Direkt zum Inhalt
Submitted by Aso Zagrosi on 13 Mai 2012

Genel olarak "Ulusal Kongre'den ne anlıyorsunuz. Başka ülkelerde yaşanan "Ulusal Kongre" tecrübeleri hakkında bize ne söyleyebilirsiniz?

Amaçlanan Kürdistan ulusal konferansının ileride kongre tarzı bir yapılanmaya gidip gitmeyeceğini henüz öngöremediğimiz için bence konferans ve kongre tanımları arasına bir çizgi çekmek gerekiyor. Konferans tanımını Kürdistan’ın yapısal koşulları açısından daha doğru buluyorum.

Birçok milletin bağımsızlık süreçlerinde benzer konferans ve kongreler oldu. Benim çok başarılı bulduğum kongreler arasında 19.yy Siyonist kongreleri ve 20.yy Ankara Meclisi özel yer tutuyor. Her ikisi kongrenin de diplomatik ve iç politika alanında uzun soluklu başarıların başlangıcı olmaları dikkate değer.

Lakin başka ülke ve milletlerin kongre tecrübeleri Kürdistan Ulusal Konferans’ı için bir tür formül yaratma amaçlı kullanılabileceğini düşünmüyorum. Daha açıkçası tüm bu kongre ve konferanslar nevi şahsına münhasır toplum ve ülkelerin kendilerine öz koşulları içinde yapılandırıldı. Kürdistan Ulusal Konferansı Kürdistan ülkesi ve milletinin yapısal şartları dikkate alınarak ve idealist adımlardan ciddi bir biçimde kaçınarak formüle edilebilmeli.

Tarihsel olarak Kürdlerin "Ulusal Kongre" girişimleri oldumu? Eğer Kürdlerin böyle girişimleri olduysa bugüne kadar neden başarılı olmadı?

Tarihi olarak Kürdistan’ın kongre ve konferans girişimleri oldu ve bunların her biri de başarılı adımlar olarak bugün Kürt milletinin yaşamasının önünü açan fedakâr çalışmalar olarak tarihte yerlerini aldılar.

Özellikle Peymana Sê Sinor dediğimiz 1944 Kürdistan milli akdi, Xoybûn’un kendisi ve yapısı konferanstan öte kongre işlevi görerek bu vazifeyi yerine getirdiler. Çok daha önemlisi ve kongreler zinciri sayılabilecek Kürt girişimi ise 1946 Kürdistan Cumhuriyeti sürecinde oldu. Bugün duygusal ve tepkisel siyaseti değil de Kürtlerin dört parça Kürdistan’da gerçekçi siyaseti benimsemiş olmalarını bu Mahabad etkisi’ne bağlıyoruz. Bunun en belirgin örneği ise Kürdistan Cumhuriyeti’nin işgalden sonra verdiği ilk şehidin yaşayan bir varlık değil de rahmetli Qazî Mihemed’in ofisinde asılı olan dört parça Kürdistan haritası –ki bu harita İran ordusunun Kürdistan’ı işgalden sonra ilk adım olarak yaktığı haritaydı- olmasıdır. Mahabad merkezli bir Kürt milliyetçi kongresinin zamana yayılmış bir biçimde çalışıyor olduğunu hem Kürdistan Cumhuriyeti tarihinden ve yazınlarından hem de bu tür sembolik hususlardan çıkarabiliyoruz.

Başarı zaman ve yere endeksli olduğu için geçmişteki bu girişimlerin başarısız olduğunu söylemek oldukça zor. Aksine, bana göre Kürt milletinin en büyük başarısı dört parça Kürdistan’da ulusal bilinci ve askeri-siyasi Kürt hayatiyetini korumuş olmasıdır. Bunları da bu girişimlere borçluyuz.

Kürdistan gibi parçalanmış bir ülkede "Ulusal Kongre" ne anlama geliyor? Kürd siyasal yapıları tüm dünya halklarının sahip oldukları ulusal hakları talep etmek için bir "Ulusal Kongre" de birleşmeye hazırlar mı?

Muhtemel bu konferansın kendi başına bir anlam taşımasını beklemek yerine, pan-Kürdist idealizmden uzak, reel politik hakikatleri kavramış ve pragmatist bir anlam ile şekillendirilmesi gerekiyor. 2012 Kürdistan’ı geçmiş tüm bu tecrübelerimizden çok farklı bir çerçevenin içinde. Toplumsal ve siyasi yapı olarak 1944’ten çok farklı bir noktadayız. 1940’ların yükselen Kürt milliyetçi fedakârlığına 2012 yılında ödenmesi gereken bir borç var, bu da Kürdistan siyasi hayatiyetini tekrar ele alıp bize dayatılmış ya da herhangi bir şekilde vücuda gelmiş yeni şartlara uyarlayarak geleceğe teslim etmektir.

2012 Kürdistan’ı ne yazık ki pan-Kürdist siyasetin hiçbir biçimde uygulanmasının yolunu açacak bir konumda değil zannımca. Burada ikinci defa vurguladığım pan-Kürdizm Kürdistan’ın dört parçaya ayrılmış bir ülke olduğu bilincine bir havale değil. Bilakis, bu bilinç Kürt milletinin var olduğu tüm zamanlar boyunca hep var olacak. Irak Kürdistan Hükümeti eğitim sisteminden Diyarbakır ve Mahabad’ı öğretmeyi çıkaramayacağı gibi Diyarbakır ve Mahabad da örneğin topraklarını arşınlamış Mela Mustafa Barzani’yi kendi öğretilerinden çıkaramayacak. Böylelikle dört parçanın ulusal bilincini birbirinden ayırmak çabası Kürdistan’ı elinde tutan devletlerin denemiş ama yenilmiş oldukları bir çaba olarak geçmişte kalacak.

Lakin güç dengesi merkezli siyaset Kürdistan parçaları arasında Kürtlerin görmeyi arzuladıkları tarz bir ortak akıl ve işbirliğine izin vermiyor. Siyaseten bu gerçeği kabullenmek ve buna uygun davranmak pan-Kürdist siyasetin Kürdistan siyasi ajandasından çıkarılması anlamına geliyor.

Ulusal haklar diyerek vurguladığınız şey zaten bahsettiğimiz hakiki siyasetin ta kendisi. Güney Kürdistan örneğini ele alırsak, Erbil hükümetinin bir nevi nefes borularından biri işlevini gören Ankara hükümeti ile ticari ve siyasi yakınlaşmasının devam etmesi Kürt ulusunun bir parçasının en doğal haklarından biri. Gerçekçi hiçbir Kürt entelektüelinin Erbil’e Ankara ile ilişkilerini kesmesi gerektiğini söyleyeceğini düşünmüyorum. Lakin öte yandan hiçbir gerçekçi entelektüel kuzey Kürdistan Kürtlerine de Ankara hükümeti karşı verdikleri siyasi-askeri-kültürel mücadeleyi durdurma fikrini de salık vermeyecektir. Böylece karşımıza çıkan ilk netice siyasi hayatiyetleri bakımından kuzey ve güney Kürdistan arasında çözümü mümkün olmayan bir farklı konumlanmayı işaret etmektedir.

Milliyetçi ve gerçekçi bakış bu farklı konumlanmayı kabul etmeyi ve ona göre yeni politikalar dizayn etmeyi gerektirirken, idealist pan-Kürdist bakış bu gerçeği içinden çıkılmaz bir sorunlar sarmalına çeviriyor.

Daha kısacası, reel politik işleyiş içerisinde en verimli konumu almak ulusal bir haktır. Güney Kürdistan’ın ulusal hakkı devletleşme sürecinde ekonomik ve siyasi ilişkilerini Ankara ile güçlendirmek iken, kuzey Kürdistan’ın ulusal hakkı siyasi statüsünü sağlayana kadar Ankara ile mücadele etmektir.

Eğer bu konferanstan çatışan bu iki farklı ulusal hakkın savunucularının tek ses olarak belirmesi beklenirse bu beklenti dev bir stratejik okuma hatasının eseri olur.

Özellikle kuzey ve güney Kürdistanların bu konferansta asgarinin de asgarisi ortak paydalarda buluşabilmeyi bir kazanım olarak saymaları gerekiyor. Bu asgarinin asgarisi ortaklıklar özel bir çalışma ile tespit edilebilinir. Lakin şu an için özellikle bu iki parçanın böyle bir asgari müştereklerde buluşma çabası yerine kendi öznel konumlanışını kongrenin tabiatına empoze etme çabasında olduklarını gözlemliyorum.

Kürdistan'ı işgal eden ve sömürgeleştiren ülkelerle farklı parçalardaki Kürd partilerin girdikleri ilişkilere bakıldığı zaman dünya Kürdlerinin gerçek talepleri nasıl programlaştırılabilir?

Bir önceki soruda sanırım bu konuya da değinmiş olduk. Ama şunu eklemek isterim ki “dünya Kürtlerinin talepleri” şeklinde bir formülasyon sizi Kürdistan’ın tarihi egemenlik ve statü sorunundan Kürtlerin dil ve kültürel sorunları noktasına yürümeye mecbur bırakacak bir tanımla çabasıdır.

Şöyle ki, bir önceki soruda da bahsettiğimiz gibi dünya Kürtlerinin ortak taleplerde buluşabilmesi siyasi koşulları nedeniyle imkânsızdan daha zor bir vazifedir. Hal böyle olunca siz eğer dünya Kürtlerinin ulusal talepler ekseninde ortak bir çizgide buluşmasını öngörürseniz belki de çok uzun tartışmalardan sonra varacağınız nokta Kürtlerin dil ve kültürel hakları olur. Zira dört parça arasında üzerinde ortaklık kurulabilecek tek siyasi talepler grubu kültürel taleplerdir.

Oysa biz artık çok iyi biliyoruz ki Kürdistan davası bir toprak ve statü davasıdır. Bu davayı kültürel argümanlara indirmek sorunun daha sarmal bir hale gelmesi anlamına gelir. Tanım doğru değilse, çözüm de yanlış olacaktır.

Sorunuzda bahsettiğiniz tarzda bir idealizm ile yaklaşılırsa bu konferanstan dört parça için dört ayrı siyasi talep ve ajandalar çıkması gerekir ve böylece de dört ayrı koldan siyaset yürütmesi gerekir muhtemel kongrenin. Maalesef, bence bu başarı şansı sıfır olacak bir çaba olur. Aksine, Kürdistan Konferansı bu gerçeği daha iyi anlamanın ve bu gerçek ışığında her parçanın çözümler ve insan kaynağı üretebilecek kurumsallaşmalar süreçlerine girmesinin önünü açan bir girişim olmalıdır.

Dünya Kürtlerini bir araya getirebilecek ortak ulusal taleplerden çok daha güçlü noktalar mevcut. Bunların en önemlisi hiçbir Kürt siyasi hareketinin bir diğer parçadan bağımsız bir tarihe sahip olmamasıdır. Bunlar çoğaltılabilir. Ortak payda olarak bu aranabilir. Konferans yapısal olarak birbirinden çok farklı dört Kürdistan parçasını siyasi talepler ekseninde bir çıkmaza sürüklemek yerine, başka ortak noktalar üzerinden Kürtleri bir araya getiren bir kurum olarak çalışabilir.

Daha somutlaştırmak gerekirse Türkiye ve İran ile ciddi ekonomik ve siyasal ilişkiler içine giren Kerkük, Xaniqin ve Musul gibi Kürdistan toprakları meselesinde Irak Araplarıyla ciddi problemleri olan Güney Kürdleri Kuzey ve Doğu Kürdistan Kürdlerinin "Ulusal Talepleri" konusunda ne önerebilirler?

Şahsi fikrim güney Kürdistan Hükümeti’nin kuzey ve doğu parçaları ile ilgili adım atmasını beklemenin beyhude bir bekleyiş olacağı yönünde. Güney Kürdistan dediğimiz coğrafya karalarla kuşatılmış, dünya ile bağı sadece tarihi sorunlarının olduğu devletler üzerinden kurulabilen, modern bir orduya henüz sahip olamamış ve her an savaşacakmış gibi hazır olmaya mecbur bir parçadır. Aslında dikkat edilirse tüm Kürdistan parçalarının konumu eğer ‘hükümet’ kelimesini çıkarırsanız güney Kürdistan gibidir.

Parçaların birbirlerinden beklentileri gerçekçi olmak zorundadır. Bunu biraz daha açarsak, henüz Birinci Cihan Harbi’nin yaratımlarını aşmaya çalışan Ortadoğu gibi cehennem bir coğrafyada her siyasi kurum gerçekçiliğin de ötesi bir gerçekçiliğe sahip olmalıdır. Kürtler somut adımlarında gerçekçiyken teorik sohbetlerinde idealisttirler ve bu ciddi bir teori-pratik sıkıntısının en baş sebeplerindendir.

Örneğin 1980’leri düşünelim. KDP-İran pratik adımlarında önemli istihbarat desteklerini hep Bağdat Ba’as rejiminden almıştır. KDP-Irak Tahran ile çalışmaya hep mecburdur. PKK Şam ile çalışmak zorundadır. Lakin pratik böyle olmasına rağmen Kürt siyasetçi ve entelektüellerinin sohbet ve yazınları bu pratiği görmeyen, görürse bile saklanması gereken bir günah olarak nitelendiren üretimler olarak bugüne kadar devam etti. Bugün bunun değişmesi gerekiyor. Bugün Kürdistan’ın kendi gerçeğini kendi masasının üzerine koyup ve özellikle iç politikada bu gerçekleri kabullenen, kabullendiği gerçekleri her geçen gün önemi biraz daha artan siyasi taban ile paylaşan ve tüm siyasi-entelektüel söylemi bu gerçekleri göz ardı etmeden üretime teşvik eden yapılara ihtiyacı var.

Kürtlerin gerçeklerinden en acımasızlarından biri yirminci yüzyılın başında verdikleri ortak mücadele sözünü yirmi birinci yüzyılda tutamayacak bir konumda olmalıdır. Erbil hükümetinin tavrı da bu noktadan değerlendirilmeli ve özellikle kuzey Kürdistan Kürtlerinin Erbil’in kazanımlarından azami istifade edebilmek için yaratıcı çözümlere yönelmesi gerekmekte.

Erbil – Diyarbakır Kürt ilişkileri konuşulurken sohbetlerin teması neredeyse tamamen güvenlik merkezli, askeri ve ortak düşmanlar temelli argümanlar ile donanmıştır. Oysa değindiğimiz gibi bu idealist bakış bugün için imkânsızdan daha zordur. Lakin siyasetin tek kaynağı parçalar arası askeri ya da siyasi destek değil, tersine bugün daha çok önem kazanan kaynak insan ve değer üretebilmek olarak öne çıkmakta. Kuzey Kürdistan güney Kürdistan’ın özgürlüğünü bir alan olarak kullanarak insan kaynağı ve değer üretebilir. Erbil hükümetinin sundukları kuzey Kürtlerine güneyde eğitimden sağlığa, finanstan basın kuruluşlarına kadar büyük bir yelpazede değerler üretebilme şansı veriyor. Öte yandan güney Kürdistan hükümeti ile kardeşler arası diplomatik ilişkiler geliştirme yoluna gidilebilir. Kuzey Kürtleri hedef olarak Erbil’de sözü geçen güçlü lobilerden biri olmayı seçebilirler. Kaldı ki böyle bir çabaya girmeleri halinde tarihsel ve ulusal bağlar sayesinde deyim yerindeyse her maça önde başlayacaklardır.

Arap Kürdü, Fars Kürdü ve Türk Kürdü yada bu devletlerin sınırlarını temel alan ve bu sınırlar çerçevesinde "Kürd Sorunu" çözmeye çalışan anlayışların hakim olduğu bir "Ulusal Kongre"ye ihtiyaç varmı? Böyle bir "Kongre" geleceğe ilişkin Kürd kuşaklarını zor durumda bırakmazmı? Onların iradelerini ipotek altına almazmı?

Kürdistan Ulusal Konferansı’nın böyle bir mesaj ile vücuda getirilmesi ihtimali var. Bu ihtimal değerlendirilirken konferansı bu yönde bir içeriğe sürükleyen Kürt tarafları eleştirmekten ziyade büyük resme bakarak daha makul çözüm yollarını aramaya çabalamak gerekli diye düşünüyorum.

Açık olmak gerekirse konferansın bu tür bir tanıma varması için çabalayan taraf olarak Erbil hükümeti öne çıkıyor. Fakat tek başına Erbil hükümetini eleştirmek ve Kürtler arası ilişkilerin doğasını bu konunun dışında tutmak üzüm yiyebilmenin yolu değil. Kürdistan parçaları arasında dev bir güven sorunu var ve bu sorunun henüz devam ediyor olması da oldukça tabii bir durum. Kürdistan parçalarındaki muhtelif siyasi hareketlerin barış içerisinde geçirdikleri son on yıl, savaşarak geçirdikleri neredeyse kırk yılın üçte birinden daha az. Kırk yıllık süreçte oluşmuş güvensizliğin on yılda tamiri çok mümkün değil. Bu güvensizliğin neticesinde de özellikle Erbil hükümeti kuzey Kürt hareketini Ankara’nın bir sorunu haline çevirerek istikrarlı gelişimindeki muhtemel risklerden birinden kurtulma çabasında.

Son on seneyi değerlendirdiğiniz zaman göreceksiniz ki Kürdistan siyasi hareketlerinden hiç birisi zarar görmüş güvenin tekrar tesis edilmesi için adım atmadı. Aynı hükümet içinde bulunmalarına rağmen KDP-KYB arasındaki güven dahi ancak ortak mücadele etmeleri gereken Bağdat ve Erbil muhalefeti sayesinde zoraki tesis edildi. Kuzey-güney ilişkilerinde ise durum çok daha vahim. Kürt iç savaşı döneminin eserleri olan kripto-kuzey siyasi yapı ve partileri bugün halen güneyde faaliyet halindeler. Diyarbakır ve Kandil merkezli kuzey siyasetçileri güney ile diplomatik ilişkileri sağlıklı bir noktaya çekmeye çalışırken, kodlanışları kuzey-güney savaşına kadar giden bu kripto yapılar on beş yıl önce nasıl bir tutum ile siyaset izliyorlarsa bugün de aynı tutumda devam ediyorlar. Daha ötesinde yine kuzey-güney savaşından çok etkilenmiş bir basın-yayın organları durumu var ki her iki parçada da bazen sanki on beş yıl öncesiymiş gibi ilişkilere çok zarar verici yazılar, haberler ve makaleler yayınlanıyor. Çok afakî bir fikir öne sürmek istemiyorum ama iki tarafı da tanıyan biri olarak ben iki tarafın toplumlarının ve üst düzey siyasetinin ilişkilerin bu kardeş kavgası dönemi koşullarından çıkmasını istediğini gözlemledim her zaman. Benim zannımca sorun orta kademede halen geçmiş savaş koşulları üzerinden faal olan yapı ve kişiler. Bu kurum ve kişiler her iki parçada da mevcutlar.

Dolayısıyla parçalar arası güvensizlik konferansın doğasına da yansıyor. Değindiğim gibi Erbil hükümeti özellikle kendini diğer parçalardaki Kürt hareketlerinden korumak çabalı bir refleks göstererek kuzey ve doğu parçalarına Ankara ve Tahran merkezli mesajlar iletiyor. Erbil, özellikle kuzey Kürdistan’ın statüsü ile ilgili tüm yorumlardan kaçınıyor ve sorunu Erbil’in de dahil olduğu tarihi bağlamdan Ankara’nın bir hukuk meselesi haline getirebilmeyi mevcut güvensizlik sebebiyle en çıkar yol olarak değerlendiriyor. Ankara-Erbil ilişkileri de bu konuda çok etkili olsa da kuzey Kürdistan’ın güney Kürdistan’da bahsettiğimiz kripto-kuzey parti ve örgütler dışında neredeyse hiç bulunmaması da bunun için çok büyük bir etken. Var olmadığınız bir yerin siyasi söyleminde reyiniz olmayacaktır.

Esasen konferansın yapılmasından çok daha elzem olan, radikal kararlar ile parçalar arası güveni tesis etmek için adım atmak olmalıdır.

"Ulusal Kongre"ye ilişkin çıkan çeşitli haberlere bakıldığı zaman daha çok sömürgeci güçlere kullanılacak mücadele biçimleri ön plana çıkıyor. Siyasal hedeflerden ziyade mücadele biçimleri konusunda bazı kararlar alınırsa ve uygulamaya konulsa Kürdler arasında yeni çatışmalara neden olmazmı?

En kötü ihtimalimiz Kürtler arası yeniden savaş çıkması ihtimali değil. Benim gördüğüm en kötü ihtimal tam da sizin bahsettiğiniz gibi mücadele biçiminin konu edilmesi sebebiyle bir parçadaki mücadelenin işlevsizleştirilmesi gibi bir kararın/mesajın bu konferanstan çıkması ile beraber kuzey-güney ilişkilerinin tamiri çok zor bir sürece girmesi. Bu süreçte görünen tehlike Kürtler arası bir savaş değil. 21.yy Kürtleri bu noktada şanslılar. Fakat savaş çıkmaması ihtimali sevinilecek bir durum da değil. Zira nasıl ki Erbil için Ankara bir nefes borusu işlevi görüyorsa Diyarbakır için de Erbil’in bu fonksiyonu taşıyabilmesi ihtimal ve imkânı çok yüksek. Lakin kuzey ve güney arasında ilişkiler mücadele biçimi noktasında bir kilitlenmeye giderse özellikle kuzey Kürtleri açısından çok büyük bir fırsatın kaçırılması anlamına gelecektir. Bu fırsat ise bir önceki soruda bahsettiğimiz değer ve insan kaynağı üretmek için güneyden istifade edebilmek fırsatıdır.

Bu durumda güneyin kaybı ise aynı oranda büyüktür. Güney Kürdistan Hükümeti’nin en tesirli stratejik önemi dört devlet içindeki Kürtlere bir merkez olması ve Sivas’tan Kirmanşan’a oradan Halep’e kadar Kürt topraklarında etkisinin olmasıdır. Mücadele biçimi konu edilerek PKK bu konferans sonucunda işlevsizleştirilmeye çalışılırsa tabiatı gereği PKK çok sert bir tutum gösterecek ve Erbil ile ilişkilerini bitirme noktasına kadar gidebilecektir.

PKK’nin Erbil’e karşı en büyük kozu hem diasporada hem de Kürdistan’ın diğer parçalarında Erbil’in yükselen karizmasını istediği an zedeleyebilecek olmasıdır. Henüz savaşan gönüllü bir ordu konumunda olması hasebiyle güney parçasında toplumun PKK’ye karşı duygusal bir bakışı vardır ki Erbil hükümeti bu toplumsal duygusallık ile ters düşmekten de çekinecektir. Kısacası Erbil’in böyle bir hatayı yaparak konferanstan PKK’yi dışlaması ya da konferansın PKK’yi işlevsizleştirmesine yönelik bir tutum almasını sağlaması kuzey Kürdistan’ın konumundan hiçbir şey götürmeyecek, tersine Erbil’in stratejik önemine zarar verecektir. Bu noktada çok ciddi düşünmek gerekiyor. Her iki taraf asgari müştereklerin en asgarisinde buluşabilmeyi en baştan kabul etmeli ve bu konferanstan Kürdistan tarihi açısından çok yapısal ve radikal değişimler beklememelidir. Daha da önemlisi Erbil’in ya da PKK’nin kendi siyasi kodlanışlarını konferansın doğasına empoze etmeye kalkmaları Kürdistan tarihinde görülmemiş bir manevi yıkım ile Diyarbakır-Erbil arasını açabilir.

Türkiye'de bazı çevrelerin "Kürd Ulusal Kongresine" "pozitif" yaklaşması gibi bir izlenim var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu çevrelerden kastınızı tam anlayamamış olsam da sanırım Türk siyasi çevrelerinin bir kısmından söz ediyoruz.

Bir kaç sene önce ABD İran’ın dünyanın herhangi bir yerinde küçük bir miktar zenginleştirilmiş uranyum takasında bulunması halinde İran ile sorunlarının çözüleceği noktasında pozitif mesajlar vermişti. Ardından Türkiye ve Brezilya’nın liderliğinde İran ABD’nin şart koyduğu miktarı değiş-tokuş etti. Sorun yine çözülmedi. Zira ABD İran’ın bu takasa girişeceğini düşünmüyordu. Sadece bu noktada zorlamak istemişti ama ters tepti.

Bu örnek ışığında bakarsak çok rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki Türk siyasi çevrelerinde Kürdistan Ulusal Konferansı’na pozitif bakış iki noktada yoğunlaşıyor. Birincisi Kürtlerin bu kadar ciddi bir adımı atamayacakları ve altında ezilecekleri tarzı bir yaklaşım var. Eğer bu ihtimal gerçekleşirse aynı ABD’nin İran’a uygulamaya çalıştığı politika gibi Türkiye Kürtleri yapamayacakları bir iş için cesaretlendirmiş ve sonrasında ise bu konferansı sağlıklı bir
biçimde hayata geçirmeyi başaramayışlarının Kürt siyasi hayatına verdiği zarardan istifade etmiş olacak.

İkinci ihtimal ise, konferansın hayat bulması fakat bir önceki soruda bahsettiğimiz gibi kuzey-güney arasında çok tehlikeli bir manevi yıkıma sebep olması noktasında yoğunlaşıyor. Böylece bağımsızlık yolunda emin adımlarla ilerleyen Erbil hükümeti ile kuzey arasında ciddi bir ayrılık vuku bulacak ve dolayısıyla Erbil’den Diyarbakır’a bağımsızlık rüzgârının domino etkisi engellenmiş olacaktır. Unutulmaması gerek nokta, Türkiye’nin Erbil’in bağımsızlığı karşısında tavır almak gibi bir niyetten zorunluluklar sebebiyle vazgeçtiği ve yeni stratejisinde Erbil’in yaklaşan bağımsızlığının kuzey Kürdistan’a etkisini sınırlandırmak olduğudur. Tekrar düşünürsek, PKK’ye işlevsizleşme mesajı verecek ya da PKK’yi dışlayacak bir Kürdistan Ulusal Konferansı kuzey-güney ilişkilerini yerle bir etme potansiyeline sahiptir. Bu Türkiye’nin Erbil’in yaklaşan bağımsızlığının kuzeye yeni bir algı transferi yapmasına karşı en büyük sigortası olur.

Kısacası Türkiye’nin Kürdistan Ulusal Konferansı’nı okuyuşu ciddi bir stratejik derinliktir. Lakin kuzey ve güney taraflarının olgun davranması durumunda ABD’nin İran’a yönelik uranyum takası önerisiyle geliştirdiği politikanın iflası gibi bu politika da iflas edecektir. Türkiye’nin rolü çok kolay bir rolken, kuzey ve güney Kürt siyaseti çok çetin bir imtihandan geçmektedir.

Eğer Güney Kürdistanlılar Kerkük, Musul, Xaniqin ve Mendeli'nin içinde yer aldığı Bağımsız Kürdistan'ı ilan ederse ve Irak Araplarıyla çatışma içine girerse diğer parçaların Kürdleri belli bir dönem "Bağımsız Güney Kürdistan" için Güneylilerin istemleri doğrultusunda hareket edebilirlermi? Buna hazırlarmı?

Bahsettiğiniz bitmez-tükenmez bir süreçtir. Güney Kürdistan’ın Ortadoğu’da varlık mücadelesi bir gün tüm bölge Avrupa seviyesinde demokrasilere kavuşana kadar hep devam edecek. Kaldı ki Ortadoğu’da siyaset varoluş kavgasıdır, Erbil’in bu kavgayı vermeye hakkı olduğu kadar diğer parçaların da verme hakları vardır.

Bahsettiğiniz bir çözüm değil, tersine çözüm üretmenin zorluklarından kaçmaktır diye düşünüyorum. Kürtler kendi koşullarını tahlil etmek ile yükümlüler ve Erbil’in Ortadoğu’da verdiği yaşam mücadelesi bu koşulları oluşturan faktörlerden sadece biridir. Bu faktör göz ardı edilmelidir demiyorum. Lakin değiştirilmesi mümkün olmayan bu gerçek olduğu gibi kabul edilmeli ve çözümler yaratıcı biçimlerde bu temel üzerinden şekillenmelidir. Kuzey ya da doğu Kürdistan’ın verdiği mücadele Erbil için en az zarar veren bir konuma çekilmeli, doğru. Aynı şekilde Erbil’in verdiği mücadele diğer parçaların tarihi mücadelelerinin sekteye uğramasının sebebi olmamalıdır. Kaldı ki toplumsal dinamikler buna izin vermeyecektir.

"Ulusal Kongre" siyasal Kürd partilerinin mi Kongresidir yoksa tüm Kürdlerin mi kongresidir? Böyle bir kongre yapılsa hazırlıkları nasıl yapılabilinir? Diyaspora Kürdleri nasıl bir rol alabilir?

Kürdistan’ın yaratımlarının en büyüğünün neredeyse tüm fikir ve toplumsal katmanların irili ufaklı partiler ve kurumlar tarafından temsil edilmesi olduğunu düşünürsek tüm siyasi parti ve kurumların katılım sağladığı bir konferans elbette ki Kürtlerin ve siyasi partilerin konferansıdır. Ayrıca eğer sağlıklı bir zeminde bu konferansa fonksiyon kazandırılabilinirse ardından yeni konferansların ve alt-konferansların toplanmaya başlaması çok muhtemel görünüyor. Böylece ilk konferansta temsil şansı yakalayamamış ya da temsil edilmesine rağmen gereken etkiyi yapamamış grup ve yapıların sonraki oluşumlarda daha etkin rol almasının da önü açılmış olacaktır.

Diaspora bence entelektüel birikimli insanları, dil bilen insan sayısının çokluğu gibi özellikleri ile konferansın elit birimlerini oluşturabilme potansiyeline sahip. Aynı şekilde diaspora konferans üzerinde bir baskı kurarak konferansın yoğunlaştığı hususlardan birinin Kürdistan dışındaki dünyada lobileşme olmasını sağlayabilir.

Hazırlıklar konusunda zannımca naçizane fikirlerimi detaylıca belirtmiş oldum. Benim açımdan en önemli hazırlık diğer sorularda söylediğim gibi öncelikle asgari müşterekleri gerçekçi yaklaşımlar ile belirlemek olmalıdır. Kürt siyasi kurumları bu hususta sadece siyasetçilerin aktif olduğu bir ön hazırlık grubu kurarlarsa geçmiş ayrılıklar konferans öncesi hazırlıklara da etki edecektir. Ben özelikle ekonomistlerin ve siyaset bilimcilerin hazırlık aşamasında etkin rol almasının sağlanması gerektiğini düşünüyorum.

Bu kısa söyleşi için teşekkür ediyorum. Ayrıca eğer söylemek istediğiniz ek bir şeyler varsa buyurunuz...

Söyleşiler dizinizi ilgiyle okudum. Her birine özel olarak saygı beslediğim insanların arasında yer almış olmaktan haklı bir gurur duyuyorum. Başarılar.

Ceng Sağnıç

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.