Kürdlerin dünya ve bölge konjonktüründeki konumu Öcalan fedai ordusuna neden ihtiyaç duysun. Yeni binkevirler, Kürd aydınlarını tehdit etmeler ve TSK`nın her elinin zayıfladığında bölgede bir kaç davetkar eylem için mi..? Kabul etmeliyiz ki süreç bize rağmen işliyor. Gerçek anlamda Kürd`ün içinde olmadığı bir Kürd açılımı süreci söz konusudur ve bu noktada bölük pörçük ses çıkartan Kürd kanaat önderleri, örgüt ve aydınları elbette sürece müdahil olmak durumundadır. Müdahil olmaktan kastımız; AKP açılım yapıyor hadi valizlerimizi hazırlayalım ya da TC başbakanına rica minnet mektupları yazmak değildir elbette. Biz biliyoruz ki, içimizdeki ülkeye dönüş özlemi ancak halkımızın kendi kaderini tayin hakkını kullanması ve kaderi üzerindeki son sözü kendi söyleyerek özgürleştiğinde son bulacaktır.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.