[i]Asagidaki yazi Radikal Gazetesi'nden Aktarilmistir.[/i]
Kandil'den 8, Mah-mur Kampı'ndan 26, aralarında 4'ü çocuk ’PKK'lılar'ın Habur sınır kapısına doğru yola çıktığı sırada İstanbul'da önce Başbakan Tayyip Erdoğan'ı Beşiktaş'ta Four Seasons Oteli'nde toplanan İstanbul Forumu'nun açış konuşmasında dinledim, ardından az ötede Conrad Oteli'nde Brookings'in TÜSİAD'la ortak düzenlenen tartışma toplantısında Strobe Talbott ile Martin Indyk'i.
Başbakan'ın konuşmasının neredeyse dörtte üçü Türkiye'nin Ortadoğu politikası üzerinde odaklanmıştı. Afganistan ile Pakistan'ı ’geniş Ortadoğu' içinde düşünürseniz, Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında konuşan Strobe Talbott ile Martin Indyk'in konuşmalarının dörtte dördü.
Başbakan, muhtemelen, AB çevrelerinde ve bir nebze ABD'de sözü edilmeye başlanan bir ’argüman'a gönderme yaparak, “Türkiye'de bir eksen kayması yok“ dedi ve ekledi, “İşin başında nerede duruyorsak, şimdi de orada durmaya devam ediyoruz.“
’Eksen kayması'ndan kasıt, kuşkusuz, Türkiye'nin Batı'dan yavaş yavaş demir alarak Ortadoğu'ya doğru ’dış politika ekseni'ni kaydırması.
Tayyip Erdoğan'ın vurguladığı bir başka ’ilginç' nokta ise, ’Biz, AB'ye yük olmak bir yana, AB'nin üzerinden yükü alıyoruz' sözleri. Buradan kasıt ise, Türkiye'nin Ortadoğu'da giderek artan görünürlüğünün ve ’pro-aktif Ortadoğu politikası'nın, AB'yi giderek -bazı gözlemcilerin ifade ettiğince- ’Ortadoğu bataklığı'na doğru çekmesi ihtimali.
Bu ’izlenim' ve gözlemin odağına yerleşen ise özel konuşmalarda sık sık vurgulanmaya başlanan, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulma. Türkiye-İsrail ilişkilerinde bozulmaya paralel bir gelişme ise, Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak ilişkilerinde inadına artan ve yükselen bir yakınlaşma. Türkiye-İran ilişkilerinin genel manzarasının da ’iyi' olduğunu bu ’fotoğraf'a eklerseniz, ’eksen kayması' izlenimi ve gözleminin nereye yerleştiği daha iyi anlaşılır.
Davos'ta ’one minute' ile başlayan Türkiye'nin İsrail'e Gazze üzerinden ve Gazze nedeniyle başlayan ’fiske'leri, ’Anadolu Kartalı' adlı NATO tatbikatına İsrail'in katılımının engellenmesi sonucu iptal edilmesiyle bir ’tokat' haline aldı.
Tam da bu gelişmeyle eş zamanlı biçimde Suriye ile 40, Irak'la 48 ’mutabakat metni' imzalanması, AB'de Schengen vizesine takılı Türkiye'nin Suriye ile vizeyi kaldırması, Başbakan'ın Bağdat'ta Türkiye ile Irak'tan söz ederken ’iki devlet-tek hükümet' demesi, alt alta toplandığında ’eksen kayması' kuşkularını haliyle besliyor.
Türkiye'nin geleceğe yönelik olarak ’eksen kayması'ndan gerçekten söz edilebilir mi? Bu, doğru mu?
***
Tayyip Erdoğan ’yok' diyor.
Yok mu?
Avrupa Birliği yollarına ’mayın' döşenirken ve katılım müzakerelerinin bir sürü faslı -özellikle Sarkozy nedeniyle- tıkalı, dolayısıyla AB kapıları büyük ölçüde kapalı görünürken, yapı taşları tam yerli yerine oturmamış olsa bile, bir ’Mezopotamya Birliği'nin temelleri atılıyor gözükürken, ’eksen kayması' görüntüsünün hiç olmadığından söz etmek de kolay değil.
Bununla birlikte, Türkiye'nin ’Ortadoğu açılımı'nın dinamiklerini de iyi değerlendirmek gerekiyor. Türkiye, büyüyen ve kabının dışına taşmaya mecbur ekonomisinin itmesiyle ’küresel dünya'da ’mahallesi'nin içinde ön alıyor. Sadece Ortadoğu'da değil, Kafkasya ve Balkanlar'da da. Örneğin, ’Ermenistan ile normalleşme'yi bu ’büyük fotoğraf'ın dışında düşünmek doğru olmaz. Keza, bundan 10 yıl önce akla gelemeyecek bir girişime, Bosna-Hersek ile Sırbistan arasında bir tür ’arabuluculuk' rolüne soyunmasını da yine bu ’dinamikler'in kılavuzluğunda anlamak gerekiyor.
Ortadoğu, kuşkusuz, Türkiye'nin içinde bulunduğu geniş ve ’eski Osmanlı' mahallesinin tam orta yerinde bulunuyor; zira Ortadoğu, uluslararası siyaset gündeminin de ’sıklet merkezi' konumunda.
Burada rol oynamaya kalktığınız vakit, bir yandan Suriye üzerinde etkili olabilmeniz, diğer yandan Irak'la olağanüstü yakınlaşmanız halinde, İsrail ile bugüne dek sahip olduğunuz ilişki kalıbını aynen koruyabilmeniz, özellikle Gazze'de olup-bitenlerden ve Netanyahu-Lieberman ikilisinin İsrail iktidar denklemi oluşturmasından sonra pek kolay iş değil.
Türkiye'nin ’bölgesel güç merkezi' olması, yakın tarihin geleneksel iki bölgesel güç merkezi İsrail ile İran'dan farklı bir konuma yerleşmesiyle mümkün olabilir. Bu da, hem Suriye ve hem de Irak ile ’özel' yakın ilişkileri gerekli kılıyor.
’Mezopotamya Birliği' gerçekleşebilir veya gerçekleşmez başka şey ama buna yönelmek dahi, İsrail ile ilişkilerin içine girdiği seyre yol açmak zorunda.
Olan da bu.
Avrupa Birliği, adı var kendi yok bir ’ortak dış ve güvenlik politikası'na sahip olamadıkça, Tayyip Erdoğan'ın “Biz, AB'ye yük olmak bir yana, üzerinden yükü alıyoruz“ saptaması anlam kazanıyor. AB, Türkiye üzerinden Ortadoğu'da ve enerji nakil yollarında bir imkân sahibi olabilecek.
Bu nedenlerle, Avrupa, Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü ’eksen kayması' kuşkularına rağmen engelleyebilme kapasitesine sahip değil.
Burada ’belirleyici' olacak olan ABD'nin yaklaşımı. ABD ile Türkiye arasında özellikle bir ’çıkar örtüşmesi'nden söz ediliyor. Bunun üzerine gölge düşürecek olan, şu dönemdeki, belki de tek ve en önemli şey, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulma.
Bu konunun çok kısa gelecekte, Washington'da Barack Obama ile Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmelerde gündemin tepesine oturacağına kuşku yok.
***
Strobe Talbott, Bill Clinton'un en yakın arkadaşı olarak bilinir. Onun başkanlık döneminde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı idi ve özellikle Rusya'dan sorumluydu. Martin Indyk ise Amerikan tarihinin İsrail'de iki kez büyükelçilik yapmış olan ve Clinton'un ikinci döneminde Ortadoğu'dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı sıfatını
taşıyan yetkilisi. Şu sıra ilki Brookings'in Başkanı, diğeri Başkan Yardımcısı ve her ikisi de Hillary Clinton'un çok yakınında.
Martin Indyk, dünkü toplantıda yanından oturan bana, üzerinde ismi yazılı kâğıdın arkasına bir not yazıp uzattı.
Nota göz attığımda şu iki satırı okudum: “Erdoğan, Washington'a geldiğinde, İsrail konusunu
nasıl ele alacağını düşündü mü? Bir yangının içinde kendisini bulabilir.“
Toplantı sonrası konuştuk. Sorun, Türkiye ile Ortadoğu'da birçok çıkarı kesişen Obama yönetiminde değil. Zaten, Strobe Talbott, toplantıda Obama'nın dünyada popülerlik oranında yüzde 10'un altında bulunduğu iki yerden birinin ve birincisinin İsrail olduğunu söyledi. Sorun, Kongre'de.
İki toplantıda karşılaştığımız Amerikalılar, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulmanın en tehlikeli noktaya çok
yaklaştığını, Tayyip Erdoğan'ın ’artık biraz geri adım atması gerektiğini' söylediler. Başbakan'a yakın unsurlar ise ’Bu karşılıklı olmak zorunda' dediler.
Önümüzdeki günlerin Türkiye'nin dünyadaki yeri açısından hayli ’meraka değer' ve ’heyecanlı' günlere gebe olduğumuzu fark ediyorum.
Bağdat'ta, Bağdat dönüşü yolunda ve İstanbul'da son günlerin verdiği ’mesaj' bu. Devam edeceğiz...
Cengiz Çandar'ın bu yazısı aynı anda Referans gazetesi ve www.hurriyet.com.tr web sitesinde de yayımlanmaktadır.
Türklerin isi zor!