Direkt zum Inhalt
Submitted by Rêvebir on 4 July 2010

Şeyh Said'i isyana sevk eden neydi?

Şeyh Said (ortada) isyanından sonra bir grup Kürt, doğudan batıya sürgün edildi. Yine isyandan sonra yayımlanan üstteki karikatürde Şeyh Said, İskilipli Atıf Hoca ve bir din adamı yılan başı olarak tasvir ediliyor.

Yakın tarihin resmi kaynaklara dayalı okumalarında genel kabul Şeyh Said isyanının arkasında Kürt istiklalini temin ve Şer'i düzeni yeniden tesis amacının İngilizlerin gerek silah gerekse parasal desteğiyle gerçekleştirilmek istendiğidir. İsyandaki İngiliz parmağı hayal mahsulü; hedefin ne olduğuna gelince, orası biraz karışık...

Açılım ya da demokratikleşme diye isimlendirilen sürecin ne getirdiği, içinin boş mu dolu mu olduğu tartışmalarını yaparken ölçü olabilecek değerlendirebileceğimiz bir hadise yaşadık. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, bundan beş sene önce Diyarbakır’da Şeyh Said’i anma toplantısı düzenlenseydi tertipleyenlerin başına neler gelirdi tahmin etmek zor değil. Oysa geçtiğimiz hafta bu amaçla geniş katılımlı bir dizi toplantı yapıldı ve ne bir olay çıktı, ne de devlet soruşturma açtırdı.
Şeyh Said isyanının nasıl başlayıp geliştiğine ilişkin geçmişte bir hayli yazı yazdım, keza merak edenin okuyabileceği çok sayıda araştırma, hatırat vb kaynak var. Bu yazıda altını çizmek istediğim husus ise isyanın amacı konusuna işaret etmek. Şeyh Said din alimi olmanın yanında bir Kürt milliyetçisi miydi? Kürt hareketinin liderlerinden Cibranlı Halit Bey’le mutabık sayılabilir mi türünden soruların cevabını aramak. Ve yanı sıra son büyük din alimlerinden olan Şeyh Said’in kişiliği hakkında fikir vereceğini düşündüğüm Şark İstiklal Mahkemesi heyetinin sorularına verdiği cevaplara dikkat çekmek...

Cibranlı Halil Bey ve Şeyh
1920’lerin Türkiye’sinde Kürt hareketinin iki büyük ve önemli ismi var. Cibranlı Halit Bey ve Şeyh Said... Halit Bey Şeyh Said’in kayınbiraderi, aşiret mekteplerinden yetişmiş bir subay, Şeyh Said ise medrese eğitimi görmüş bir Nakşibendi şeyhi...
Yazının girişinde sözünü ettiğim soruya gelince, cevap bence açık. Cibranlı Halit Bey’in amacı bağımsızlıktı. Silahlı bir gücü örgütleyip isyana sevketmek istemesinin altında dini hiç bir sebep yoktu. Şifreli olarak sürdürdüğü haberleşme Ankara’nın eline geçince planı suya düştü ve 1925 senesi Nisan ayında Bitlis’te kurşuna dizildi. Şeyh Said’i isyana sevkeden sebep ise sadece dindi. Şeyh, Kürt ulusalcılığı söylemine sempatiyle bakmakla birlikte bugün anladığımız manada bir Kürtçü değildi. Nitekim şeriata dayalı mutasavver yapılanma gerçekleştiği takdirde hilafet makamına getirmek istediği kişi de kendisi veya bir başka Kürt değil Türk üstelik Kürtlerin Şafi mezhebine bağlı olmalarına karşılık Hanefi mezhebine bağlı olan ama Şeyh’in ‘Bave Kurdan’ (Kürtlerin babası) olarak gördüğü Sultan Abdülhamid’in büyük oğlu Şehzade Mehmed Selim Efendi’ydi... Daha da ötesi Şeyh’in 1925’te Beyrut’ta yaşamakta olan Selim Efendi adına Diyarbakır Ulucamii’de hutbe okuttuğu da bilinir...

Sorgudan satırlar
İsyan Şeyh Said’in 4 Ocak 1925 tarihinde Şuşar’ın Gökoğlan bucağının Kırıkhan köyünde kendisini ziyarete gelen bölge eşrafıyla yaptığı toplantı sonrası yazdığı şu fetvayla başladı. “Kurulduğu günden beri din-i mübin-i Ahmedi’nin temellerini yıkamaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kur’an ahkamına aykırı hareket ederek, Allah’ı ve Peygamberi inkar ettikleri ve halife-i İslam’ı sürdükleri için gayrı meşru olan idarenin yıkılmasının bütün Müslümanlar üzerine farz olduğu, Cumhuriyet’in başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Şeriat-ı gara-yı Ahmediyye’ye göre helal olduğu...”
İsyanın malum süreci sonunda Şeyh Said’in bacanağı Kazım Ataç tarafından ihbar edildiği de doğru değil. Altan Tan, Kürt Sorunu adlı kitabında, “Murat Nehri’ni geçmeye çalışırken 15 Nisan 1925 günü Abdurrahman Paşa Köprüsünde Alevi Hormek ve Lolan aşireti tarafından yolları kesilir. Hormek ve Lolanlılar Şeyh Said ve arkadaşlarını yakalayarak hükümet kuvvetlerine teslim ederler” diyor. Bildiğim kadarıyla Osman Nuri Koptagel Paşa’ya teslim oldular...
Mahkeme salonu olarak kullanılan Diyarbakır Yenişehir Sineması’ndaki yargılama 26 Mayıs 1925 günü başladı. Salonda üç gün önce Şeyh Said’in sorgusu yapılmıştı. Mahkeme heyetinin‘siz’ ya da ‘Şeyh Efendi’ diye hitabettiği Şeyh Said’in bu sorguda idamdan kurtulmak çabasıyla inkar veya tevil yoluna sapmadığı bilinir.
- İsyan hareketini nasıl düşündünüz? Size ilham mı geldi?
- Haşa, ilham falan gelmedi. Kitaplardan bilirim ki, imam şeriattan saparsa isyan vaciptir. Hükümete şeriat sorununu anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının uygulanmasını isteyecektik. Allahu Teala’nın takdiri beni bu işe sevketti. İçine bir düştüm, bir daha çıkamadım.
- Buyurdunuz ki, imam şeriattan saparsa isyan vaciptir. Bunun şartı yok mu?
- Şartını bilmiyorum. Şer’an vaciptir deniliyor.
- Demek ki siz, şeriattan sapma olduğu için kıyam ettiniz. Amacınız ne idi?
- Kitap, kıyam vaciptir diyor. Kitap, cinayet, zina, müskirat gibi durumları yasaklıyor. Hepimiz Müslümanız. Türk, Kürt ayrımı yoktu.
- Şeyh Efendi, onları bırakın. Özellikle kıyamın nedenini söyleyiniz.
- Piran’da bir olay oldu. Çatışma çıktı. Bu da bana mal edildi. Halbuki ben teğmene üç defa rica ettim. Adamlar nikahları üzerine yemin etmişler, ısrar etmeyin dedim. Sonra sekiz tanesini bırakmış, ikisini tutuklamışlar. Olay patlak verince ben köyden çıktım. Sonra işin içine köylüler karıştı; ayaklanma başladı. Bir daha içinden çıkamadım.
- Şeyh Efendi, Piran’a gelmeden önce din meselesinden dolayı kıyamı düşünüyor muydunuz?
- Kalbimde düşünüyordum. Fakat savaşla değil, broşürler yazıp Meclis’e göndererek, yasaların şeriata uygun düzenlenmesini istemeyi düşünüyordum.
- Niçin yapmadınız?
- Bu konuda önce bilimsel araştırmalar yapayım dedim. Fakat kader beni Piran’a sürükledi. Piran olayı çıktı; önünü alamadık.
- Müslümanların kardeş olduğunu söylediniz. Müslümanın Müslüman üzerine kıtal göndermesi caiz mi?
- Hz. Ali’nin savaştıkları da Müslüman değil miydi? Yine kardeş kalırlar.
- Jandarma geldi, adam vuruldu, bu isyan çıktı dediniz.
- Evet jandarma vurulmasaydı, kitapla görevimi yapacaktım.
- Jandarma çatışması olmasaydı, altı ay sonra isyan olurdu değil mi?
- Hayır, jandarma olmasaydı, belki olmazdı. Allah kader saydıysa olurdu tabii.
- İsyanı tek başınıza mı başlattığınız? Herhalde sizi teşvik edenler vardır.
- Ne içerden, ne de dışardan teşvik eden yoktur. Hariçten dediğim ecnebilerdir.
- Demek ki ayaklanma ve isyanı yalnız zat-ı aliniz düşündünüz.
- Evet, benim fikrimde vardı. Bilim adamlarını, düşünce sahiplerini göreyim dedim. Din kalkmış, maneviyat unutulmuştu. Bunları isteyelim dedim. Öyle ümit ediyorduk. Zaman kalmadı. Bu olay meydana geldi.
- İsyandan önce hükümete başvursaydınız ya!
- Vaktimiz olmadı.
- Hükümet taleplerinizi kabul etseydi ne olurdu?
- Günahtan kurtulurduk. Evimizde otururduk. Hükümet isteklerimizi kabul etseydi, hicret isterdik. Hicret izni vermeseydi, günah bizden gider. Otururduk.
- İslam içinde sizden bilgin yok mu? Varsa neden sadece siz düşünüyorsunuz?
- Alim elbette çoktur. Fakat canlarından, mallarından korkarlar.
- İçlerinde en cesuru siz misiniz?
- En cesuru değilim tehlikeye atılan benim.

Çerçeve
Temmuz kırımı!
Uğursuzluk olduğundan falan değil ama fazlaca kaybın yaşandığı bir ay Temmuz. Sadece Türkiye’de değil üstelik...
17 sene önce Sivas katliamında hayatını kaybedenleri andık. Yakın tarihimizin bu en fazla acı veren hadisesi yaşandığında İnterpres Yayıncılık bünyesinde Panaroma adlı haftalık haber dergisini yönetiyordum. Kundaklanan Madımak Oteli’nde yangın sırasında içerde çekilmiş fotoğraflar ulaşmıştı elimize. İnsanda dehşet duygusu uyandıran son çırpınışların, hayata tutunma mücadelesinin resimleri. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın çok istemesine rağmen karşısına çıkan özel mülk engeli dolayısıyla Madımak Oteli’ni müze yapamadığını biliyorum. Hatırlatmak istediğim şu ki, şayet günün birinde müze arzusu gerçekleşirse sözünü ettiğim fotoğrafların unutulmaması.
Katliamdan iki yıl sonra o meşum güne tanıklık etmiş olan Aziz Nesin’i 6 Temmuz 1995’te kaybettik. Düşüncelerini, inancını tartışabiliriz; beğeniriz/beğenmeyiz... Ama Nesin’in polis soruşturmasından ne kadar bizar olsa, hayatı mapushaneyle ev arasında geçmiş olsa da hiç bir zaman ülkeden kaçıp gitmeyi aklından geçirmediğini, dünyada en fazla tanınan birkaç Türk yazarından biri olduğunu ve hala büyük ilgiyle okunduğunu unutmamalıyız.
Temmuz kırımı dedim; yarın son dönemin en dikkat çekici aydınlarından biri olan İdris Küçükömer’in vefatının yıldönümü...
Kimin solcu olduğunu tespite memur, kerameti kendinden menkul kişilerin ‘Hayali Küçükömer’ yakıştırmasıyla küçümseyip dışladıkları bir aydındı Küçükömer... İdris Hoca ‘Düzenin Yabancılaşması’ eseriyle bugün hararetle tartıştığımız meselelere ilk teşhisi koyan kişidir...
Ve Rıfat Ilgaz... Hababam Sınıfı’yla kitlelerin gönlünde yer eden edebiyatımızın en güçlü eserlerinden birinin Karartma Geceleri romanının yazarı Ilgaz... Onu da Sivas
katliamından bir hafta sonra kaybettik.

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.