Direkt zum Inhalt
Submitted by Aso Zagrosi on 15 July 2011

Yurtdışı Kürdleri Kürdistan’ı işgal eden devletler açısından dönemlere göre çeşitli farklılıklar göstersede hep rahatsızlık konusu oldu.

Özellikle Kürd ulusal davası konusunda aktif olan, Kürdler içinde etkileri olan ve Kürdlerin sessini dünya kamuoyuna ulaştıran kadrolar bu devletler için hep sorun oldu.
Biraz tarihe gidersek ve bazı tarihsel örnekler verirsek durum dahada anlaşılır..
1925 Devrimi yenilgi aldıktan sonra Türk devleti sadece direnişçilere karşı katliamlar yetinmedi, devrim sırasında kendisiyle işbirliğine giren yada “tarafsız” kalan kesimlere karşı da harekete geçti..

Türk devletinin esas hedefi Kürdler içinde otoritesi olan, yarın Türklerle çelişki içine düşebilecek tüm Kürdleri etkisiz hale getirmekti.
Bundan dolayı Kürd ileri gelenlerin esası Türklerin hedef tahtası durumuna gelmişti..
İşte o sıralar Kuzey Kürdistan’dan yoğun bir Kürd ileri gelenler kitlesi Kürdistan’ın diğer parçalarına ve özellikle Güney ve Güney-Batı Kürdistan’a geçtiler..

Bir dizi Kürd aydının ve belli başlı Kürd aşiret liderleri ve din adamlarının Kuzey Kürdistan’ın dışında kümeleşmeleri Türk devleti açısından büyük bir tehlike teşkil etmeye başlamıştı. Bu Kürd kesimlerinin 1927 yılının sonlarına doğru Xoybûn’un Yani Kürd Ulusal Lıgası’nın çatısı altında bir araya gelmeleri Türk devletinin korkularını daha da artırdı.

Türkler bir yandan Kuzey Kürdistan’ı Kürdsüzleştirmek için katliam ve sürgünleri gerçekleştirirken; diğer yandan yurtdışına çıkan Kürd kadrolarını sahte aflerle yada ikili görüşmelerle “kazanmaya” ve Türkiye’ye getirmeye çalışıyordu.. Ağrı Direnişinin dorukta olduğu ve Ararat Hükümetinin kurulduğu bir ortamda devlet bir yandan İhsan Nuri Paşa, Broyê Heskê Telo ve Ağrı direnişinin diğer önderleriyle görüşerek boş vaadlerle direnişi kırmaya çalışırken, diğer yandan Kuzey Kürdistan dışına çıkan kadroları elde etmeye çalışıyordu.. Çünkü, Xoybûn dünya ve bölgede ciddi bir diplomatik faaliyet yürütüyor, Türk devletinin Kürdistan’da giriştiği katliamları sistemli olarak teşhir ediyor ve adeta anti Türk ve bağımsız Kürdistan için bir “propaganda makinesi” haline gelmişti..

Türkler bu kadroyu farklı biçimlerde etkisizleştirmek istiyordu. Bu etkisizleştirme girişiminin bir yanıda özel görüşmelerle ve sahte aflarla bu kadroları Türkiye’ye çekmekti.. O dönemler bir dizi Kürd kadrosu geri döndü. Şu noktanın altını çizmek istiyorum geri dönen kadroların hepsini aynı kefeye koymak doğru değildir. Bu kadrolardan bazıları yurtseverliklerini korudular.. Bazılarıda Kürdlüklerini inkar ettiler. Onun için geri dönen kadrolara ilişkin sabit tespitlerden ve kutulara koymaktan itina etmek lazım. Kaldıki geri dönen kadrolar hakkında ve o döneme ilişkin ciddi bir araştırmada yok. Tam tersi bir dizi yalan ve yanlış bilgiler ortada dolaşıyor. Var olan ortamı daha da karmaşıklaştırıyor. O dönem geri dönen kadroların bir kesimi Türklerin çıkardığı “affa “ tek başına kanacak kadrolar değildi. Türkler Kürdlere ilişkin ne gibi sözler verdiler? Bunlar araştırmaya değer konular..
Türk devleti, yurtdışına çıkan kadroları kazanmak ve geri Türkiye’ye getirmek için tüm imkanlarını seferber etmiş ve Kürdlerin en hassas noktalarını kaşımaya çalışıyordu.
Bunlardan biri de “Kürd-Ermeni” ilişkisiydi. Kürd-Ermeni ilişkisi Birinci Dünya Savaşı sırasında çok kanlı boyutlara varmıştı.

Bilindiği gibi 1927 yılında Xoybûn ile Taşnak Partisi arasında 19 maddelik bir antlaşma imzalandı..
Bu antlaşmanın ek protokolleri vardı.

Aslında “Kürd Ulusal Ligası-Xoybûn” Taşnak Partisiyle girdiği ilişkiler ve yaptığı antlaşma ile ilişki ağını dahada genişletmiş ve Türkler için ciddi bir tehdit olmuştu.
Fakat, bir dizi Kürd ileri geleni Türklerin çıkardığı 1928 sahte affından sonra Türkiye’ye döndüler. Bu dönüşler harekete bir hayli zarar verdi. Elbette bu dönüşler sadece af ile açıklanacak gibi değildir. Çünkü, Türk devleti ile o dönemler geri dönenler arasında bir dizi ikili görüşmelerin olduğu biliniyor. En azından Dr. Kamuran Bedirxan ve Celadet Bedirxan ile Türk Konsoloslukların ayrı ayrı yaptıkları görüşmelerin belgeleri bizim elimizde bulunuyor. Bu belgeler Türk devletinin diğer geri dönen kadrolarla da farklı şekillerde görüştüğünü gösteriyor.
Mesela o dönem yani 1928 yılında ve sonralarında çıkan “aflar” ile bir dizi Kürd kadrosu Türkiye dönüyor. Bunların arasında rahmetli Şeyh Said’in oğlu Şeyh Aliriza, kardeşi Şeyh Mehdi, Liceli Fehmi, Eminê Perîxanê(Raman aşiretinin lideri ve daha sonra Türkler tarafından öldürüldü) ve daha başka Kürd şahsiyetleri de vardı. Şeyh Ali Riza ve Liceli Fehmi Bilal’ın hem kendileri ve hemde aileleri Türklerden çok çektiler.

Şeyh Ali Riza ile ilgili yazan bir çok kişi ve hatta oğlu sayın Mehmet Fuat Fırat dahi bazı yanlış bilgiler veriyorlar.Sayın Seyidxan Kurij’in yıllar öncesi Sayın M. Fuat Fırat ile yaptığı bir söyleşiyi “Şeyh Ali Rıza Ermeni sorunundan dolayı HOYBUN`da yer almadı.” Anabaşlığı ile yayınladı. Sayın M. Fuat Fırat şöyle diyor:

Babam arkadaşları ile birlikte buradan Erbile, Seydaye Nehri nin, Küçük Seyda`nın yanına gidiyorlar. Onun evinde kaldıkları süre de İnglizler duyuyorlar ve orada kalmalarını istemiyorlar. İngilizler babamlara Bağdat`a gelin diyorlar. Bunun üzerine babam, kardeşi Selahattin, amcaları Mehdi ve Giyasetin Bağdat`ta toplanıyorlar. Diğer tarafdan Kürt aydınları da bir araya geliyorlar. O zaman ‘Taşnak’ isminde bir Ermeni örgütü vardı. Kürt aydınlarıda ‘Hoybun’ ismi ile bir örgüt kurmuşlardı. Taşnak yöneticileri Hoybun yöneticilerine itifak yapıp Türk devletine karşı birlikte mücadele edelim ve ulusal demokratik haklarımızı elde edelim teklifi getiriyorlar. İngilizler babamın Hoybun kongresine gitmesine musade etmiyorlar, fakat babam kendi adına amcası Şeyh Mehdi ve Şeyh Said`in Sekreteri Fehmi Bilal`ı (Fehmiye Lıceyi) bu kongreye gönderiyor. Onlar kongreden döndükten sonra Ermenilerin şartlarını babama söylüyorlar, babam Ermenilerin şartlarını kabul etmiyor. Ermeniler, Kürtler ile Ermeniler arasında resmi kayıtlarda kayıtlı olan nufusa göre bir toprak bölüşümü öneriyordular. Babam Ermeniler kiliselerin defterlerınde kyıtlıdırlar, ancak Kürtlerin hemen hemen hepsi nufus kayıtlarına sahip değildirler. Biz bu resmi kayıtlara göre bir toprak bölüşümü kabul edersek topraklarımızın ¾ Ermenilerin eline geçer. Biz Ermenilerin bütün köylerini tanıyoruz, gelsinler onların bütün köylerini kendilerine verelim, kendi köylerimiz bize kalsın önerisinde bulunuyor. Sonunda Taşnak ile Hoybun anlaşıyorlar, fakat babam bunu kabul etmiyor ve kendi yerine toplantıya gönderdiği kişileri geri çekiyor.” Söylüyor.

Sayın Mehmet Fuad Fırat’ın göre Xoybûn Kongresine katılan Şeyh Mehdi ve Liceli Fehmi Kongreden sonra Güney Kürdistan’a geri dönüyorlar ve Ermeni taleplerini iletiyorlar. Şeyh Aliriza da Ermenilerle olan ilişkilerden dolayı Xoybûn’a tavır alıyor.

Kaldı ki, Xoybûn ile Taşnak Partisi arasında Kongre sonrası 29 Ekim 1927 tarihinde imzalanan antlaşmanının altında Şeyh Ali Riza’nın imzası var. Hemde Şeyh Ali Riza, Kürd imzacıları arasında ilk sıradadır. Ayrıca antlaşma metninin giriş bölümünde Xoybun adına kimlerin ve Taşnak adına kimlerin bu antlaşmayı imzaladığına dair yazılı bilgiler var. Şöyleki antlaşmanın girişinde Taşnak Partisi adına Vahan Papazyan, Xoybûn adına sırasıyla Şeyh Aliriza Paloyi, Dr. Şükrü Sekban, Mustafa Şahin Bey(Berazi aşireti lideri), Haco Ağa(Hawiekani aşiretinin lideri), Emin Ağa(Raman aşiretinin lideri) Suleymanyeli Kerim Rustem Bey, Vanlı Memduh Selim Bey ve Celadet Ali Bedirxan( Antlaşmanın altındaki imzaları ve giriş bölümünü resim olarak ekte yayınlıyorum)imzaladığını yazıyor.

Ayrıca Kürd delegasyonunda bulunan şahsiyetlerin isimleri sayıldıktan sonra “ Hepsi Kürd Ulusal Liqası-Xoybûn’un merkez komite üyeleridir” deniliyor. Yani Şeyh Ali Rıza sadece Xoybûn’a katılmamış, aynı zamanda merkez komitesine seçilmiştir.(daha detaylı bilgiler için Etudes Kurdes’in Jordi Tejel Gorgas, La Lique national Kurde -Khoyboun, Harmattan, 2007 Paris sayfa 51-55)
Yıllar önce İhsan Nuri Paşa’nın anısına yazdığım bir yazı serisinde Xoybûn’un kongresi ve Ermenilerle olan ilişkiler üzerine durmuştum. Uzun olacak ama yeniden aktarmak istiyorum:

“29 Eylül ve 27 Ekim 1927 yılında Beyrut'un „Findiq El Arabi" adlı otelde (kongenin bazı seanslarıda Behamdun veHammane adlı köylerde yapıldı)Kürdistan'ın baĝımsızlıĝını hedefleyen ulusal Kürd Partisi ‚Xoybûn'un kuruluş kongresi oldu.. Celadet Bedirxan, Mustafa ve Bozan Şahin, Haco Aĝa, Emin Aĝa, Memduh Selim Bey, Dr. Şükrü Sekman(Baĝdat'ta kalıyordu), Harputlu Kerim Rustem, Suleymaniyeli Kemal Bey ve Fehmiyê Licî gibi önemli Kürd şahsiyetleri toplantıda hazır bulundular.. Xoybûn'un bu ilk kongresinde Mir Celadet Bedirxan, Memduh Selim, Mustafa Şahin, Haco Aĝa ve Emin Aĝa merkezi yönetime seçildiler.”( Wahe Tachjian, La France en Cilicie et en Haute- Mesopotamie, sayfa 365)

Taşnak Partisi ve Xoybûn arasında imzalanan antlaşmada çok enterasan bir başka nokta daha var.. Iki partinin ortak protokolunun B kısmının 2.maddesi „Sevres Antlasmasında Ermenilere Van, Bitlis ve Erzurum’u veren 89.maddesi geçersizdir“ diye yazıyor. Yine bu protokolun 13.maddesi „Kürd ve Ermeni konfederal devletinden „ söz ediyor..(age, 366- ayrıca bu antlaşmayi değerlendirmek gerekir)

Xoybûn’un merkez yapılanması ile ilgili bilgiyi 24 Kasım 1927 tarihinde Fransız yetkilerine veren Mustafa Şahindir.

Tam o tarihlerde 29 Ekim 1927 yılında Xoybûn ve Ermenilerin Taşnak Partisi arasında „askeri ve politik bir antlaşma" imzalandı. Bu antlaşmayı Kürd tarafı olarak Şeyh Ali Riza, Dr. Şükrü Sekban, Mustafa Şahin Bey, Haco Aĝa, Emin Aĝa, Kerim Rustem Bey, Memduh Selim Bey, Celadet Bedirxan; Ermeni tarafı ise Dr. Vahan Papazyan imzaladı.( Wahe Tachjian, age, sayfa, 365; Prof.Dr. Kemal Mazhar Ahmed, Çend Laperek le Mêjûy Geli Kurd, sayfa 499-500)

Aslında Xoybûn’un Merkez Komitesine seçilenler Mustafa Şahin’in Fransızlara verdiği bilgideki 5 kişi ile Taşnaklarla Kürdler adına antlaşmayi imzalayan şahıslar arasındadırlar.
Zaten Şêx Aliriza, Mehmet Şükrü Sekman ve Kerim Rustem hariç diğer 5 kişiden Xoybûn’un Merkez Komitesi olarak sözediliyor.

Şêx Ali Rizayê Paloyî’nin Xoybûn’un kuruluş aşamasında önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.
Peresh, İhsan Nuri Paşa’nın “Ağrı İsyanı” adlı eserini Fransızca’ya çeviren ve onun eserleri ile ilgili detay bilgilere sahip biri olarak Şêx Ali Riza ve İhsan Nuri Paşa arasındaki ilişkiler konusunda şöyle yazıyor: “ 1927 yılında yaz sonlarına doğru Piranlı Şêx Said’ın oğlu Şêx Ali Riza’nın taraftarlarından Şêx Hüseyin Suriye’den Pers ülkesine geçti. Onun görevi İhsan Nuri Paşa’yi Xoybûn’un oluşacağı Kürd milliyetçilerinin kongresine davet etmekti. Kürd subayları ihsan Nuri’yi Irak üzerinden geçirmek için görevlendirilmişlerdi. İhsan Nuri’nin toplantıya katılma imkanı olmadı. Fakat, bir mektupla Şêx Ali Riza’dan kendisini bu konferansta temsil etmesini istedi. Şêx Hüseyin Irak Kürdistanın yoluyla Suriye’ye geçti.”

diye yazıyor(General İhsan Nouri Pasha, La Revolte De Agridagh-Ararat- adlı esere Peresh’in yazdığı önsöz, sayfa 41)

Xoybûn’un kongresinde Şeyh Aliriza’nın başkanlık meselesi dahi gündeme geliyor. Şeyh Ali Riza Kongrenin hazırlanması sürecinde de önemli bir rol oynuyor. Taşnak Partisi ile Xoybûn arasında gerçekleşen 29 Ekim 1927 Antlaşması iki tarafın en önde gelen şahsiyetleri tarafından imzalanıyor. Yukarıda da vurguladığım gibi antlaşma metnin girişinde Kürd delegasyonun isimlerinin hemen altında „hepsi merkez komitesi üyesidir“ deniliyor. Böyle önemli bir antlaşmanın altına Şeyh Aliriza olmasa dahi izni alınmadan imzası kullanılabilinirmi?

Bilemiyorum. İmza ortadadır. Bugünkü teknik imkanlardan yararlanıp bir çözüme gidilebilinir.

Ermenilerle antlaşma konusunda Kürdlerin saflarında sorunların yaşandığı biliniyor.
Fakat o dönemler gündeme gelen “geri dönüşler” çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Yurtdışında bulunan Kürdler sürekli ve sistemli bir baskı altındaydılar. Alana hakim olan İngiliz ve Fransız emperyalistleri ve bölgedeki diğer güçler Kürd ileri gelenlerinin rahat hareket etmelerini engellemek için her şeyi yapıyorlardı. 1926’larda İngiltere Güney Kürdleri üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. İngiltere’nin alana gelmesiyle birlikte kendileriyle ilişkiye geçen Seyid Taha Nehri, İngiltere’nin denetiminde bir Kürd yapılanmasına inanıyordu.Bu siyasal tutumundan dolayı Şeyh Mahmud’un İngiltere’ye karşı silaha sarılmasına karşı çıktı, uzun süre Kemalistlere karşı mücadelede yer aldı ve Kemalistlerin bölgeden atılmasıyla birlikte 4 Mayis 1923 tarihinde Rewandiz Kaymakamlığına getirildi.

1925 Devriminin yenilgisinden sonra Kuzeyli bir dizi yurtseverin Rewandiz çevresine yığılmalarının nedenlerinden biride Seyid Taha’nın o alanda bulunmasıydı.

Kuzey Kürdleri 1925 devriminin yenilgisinden sonra şehitlerin intikamını almak amacıyla Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürdlerle de ilişkiye geçiyorlar. Rewandiz’da Seyid Taha Nehri, Musul’da ise Muhamed Emin Rewandizi, İsmail Hakki Şawes, Maruf Çiyawuk ilişkiye geçiyorlar.
Örneğin Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Mehdi 19 Haziran 1926 tarihinde Irak ordusunda subay olan Muhamed Emin Rewandiz’a ve Maruf Çiyawuk’a bir mektup gönderiyor ve kendilerinden silah, savaş araçları ve bazı subaylar konusunda yardım istiyor. Fakat, Emin Rewandizi’nin o an orda olmayışından dolayı başka birisi 22 Temmuz’da Şeyh Mehdi’ye cevap veriyor ve bazı istemlerini yerine getiriyor.(Ahmed Hemed Emin Omeri, Rewandiz, lekolinek Mêhûyî û Siyasî-1918-1939, sayfa 91)

Muhamed Emin Rewandizi, Temmuz ayında Rewandiz’a gidiyor. O sırada Şeyh Said’in oğlu Şeyh Aliriza, Seyid Abdulkadir’in oğlu Şeyh Abdullah, İsmail Begê Rewandizi, Şeyh Ahmed Barzani’nin kardeşi Şeyh Sıdıq’ta oradaydılar. Bu Kürd liderlerinin o an orada olmaları tesadufi değildi. Büyük ihtimalle Rewandiz Kaymakamı Seyid Taha ile Kuzey Kürdistan’daki gelişmeleri değerlendirmek için oradaydılar.Şeyh Mehdi mektubunun son bölümünde Emin Rewandizi’den Şeyh Said’in çocukları, Seyid Taha Nehri ve Barzan Şeyhleri hakkındada bilgi istiyordu.
(age,91

1926 yılının sonlarına doğu Seyid Taha ile İngilizlerin ilişkileri bozulmaya başlamıştı.. Simko’nun aynı dönemde Rewandiz’a gelmesi, Seyid Taha’nında teşfikiyle Irak hükümetinin Rewandiz’daki otoritesine son verildi.. Bir dizi çatışmalar yaşandı ve sonuçta bazı uzlaşmalara varıyorlar. İngiltere Seyid Taha gibi Kürd kadrolarından kurtulmak istiyordu. Bundan dolayı İngiltere İran Şah’ı aracılığıyla Seyid Taha’yi tasfiye etti. Şah Riza 1928 yılının sonlarına doğru, Seyid Taha’yı sınırdaki bazı olayları ve Seyid Taha’nın İran’da bulunan mülkleri meselesini görüşmek çağırıyor. Seyid Taha’da bu davetiyi kabul ediyor. Tahran’a gittikten sonra hastalanıyor ve Şah’ın özel doktoru tarafından zehirlenerek öldürülüyor.(Dr. Aziz Şemzinî, age, s 156)
Seyid Taha Nehri’nin tasfiyesi meselesini gündeme getirmemin nedeni o dönem Rewandiz’da yaşanan gelişmeleri ve Güney Kürdistan’da İngiltere’nin Kürd kadroları üzerine kurduğu baskıları gözönüne getirmek amacıyladır.

Sayın Mehmet Fuat Fırat’ın söyleşisinde sözünü ettiği ve Seydaye Nehri nin, Küçük Seyda`nın yanına gidiyorlar.” dediği ya Seyid Taha yada Dr. Aziz Şemzinî’nin babası Şeyh Abdullahdır. Yukarıda vurguladığım gibi Seyid Taha Nehrî 1928 yılında tasfiye ediliyor. Şeyh Abdullah’da daha sonra Doğu Kürdistan’a geçiyor.(Dr. Aziz Şemzinî üzerine yazdığım notlara bakabilirsiniz)
Acaba Seyid Taha’nın 1928 yılında tasfiyesi ile yine Şeyh Alirizaların aynı yıl Türkiye dönüşleri arasında bir bağlantı varmı?

Sonuçta, 1925 Devrim’ine önderlik eden ve sömürgeci Türk devleti tarafından arkadaşlarıyla birlikte alçakca katledilen Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Riza gibi dini otoriteleri olan, etkili ve sevilen Kürd şahsiyetlerin o hassas dönemde dönüşleri Ararat Hükümetine ve direnişine yarar değil zarar vermiştir.

Devam edecek
Devam edecek....

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.