Kurdistan`da Ulusal Birlik ve Diplomasi
İslamiyet öncesi Türki aşiretler kendilerini kurt,topraklarını istila ettikleri halkları da koyun sürüsü olarak görüyorlardı.İslamiyetten sonra bu talan ekonomisini cihad söylemiyle kendilerince meşrulaştırdılar.Bu talancı aşiretlerin Anadolu’ya göçmelerinin üzerinden çok da geçmeden ve o tarihlerdeki Anadolu nüfusunun çok altında bir nüfusa sahip olmalarına rağmen beylikler kurup devletleşebilmeleri öncelikle talan ekonomisine dayalı olmaları itibariyle iyi organize olmuş ordulara sahip olmalarıyla açıklanabilir. Her koşulda birlik kalabilme ve otoriteye itaat etme kültürleri de bu devletleşmenin önünü açmıştır.Her koşulda birlik kalabilme ve devlete sahip çıkma kültürü bugün de devam etmektedir.Bu tarihsel arka planın bugüne sunduğu gerçekse Türki toplumun “sol” üretme kapasitesinin olmayışıdır.Fars ve Türkilerin Arap ve Kürdlerin aleyhine olacak şekilde devletleşebilmelerinde hikmet-i hükümet olgusunu iyi kavramış olmaları ve devlet aklını oluşturabilmeleri önemli bir yer tutar.Kürdler ve Araplar ise oldukça uzun bir tarihsel süreçte bu kavramları yaşama geçirememişler,hatta bu kavramlardan uzak durmuşlardır.Ehmede Xani henüz 17.yüzyılda:
“Bizimde bir padişahımız olsaydı eğer
Allah ona bir taç verseydi eğer
Belirlenmiş olsaydı onun için bir taht
Açıkça açılırdı bizim için de bir baht”
demiş olsa da Kürdistan halkları 21.yy.da dahi uluslaşmalarını tamamlayabilmiş değiller.
Bu lanetli durumdan tam olarak hala kurtulamamış olsalar da; 1.Dünya Savaşı’nın emperyal egemenleri İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’da yaptıkları düzenlemeler birçok Arap devletleşmesini ortaya çıkardı.Kürdler ise etnik,dini,aşiretsel,bölgesel,dilsel,vb. pek çok faktörü ayrışma vesilesi yaptıklarından halihazırda 40 milyonun üzerinde bir nüfusla dünyanın en büyük “devletsiz-sahipsiz” topluluğunu oluşturmaya devam etmektedirler.
Post-modern kapitalizm koşullarında ekonomik süreçler; borsalar,ipotek zincirleri,arbitraj manipülasyonları,türev ürünler,vb. vasıtasıyla üretim tabanından önemli ölçüde bağımsızlaştırılmış gibi görünse de uzun vadeli ana ekonomik değişken ülkelerin üretim gücüdür.Uzakdoğu’da özellikle Çin ve ikincil olarak Hindistan’da ortaya çıkan üretim/ihracat patlamasının Ortadoğu’ya yüklediği enerji gerginliği kendini Ortadoğu’da bir Şii-Sünni çatışmasında somutluyor. ABD de bu momentte çıkar odağını Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya kaydırıyor.Çin yarattığı üretim/ihracat patlamasının beraberinde getirdiği ekonomik gücünü önemli ölçüde askeri modernizasyona dönüştürmüş durumda.ABD açısından daha riskli olan ise Çin’in üretim/ihracat patlamasını siyasal güce ve daha ötesinde siyasal hegemonyaya dönüştürebilme yeteneğine sahip görünmesi.Japonya-Çin arasındaki gerginlikler,Çin’in ekonomik desteği olmadan uzun sure yaşama imkanı olmayan Kuzey Kore’nin sık sık gerçekleştirdiği nükleer denemeler ABD açısından yeterince baş ağrıtıcı.ABD halihazırda Uzakdoğu’da Japonya ve G.Kore ile birlikte Çin-Rusya ittifakına karşı mücadele yürütmektedir.Aynı mücadele Ortadoğu’da ABD programı dahilinde oluşmuş Sünni blokuna karşı Rusya ve Çin’in desteklediği İran-Irak-Suriye-Lübnan(Hizbullah) Şii hattı üzerinden yürümektedir.Türkiye’de de, Gezi parkına yapılacak topçu kışlası ve AVM gibi mikro yönetim alanlarına dahi el atacak kadar egosu şişkin R.T.Erdoğan’ın şahsında temsil edilen Sünni bağnazlığı, bu çatışmanın ve hatta ABD/AB ve Çin/Rusya blokları arasında oluşma riski bulunan vekaleten savaşın bir parçası olmaya çok hevesli.Bu uğursuz yolda Kürdleri de kuyruğuna takmak için elinden geleni yapacağını şimdiden öngörebiliriz.Zaten İstanbul boğazına yapılacak olan 3.köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesini de bununla bağlantılı bir irade beyanı olarak görmek gerekiyor.Kürdistanlı Kızılbaşlar/Aleviler de dahil olmak üzere tüm Aleviler “Yavuz Sultan Selim” adının 3.köprüye verilmesine karşı haklı yürüyüşler ve eylemler düzenlediler.Aynı eylem ve bilinç düzeyinin İstanbul’un Anadolu yakasındaki havaalanına verilen “Sabiha Gökçen” adına da gösterilmesi ve “Sabiha Gökçen” adına gösterilen tepkinin “Yavuz Sultan Selim” ismine gösterilen tepkiyle birleştirilmesi bu süreçte önemli bir bilinç sıçraması yaratabilme potansiyeline haiz.Üstelik böyle bir kampanya Alevilerin içindeki kemalist damarı tasfiye etme yönünde de işlev görme imkanına sahip olabilir.
Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun bu fırsat ve aynı zamanda tehlikelerle dolu momentte bağımsızlığını koruması ve Ortadoğu’daki Şii-Sünni çatışmasına hiçbir şekilde taraf olmaması Kürdistan’ın çıkarları ve ulusal birliği açısından elzemdir.Birinci Dünya savaşından bu yana ilk kez Kürdistan’ı sömürgeleştirenler bu kadar parçalanmış bir duruş gösteriyorlar.Taraflar arasındaki politik ya da askeri gerilimin düzeyi kaçınılmaz olarak Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğuna politik,ekonomik ve askeri alanlar açacaktır.
Türkiye’de R.T.Erdoğan’ın temsil ettikleri ve karşıtları, Suriye’de Esad ve karşıtları,Irak’ta Şii ve Sünniler arasındaki parçalanmanın düzeyi ve hatta İran’da rejim dışına savrulma ihtimali her zaman bulunan rejim içi çatışma düzeyleri…Kürdistan’ın yeminli düşmanları birbirine düşmüş vaziyette.Bu elverişli momentte G.Kürdistan’ın Ortadoğu’daki en önemli fosil yakıt kaynaklarına sahip olmasının dışında K.Kürdistan’ın da Ortadoğu’da Dijle ve Fırat’ı besleyen en önemli su havzası olarak ortaya çıkması Kürdistan ulusal kurtuluşçularının uluslararası destek ve ittifak arayışlarını,dünyanın iyi niyetli ama etkisiz NGO ve sol organizasyonlarından ve artniyetli istihbaratçılardan, devletler düzeyinde diplomatik görüşmelere sıçratabilecek güçtedir.Kürdistanlı yurtsever güçlerin bu ekonomik/diplomatik sürece odaklanmalarının ve pek de alışık olmadıkları böylesine bir sürecin kadrolarını öne çıkartmaya başlamalarının önem kazanacağı bir döneme giriyoruz.
Zulkuf AZEW,25.06.2013