Sevgili Bavê Rabun(1),
Sevgili Bavê Rabûn 1 Kamuran Melikendi7 yıl sonra yeniden Güney Kürdistana dönmek ve oradaki gelişmeleri kendi gözlerimle görmek çok heyecan verici oldu benim için…Avrupa’dan Güney Kürdistan’ın Başkenti Hewlêr’e uçmak kendi başına tarihsel bir olaydı… Ben daha önce Kürdistanı işgal eden Kürd düşmanı devletlerin başkentlerine uçarak ve oralardan binbir bela ve rezaletler yaşıyarak Güney’e ulaşanlardan biri olduğumdan, bu direk uçuşun ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum.. Bu uçuş, benim için tarihsel bir an ve yeni bir başlangıç gibiydi.. İlk defa ben direk olarak ülkemin bir parçasına uçtum ve sınırda Fars ve Arap polislerin değil, Kürd güvenlik güçleri tarafından kontrol edildim… Her ne kadar ben son kişi olarak Gümrükten geçmiş olmama rağmen, yinede mutlu ve gururluydum…. Sevgili Bavê Rabun, Ben Avrupa’dan Kürdistan’a uçmadan önce, benim kaldığım şehirde bir metre kar vardı, otobüsler işlemiyor ve bir çok bölge arası tren yolculukları kötü hava koşullarından dolayı durdurulmuştu…. Bundan dolayı biz Avrupa’daki uçağımıza kavuşmak için 4 saat daha önce yola çıktık… Çünkü kötü hava koşullarından dolayı gecikebilirdik.. Ben üstüme hep kış elbiselerini almıştım… Yanı kısacası tam bir eskimoya benziyordum… Ama biz Hewlêr havaalanına vardığımız zaman, kapkaranlık bir mağaradan çıkmış ve aylarca güneş görmeyen insanların güneşle tanışması gibi bir duruma düştük, gözlerimiz kamaşmıştı… O kadar berak ve sade bir gökyüzü vardıki sana tarif edemem.. Sabah’ın o pırıl pırıl güneşi sanki benim ruhumun derinliklerine akın akın ışınlarını gönderiyor ve yıllara dair olan o hasretime kurak kalmış topraklara akın akın akan Dicle ve Fırat gibi geldi..Onun için ben uçaktan indikten sonra güneşin altında robot gibi durarak tek bir ışını kaçırmak istemiyordum. Ayrıca Kürdistan’ın o güzelim havasını ciğerlerine çekmek ve soluk almanın bir başka tadı vardı…… Daha sonra bir grup arkadaş arabalarla gelip bizi aldılar… Biz Hewlêr’de bir yere uğrayarak oradan Hewlêr yoğurdu ve kaymağını aldık…. Hewlêr denildiği zaman iki şey akla gelir: ‘Hewlêri Holakobez’(Holakoyu kaçıran) ve ‘Hewlêri Mastxwer(yoğurt yiyen)…. Hewlêr birinci özelliğini Mogol orduları Kürdistan’a saldırdıkları zaman, bir dizi çabalarına rağmen Hewlêr kalesini düşürmüyorlar.. O dönem Hewlêr ordularının başında Holako vardı… Bundan dolayı Hewlêr gösterdiği bu kahramanlığı sebebiyle ‘Hewlêri Holakobez’ adını almıştır… Yoğurt olayına gelince belki klasik şairlerimizin de dediği gibi yedi iklimde Hewlêr Mastı’nın bir eşi ve benzeri yok….Arkadaşlar bir kaç tencere yoğurt ve kaymak aldılar…. Biz Heybet Sultanı aştığımız zaman dağın yamacında Kürdistan’ın o güzel bahar havası ve 24 dereceye varan güneşin altında kahvaltı yaptık… Daha sonra Babanların başkenti, Salimların, Kurdilerin ve Nali’nin ‘Şari Helmet û Qurbani’ olan Suleymaniye geldik… Suleymaniye’yi en son terkettiğim 7 yıl öncesine göre korkunç bir değişme ve gelişme göstermiş…. Suleymaniye yeniden yapılırken tam bir inşaat haline getirilmiş.. Eskiden olmayan bir dizi yeni binalar, eğitim ve öğretim merkezleri, alışveriş merkezleri, yeni kurum ve kuruluşlarıyla Suleymaniye 83 yıllık Baas rejiminin enkazları altında kalkıp çağa ulaşma yarışına girmiş….Bu arada 8 mart kadın etkinlikleri ve 1991 Raperinin yıl dönümü vesilesiyle gerçekleşen etkinlikler sürece tümden damgalarını vurmuşlar…(Bu konulara ayrıca ilerde değineceğim) Sevgili Bavê Rabun, Bugün(9 mart) Suleymaniye’yi saran Kürd şairlerinin şiirlerine ve Kürdlerin acı ve kara günlerini bitemleyen korkunç bir ‘REŞEBA’ vardı..Yani kısacası bir çol yada kum fırtınası vardı… Hiç kimse dışarıya çıkmak istemiyordu.. Bu ‘REŞEBA’ bir tarafı Ezmar ve Goyje dağları diğer tarafı Qopî Qeredax olan Suleymaniye, sanki Arap çölerinden kalkan kum fırtınasına tanık olmuştu.. Bizden bazı arkadaşlar dışarı çıkmak istemediler.. Ama biz bir grup arkadaş dışarı çıktık ve hafif hafif yağan sanki kar değil, çamurdu… Ben hafif yağan yağmur-çamur altında zevkle gezdim… O çamur-yağmur sanki Kürdistan bereketli topraklarının o güzelim kokusunu bana taşıyordu.. Bundan dolayı bir sıgara eşliğinden küçük bir tur yaptım…Ama, Suleymaniye bir başkadır… O yağmur-çamura rağmen hava sıcaklığı 20 derecenin üzerindeydi… Sevgili Bavê Rabun,Ben biliyorum sende yarın bir başka sihirli diyara Asteklerin, Holmeklerin ve İnkaların diyarına uçacaksın… Çünkü onlarda bizim gibi tüm sömürgeci vahşet ve kıyımlarına rağmen direnerek atalarının doğal tedavi yontemlerini bugüne taşıdılar.. Ve sen oraya toprağa ve doğaya inananların diyarına gidiyorsun… Çünkü onlarda bizim gibi toprak rengine sahip ve ulusal onurları için tarih yürüyüşündeler…Onlarda bizim gibi doğaya, güneşe, suya ve toprağa inanırler… Görüşmek üzere Hoşçakal Sevgili Bavê RabunDevam edecek…. Sevgili Bavê Rabûn 2 Kamuran Melikendi9 Mart günü Güney Kürdistan’ın bir çok şehrini saran ‘Reşaba’ olayından söz etmiştim.Yaşanan ‘Reşaba’ neticesinde Kürdistan’ın bir çok bölgesinde yaralananlar oldu, maddi zararlar yaşandı....Ama bir gün aradan geçmeden, yine Kürdistan’ın o güzelim ilk bahar güneşi çıktı.. Havalar yeniden ısınmaya başladılar...Biz bir grup arkadaş Goyje dağına tırmanmaya karar verdik... Arabanın direksiyonuna Semsurlu bir arkadaş geçti.. O yıllarca bölgede kaldığından dolayı, alanı sanki Kolik gibi biliyordu.. Araba Goyje dağına yılan gibi tırmandıkça, ben geçen yüzyılın doksanlı yıllarıyla 2006 yılının mart ayı arasında gelip gitmeye başladım.. O dönemler Goyje’ye çıkan harebe ve korkulu yollar, yerlerini asfalt ve Avrupa’yi yollara bırakmıştı..Biz dağa tırmandıkca, Suleymaniye gibi milyonlarca insanı barındıran şehir küçülmeye başladı.... Biz, asfalt yolla Goyje’nin doruğuna vardığımız zaman gün ortasında hem ay ve hemde güneş daha da bize yaklaşmıştı.Biz biraz daha yükseklere çıkmış olabilseydik, güneş ve ay Suleymaniye gibi daha aşağılara ve belki de o güzelim temiz hava ve gün ortasında güneşi tepesinde seyir ederdik.... Suleymaniye şehri ile Goyje dağı arasına beyaz bir bulut girmeye başladı... Bu beyaz bulutlar her halde ‘Reşeba’nın etkisi neticesinde bir gün sonrasına kalmıştı..Ama Goyje dağı o kadar güzel ve heybetliydiki hiç inmek istemiyorduk.... Suleymaniyeliler eğlenmek için Goyje dağını üzüm bağları gibi sarmıştı...Goyje dağının eteklerinde Kürdler renkli giysileriyle düğünler yapıyor ve ‘Şopileri’ başında halaylar çekiyordu.. Geçmişte Goyje virane olmuş ve Kürdistan düşmanları tarafından Suleymaniye’yi kontrol altına almak için kullanırken, bugün her tarafına ağaçlanmaya gitmişler.. Bir kaç yıl sonra yapılan bu yoğun ağaçlandırma neticesinde, Goyje dağları Baban Mirliği dönemindeki tarihsel doğallığına kavuşacak... Orada bazı dostlardan aldığım informasyonlara göre, Suleymaniye şehir idaresinin bu dağın doğal yapılanmasını korumak için büyük bir çaba içinde olduğunuda öğrendim....Ama Goyje deyip de geçmeyin, Suleymaniye’li şairlerin şiirlerine konuk olmuş, çekilen her halayın bir yerinden parlayan bir yıldız gibi şarkılaşmış bir dağdır... Asırlar boyunca Baban Beyliği Goyje’ye sığındı.. Bu dağ doğal bir savunma mekanizması olarak yüzyıllarca Baban Beyliğini korudu, yaşattı ve büyütü verdi... Babanlar asırlar boyunca hem Qeleçolan’ı ve hemde Suleymaniye’yi kendilerine başkent olarak seçtiler.. Bu iki şehirde Goyje dağlarının iki yakasına mesken kurmuşlar. Kürd kültürünün ve şairlerinin merkezi oldular.. Ama, biz Goyje’den aşağı inmek istemezken, Goyje’nin ruzgarı bizi aşağılara, Suleymaniye ile aramıza giren bulutların üzerine fırlatmak istiyordu..Sevgili Bavê Rabûn sende dün varacağın yere vardın... Umudum odur ki sen sağlığına kavuşur bize sağlıklı dönersin.. Ama ben bu gece Goyje’yle senin için konuşacağım..Hoşca kalDevam edecek... Sevgili Bavê rabûn 3 KAMURAN MELIKENDI13 Mart günü biz bir grup arkadaş “Şehid Helebçe’yi ziyaret etmeye gittik.. Biz Helebçe’ye giderken, çok farklı düşünce, hayal ve realiteler eşliğinde yeni yapımına başlanan bir asfalt yolda kendimi iki dünya denebilecek bir ortamda buldum.. Aslında ben gerçek ve hayal haline gelebilen bir başka gerçek arasında kıstırılmış bir halde buldum..18 yıl önce, yani 16 Mart 1988 tarihinde benimde Paris’te bulunduğum bir esnada Helebçe jenosidini duymuştuk.. O dönemde Güney Kürdler elerinde bulunan kısmi imkanlar çerçevesinde dünya kamuoyuna ve devletlerine Saddam rejiminin Kürdlere karşı kimyasal ve hardal silahlarını kullandığını anlatmaya çalışıyordu... Güney Kürdler yoğun bir şekilde kimyasal silahların korkusundan İran ve Türkiye sınırlarına vurmuş... Ama, dünya devletleri ve kamuoyu yaşanan Kürd trajediyası karşısında kör ve sağır kalmıştı.. Herkes Kürd jenosidi karşısında 3 maymunu oynuyordu.. Tüm dünya güçleri, bazıları ekonomik ve siyasal çıkarlarından, bazıları doğrudan kımyasal silahları Saddam rejimine verdiklerinden ve bazılarıda Kürd düşmanlığından dolayı bize sırtlarını çeviriyor ve dinlemiyorlardı..Biz de dünyanın bir çok ülkesindeki yurtsever kürdler gibi Paris’te Helebçe jenosidi protesto etmek amacıyla 15 günlük bir açlık grevi düzenlemiştik...Dünya devletleri Kürdlerin kıyımına karşı sessiz kalırken, Kürdler arasında da birlik yoktu.. O dönemlerde bir çok Kürd kıyıma yönelik Kürd birliğini gerçekleştirme yerine YNK ve KDP’yi İran’la girdikleri ilişkilerden dolayı suçluyorlardı... Bugün Güney Kürdistan’ın en büyük iki liderlerinden biri o dönem açlık grevimizi desteklemek için bizi ziyaret etmişti ve Güneyli bazı Kürdlerin suçlama ve hakaretleriyle karşı karşıya kaldığından dolayı çadırlarımızı terkedip gitmişti...Bu yaşanan tatsız olaylar biz açlık grevi yapan insanlar arasında da sorun olmuştu...Daha sonra yaşanan Körfez savaşı ve en sonunda 9 Nisan 2003 tarihinde Baas rejimi yıkılınca her şey değişti..Saddam’ın kanlı rejimi yıkıldıktan sonra o hakaret eden arkadaşlardan bazıları Kürdistan’a döndüler ve bakan oldular.. Eski defterler kapatıldı ve yeni sayfalar açıldı...Sadece onlar değil, Kürdlerin Irak’ta homojen bir siyasal aktör olarak ortaya çıkmaları tüm dünya güçleri ve hata Kürdistan’ı işgal eden sömürgeci güçler dahi ‘yeni bir Kürd politikasına’ gitmek zorunda bıraktı....Sevgili Bavê Rabûn,Biz Helebçe yoluna düştüğümüz an başka bir ortamdaydık ve özgür Kürdistan’da korkudan uzak Kürdistan Peşmergelerinin güvenliği sağladığı de facto bağımsız Kürdistantaydık....Saddam, Kimyacı Ali ve diğer Kürd cellatları Bağdat’ta tutuklu ve Kürd hakimlerin başkanlığında yargılanıyorlar.. Onlara kimyasal madde taşıyan Franz Van Anraat gibi ölüm tucarları ‘Kürd jenosidine suç ortalığı’ için Holanda mahkemesi tarafından mahkum edildi...İki gün sonra Helebçe jenosinin 18.yıl dönümü kutlamaları yapılacak.. Ama hâlâ Saddam ve Kimyacı Ali Kürd jenosidinden dolayı mahkeme karşısına çıkmadılar.. Ben yolda giderken içime bir burukluk sinmişti... Nedenine gelince eğer Saddam ve Kimyacı Ali Şii katiamından dolayı ölüme mahkum edilirlerse Halebçe ve Enfaldan dolayı yargılanmayabilirler.. Biz Kürdler tarihsel bir anı böylece elimizden kaçırabiliriz..Holanda mahkemesi ‘tarihsel bir ilk giriş’ yaptı... Dünyada Saddam’a yardımcı olan ve yargılanması gereken bir çok Saddam’ın suç ortağı devlet ve uluslararası şirket hâlâ hesap vermiş değiller... Saddam ve yandaşlarının Helebçe’den ve Enfal’den dolayı yargılanıp mahkum edilmeleri Kürd ulusal davası için ve Kürdlerin geleceği için çok önemlidir... Dr. Munzur El Fazıl’ın dediği gibi “ Helebçe için Saddam’a verilecek en az ceza idam” olacak....Sevgili Bavê Rabûn,Biz Helebçe’ye vardığımız zaman Helebçe jenosidinin 18. yıl kutlamalarına 3 gün var.. Daha şimdiden anma toplantıları için ön hazırlıklara başlamışlar... “Helebçe Anıtı”ndan sorumlu ve görevli olan herkesin izinleri askıya alınmış durumdalar.. Çünkü 16 Mart günü yine Kürdler ve dostları Helebçe’ye yığılacak ve 5000 Kürdistan şehidini anacaklar..Biz “Helebçe Soykırımı Anıtı”nı ziyaret etmek için Peşmergelerin kontrolundan geçerek Anıt’ın içine girdik... Anıtın içinde görevli olan iki Kürd genci bize ve daha başka ziyaretcilere Anıtın içinde bulunan tüm Helebçe’ye ilişkin tüm fotoraflar, kıyım resimleri ve Kürd resamların Helebçe’ye ilişkin resim ve tabloları hakkında bilgi verdiler..2003 yılında ziyaretçilere açılan anıtın ilk girişinde büyük Kürd şairi Şerko Bêkes’in ‘Halabdja’ adlı şiirin ingilizce çevirisi altın renginde bir tablo içinde işlenmişti... Karşı duvarda ise yine bir başka Kürd şairi olan Refiq Sabir’ın kaleme aldığı ve ilk olarak Peyman Ömer’in seslendirdiği Helebçe’ye ilişkin olan ‘ Be tenya cim mehele’ adlı şiirin Aşağı Kurmança versiyonu duruyordu.. Anıtın girişinin hemen sağ tarafta ‘Holi Helebçe’ adlı bir oda var... Bu oda içinde Helebçe’nın tarihine ilişkin çekilen resimler var... Bunların içinde en çok dikkatımı çeken grup için bulunan ve kendiside Helebçeli olan büyük Kürd şairi Abdullah Goran’ın resmi ve ‘Merivanlı on iki suvarı’nin canlandırılmasıydı... Daha sonra Helebçe jenosidinin o hepimizin basında ve Helebçe’ye ilişkin dokumanlarda gördüğümüz resimleri otantik hallerine yakın ve bazende insanlara gerçekmiş gibi gelen kıyıma uğramış Kürdlerin minyatürleri vardı... Hemen sağ tarafta kimyasal silah neticesinde ölen kadın çocuk, yaşlı insanlar, tarlasında çalışırken ve yatağına yatarken ve yemek yerken ölen insanların manzaraları otantik bir biçimde verilmiştir... Ayrıca hayvanlar ve kurumuş ağaçlarla tabiatın yıkımıda verilmeye çalışılmıştı.Yine aynı salonun sol tarafında Ömeri Xaven’ın evi canlandırılmıştı. Şimdi soracaksın bu Ömeri Xaven kim diye..Ömeri Xaven, Ramazan Öztürk’ün fotorafını çektiği ve adeta Helebçe jenosidinin sembolu haline gelen çocuğuna sarılıp ölen babadır.. Ömeri Xaven’ın 8 kızı ve bir oğlu vardı... O sarıldığı çocukta onun biricik oğluydu.. Fotorafın çekildiği yer Ömeri Xaven’ın kapısının önüydü.. Ömeri Xaven, koyunu ve kurumuş bir ağaç kimyasal jenosid neticesinde evin kapısı önünde ölmüş halde çanlandırılmış durumdalar.Bir başka salonda Kürd resam Rebwar Said’ın Helebçe Jenosidine ilişkin yağlı boya taploları sergilenmiş.. Ayrıca yine aynı salonda 65 başka resamın Helebçe’ye ilişkin eserleri sergilenmişti.. Yine aynı salonda kimyasal silahların atıldığı an ve sonrasında yaşanan trejediyayi anlatan fotoraflar vardı.Yine biz geri büyük giriş salonuna döndük.. O solanda 5000 Helebçe şehidinin resimleri duvarlara yazılmıştır.. Salonun tam ortasında 16 tane mermer taş bir halka temelinde düzenli olarak dizilmişti.. Bu 16 taş ayın 0naltısını simgeliyordu.. Bu düzenli bir şekilde dizilen taşların oluşturduğu halkanın eni ve uzunluğu 3 metredir... Bu 3metrede yılın 3. ayı olan mart ayını simgeliyordu.. Kübe gibi yapılan ve içine Kürdistan bayrağı dekor olarak kullanılan anıtın yüksekliği 19 metre 88 cm dir... Bu son rakamlarda 1988 yılını ifade ediyor.. Yine Kübe gibi oluşturan anıtın tam orta yerinde Anıtı ziyaret eden Mam Celal ve Kofi Annan’ın resimleri var..Biz Helebçe anıtından sonra Şehidler için yapılan mezarlığı ziyaret ettik ve ayrıldık.. Ama hiç birimizin içinde Helebçe’de birşeyler içmek ve yemek gelmedi.. Daha sonra biz Seyid Sadiq’a geldik ve orada “iyarbekir” adlı bir lokantada bir şeyler yedik..Sevgili Bavê Rabûn, 2 iki gün sonra Helebçe jenosidinin 18. yıldönümü.... Yine tüm dünya Kürdleri farklı şekillerde bu günü kutlayacaklardır.. Çünkü, Helebçe Kürdlerin kendi düşmanlarını en açık en çıplak ve barbarca gördüğü yerdir. Kürd milletinin millet olma bilincinin en yaralı miheng taşlarından biridir.. Biz Helebçe’yi ulusal kollektif hafızamızda ne kadar canlı tutarsak düşmalarımızı da o ölçüde tanırız.. Ben bu kısa yazıyla 18.yılında Helebçe şehidlerini saygıyla anıyorum..Kendine iyi bak Sevgili Bavê Rabûn,Görüşmek üzere Hoşca kalDevam edecek.... Sevgili Bavê rabûn 4 Kamuran Melikendi HALEBÇE OLAYLARI ÜZERİNEBiz bir grup arkadaş 13 Mart günü Halebçeye gitmiş ve oradaki Şehidler mezarlığı, Ömeri Xawen heykeli ve Halebçe Şehidler Anıtı hakkında Newroz. com okuyucularını bilgilendirmiştik. Ama ayni dönemlerde Halebçe’nin yeniden yapılanması, temel hizmetlerin götürülmesi ve Halebçe’ de Üniversite ve Kolejlerin açılması için Süleymaniye, Duhok, Selehadin ve Koyi Üniversitelerinde bulunan Halebçeli Öğrenciler Kürdistan Hükümeti ve Parlamentosu üzerine yoğun baskı kurmuşlardı. Bu amaçla Öğrenciler Kürdistan Parlamento Başkanı ile ve Kürdistan Hükümet yetkilileri ile olumlu görüşmeler yaptılar. Ayni zamanda 11 Mart günü Kürdistan hükümetinin yetkilileri Halebçe’ye giderek Öğrenciler ve Halepçe halkı ile görüşerek sorunlarını dinledi ve yapılan karşılıklı görüşmelerde olumlu mesaj verdiler. 16 Mart günü Güney Kurdistan’ın genelinde Halepçe Şehidlerini anmak için törenler düzenlendi. Kürdistan Parlamentosu bir dizi Kürdistanlı kuruluş gibi 16 Mart günü saat 11’de Halebçe Şehidleri için 5 dakikalık saygı duruşunda bulundu. Irak Parlamentosu Halebçe şehidleri için saygı duruşunda bulundu.. Mam Celal Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla Halebçe jenosidine ilişkin kamuoyuna bir açıklama yaptı.Yurdışı da dahil olmak üzere 16 Mart günü tümKürdistanlılar Halebçeliydi. Elbette Halebçe Şehidleri için ayni gün Halebçede de anma törenleri öngörülmüştü. Bu amaçla 16 Mart günü Japon ve Hollandalı yabancı delegasyonlarınında içinde bulunduğu Kürdistani resmi bir heyet törenlere katılmak için Halebçeye gitti. Kürdler yıllardan beri kendi ulusal davalarını ve Kürd halkına yapılan jenosidleri dünya kamuoyuna aktarmak ve tanıtmak amacıyla Halepçe jenosidini bir tarihsel örnek olarak sundular..Yabancı delegasyonlarının da içinde bulunduğu Halebçe jenosidinin 18.yıldönümünde Halebçe törenleri bu anlamda tarihsel bir moment olarak ortaya çıkmıştı..Ama, ne yazık ki Halebçe törenleri bir grup yıkıcı ve Kürd kazanımlarının düşmanları tarafından çığırından çıkararak sabote edildi..Daha önce Omeri Xawen heykelinden Halebçe girişinde bulunan Halebçe Anıtına yürüyen öğrenciler ve yurtsever halkın arasına katılan provakatörler olayların büyümesine ve yıkıcı boyutlara ulaşmasına neden oldu.. Yürüyüşe katılanlar Halebçe Anıtına saldırarak ve anıtın içine girerek bir dizi döküman, poster ve tabloları yaktılar ve Anıtı ateşe verdiler.Kürdistan güvenlik güçleri bu gelişmeler karşısında açtığı ateş neticesinde bir kişi öldü ve yaralananlar oldu..Hemen olayların ardından Halebçe’de bulunan tüm Kürdistanlı siyasal partileri ortak bir açıklama yaparak olayları mahkum ettiler ve yaşanan gelişmeleri araştırmak için komisyonlar kurdular..Halebçe Şehid aileleri bir açıklama yaparak “ Anıta yapılan saldırıyı Kürdistan şehidlerine ve Kürdistan’ın dört parçasındaki Kürdlerin kutsal değerine karşı bir saldırı” olarak değerlendirdi ve “Halebçe Şehid Anıtından çıkan dumanı, Saddam’ın uçaklarının Halebçe’ye yaptıkları kimyasal bombardımanla” kıyasladılar...Halebçe’de Şehidler Anıtına yapılan saldırı ve yakma olayı Güney Kürdistan halkı ve siyasal oluşumları tarafından her ne adına yapılırsa yapılsın tepkiye neden oldu ve mahkum edildi..Sevgili Bavê Rabûn,Halebçe olayları öncesi ve esnasında ileri sürülen sorunlar, temel hizmet eksiklikleri, yeniden yapılanma, şehid ailelerine maddi yardımlar ve idari yolsuzluklardı...İdari yolsuzluklar meselesi Güney Kürdistan’da çok ciddi bir şekilde tartışılıyor.. Geçenlerde YNK’in ikinci adamı konumunda olan Nowşirwan Mustafa’nın televizyonda ‘Raperin’den bugüne kadar’ olan süreci değerlendiren konuşması Kurdistani Niwê gazetesinin 5 sayısında tam sayfa olarak yayınlandı... N. Mustafa’nın konuşmasının tümü Hükümet ve örgüt içindeki yolsuzluklara karşı bir savaş deklerasyonuydu.. Daha önce de Mella Baxtiyarların ortak açıklamalarını okumuşsundur..Burada halk, sokaktaki insan korkudan uzak yöneticileri de eleştiren ve bazende eleştiri sınırlarını da aşan şeyleri de söyleyebiliyor.. Biz Halebçe olaylarını halktan insanlara sorduğumuz zaman çok açık ve eleştirisel cevaplar alabiliyorduk.. Konuştuğumuz insanlar bize “ yol, elektrik, yeniden yapılanma, su ve şehid ailelerine yardım konusunda söz verdiler ama sözlerini yerine getirmediler” diyorlardı.. Ama onlar Anıtı yakma olayınıda tasvip etmiyorlardı.. Halebçe’de Kürdistan halkının en kutsal değerine saldırı yapılmasına rağmen Kürdler yönetime yönelik eleştirisel bir tutum içindeydiler ve açık bir şekilde konuşuyorlardı..Kürd halkının en hassas meselelere ilişkin tutumu, açık bir şekilde Güney Kürdistan’da demokratik gelişmelerin olduğunu ve insanların düşündüklerini ifade ettiklerini gösteriyor.Halebçe olayları irdelenirken çıkarılması gereken dersleri şöyle özetleyebilirim...1)Halebçe’de yürüyüşe denetim koyanlar, “Kürdistan Hükümet yetkililerini tören alanına sokmamayı” kendilerine hedef olarak almışlardı... Daha sonra pravoke edilen yürüyüşte bu kesimler şiddet kullanarak “kürd halkının değerleriyle oynamaya” başladılar.. Böyle bir olay hiç bir demokratik ülkede yaşanmaz.. Birileri pekala Hükümet yöneticilerine eleştiri yöneltebilir, yapılan törenlere katılmama ve protesto hakkını kullanabilir. Ama, şiddet kullanarak törenleri engelleme olmaz... Diktatörlüğün hakim olduğu rejimlerde zaten böyle bir şey düşünülemez ...2) Halebçe, 2003 yılına kadar Güney Kürdistan Hükümetinin tam denetiminde değildi.. O dönemler El Qaide’nin bağlantıları olan Zarqawi ve Mella Karker deneminindeki Ensar El İslam gibi terörist güçlerin faaliyet alanlarıydı.. Bundan dolayı Halebçe’yi Suleymaniye, Duhok vb... şehirlerle kıyaslamaya başladığımız zaman bir çok temel hizmetten yoksun kalmıştır.. Biz Halebçe’yi ziyaret ettiğimiz zaman kendi gözlerimizle bu gerçeği gördük.. Ama, geçenlerde Kürdistan Hükümetinin Suleymaniye idaresinin Başbakan yardımcısı İmad Ahmed Halebçe’ye yapılan yardımların yetersizliğinden söz ederken “Qeladiza ve Pencewin” gibi kazalara yapılan yardımlardan daha fazlasının yapıldığını verilerle veriyordu...3)Halebçe olaylarının tahrik edilmesi ve çığrından çıkarılmasının altında Kürdistan kazanımlarının düşmanlarının parmakları da vardı.. Yürüyüş esnasında taşınan bir pankartta halkımıza ve kazanımlarımıza yönelik düşmanlığın boyutları açık bir şekilde görülüyordu.. Söz konusu pankart “ NAMANEWE PARLAMAN, BİMANXENE SER ÊRAN” (Parlamento’yu istemiyoruz, bizi İran’a bağlayınız) yazısını içeriyordu... İstemedikleri Kürdistan Parlamentosu ve savundukları İran kanlı rejimiydi..4) Güney Kürdistan Hükümeti ve siyasal partileri bu güne kadar halkımızın kazanımlarını geliştirmek ve güçlendirmek için çok büyük adımlar attılar.. Bunlar tartışılamaz... Ama yaşanan ciddi yolsuzluklarda vardır.. Zaten kendileri de tartışıyor ve çözüm yolları arıyorlar.. Dikta rejimlerinde yolsuzlukları kimsenin tartışma hakkı ve cesareti olmaz... Herkes yolsuzluklar üzerine kurulu sistemden pay almak için onun bir parçası haline gelmeye çalışır.. Ama Kürdistan gibi, hâlâ tam olarak kurumlaşmış demokratik yapılanmalar olmamasına rağmen açık tartışan,haksızlıklara karşı çıkan, yönünü demokrasiye çeviren bir ülkede yolsuzluklar büyük tahribatlara neden olur.. Bundan dolayı Kürdistan Hükümeti ciddi bir temiz toplum kampanyasına girişmeli ve var olan Kürd kurumlarını işletmelidir..O zaman Kürd ve Kürdistan düşmanlarının içişlerimize karışma zemini ortadan kalkar..5)Kürd halkının düşmanları, sanat ve insan aklının düşmalarıdırlar.. Halebçe Anıtı’nın içinde bulunan Rebwar Said’in yıllara dayalı Halebçe’ye ilişkin tabloları ve 65 cıvarında başka ressamın tabloları onların yıkıcı faaliyetlerine hedef oldu.. Müzik, Resim ve dans düşmanlarının halkımıza sunabilecekleri fazla birşeyleri yok... Sonuç olarak Sevgili Bavê Rabûn, kim ne adına ve hangi bahanelerle olursa olsun Halebçe Şehidlerinin Anıtına saldırıyor ve yakıyorsa 40 milyon Kürde hakaret ediyor ve düşmanlık yapıyor demektir.Devam edecek Sevgili Bavê Rabûn 5 Kamuran Melikendi Senin büyük maceralar yaşıyarak geri döndüğünü duydum ve dönüşüne Rabûn ve Lerzan kadar olmasa da çok sevindim... Umut ederim ki sağlığına ilişkin sorunlarda yeni ve olumlu gelişmeler olmuştur.... Hepimizin umudu bu yöndedir.. Özgür Kürdistan hakkında var olan gözlemlerimi kısada olsa aktarmaya devam edeceğim.. Ama ben bu alana geldikten sonra aktüel duruma ilişkin gözetleme ve irdeleme kabiliyetimi kayıp ettim desem yanlış olmaz..Çünkü bu son yıllarda hayatın tüm alanlarında ciddi gelişmeler olmuş.. Ben Kürdistan’a geldikten sonra Kürdistan tarihine ve edebyatına ilişkin basılan binlerce yayınlanan kitap içinde kendimi kayıp ettim... Ben kendimi bir ilk çağlara ve bazende ortaçağa bırakmaya başladım..Bundan dolayı Federal Irak hükümeti hakkında aylardan beri tekrarlanan iyi niyet mesajlarından uzak kaldım... Ben yurt dışındayken Bağdat’ta yaşanan gelişmeleri çok daha yakından takip ederken Kürdistan’a geldikten sonra ilgilenmez oldum.. Ben Bağdat’ta yakınlaşırken o benden daha uzaklaştı.. Zaten Newroz günü burada olsaydın Bağdat ve Kürdistan arasındaki farkı daha doğrusu cennet ve cehenem arasındaki farkı kendi gözlerinle görürdün.. Newroz günü bir çok arap bölgesinde bombalı ve silahlı saldırılar olurken, Kürdistan bir bütün olarak bir eğlence alanına dönüşnüştü.. Biz Newroz sabahı Suleymaniye’den Hewlêr’e giderken gördüklerimize ve yaşadıklarımıza inanamıyorduk.. Çünkü tüm Suleymaniye halkı son model arabalarıyla eğlenmek için Pire Megruna, Qeredaxa, Qelaçolan’a ve Dukan’a varmak için yollara düşmüşlerdi.. Biz Suleymaniye’den Dukan’a vardığımız zaman gördüğümüz tablo karşısında hayetler içinde kaldık.. Dukan barajı ve gölü kenarına onbinlerce insan ve araba yığılmıştı.. Herkes bir yerleri kapmış grillerini ve içkilerini hazırlıyordu... Kürd kadınlarının ulusal giysileride o güzelim o Kürdistan baharına korkunç derece de bir çöşku ve renk vermişti... Kısacası Kürdistan bir renk cümbüşüne bürünmüş ve bir piknik alanı haline gelmişti... Biz Koysancax’a ve Hewlêr’e vardığımız zaman aynı durumla karşılaştık.. Sevgili Bavê Rabûn, Newroz günü tüm Kürdistan şehirleri çöl ve viran olmuştu.. Abartılı olmasın ama, tüm Kürdler şehirlerini terk edip dağlara, nehirlere, göllere ve kısacası Seyrangehlere akın etmişti.. Sanki Kürdler bir asır boyunca sömürgeci Irak rejimlerinin yaptıkları vahşetin intikamını eğlenerek almaya çalışyordu..Newroz günü Kürdistan yolları tek istikamate doğru işlemeye başladı.. Newroz sabahı şehirlere girmeye ve akşamda şehirlere girmek istiyenlerin durumu tersten otobana girmiş insanın durumunu andırıyordu... Bizde aynı durumu Hewlêr’de yaşadık... Ama Bağdat’ta yaşanan olaylar hiç bir Kürd’ün umrunda değildi.. Tabii ki siyasilerimızın adet yerini bulsun diye yaptıkları diplomatik açıklamaları bir kenara bırakırsak... Sevgili Bavê Rabûn, Biliyorsun ben daha önce yıllarca bu alanda yaşadım.. İyi anılarım ve kötü anılarım oldu.. Ben Kürd kazanımlarının temel kurumları oluştururken de ykılırken de bu alandaydı.. O dönemler çok zordu.. Kurdkuji savaşını desteklemenin “yurtsever”lik olduğu ve eleştirmenin “hain”lik olduğu bir dönemdi.. Ama şimdi durum tümden değişmiştir.. Kürdistan tümden inşaa ediliyor, her tarafta yeni binalar ve apartmanlar dikiliyor.. Halkın ekonomik durumu geçmişe göre alabildiğine iyileşmiş durumdadır.. Bugün özgür Kürdistan’da 4 milyon cıvarında insan yaşıyor ve bunlardan bir milyon insan maaşlı çalışıyor... Bu realite pek mantıklı olmasa da her aileye paranın girdiği anlamına geliyor.. Güney Kürdistan yeniden yapılırken yoğun bir şekilde dışardan işçiler gelmiş.. Özellikle Kürdistan’ın diğer parçalarından... Sevgili Bavê Rabûn, Eskide benim burada olduğum dönem pek fazla Kuzeyli Kürd yoktu... Şimdi bir çok alanda Kuzeyli Kürdler var.. Yıllar önce siyasi faaliyelerden vaz geçen bir çok insan şimdi tucar veya tacir olarak alanda çalışıyor... Şimdi herkes ticaret ve ihalelerden söz ediyor.. Bizim asayiş ve güvenlik güçleride eskide bize “hangi partidensınız?” diye sorarlardı.. Ama şimdi “hangi şirketesınız” diye soruyorlar... Şimdi burada herkes milyon dollarlardan söz ediyor.. Önceleri inanmıyordum. Ama sonradan farkettimki doğru söylüyorlar... Sevgili Bavê Rabûn sen Jack London’un Amerika’daki “altın arayıcıları”na ilişkin eserlerini okumuşsun.... Amerika’nın yerine Kürdistan, altının yerine parayı koydunmu var olan durumu kavrarsın.. Devam edecek... Sevgili Bavê Rabûn 6 KAMURAN MELIKENDI Sen Rio’da derdine çare ararken, biz Özgür Kürdistan’da yılların hasret ve kederini gideriyorduk... Ben elimden geldiği kadar Güney Kürdistan’da yaşanan siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmeleri sana aktarmaya çalıştım... Ama sana yazdığım mektupları okuyup okumadığını bilmiyordum... Yine de yazmaya devam ettim.. Ülkemizin Güney parçasında çok büyük gelişmeler yaşanıyor.. Ama benim en çok dikkatimi çeken husus ülkemizin bu parçasında tarihimize, kayip olan tarihimize ilişkin basılan kitapların çokluğuydu... Ben Suleymaniye ve Hewlêr kitap satıcılarının rütin müşterisi oldum... Özgür Kürdistan’da kaldığım bu kısa süre içinde tüm kitapçılar beni ve bende onları tanıdım... Bazıları benim şaşlığımdan yararlanarak bazı kitapları çok pahalıya satıverdiler.. Ama olsun, yüzlerce kitap Özgür Kürdistan’dan getirdim... Sevgili Bavê Rabûn, Özgür Kürdistan’dan döner dönmez ilk işim sana, Cenevre Üniversite Hastanesine varmaktı.. Sana Kürdistan baharının kokusunu, Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri canlı canlı anlatmak için geldim.. Ama bir gelip ve bir giden hafızan elvermiyordu, çok yorgundun... Hastane’yi dolduran dostların çokluğu birazda olsa derdleşmemizi engelliyordu.. Ben de hastaneye geldiğim zaman dilimi ve konuşma yeteneğimi kayıp etmiştim.. Seninle biraz konuşmak için kelime dağarcığımı Kürdistan’da unutmuştum.. Doktorlar senin tedavine son verdiklerinde, Salı günü evine gidebilirsin dediklerinde hepimiz gelecek sonun ne olduğunu hiç konuşmadan anlamıştık... Sen Rojhat’ta “Kim ölümden kaçabilir?” anlamındaki soruna o “hiç kimse” demesi gelip giden hafızanın arasına bir bomba gibi patladı ve hepimiz dilimizi kayıp etmişcesine sessizliğe büründük... Mirko’nun Celine’den yaptığı “yaşam eninde sonunda kötü biter” alıntı bu gerçeğe bir başka acı boyut verdiyordu.. Ölüm, yaşamımızın koruma meleği gibidir.. Bir gün gelir devreye girer ve “kötü sonla” bitirir.. Ama “hatırlananlar” ölmezki... Onlar hep bizimle ve yaşananlarla birlikte olurlar... Sevgili Bavê Rabûn, Sen eşine “arkadaşlar Kürdistan’da gelmişler. Eve götür, televizyon komandasını kendilerine ver,kendilerine yemek yap.. Ama bunlar Kürdistan’da “kêç” ve “sipî” gitirmişler... Mutlaka bunların elbesilerini yıka yoksa bizim evimiz bitlenir” didiğinde çok gülmüştük... 1986’dan güzelim Kürdistan’ı bırakıp sürgün hayatına başladığın zaman Kürdistan’ı hafızanda dondurmuştun.. Şimdi bize bu dondurulmuş halini anlatıyorsun... Bavê Rabûn sürgün tüm Kürdlerin kaderi oldu... Vatan hasreti, ülke aşkı hepimizi kemiren ve yaşamımızdan her gün bir parça alan olgular olarak duruyor.. Sürgün Kürdün ikiz kardeşi gibi bir şeydir.. Şimdi elimde Abdullah Qeredaxi’nin “ Tarih’te Kürd sürgünü” kitabı var... Asurlar, Babiller ve Romalar döneminde Kürd sürgünlerini anlatıyor... Hemde tarihi resimlerle dolu bir kitap... Sevgili Bavê Rabûn, Ben Cenevre’ye gelip seni ziyaret ettiğim zaman sana Kürdlerin kayıp sayfalarından birinin bulunduğunu müjdelemek istiyordum.Haftalardan beri ben ve MM’nin üzerine kavga ettiği bir bir sır var.. MM ve ben “kim daha önce bu sır gerçeğini çözdü” diye “kavga” ediyorduk.. Bu sır Sevgili Bavê Rabûn 2000 yıllık bir sırdır.. 2000 yıl boyunca bilinçli veya bilinçsiz gizlenen Kürd tarihinin altın sayfalarından biri sırıdır... Sana şimdi müjdemi veriyorum: SPARTAKUS BİR KÜRDTÜR!!!! Evet Spartakus Kürdtür... Nasıl asırlardan beri tüm Kürd düşmanları Kürdleri ulus olarak yoketmek için Kürdlerin tarihini çarpıtmaya ve Kürdleri başka halklara bağlıyarak yok etmeye çalıştılarsa, Spartakus’un etnik orjini üzerine de aynı spekülasyonlar yapıldı.. Bazılarına göre Spartakus “Romalı”, bazılarına göre “Yünan” bazılarına göre “ Afrikalı” hatta bazılarına göre ise Spartakus “aslı bilinmeyen” biriydi.. Ama bugün Spartakus’un Kürd olduğuna dair bizim elimiz de tartışma götürmeyecek tarihi bir belge var... Bu belgeye dayanarak sana Spartakus’un Kürd olduğuna dair müjdeyi vermek istiyorum... Bu belge, M.S 45 ve 127 yılları arasında yaşıyan büyük Yünan tarihçisi olan Plutarque’ın yaklaşık olarak M.S 100 yılında kaleme aldığı “Parelel Yaşamlar” adlı kitabının Crassus üzerine yazılan bölümüdür.. Max Gallo’da “Romalılar” adlı kitap serisinin ilk cildi olan “Spartacus”da bu gerçeği uzun uzun anlatıyor... Plurtarque’ın Spartakus’un etnik orjini hakkında ne dediğine şimdi bakalım. Plurtarque “Spartakus, Med asılı bir Trakyalıdır” diyerek geniş bir şekilde ona övgüler yağdırıyor... Son yıllarda Kürdler, Med tarihi üzerine çok ciddi araştırmalar yaptılar.. Medlerin tarihi ve etkinlikleri Kureyş sonrasındada kendisini gösteriyor.. Farslar ve Romalılar arasındaki iktidar kavgasında Medler yeniden tarih sahnesine çıkabiliyorlar... Bu konuya ilişkin bir çok belge var.. “Küçük Med”in başında bulunan bir Kürd Miri Romalılar ve Farslar arasındaki kavgayı vesile bilerek M.Ö 36 yılında bağımsızlığını ilan edebiliyor. ( Aram Davud, Sasaniler Döneminde Kürd Kilise Tarihi, sayfa 15.) Medlerin Romalılarla çok yakın ilişkileri vardı.. Bazı Kürd Mirleri Erzincan ve Malatya’yi yönetiyordu.. Bazı Med mirleri ise Romalılar tarafından Kürdistan ve Ermenistan’ın başına atanmıştı.. Evet sevgili Bavê Rabûn bu konuyu daha fazla uzatmadan sana söyleyebileceğim, Kürdler yavaş yavaş yok edilmek istenen tarihlerinin küçük parçacıklarını yanyana getiriyorlar... Bir halk yeniden tarih sahnesinde yer almaya çalışırken, Spartakus gibi dünyaya mal olmuş, dirinişin sembolu olan birinin Kürd olması tarihsel önemdedir... Spartakus, Kürdlerin ulusal kollektif hafızasında temel bir taş olarak yerini alacaktır.. Kürdler, sokaklarına Spartakus ismini verecekler... Kürdistan sokaklarında Spartakus heykelleri dikilecek... Çocuklarımız okulda Spartakus’un yaşamı ve mücadelesini okuyacaklar.. Kürdler çocuklarına Spartakus ismini verecekler.. Çünkü, Spartakus bizden biri ..... Zaten o hep bizden biri oldu.. Ama biz sürgünde olan bir Kürd’ün izini 2000 yıl sonra bulduk... Devam edecek Sevgili Bavê Rabûn 7 Kamuran Melikendi Sana yine Güney Kürdistan izlenimlerimi anlatmaya devam edebilirim.. Ben sana 1997 ve 2006 yillari arasinda korkunc degismelerin oldugunu anlatmaya calismistim.. Ben Güneyde kaldigim süre esnasinda Kürdistan bazarlarinda gecmiste yogun bir sekilde bulunan ve simdi yok olmayla karsi karsiya kalan bazi yerli mallara deginmek istiyorum.. Seninde bildigin gibi ben yillardan beri tütünden baska sigara icmeyen Kürdlerden biriyim.. Ben Güneyde kaldigim zaman Güney Kürdistan caddelerinde tütün satici Kürdler vardi.. Hepsi sira halinde bir caddenin kenarinda oturur ve tütünlerini satarlardi.. O dönemler tütün saticilarinin ezici cogunlugu kendileri de tütün icicisi olan ihtiyar veya yasi ilerlemis Kürdlerdi.. Ben o dönem tütün almaya giderken cesit cesit ve rengareng Kürd tütünlerini görür ve zevkime göre bir tanesinden bir kilo alir uzun süre icerdim.. Güney Kürdistan’in Baziyandan Garê daglarina kadar yayilan genis secenekli tütün seceneklerimiz vardi.. Bende o dönemler ekonomik imkanlarim el verdigi zaman hep Garê tütününü icerdim.. Garê tütünü diger tütünlere göre 3 yada 4 kat daha pahaliydi ve tadi harikaydi.. Bazen insan dayanamiyor ve kendi kendisine „ölüm Garê tütününde olsun“ diyordu.. Sevgili Bavê Rabûn, sen Muslu bir tütün sarafi olarak Semzinan tütününü bilirsin... Garê tütünü Semzinan tütününün ikiz kardesidir.. Kürdler asirlar boyunca bu tütünleri icti.. Bin sekiz yüzlerin ortalarinda Fransizlar Semzinan’da tütün ekip kendi ülkelerine aktardiklarini ve o dönemler Fransiz „girêgir“lerinin Semzinan tütününü ictigini biliyorsun... Iste Garê tütünü Semzinan biraz kokulusu ve dünyanin harika tütünlerinden biridir.. Her ne kadar Türkler ve Arap ülkemizi parcalayip, sinirlari cizdilersede Garê ve Semzinan topraklari dünyanin bu esine ender rastlanan tütününü üretmeye devam ettiler. Ama bu sefer ben Güney Kürdistan’i ziyaret ettigim zaman carsiyi gezdigimde shoke oldum.. Cünkü, tütün bazari kalmamis.. Artik sokkaklarda sira halinde oturan tütün saticilari yok... Buna karsilik Kürdistan carsilarini dünyanin tüm sigara cesitleriyle donatilmis.. Her sigaraninda birinci sinifindan dört veya besinci sinifina kadar.. Yani kisacasi hepsi sahte.... Sahte olmayanlarda cok pahali ve ortalikta yoklar... Benim basimdan gecen bir olayi sana anlatayim... Ben tütün bulmayinca mecbur kalip „normal“ sigaralari icmeye basladim.. Zaten hepsi saman gibiydi.. Ben Rothmanns adli sigarinin 3.yada 4.kalitesinden bir kac paket aldim.. O kalitenin fiyati 2000 dinardi.. Ben aldigim sigaradan bir tane yaktim, ama kendimide yaktim!!! Cünkü atesi sigaraya götürdügüm an sigaram ates düsmüs bir bozkira döndü... Tüm dumani icime cektigimden dolayi öksürmeye basladim.. Ben hemen sigara saticisina gitim ve kendisine „sen bana yanlis sigara verdin“ dedim... O da özür diledi ve seyar arabasinin alt taraflarinda yine bir Rothmanns cikardi ve bana „ bu hakikidir“!!! dedi.. Ben de saf saf sigarami aldim ve geri döndüm.. Ama biraz sonra yine bir sigara yaktigim zaman Kürdistan „serbest bazarinin“ kurnaz kurtlarindan biri tarafindan kandirildigimi farkettim, ama is isten gecmisti... Tabii ki bu arada yanimda olan arkadasin esprili takilmalarindan da payimi aldim.. Ne de olsa biz Kuzeyliler hep kurnaz ve cok „bilmis“ geciniriz ya... Kürdistan tütününün böyle sessiz ve sedasiz Kürdistan bazarlarini terketmesi benim hic hosuma gitmedi ve bende korkunc bir burukluk birakti.. Sadece tütün meselesi degil Kürdistan yerli mallarinin hepsi ayni akibeti yasiyor... Bir baska örnek: „Pirincê Kurdî“(Kürd pirinci) Daha önce insan Kürd pirincini pazarlarda yaygin bir sekilde buluyordu... Disardan getirilen pirinclerle rekabet eden bir ürün olarak Kürdistan pazarlarinda boy gösteriyordu.. Ama bu sefer Kürdistana vardigim zaman bir baska gercekle karsi karsiya kaldim.. Kürd pirinci de elini ve kolunu pazardan cekmis durumda... Ben disardan gelen bazi arkadaslara Kürdistan’da üretilen ürünlerden bir yemek hazirlamak istiyordum... Onun icin carsida gezerken hep yerli mallara bakmaya calisiyordum... Büyük Baban sairi Salim’in ismini alan ve Suleymaniye’yi boydan boya kesen cadde de pek bir seye rastlamadim..... Mewlewi caddesi de öyle... O arada ben her gelen ve gidene „Nerede Kürd pirinci bulabilirim?“ diye soruyorum.. Herkes elbirligi yapmis gibi Babanli Ibrahim Pasa’nin Suleymaniye ortasinda dikilen görkemli heykelindeki jesti yapip bana „Mizgefti Gewre“nin alt tarafindaki Mewlewi caddesine inen sokkagi gösteriyorlardi... Sabunkerandan Baxtiyariya herkes Mizgefti Gewre’yi gösteriyordu... Oraya vardigimiz zaman dünyanin bir cok alanindan getirilen pirincler icinde „pirincî Kurdî“ kosesine cikilmis ve yetim, sahipsiz cocuklara benziyordu... Var olan pirincler icin de kayip olmamasi icin torbanin üstünde bulunan bir kartonun üzerine aramice harflerle „Pirincî Kurdî“(Bazîyan) ve „Pirincî Kurdî“(Akrê) yaziyordu.. Eger o isaretler de olmasaydi Kürd pirinci Kürdistan pazarinda sahipsiz ve kayip olmustu.. Eger bu durum devam ederse Kürdistan pirincide Kürdistan bazarlarini tümden terk eder.... Ben hemen o esnada bir kilo Baziyan ve bir kilo da Akrê pirincini aldim... Ben yillar öncesi Akrê pirincini cok yemistim tadi baskaydi ve damaklarimi hâlâ terketmis degildi.. Ben pirinci alirken yanimdan duran bir bayan arkadas „sen bu pirincten ancak sutlac yapabilirsin“!!! diye takiliyordu.. Arkadaslarin pirincin gercek tadina varmasi icin bu sefer „Runê Kurdî“yi aramaya koyuldum.. Ama, Kürd tereyagida piyasada kalmamis.... Neyse yine ayni sokakta bir dukanda bir naylonun icinde terkedilmis ve caresiz „runê Kurdî“yi buldum.. „Terkedilmis“ ve „caresiz“ derken Türkiye, Iran ve baska ülkelerde getirilen yaglarin paketlenmesi, piyasadaki yogunluklarini görünce insan sasiriyor ve baska bitimleme bulamiyor. Daha sonra kapali carsinin yakininda ve Mewlewi caddesinin sag yamacinda bulunan manav ve kasaplara ugradik.. Bol miktarda yesillik aldik... Ama kasaplarda et bulmak kendi basina bir sorundu.. Cünkü, Suleymaniyeliler ögleden önce kasaplara akin akin gidip, en iyi etleri aliyorlar... Biz ise aksam saat 17.00 civarinda saskin saskin kasaplar arasinda mekik dokuyordum... Herhalde bir kasabin bize acimasindan olacak ki, hastaneye götürmesi gereken etten bir iki kilo bize verdi.. Daha sonra biz Akrê pirinciyle yapilan pilav, saatlerce kaynatmaya biraktigimiz haslanma, salata, yesilik ve Kürdistan’in o güzelim „kerenkleri“yle güzel bir masa donatik... Tabii ki A.B’nin Güney’e getirdigi ve daha sonra iflasa ugradigi „Nosh“ adli sarabini da yanina actik... Ama, arkadaslarin „sutlaclik“ dedikleri Akrê pirincinden harika bir pilav oldu, bir tencere pilav kisa süre de talana ugradi hic bir sey kalmadi.. Eger Akrê pirincine kullandigim Kürd tereyagini ay cicegi yagiyla kesmemis olsaydim, gece kesilen elektrik ortaminda „Abdestxane“nin yollunu bulmak cok zor olacakti. Ama Sevgili Bavê Rabûn, Kürd pirinci de piyasayi terketme durumuyla karsi karsiya kalmis....... Güney Kürdistan bazarlari kalitesiz yabanci mallarla dolmus durumda... Bunun basini ceken de Türkler...... Türk sirketleri büyük ihaleler elde ederken, en basit esyanin her cesiti de Türkiye’den Kürdistan’a aktariliyor.. Kürdistan’da yerli mal can cekisiyor... Kürdistan serbest bazar... Baska güclerle rekabet edecek üretici ic dinamikler hâlâ harekete gecirilmis degil.. Kürdistan bir tarim ülkesi olmasina ragmen, Kürdistan bazarlari yabanci ürünlerin isgaline ugramis.. Simdi bana Neo-liberalizm denilen olayin bu oldugunu söyleyeceksin.. Evet, genel olarak dogrudur. Ama, bir cok Avrupa ülkesi kendi ic pazarlarini güclendirmek ve tarim üreticilerini korumak icin bir dizi tedbirler aliyorlar ve tesvik fonlari var.. Sevgili Bavê Rabûn, Ben Kürdistan’da tarim ve sebzecilik alanda yasanan bu duraganligi bazi cevrelere sordugum zaman aldigim cevap cok komikti.. Bana „bir kac yildir yagmur yeterince yagmiyor“ diye cevap veriyorlardi... Bu verilen cevap beni tahmin etmiyordu.. Kürdistan tatli su kaynaklariyla dolu... Avareshten Zaplara, Xaburdan Dukan ve Baziyan barajlarina sahip bir ülkede tarimin durumu bu olmamaliydi.. Israilliler cöl ortaminda sebze ve meyve bag ve bahcelerini olusturduklari anlatmak istedim ama vaz gectim.... Tatli sularin varligi Kürdistan jeopolitiginde oynadigi rolü düsündükce, var olan gidisat hic hos degil... Artik korku günleri geride kalmis... Kürdistan’da yapilan yatirimlar ve dikilen büyük yapitlar bu basit gercegin ifadesidir. Kürdistan sahip oldugu tatli sulariyla, iklimiyle ortadogunun tümünü besleyecek tarimsal özelikler tasiyor.. Ama bugün her sey disardan geliyor.. Ben Mizgefti Gewre’nin önüne sabahtan aksama kadar yigilan ve is arayan Araplari görünce tarihin cilvesi diye düsündüm.. Ama Kürdlerin üretimden uzaklasmasi ve yapmasi gereken islerini yabanci iscilere havale etmesi beni kara kara düsündürdü.. Sevgili Bavê Rabûn, Saddam döneminde yikilan köylerin yeniden yapilanmasi ve tarimin tesvik edilmesi gerekir.... Kürdler, var olan ekonomik potansiyelini kullanirlarsa Kürdistan’da ne yetismiyorki... Baxtiyar’in evlerin bahcelerindeki portakallari ve zeytinleri görünce bu ülkede her seyin yetisebilecegine kanaat getirdim.. Sevgili Bavê Rabûn, Kürdistan tatli sularin diyari olmasina ragmen, yüzlerce dogal su kaynagina sahip olmasina ragmen, Kürdistan bazarlari yabanci ülkelerinin siseler icinde satilan sularinin isgali altindadir.. „Metin“ adli bir „Kürd suyu“ piyasaya sürülmüs, ama hâlâ kürdistan’in kücük bir bölgesinde büyük devlerle rekabet ediyor.. Seni daha fazla yormadan yazimin bu bölümünü burada kesiyorum. Kendine iyi bak Öpüyorum.. K. Melikendi Devam edecek... Sevgili Bavê Rabûn 8 Kamuran Melikendi Ben gezegenizde yasanan son saglik olaylari görünce biz insanlar olarak „ne ekiyorsak onu biciyoruz“ degimi aklima geliyor.. Gecenlerde biz bir grup arkadas bir evde kaliyorduk.. Kaldigimiz evin iki tarafida disariya bir kac pencereyle aciliyordu.. Güvercinler evin ön penceresinin tam üstünde yani catinin tam altinda yuva yapmislardi.. Evin ön cephesine acilan oda da iki arkadas kaliyordu.. Basin ve yayin organlari durmadan „Kus gripi“ üzerine konusuyor ve „vatandaslarin dikkatli“ olmasini salik veriyordu.. Oda da kalan iki arkadas arasinda cati altinda yuva yapan güvercinlerin yarar ve zararlari üzerine bir sohbet basliyor.. Sonunda pencere kime daha yakin onun hastaliga „yakalanma“ sansi daha fazla diye tartisma daha ciddi boyutlara variyor.. Biz sahah kalktigimiz zaman „duvar ustalari“ gelmis, merdivenleri dayatmis „güvercin yuvalarini“ kapatmaya calisiyorlardi.. Duvarcilarimiz „yuva yikicilari“ olarak aklima takildilar... Eskiden beri bizde „yuva yikmak“ en büyük „gunah“ti... Biz kücükken böyle girisimlerimiz olurdu. Ama büyükler tarafindan hep azarlanirdik.. Daha sonra güvercinler bizim kaldigimz tarafa gecip ve cati altinda yuvalarini yaptilar.. Biz bir sey yapmadik tabi.... Onlar rahat rahat yineden yuvalarini insaa ettiler. Ama tüm bu kuslar hakkinda anlatilanlara bakilirsa gün gelir ucan kuslar bizim ezeli düsmanimiz olur. Biliyorsun yillar önce bir „deli dana“ hikayesi vardi.. O dönemler insanlar kirmizi etten kacip tavuk ve hindi etlerine saldirmaya basladilar.. Hatta piyasalar hindi ve tavuktan yapilmis dönerlerle dolmaya baslamisti.. Belli bir dönem sonra bu sefer „kus gripi“ gelmeye basladi.. Bu sefer insanlar sigir etlerine ve baliklara kaymaya basladi.. Baliklarinda cevre kirlenmesi neticesinde zarar gördükleri, kirildiklari ve sagliga zararli hale geldiklerini biliyoruz... En son örnegi Cernobil felaketi döneminde yakindan görülmüstü.. Sevgili Bavê Rabûn, Biz insanlar, cevreyi yok ederken, baliklari, hayvanlari ve kuslari zehirli birer canavar haline getirirken, acaba tarih sürecini tersine mi ceviriyoruz... Düne kadar hayvanlar, kuslar ve baliklar bizden kacarlardi.. Biz onlari nerede bulsaydik öldürür, etlerini yiyerdik.. Bu da yetmiyor gibi derilerinden kendimize lüks sayilan elbiseler, parkeler ve ayakkabilar yapiyorduk.. Hangi hayvan daha ender ise onun derisinden yapilan seyler daha degerli olmaya basliyordu.. Simdi insanlar yavas yavas gecmisteki kurbanlarindan korkmaya basliyorlar.. Dünya devletleri komisyonlar olusturup kuslarin göcü süreclerini ve gecis güzergahlarini inceliyorlar.. Herkes kendisine göre bir tedbir aliyor ve umutlar dagitiyor.. Sevgili Bavê Rabûn, Eger insanlar cevreyi daha fazla tahrip ederlerse, tüm canli varliklar potansiyel düsman durumuna gelirse insanlar yasar? Her halde baliklarin korkusunda denizlere ve nehirlere girme yasaklanacak!!! Karadan yasiyan hayvanlar ve ucan kuslar cok büyük sorunlar yaratacaklar.. Kuslar uctugu zaman veya sehirlere girdigi zaman insanlar „kuslar geliyor“!!! diye evlerine kacacaklar.. Kuslarda insanlarin kendilerinden korktuklarini görünce insanlara daha yakin mesafede hareket edecekler.. Bundan dolayida insanlar kendilerini kuslardan korumak icin „kafes elbise“ yapacaklar.. Hayvanlar daha özgür, kuslar daha serbest ve baliklar daha cogaldikca insanlar kaptiklari hastaliklar yüzünden daha da azalacak ve „kafeslere“ kapanacaklar... Ne ilginc olur degil mi Sevgili Bavê Rabûn, Artik o zaman arenalarda boga yarislari yapilmayacak...... Horoz dögüsü, at yarisi tarihe karisacak!!!... Insanlar ucan kuslardan korkacaklar!! Belki de insanlar mevsimlere göre kuslarin tersine göc ederler... Ne bileyim.... Biz her seyi cok kolayca yakip ve yikiyoruz.. Dünyanin dengesini bozarken, kendi varligimizida tehdit altina sokuyoruz... Cok karamsar bir yazi oldu, ama olsun. Kürdistan baharindan kar yagan bir ortama düstüm... .. Kendine iyi bak Hosca kal K. Melikendi Devam edecek Sevgili Bavê Rabûn 9 Kamuran melikendi Ben geçenlerde Türk Başbakanı R.T.Erdoğan’ın Dersim’de yaptığı açıklamaları okuduğum zaman, Kürdistan’da bazı çevrelerin bu güdümlü ‘Kasım Paşa kabadayısına’ ilişkin yaydıkları ham hayalleri yeniden düşünmeye başladım... Sadece onun Amed’te “Kürd sorunu var” demesini değil, Suleyman Demirel’in “Kürd realitesini”; Tansu Çiler’ın “ İspanya Modelini” seslendirip sonrada “Çark” etmelerini birer birer düşünmeye başladım... Erdoğan Dersim konuşmasında yine Kürdistan halkını aptal yerine koyarak daha önce söylediklerini de kurnazca tümden bulanıklaştırıp anlamsızlaştırdı.. Erdoğan ne diyor? “Türkiye’de Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Boşnak, Abhaz ve Arnavut var” ve kendisine “Kürd sorununun var” olduğu söylemi hatırlatıldığında “Ben Türkiye’de her etnik unsurun sorunu olduğu gibi Kürd kökenli vatandaşlarımızında sorunu var dedim” diyor.. Ondan sonra Erdoğan hava durum raporu verircesine “bölgelere” ilişkin sorunları genelleştiriyor.. Daha sonra Erdoğan bildiğimiz 82 yıllık ve milyonlarca Kürd’ün kıyımına neden olan sloganı atmaya başlıyor: “Tek bayrak Türk Bayrağı, tek millet Türk milleti”... Türkler “hiç bir şeyi değiştirmemek için değişiklik yaparlar” ve değişik söylemlerini her zaman tekrarlarlar... Burada tek bir amaçları var: Kürdlerin saflarında ayrılıklar, yeni taraftarlar ve kaos ortamını yaratmaktır... Onlar bu “kirli amaçlarına” her zaman vardılar ve Kürdler her zaman onların oyunlarına alet oldular... Bu tarihsel süreç Kürdlerde trajediden komediye hep tekrarlandı, durdu... Sevgili Bavê Rabûn, Aslında biz tarihimizden biraz ders almış olsaydık, tüm bu başımıza gelenler bu kadar tekrarlanmazdı ve biz hâlâ Türklerin, Arapların ve Farsların sömürgesi olmazdık.. Ben Abdulreqib Yusuf’un “ Osmanlı Belgelerinde Bedirxan Devrimi” adlı çalışmasını okuduğum zaman, Osmanlıların Kürdlere oynadıkları oyunlar hiç te bugün yapılanlardan farklı değildi... Büyük Mir Bedirxan Kürd beylerinin büyük çoğunluğunu, hatta Ardelan Beyleri de dahil, Osmanlı barbarlarına karşı bazılarına göre “Peymana Pîroz”, diğerlerine göre “Ulusal Sozleşme” adı altında bir araya getirirken, Osmanlılar hemen harekete geçip, ayrılıkları körüklemeye, iç çelişkiler yaratmaya, umut satmaya ve çeşitli boş sözler vermeye başladılar... Osmanlılar, Asurileri Mir Bedirxan’a karşı “kışkırtmaya ve vergileri vermemeye”(1843) teşvik ederken Batı dünyasından Mir Bedirxan’a karşı destek kazanmaya çalışmaları bir yandan sürerken; diğer yandan Kürdlerin gözlerini boyamak, Bedixan’ın “Bağımsız Kürdıstan Devletini kurma girişimini boşa çıkarmak amacıyla, “Kürdistan Eyaletini” kurmaya başladılar( 23.12.1846). Osmanlılar tüm güçleriyle Büyük Mir Bedirxan’ın önderliğindeki Kürdistan devrimine saldırırken, Kürdler Dersim’de Ali Şaxi Hüseyin komutasında, Diyarbekir’de, Wan’da, Hakari’de, Botan’da ve Doğu Kürdistan’da direnişteydi... Ama, Türkler Büyük Mir Bedirxan’ın yeğeni Yezdan Şêri satın almıştı.. Yezdan Şêr savaş esnasında Kürdistan’ın başkenti olan Cizire’yi ele geçiryor, ama şehir alındıktan sonra var olan demoralisasiyon ortadan kaldırılamadı... Kürdistan devrimi büyük bir yenilgi aldı.. Tabii ki bugün elimizdeki belgelerde görülüyorki, Yezdan Şêr savaşın başlamasından önce Türklerle ilişkiye geçmiş ve Yezdan Şêr’in anası “Hatem’ın Kızı Hatun”un Kürd katili Osman Paşa’ya gönderdiği bir mektupta bu belgeler içindedir.. Yezdan Şêr’de Cemilê Çeto gibi ‘Kerê de keto’ olduktan sonra ikinci bir direnişi başlattı, ama o ad yenilgiden kurtulmadı... Sevgili Bavê Rabûn, Aslında Türklerin ne söyledikleri pek bir anlamı yok.... Sorun bizde... Sorun Kürdler de... Sorun Kürdlerin siyasal önderliğinde, aydınında, aşiretinde, kısacası sorun hepimizde... Çünkü biz kendi ulusal davamız çerçevesinde birleşemiyoruz... Çünkü, biz kendi devletimizi kurmak için bir “Ulusal Sözleşme” yapamıyoruz... Çünkü biz birbirimizi yemeği, kırmayı ve yok etmeyi gelenek haline getirmişiz.. Hacî Qadrî Koyî daha önce bu yaramıza parmak basmış ve Kürdlerin birbirleriyle olan ilişkilerini “ ateş ve barut” bazında ele almıştı... Sevgili Bavê Rabûn, Ben Dr. Kemal Mazhar’ın “Çend rûpel di Dîroka Gelê Kurd de” adlı eserin “Derdê Kurd Ji Xatu Bell ve heta Mahmud Zamdar” adlı bölümü okuduğum zaman, Zamdar’ın Kürdlerin birbirlerini yemesi olayını “Derdê Kurd” olarak tanımlaması tam yerindedir.. Biz Kürdler “Kürdün derdi” olan bu tarihsel hastalıktan kurtulmamız lazım.. Yazarlarımız birbirini sevmiyor.... Tarihçilerimiz birbirlerine düşman... Edebiyat uzmanlarımız birbirlerinin kanını içseler doymazlar.. Politikacılarımız birbirlerine o kadar düşman derecesine gelmişlerki, ancak Kürd düşmanları onları yanyana getirebilirler.. Eskide Ortadoğuda uzun süre kalmış ve 1800 yıların sonlarında ve 1900’lerin başlarında bölgeye ilişkin bir çok kitap yazmış ve Kürdleride yakından tanıyan Gertrude Bell mektuplarından Kürdlerden de söz ediyor ve şöyle diyor: “Din adamları yarı okumuşlar................ Her biri ne kadar şeytandan (Êzidi Kürdlerden özür diliyorum) nefret ediyorsa, onun kadar birbirlerinden nefret ederler... Nasıl Kürd devletini kurararlar” diye soruyor.. Tamda doğru olmasa dahi, dikkate alınması gereken bir değerlendirme. Böyle bir ortamda Amed halkı hep başsız kalacak, boyle bir ortamda Serhildanlar hep yenilgiye mahkum olacaklar... Kürdler, “Derdê Kurd” olayından kurtulmalı, eğer bu derde çare bulamiyorlarsa, “Loqman Hekîme” oda olmasa son dönemlerde belgelerle Kürdlüğü ispat edilmiş İbni Sina’ya başvursunlar.. Bu “derdê Kurdü” öldürüp ve bir daha dirilmemek için gömmek gerek... Kendine iyi bak Bavê Rabûn, Kendine iyi bak, Şevbaş K.Melikendi Sevgili Bavê Rabûn 10 Kamuran Melikendi Ben sana geçenlerde Spartaküs’ün Kürd olduğunu yazmıştım... Bir çok arkadaş ve dostan olumlu ve yerinde tepkiler aldım.. Spartaküs’ün Kürd olmasının tarihsel önemi ve biz Kürdlerin yeniden uluslaşma sürecini yaşadığımız bu ortamda bu olayın eşi bulunmaz birleştirici bir unsur olduğu bilincindeler.. Bazılarımız ise bu olayı,sanki sıradan bir şeymiş gibi gördük ve fazlaca önemsemedik.. Çünkü biz Kürdler hâlâ kendi tarihimize, kültürümüze ve halkımızın tarih boyunca yarattığı değerleri gün ışığına çıkarmış değiliz.. Kürdler ve Kürdistan tarih boyunca hep işgallere uğradı ve Kürdler de işgallere karşı dürendi... Kürd tarihi bir anlamda işgal ve ona karşı direnme tarihidir. Tabii ki tüm bu işgaller Kürdistan’da var olan alt ve üst yapılanmasını yeniden sıfırlayabiliyordu... Kürdler de yeniden “sıfır”dan başlayıp yaşamını kurmak zorunda kalıyordu.. Bırakalım daha eskilere gitmeye, bu günlerde okuduğum bir kaç kitapta Kürdlerin başına gelen felaketlerin ve Kürdlerin Kürd düşmanları tarafından nasıl ölüme gönderildiğini daha açık bir şekilde gördüm.. Bu kitaplardan biri “Kürdlerin Horasana tarihi göçü” adını taşıyor.. Bugünkü tarihimizin kayıp bir çok sayfasını açığa çıkaracak bir tarihi eser... Ben burada bu kitabın içeriğinden söz etmeyeceğim.. Soz etmek istediğim husus İran Şahları Kürdleri Horasana yerleştirirken dışardan gelen saldırılara karşı Kürdleri kalkan olarak kullanıyorlardı.. Özbeklerin, Hintlerin, Rusların tüm saldırılarına karşı, Yavuz Sultan Selim’inde yaptığı ve dediği gibi Kürdlerden sınır boylarında “etten bir duvar” oluşturuyorlardı.. İran Şahları bölgenin hakimiyetini Kürdlere vermişlerdi.. Dışardan gelen tüm saldırılara Kürdler hedef oluyor ve dışarıya yapılan tüm saldırılara yine Kürdler önderlik ediyordu.. Yani kısacası Enver Paşa nasıl Sarıkamış’ta Kürdleri kara kışa sürüp imha ederken, onlarda her savaşa kalkan olarak Kürdleri kullanıyorlardı.. Bir başka eserde P.İ. Eviryanov’un, bir asır önce kaleme aldığı “Rusya’nın İran ve Türkiye ile olan savaşında KÜRDLER” adlı eseridir.. Bu eserde yazar 1804, 1806,1812,1813, 1826,1827, 1828; 1853-1856 ve 1871 yıllarında yapılan savaşlarda Kürdlere ilişkin çok ciddi belgeler vermektedir.. Rusya, Türkiye ve İran tüm bu savaşlar boyunca bir yandan Kürdleri kendi tarafına çekerken, diğer yandan Kürd kamliamlarını yapmaktalar... Çünkü o dönemler Erivan, Karabağ ve Azerbeycan Kürd beyleri tarafından yönetiliyorlar... Yazarın anlatımlarına bakılırsa bu devletler her biri kendi sömürgeci çıkarları için Kürdleri kıyımdan geçiriyor.. Yazar, Kürdleri saldırı ve talanlarına geniş geniş yer verirken, aynı zaman da övünerek Kazakların Kürd köylerine yönelik cezalandırma ve talanlarına yer veriyor.. Sayın Rohat Alakom’un Kars bölgesindeki “Torunlarla” ilgili çalışmasınıda bu açıdan değerlendirmek gerekir.. Kürdler sömürgeci güçler tarafından hep sınırlara sürüldüler ve dışardan gelen tüm saldırılarda hedef tahtası haline getirildiler.... Biz Yavuz Sultan Selim döneminde Kürdlerin sadece Sefevilere karşı “etten geçilmez duvar” olarak biliyorduk... Hayır aynı zamanda Yavuz Sultan Selim Kürdleri Rusya sınırına ve Kafkaslara da yerleştiriyor(Şah İsmail ve Çaldıran savaşı adlı eser).. Çaldıran savaşı esnasındada savaş cephesi dışında korkunç Kürd kıyımları oluyor.. Sevgili Bavê Rabûn, Bunları sana anlatmamın nedeni, sınır boylarına kıyıma sürülen “kahraman Kürdlerin” hikayesini anlat için değil.... Vurgulamak istediğim sadece bugün bildiğimiz Kürdistan çoğrafyasında milyonlarca “meçhul Kürd askerleri” yok, bir o kadarıda sınır boylarına sürülen ve kurbanlık koç olarak kullanılan Kürdler var.. Tüm bunlar tarihimizin bilinmeyen veya unuturulmak istenen gerçekleridir.. Sana asıl anlatmak istediğim düşmanlarımız nasıl fiziki kıyımımızı “unuturmaya” çalıştılarsa, kültürel değerlerimizi de unuturmaya çalıştırdılar... Kürdlerin devletsiz oluşundan dolayı, bir çok Kürd aydını ve bilim adamı tarih içinde sömürgeci metropollere akın ederek ve oralarda Kürdçenin dışındaki dillerde eserlerini yazdılar.. Bu Kürdlere hep başkaları sahip çıktı... Bu insanlara ve orjinlerine ilişkin “resmi” tarihler yazıldı ve sahiplenildi.. Bizde bu Kürd şahsiyetlerini hep başkalarının bize empoze etmeye çalıştığı gibi gördük... Çünkü tarihimize ve kültürel değerlerimize karşı tarih boyunca bir vandalizm vardı ve hâlâ da devam ediyor... Bugün sana anlatmak istediğim Kürd şahsiyeti, NİZAMİ GENCEWİ dir... NİZAMİ GENCEWİ KİMDİR? Nizami Gencewi 1140 ve 1209 yılları arasında yaşamış Dante, Shakespeare, Puşkin gibi dünya edebiyatının en önemli yazım ustalarından biridir... Nizami Gencewi’nin eserleri yüzyıllar önce dünyanın belli başlı dillerine çevrilmiş ve dünya kültür hazinesine mal olmuştur.. Belki sende okumuşsun.. Sana bir kaç eserini vermek istiyorum.. İskendername, Xusrev ve Şirin, Leyla ve Mecnun, Yedi Güzel(bu güzellerden biri Kürdtür) ve İskendername... Nizami Gencewi eserlerini o dönem farsça yazıyor... Ama kim Nizami Gencewi’ye sahip çıkıyor? Türkler ve Azeriler.... Türk edebiyatını okuduğun zaman, Nizami Gencewi “büyük bir türk şairi” olarak tanıtılıyor.. Azerbaycan’da “Ulusal Şair” ilan edilmiş ve her tarafa heykelleri ve büstleri dikilmiş... Ama Nizami Gencewi “Naxciwan Kürdlerinden” olan Aliyew ailesi gibi “aslını inkar” etmiyor ve gururla övünerek onlardan söz ediyor.. Nizami Gencewi Gence şehrinde dünyaya geldi... Bundan dolayı, Azeriler hemen Nizami Gencewi’ye sahip çıktılar... Ama tarihsel gerçekler başka.... Nizami Gencewi’nin kendisi Leyla ve Mecnun adlı eserinde “Ger maderi min reyîse Kurd Mader siftane pêş min mird” diyerek anasının Kürd olduğunu, “Şeddadi Miri’nin kızı”oldugunu(.A.Muziri) söyler... Nizami’nin kendisi “Heft Piker w Şerefname” de İskenderin tarihçesi üzerine duruyor, “Abhaz vilayeti, Alan, Erag,Gence ve Derbend’in hepsi İran’a bağlı olduğunu ve Abhaz vilayetinin Med kökenli Dewali adlı bir Kürd tarafından yönetildiğini ve tüm Ermenistan’ında onun hakimiyetinde olduğunu”yazıyor.. Ayrıca Nizami’nin dogduğu Gence şehri Eran vilayetinin dahilinde olan bir yerleşim alanıdır.. Ermenistan ve Azerbaycan bölgeleri 945 yılından 1200 yılına kadar Rewadiler, Ahmediler ve Şeddadiler Kürdleri tarafından tam 255 yıl yönetildi... Yani bu 3 Kürd devleti esas olarak bu alanlarda varlık gösterdi.. Yine vurgulamaktan yarar var... Bugün Karsa bağlı olan ANI şehri 11 yüzyılda Rewadi Kürdlerin başkentiydi.(Selahadin Eyubi’ninde kökeni onlara dayanıyor).. Ayrıca Nizami Gencewi şiirlerinde “dayısı Kürd Ömer’in yiğitliğine, kahramanlığına ve mertliğine “ bolca övgüler yağdırıyor.. Nizami Gencewi eserlerinde babası üzerine durmuyor.. Kürd araştırmacısı A. Muziri “Nizami’nin babası Gence’ye göç eden Irak Kürdlerinden olduğunu” ve buna ilişkin olarak Nizami’nin kökenini Irak’a bağladığına ilişkin bir şiir aktarıyor.. Ayrıca Muziri tarihçi Qezwini de bir alıntı yapıyor ve ö dönemler “Gence bir sünni” şehriydi, yabancıları sokmuyorlardı... Azeriler ise Şiiler.. Sonuç olarak Nizami Gencewi ve Kürdler araştırmacılar için Keşifedilmemiş tarihimizin sayfalarından biridir.. Umut ediyorum ki, araştırmacılarımız bu konuya el atar ve Gencewi edebiyat tarihimizde gereken yerini alırSevgili Bavê rabûn 11 Kamuran MelikendiHaftalarca beklenen o an gözyaşları, yaşanan anıların sarmaş dolaş olduğu bir ortamda gelip dayandı.... Hemde 22 Nisan sabahı tüm dünya Kürdleri 108 yıl önce basılan ilk Kürd gazetesi “Kürdistan”ın çıkışı vesilesiyle kutlamalara hazırlanırken, sabah saat 06.00’da gelen telefonun anlamını hepimiz biliyorduk... 22 Nisan günü, sende sürgünde çıkan ilk Kürd gazetesi gibi bizi sürgünde fiziki olarak terkettin.... Sürgün şartlarında , vatan topraklarından uzak, gençliğimize ilişkin tüm yaşananlara hasretle dolu ve Hemîn’in dediği gibi“derdê dûrî, derdê dûrî kuştime” ortamında son bahar yaprakları gibi birer birer dökülüyoruz... Sevgili Bavê Rabûn, Bugün, 22 Nisan günü sabahı gelen telefonlardan sonra bir çok arkadaşın dünyanın değişik ülkelerinden Cenevre’ye akmaya başladılar... Biz hepimiz sana elveda demeye değil, seni birlikte uğurlamaya geliyoruz... Sen bize bu yolculukta benden bu kadar diyerek fiziki olarak ayrılırken, biz hâlâ yollardayız....Ama bizim ortak anılarımız, umutlarımız ve geleceğe ilişkin planlarımız yaşadıkca, sen hep bizimle beraber ve aramızda olacaksın...... Biz Rabûn ve Lerzan’la Kürdçe konuştuğumuz zaman, senin sürgün ortamında Kürd kültürü konusunda sarfettiğin çabanın ulusal sorumluluğun vazgeçilmez unsuru, soyut emek olarak hep bizimle olacak... Onlarda kendilerinden sonra geleceklere bu dil ve kültürü aktaracaklar... Biz sana elveda değil, seninle olan anılarımızı paylaşmak ve seni yolculamak için geliyoruz..... Sürgünde, welat özlemiyle fiziksel yaşama veda etmek çok zor.... Bu gerçek, Kürdler tarih sahnesine çıktığı andan beri, Kürdlerin yakasına yapışmış ve gölge gibi takip eden bir bela gibidir... Büyük Kürd şairi Abdullah Pêşev “Serbazî Winda” adlı şiirinde Kürdistan’ın her tarafını ‘Meçhul Asker’in anıtı olduğunu ve çelenk koyulması gerektiğini söylerken, doğru ve yerinde bir tespit yapıyor.. Ama bu tespit eksik.... Tarih boyunca Kafkasya’da, Balkanlar’da Arap ülkelerinde ve son yarım yüzyılda Batı Avrupa’nın bir çok ülkesinde sayısız Kürd ‘Serbazî Winda’ yaşama veda ederek Anavatan’dan uzak topraklara verildi.. Sevgili Bavê Rabûn biz şimdi sana geliyor ve seni uğurlayacağız.... Bilmem seni yolcularken, sana nasıl hitap edeceğim.. Ama yine ben bildiğim gibi.... Oxir be Bavê Rabûn!!! Oxir be Bavê Lerzan, Oxir be Memedê Montreui!! Oxırbe Sakalı Memed!!!!Oxirbe Hevalê Min!!! Oxirbe!!! Oxirbe!!!! Kamuran MelikendiBavê rabûn, 22 Nisan günü sabahı dostlarını, arkadaşlarını, sevgili eşini ve iki yıldızı olan Rabûn ve Lerzan Dara’yı fiziki olarak terkederek Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde şehit düşenlerin kervanına katıldı.. 22 Nisan günü aynı zaman ilk Kürd gazetesi olan Kürdistan’ın basıma verildiği gündü.... Bavê Rabûn’un sürgünde ve vatan hasretiyle yanıp tutuştuğu bir ortamda yaşamını kayıp etmesi, Kürdlerin çoktan beri alıştığı bir durumdur... Çünkü, vatanları işgal altında olan Kürd halkının yaşamının bir başka adı da sürgündür.... Bavê Rabûn da bundan gereken payını almıştır... Aslında Bavê Rabûn’dan önce dedesi var olan iç zoraki göçün kurbanı olmuştu... Ben Bavê Rabûn’la Hastane’da ailelerin tarihçesi hakkında konuşurken, gelip-giden hafızasını zorlayarak bana: “Büyük dedem geçen yüzyılın başlarında yani Osmanlı ve Rus savaşı esnasında Kars tarafından gelip Muş’un Malazgirt kazasının ‘Xanika Feyzo’ köyüne yerleşiyor” dedi..... Türk sömürgeci devletinin Kürdistan yerleşim birimlerini boşaltma ve Kürd yurtseverlerininden arındırma politikasından Bavê Rabûn ailesi de payını aldı. Yıllar önce Bavê Rabûn ailesine ait Xanika Feyzo’da bulunan evler ve araziler korucular tarafından el koyulmuş, ailesi Türkiye’nin başka alanlarında yaşama mecbur kalmıştı... Bu durum hâlâ devam ediyor... Böyle bir ortamda Bavê Rabûn’u kutsal Kürdistan topraklarından uzak, eşi ve çocuklarının bulunduğu Cenevre’de toprağa verdik... Evet 25 Nisan günü saat 15.30’de İsviçre’de yaşıyan Kürdistanlılar, İsveçre’li dostları ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen Kürdistanlılardan oluşan yüzlerce kişinin katılıyla Bavê Rabûn’a layik olmasada görkemli bir törenle toprağa verildi.. Biz Morg’un karşısına toplanan Kürdistanlılara yaklaşınca hepsi uzaktan bana sarı saçlı İsviçreliler gibi geliyordu... Ben yaklaştıkça kır yada beyaz saçlı tanıdık yüzleri görmeye başladım.. Zaman işte ...!!!! Onun sebep olduğu değişimin uzaktaki görünüşü, beni yanıltmıştı.... Kır saçlılar dışında bir o kadar genç ve kadında vardı... Hafta içi olmasına rağmen beklenen üstünde bir kitle katılmıştı... Yıllardan beri görmediğim bir çok arkadaşı törende gördüm.. 25 Nisan günü aynı zamanda Bavê Rabûn ve dayîka Rabûn'un evlilik yıldönümüydü... Onlar, 25 Nisan 1989’da evlenmişlerdi.. 17 yıl boyunca Bavê Rabûn ve Dayîka Rabûn 25 Nisan gününü evlilik yıldönümü olarak kutladılar..Bu yıl ise aynı gün Bavê Rabûn’u toprağa veriyorduk.. Herhalde bu durum Kürd halkının “Şîn û Şadî”yi aynı arada yaşama gerçeğine tamda denk düşüyordu... 25 Nisan günü töreninden önce Bavê Rabûn’un arkadaşları, yoldaşları ve dostlarından oluşan spontan bir komite her şeyi detaylarına kadar düşünmüş ve tüm ön hazırlıkları yapmıştı... Basın ilanları, Bavê Rabûn’un fotorafının bulunduğu rozetler, tören esnasında yapılacak konuşmaların Fransızca ve Kürdçe metinleri, Kürdistan renkleriyle bezenmiş çelenk ve gül demetleri, tören sonrası gidip söhbet edilmesi gereken restorant olayına kadar her şey ayarlanmıştı.. Biz Bavê Rabûn’un tabutunu Morg’dan toprağa verileceği mezarlığa kadar omuzlarda taşıdık.. Onun arkadaşları ve dostları bu yol boyunca ya tabutu omuzladı yada elini dayanışmak için tabutun bir yerine dayandırmaya çalıştılar... Tabut tam anlamıyla eller üzerine taşındı... Mezarlığa vardığımızda Bavê Rabûn’un tabutunu mezarın üstüne bıraktık.... Tam o anda hepimizi derin duygulara götüren, ağlatan bir sahne yaşandı... Bavê Rabûn’un 15 yaşındaki oğlu Rabûn ve 8 yaşında olan Lerzan Dara Kürdistan bayrağını getirerek tabuta sardılar.. Ardında Aso arkadaş alabildiğine akıcı ve edebi Kürdçe ve fransızcasıyla törenin sunuculuğunu yaptı.. Bavê Rabûn’un yıllardan beri arkadaşı olan Raffael gözyaşları içinde ve arasında Bavê Rabûn’un kısa biografisini okudu... Arkadaşlar Bavê Rabûn’un Kürdçe kısa yaşam öyküsünü okuma görevini bana vermişlerdi.. Ama, Rabûn ve Lerzan Dara’nın bayrak meselesi, 25 Nisan evlilik ve ölüm yıl dönümü olayına eklenince, elimdeki metin kayıplara karıştı ve yaşananlar arasında çaresiz bir duruma düştü..Bundan dolayı ben yazılı metini bir kenara bırakarak, Bavê Rabûn’a hitaben kısa Kürdçe bir konuşma yaptım... Daha sonra P.Ş-Kawa adına Rojhad Badiki yoldaş Bavê Rabûn’un siyasal yaşamını konu olan Kürdçe bir konuşma yaptı..... Ayrıca Kürdistan Demokrat Partisi(Irak) ve Komela Şoreşger(İran)den birer yetkili Bavê Rabûn’a ilişkin konuşma yaptılar... Bavê Rabûn’un tabutu mezara indirilmeden önce, Aso daha önce kendisine bir çok defa okuduğu ve Bavê Rabûn’unda sevdiği çok duygusal bir stranı okudu.. Törenin bu boyutu tamamlandıktan sonra, yıllar önce Bavê Rabûn’un istemi üzerine Dayîka Rabûn’un Kürdistan’da getirdiği toprak Rabûn ve Lerzan tarafından getirilerek tabutun üzerine atıldı.. Tören alanında bulunan Kürdistanlılar Bavê Rabûn’u Kürd ulusal marşı ‘Ey Reqib” eşliğinde toprağa ve Kürdistan şehidlerinin yanına gönderdiler... Daha sonra Bavê Rabûn’un cenaze törenine katılanlar birlikte bir lokantaya gittik.. Fakat, öngörüldüğünden daha fazla kitle törene katılınca, katılımcıların esası yer darlığı meselesinden dolayı ayakta kaldı.. Sonuç olarak, bu cenaze törenini hazırlayan, aylardan beri Bavê Rabûn’u, eşini ve çocuklarını yalnız bırakmayan tüm arkadaşlara ve dostlara teşekkürler... 747 okuma 26.04.2006 Saat: 23:30
Re: Sevgili Bavê Rabun(1),