Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 12 January 2011

simdi sores yine köpürecek.
aha basladi balyoz yine anlamsiz yazmalara diyecek.
olsun,desin ne yapalim.begenmiyorsa okumaz, varsa elestirileri baskalarinin gölgesine siginmaz.
herkes doktor,mühendis,kimyaci,fizikci,disci,dönerci olacak diye bir kaidemi var.
siradan kürdistani yursever biri olmak bana yetiyor.ne agriyan disim,nede migenlerdeyim.
mideme gelince:onada düskünlügüm yok.
fakat su yürek sizilarim halen dinmiste degil.
ehh olacak o kadar.kürdistani düsleyen ve ona hasre su yürek
inandigi davasi icin olunca kürek
kekim HeK,bayragim Kürdistan4all ,seytana papucunu ters giydiren EJ,
derdimin dermani iki satirlarda özetim merwanim,zinarim nerelerdesin.
gelin soygun yapalim demiyorum.
lanet olsun su zenginlige.nasil olsa kefenin cebi yok.
ama bazi kefereler(inac anlaminda kullanmiyorum)almis basini gidiyor.
sevgili Bedri Medler onlari tarif ederken

Anlaşılan Bir Tren Daha Kaçırılıyor diyo

diyor.eline,yüregine saglik derken kendisine,
sevgili Aso ya gecmis olsun dileklerimi iletiyor
geziden dönen müfüt abi neredesin ,silkelende gel derken,
cebinden dökülenleri yanindakiler toplasin da
varsa bir itirazin gözümüz forumada. illada yollarina gülmü serpelim..
nazar etmem kimseye,calisana allah veriyor.
bos durana vermeyen rabim beni neden sevmiyor.
ne yapalim
babadan kalan tek miras,ögütü oldu.
oda bana hep adam ol dedi.
söyle bir seyler yaziyorum edasina bürünürken,uzun yazayim dedim
basligi attik yine mevzuyu unuttuk.
hatirladim iyisimi ben yazilani aktarayim.
Türk yapımı dudakları ısırtan bir soygun filmi hatırlıyor musunuz? Paraya ihtiyacı olan bir grup insanın muhteşem zekalı bir banka soygunundan söz ediyorum… Aynı zamanda gişe rekorları kıran bir film… Herhalde Türklerin böyle bir filmi ve soygunu yoktur… Ama batılı ülkelerin sinemalarının var… Almanya, Fransa, İngiltere veya Amerika’da dudak ısırtan böyle soygunlar da var. Ölümü göze almış bir grup insan hiç kimsenin girilmez sandığı bankayı soyalar… Bazen çatışır, ölürler… Peki Türkiye’de banka soygunu nasıl olur? Banka müdürü, anahtarları kendisine emanet edilmiş bankanın arkasına banka aracını yanaştırır, kasaları açar ve çaldığı paralarla kayıplara karışır… Yakalansa da hırsızlık suçundan birkaç senede yırtar… Ama o para da yedi sülalesine yeter… Bu tür soygunların ne mertiliği vardır ne de yiğitliği… Onun için bu soygunun filmi yapılamaz, yapılsa da kimse izlemez…

Türk devletinin ve bu devleti yönetenlerin zenginlikle ve parayla ilişkisi budur.

Zengin olmanın da bir mertiliği omalı… Komşusu Ermeni, Rum ve Süryani’nin kafasını ezerek elde edilen sermaye kanlı ve pistir…

Amerikan burjuvazisinin ataları, kırık teknelerle okyanusları geçip bugünkü Amerika’yı kurdular. Yarısı yolda köpek balıklarına yem oldu.

Sezgin Tanrıkulu ile ilgili bir yazı yazdım, email adresim, yere çarpılmış avukat mağdurlarının mesajlarıyla doldu… Tecavüz davalarıyla ilgilenip, AIHM’in ödediği tecavüz tazminatına bile tamah eden var. Dikkat edin, hukukçuların Kürt sorununda yürüttükleri inanılmaz hukuk savaşlarını ve bu hukuk savaşında gösterdikleri cesur davranışları konuşmuyoruz, mücadele mağduru insanlarımızı nasıl yere çarptıklarını konuşuyoruz… On yıl önce otobüse binecek parası olmayan yeni bir avukat, on yıl içinde nasıl bu kadar zengin olur? Avukatlık bir işadamlığı mıdır? Avukatlık, faizle para mı dağıtıyor? Avukatlık kurumu, yerden altın mı çıkarıyor? Kürt ve Türk avukatları kısa sürede bu kadar zengin yapan nedir? Hangi ücret, hangi dava, hangi uluslar arası ticari başarıdır?

Aynı şeyi kendine “Kürt burjuvazi” diyen kesime de soracağız? Türk devletinin Kürt sorunu ezmek için bazılarına verdiği rüşvetten ortaya çıkan zenginliğe “Kürt burjuvazi” deniyorsa, bu burjuvalık değil, kendi ulusunun aleyhine yapılmış uşaklıktır.

Alman, İngiliz, Fransız, Japon, Bulgar, Yunan ve Türk burjuvaları kendi halklarına devlet kurarak ve ulusal kültürlerinin gelişmesine hizmet ederek, kazancının önemli bir kısmını ulusal kurumlara yatırarak burjuvazi ismini hak kazanmışlardır… Bu anlamda burjuvalık, bir kültürdür, ulus kültürüdür… Anadil isteyen, Kültür özgürlüğü isteyen, ülkesinin gasp edilmiş ismini geri isteyen halk çocuklarına karşı sömürgeci partilerde yer almak, tetikçileri desteklemek burjuvalık değil, uşaklık ve cinayet ortaklığıdır. Böylelerinin zenginliğinin, Kürt özgürlüğü için her şeyini feda eden halk çocukları için üç kuruşluk değeri olmamalıdır… Böylelerinin iş yerlerinin cam ve çerçevesini indirmek insan haklarına ayıkırı değildir. Çünkü bunlar öncelikle bir ulusun özgürlük düşünü çiğneyerek elde ettikleri kazancı açıklasınlar…

Bir zamanlar yayın sorumluluğunu yaptığım Özgür Gündem Gazetesinin ortakları arasında görünen, ancak gazetenin kuruluş aşamasında ilke gereği kendisinden tek kuruş alınmayan Behçet Cantürk, bizi davet ettiği kendisine ait restoranda Boğaz’ın lacivert sularına bakarken ağlamış ve şöyle demişti:

“Çok zenginim, fakat ana dilim yasak. Lanet olsun bu zenginliğe.”

Nasıl kazandığından ve zenginliğinin miktarından söz etmiyorum. Türk tetikçileri böyle birkaç Kürt zenginini kaçırıp, öldürdüler.

Kürt özgürlüğü ve hukuku için dürüstçe mücadele yürüten Kürt avukatlardan özür dileyerek, bu konuyu biraz daha açmak istiyorum. Çünkü tartıştığımız, Kürt hukukçuların, dilini bile kullanamayan Kürt ulusunun özgürlüğü yolunda sağladıkları başarı değil, sömürgeciliğin tarumar ettiği Kürt insanına karşı takındıkları hoyrat tutumdur… Kısa sürede Diyarbakır’da ve İstanbul’da havuzlu villalara sahip olmalarıdır. Eğer bu konuda herkes, avukatlar da dahil her meslekten insanımız başını önüne eğip, utanç içinde nereye gittiğini düşünmez ve hala sosyal kabadayılık yapmaya kalkarsak, kendilerine yazık ederler.

Para kazanmanın bu biçimsizliği, bizim topraklarımıza ekilmiş kötü bir mirastır. Türklerin vatan, millet, Sakarya numaralarıyla her türden kirli insanın ittifakını nasıl sağladığını biliyoruz… Nasıl bir devlet kurdukları ortada… Türklüğün bu kirli biçiminin, çok geri bir kopya halinde Kürtlüğe giydirilmiş olduğu da biliniyor… Yani bizler, her türlü sahteliğin, kirin, ahlaksızlığın, soygun, talan ve cinayet ortaklığının Kürtlük adı altında zaten yaralı ve tarumar olan Kürt ulusuna kalıcı bir elbise olarak giydirilmesine karşı sonuna kadar mücadele etmeyecek miyiz? Bizim yaşamımıza da mal olsa, bu böyle olacak…

Dürüst işadamlığı, dürüst yazarlık, dürüst işçilik, dürüst avukatlık…. Dürüst aydın, dürüst yazar… Bunun başka yolu yok… Buna, adaletin, eşitliğin ve dürüstlüğün hakim olduğu özgür Kürt yurttaşlığı adını vermiştik… Ya herkes için adalet ya hiç…

Bu aynı zamanda Kürtler arası bir sınıf mücadelesine denk düşüyor… Kendisine “Kürt burjuvazisi” sıfatı takan Kürt zenginleri, temel ulusal konularda Kürt yoksullarıyla anlaşmaz, kazancının geldiği yeri belli etmez, devletin kendisine yaptığı yatırımı Kürt yoksullarının yararlanacağı şekilde düzenlemez, hak ve özgürlüklerden bedel ödemiş milyonların yararlanması için mücadele etmezse onunla aynı havayı solumak bile ağır gelecektir… Çünkü kullandığı sermaye; Batı burjuvazisinin ulus yaratan ticari zekasına denk düşen bir sermaye değil, Kürt halkının yokluğu üzerine Türk devletinden alınan rüşvet ve ihalelerle sağlanmış kirli bir sermayedir… Ulusal mücadeleyi halk yürütsün; onun köyleri dağılsın ve evlatları öldürülsün, fakat Kürt sorunun çözüm sonuçlarından hiç bedel ödememiş, gerçek anlamda burjuvalık yapmamış, aksine Kürt mücadelesine karşı her türlü kirli ittifak içine girmiş olanlar yararlansın! Üstelik otuz yıldır canhıraş bir çabayla mücadele edenlerin harcanması temelinde… Bu bir hak ve adalet değildir… Bu çıldırtıcı ve kahredici bir durumdur… Böylesi köleci hukukta da yoktur…

Türk devletinin, Kürt ulusal mücadelesini terbiye etmek ve onu, üçkağıtçı düzeninin bir parçası haline getirme çabaları sürüyor. Hissediyorum ve galiba yanılmayacağım. Kürt sorunu, siyasal bir çöpçatanlıkla her dönem kaypaklık yapan bir avuç üst sınıf lehine çözülmüş gibi gösterilecektir… Ve bu durum, Hakkari’de, Van’da; Cizre, Şırnak, Diyarbakır’da; 30 yıldır Avrupa’da ve Türkiye şehirlerinde barikatlar arkasında, soğuk kaldırımlarda özgürlük diye kıvranan yoksul Kürt kitlelerinde büyük halay kırıklıklarının da neden olacaktır… Fakat bu çok geçici bir durumdur… İnsanın en temel güdüleri, özgürlük, güvenlik ve insanca karnını doyurma güdüleri, sömürgeciliğin ve onun yerli uşaklarının işsiz güçsüz ve soluksuz bıraktığı Kürt kitlelerinin onursuz bir yaşamı tercih etmemelerinin de nedeni olacaktır.

Ağır bir utancın altından kalkar gibi kalkacağız her defasında.

Üç kağıtçılardan, hırsızlardan, ülkesini dolandıranlardan hesap soracağız.

Size biraz kendimi anlatmak istiyorum. Kendisini anlatmayan, olayları kendi şahsında sınamayan biri tutarlı değildir. Aydın ve yazar insanın hayatı açık olmalıdır. Hayatından utanç duyacağı bir şeyi olmamalıdır. Böyle bir utancı varsa, hiç çekinmeden halkına sığınmalı ve özeleştiri vermelidir. O kişinin bir an için itibarı sarsılmış gibi görünür. Olsun, bu da geçici bir durumdur… Alman yazar Günter Grass gençliğinde Nazi Birliklerinde yer aldığını açıklamasaydı, bu hiçbir zaman öğrenilmeyecekti… Fakat bir kez de öğrenildiği zaman, belki bir yıl sonra bu ünlü yazarın tüm itibarları geri alınacaktı. Onun için insanların hayatları şeffaf olmalı. Kazançlarının kaynağı bilinmeli. Yoksa bir gün birileri bunu yapar ve insanı perişan eder. Çocuklarının yüzüne bakamaz hale getirir.

Onsekiz ylıdır yaşadığım Avrupa’da, marketlere hep kapanmaya yakın giderim… Kullanım tarihinden dolayı bir gün sonra satılamayacak yiyecekler yarı fiyata düşmüştür. Benim akşam ve bir gün sonraki öğlen yemeğimin çeşidini o an için yarı fiyata düşmüş yiyeceğin çeşidi belirler. Bunun küçültücü bir yanı yoktur. Sürgünde isek, topraklarımızdan sökülüp atılmışsak, yokluk içinde de olsa dürüst yaşamak ve kendimizi korumak zorundayız… Kimse kuşku duymasın, çaresizlikten veya para kazanmayı bilmediğimizden değil, zamanımı kültürel bir miras olarak halkıma bırakmak istediğim için para kazanmanın bin bir yoluna sapmıyorum… Bir de yazarlıkla tüccarlığın bir arada olmayacağını iyi biliyorum. Kitaplarımı satarak yaşamak istiyorum ama sömürgeci alçaklık topraklarıma girmeme izin vermiyor.

Bunun getirdiği yaşam sıkıntıları olacaktır, yaşadığımız ülkelerin açlar için öngördüğü sosyal yardımlara düşeceğiz, mesleğimize ve sıfatımıza uymayan ağır işlerde çalışacağız… Kaldırımlarda kimliklere plastik yapacak, işkence mağduru kollarla inşatlarda çalışacak, halka açık alanlarda kaçak çerez satacak, eksi 30 derecede ormanlardan ağaç kesip indireceğiz. Buna mecburuz… Çünkü yapayalnızız… Devletlik yaptığını söyleyen sömürgeci alçaklık, üç-beş suikast çekip, sonuç alamayınca iş alanında hiçbir şansımızın olamayacağı sürgüne postalamıştır… Yemekten ve tuvalete gitmekten başka bir özelliği olmayan “Kürt burjuvazisi”nin, kültürü ve kültür insanlarını desteklemek gibi bir özelliği yoktur… O çok görgüsüzce, ulusal bir edep taşımadan, Ankara’dan veya Avrupa gelecek fonların ve ihalelerin peşindedir… Ankara ve İstanbul geceleri onundur. Bir ölümlüler partisi olan ve halkın verdikleriyle ayakta durmaya çalışan PKK’den para istenmeyeceği gibi, onun parasını yemeye kalkmak da ahlaksızlıktır… Onun için paraya, iktidara ve sömürgeci alçaklığa uşaklık etmeden onurluca yaşamak zordur, fakat başarılmalıdır.

Burada bir örnek vermek istiyorum. Sınıflarımızı ve yerlerimizi tespit etmek için bu örnek önemlidir… Hatırlarsanız Kürdistan post kapanmadan önce eski ve yeni 11 kitabımın basımı için okurlardan destek istemiştim. Berlin’de ufak bir matbaası olan Zeynel Abidin Han ile 11 kitabın basımı üzerine anlaşmıştık… Her kitaptan bin adet basılacaktı. Kağıdın ucuzunu ve emeğinin son olanaklarını kullanarak 11 kitabın basımı için bana bir rakam vermişti… Ortalama 20 bin Euro… Daha önce yayıncılık yaptığım için biliyorum, bu fiyat çok uygun… Beni desteklemek için verilmiş bir fiyat… Hiçbir bir zaman bu kadar param olmayacağı için, okurlardan destek istedim ve destek sunmak isteyenlere matbaanın konto numarasını verdim… Bu örnekle matbaaya gönderilen paranın dökümünden çok, hangi meslekten insanların dayanışma içinde olduğunu göstermek istiyorum… Zeynel Abdidin Han’dan ve bana destek sunan arkadaşlardan özür dileyerek, gönderilen miktarı, meslekleri ve isimlerinin baş harflerini burada vermek istiyorum….

A.H, O : 300 €-İşçi
A. B :500 €-Emekçi
Y.BAG:246 €-mekçi
M. D : 200 €-Emekçi
B.İ : 50 €-İşçi
S.U : 500 €-İşçi
İ. E : 235 €-şçi
D. M : 280 € işçi
M.A :1.000 €-Cafe işletiyor
M.O : 100 € işçi

Toplam: 3.411 €

Banka bilgileri Zeynel Abidin Han’da mevcuttur… Kanada, Fransa ve İngiltere’deki işçi arkadaşların elden ulaştırdığı 2 bin €’yu söylemem gerekiyor… Onu da kendim matbaaya göndermişim. Toplam 5.411 €…. Zeynel Abidin Han’a hala 10 bin € borcum var. Kitaplarımı dağıttıkça borcumu ödüyorum…

Bu hesabın üzerine biraz düşünmek gerekiyor. Birçok yönlü düşünmek lazım…

Birincisi, kitap basımına destek olan arkadaşların meslekleri… Hepsi işçi veya ufak esnaf… Kürt zenginleri bu tür işlerle uğraşmazlar… Dayanışma içinde olan, zor koşullarda birbirlerini desteklemeye çalışanlar Kürt yoksullarıdır… Dağa çıkanlar da onlardır. Barikatların arkasında direnenler de… Bu tür şeylere ilgisiz kalan işbirlikçi Kürt burjuvazisinin yatırım ve ilgi alanları farklıdır… Onlar, bir defada, ciğerlerini söken Mehmetçik Vakfı’na 1 milyon € verebilirler… Çoğu gittiği ülkede ilkin kadın çalıştıran mekanların adreslerini öğrenmeye çalışır… Bir televizyon programında, Hakkarili Yılmaz Erdoğan’ın yengesinin askerlere 250 bin lira bağışladığını kendim izledim… Utanmadan mermiye yatırım yapıyor, ardından Kültür turları düzenliyorlar… Süleyman Demirel siyaset yasağını, Kürt zenginlerinden topladığı parayla aşmıştı… Baybaşinler açıklamıştı bunu…

Bizim halimiz, para önünde boyun eğmeyen, sömürgeciliğe uşaklık yapmayan Kürt aydın ve yazarının içinde olduğu haldir. O, sadece topraklarından sökülüp atılmamıştır, gittiği her yerde perişan kalması için her türlü devlet tedbiri alınmıştır…

Acaba aynı devlet, kendisine uşaklık yapan Kürtlüğe ne tür olanaklar sunmaktadır. TRT Şeş için kime ne kadar veriyor? TRT Şeş’e alınan Kürtler ne tür sınavlardan geçtiler? Diyarbakır’ın ortasına postunu sermiş olan Bejan Matur’un Fethullahçılıktan ve AKP’den aldığı proje paraları ne kadardır? Daha Kürt kelimesini ağzına almamış AKP’li Kürt kökenli milletvekillerinin devletten elde ettikleri olanaklar nelerdir? Kürt nesillerinin zihinlerini bulandırmak için görevlendirilmiş olan Ümit Fırat nasıl yaşıyor?

Yanlışlarını ve haksız kazançlarını tartıştığımız söz konusu avukatların aldıkları AIHM paralarının; göz, kulak, yıkım parasının; kelle başı cinayet paralarının dökümünü yapacak bir Kürt avukat yok mu? Ne yapıyor bu Kürt avukatlar? Çoğu en fazla 15-20 sene içinde vefat edeceğini bilmiyor mu? Neden para getirmeyen en ufak bir hukuk davranışı sergilemiyorlar? Biraz silkelenseler, avukat kimlikleriyle sömürgeciliği mahvedecekler…

Batılı ülkelerde seçim vakti bütün siyasetçilerin mal varlığının dökümü yapılır, onlara nasıl kazandıkları sorulur… Aydına ve yazara da sorulur…

Bundan on yıl önce otobüse binecek parası olmayan biri, on yıl içinde bir şehrin nasıl sayılı zengini olabilir? Hangi ilahi dokunuş ve emekle?

Her türlü kiri, pası, cinayeti, haksız kazancı gizlemek nasıl Türklüğü kurtarmıyorsa, ucuz bir Kürt kimliği arkasında yolsuzluk yapmak da Kürtlüğü kurtarmaz… Böyle bir Kürtlüğe ihtiyacımız yok bizim, bu tür Kürtlüğün Türk versiyonundan yeterince çekmiş bir halkız….

Dürüstçe kazanılmış sermayenin düşmanı değiliz. Kürtlerin varlıklı olmasını en çok isteyenlerden biri benim… Fakat bu işin bir ahlakı ve adaleti olmalı. Nasıl kazanıldığının hesabı verilmeli…

Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Raif Türk, bundan beş on yıl önce Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır temsilcisiydi. Bize bağlı çalışıyordu. Muhabirdi. Sonra birden sanayici ve iş adamı oldu. Altın mı buldu? Elmas yatağı mı keşfetti. Ne oldu?

Ondan sonra da açıklamasını yaptı:

“Kürdistan adının geçtiği bütün projelere karşıyım. Referandumda evet oyu vereceğim.”

Paranın kaynağı bu açıklamadır işte. Kürt yoksulları, tek odaya on kişi sıkıştırılmış olanlar, Avrupa’nın ve başka ülkelerin sosyal yardımlarına muhtaç bir halde yaşayan elsiz ve ayaksız Kürt direnişçileri, dağ başlarına sığınmış olanlar, gizli mezarlarda gömüldükleri elbiseleriyle çürüyenler, sokak çocukları, onüç yaşında fahişeleştirilmiş kızlarımız bunu bilecek…

Bir avuç siyasal tüccara ve cepçiye giydirilecek Kürtlük elbisesi asla bizim elbisemiz olmayacaktır.

Eğer yenilirsek, eğer olaylar, üçkağıtçı düzenin yeniden inşası şeklinde sonuca bağlanırsa, bu utanç durumunun altından yeniden doğrulacağız…

Haykırışımız her zamankinden net olacak: Rüşvetçi devlet, cepçi Kürt, devletçe ayarlanmış proje aydını, hileli işadamlığı, karanlık televizyon kanalı, karanlık Kürtlük istemiyoruz…

Kürdistan topraklarının özgürlüğe, eşitliğe, huzura ve adalete açılmasını istiyoruz…

Harun Ahmet’in dediği gibi, ellere vurularak yere düşürülen akide şekerlerinin, o şekerleri düşüren çocuklara iade edilmesini istiyoruz…

Ellere vurularak yere düşürülmüş bu şekerler iade edilmediği sürece, cesetlerimize leş muamelesi yapılsa da hiç kimse için huzur, güvenlik ve adalet olmayacaktır…

Kürt sorunun niteliği de budur…

Hesap anı herkesin kapısını çalabilir…

[email protected]

Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir


Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.