Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 12 November 2009

Dün Türk televizyonlarında açılım ön görüşme oylamasını izlemek için TV başına oturdum. “Halkın“ onları yönetsin diye seçtiği vekillerinin içinde debelendiği pespayeliği, ırkçı, faşizan salvolarını gördükçe midem bulandı. Özellikle CHP ve MHP'li ırkçı-faşist vekillerinin feryatlarını gördükçe, bir kez daha bu sistemin insanlarını nasıl bir zavallılık içine düşürdüğüne tanık oldum.

Hele de CHP adına konuşan adı onur, ancak kimliğinde onurun en küçük bir izi olmayan sözüm ona “solcu“ vekilin cümlelerini dinlerken insanlığımdan utandım. Başına sosyal hem de demokrat titrini koyan bir parti sözcüsünün sarf ettiği cümleler, aynı zamanda TC adlı kirli ve katliamcı bu sistemin aynasıydı. Tekçi-ırkçı sistemin sözüm ona “sol“ yüzünün nasıl halklara ve özünde Kürdlere düşman olduğunun aynasıydı bu konuşma.

Dersim, Elazığ ve Diyarbakır başta olmak üzere Kürdistan'ın genelinde uyguladıkları mezalim ve katliamların yarattığı acı ve gözyaşı bizim umurumuzda değil diyordu CHP`li Onur Öymen özet olarak. CHP`li Öymen Dersim katliamında ağlayan anaları umursamadıklarını söylerken yine aynı partiden vekil olan Kürd ve Dersimli milletvekilleri onu alkışlıyordu.

Mazgirt`li Kılıçdaroğlu alkışlıyordu, Ovacıklı Ahmet Ersin alkışlıyordu. Hatta Mazgirtli Kılıçdaroğlu alkışlamakla yetinmeyip birde pankart açıyordu. Protesto görünümde AKP`ye yönelik gibi görünse de özünde Kürde yönelikti ve ne yazık ki, bu Keklik soylu “Kürd“ vekiller Kemalist ırkçılığın onları nasıl iğdiş ettiğini, nasıl soysuzlaştırdığının acı bir resmiydi.

Kurulduğu 1923 yılından bu güne kadar Demokrasinin yararına tek bir eylemi olmayan, Türkiye ve Kürdistan'daki bütün kırımlarda iktidar ya da iktidar ortağı olan CHP, ne yazık ki tabanını da bu kırımlardan nasibini alan Alevi ve Kürdlerden oluşturuyor. Yani deyim yerindeyse; bu CHP'nin kırımından nasibini çokça alan Kürd ve Aleviler, yaptıklarınız az hadi beraber yapalım der gibiler. Sistem kirli, katliamcı, ırkçı ve faşisttir. Bu sistem; akılcı bir şekilde kendisine muhalif olan birey, kurum ve yapıları iğdiş edip kendisinin savunucusu durumuna getiriyor.

Sistemin en gürbüz savunucusu olan CHP, ne yazık ki yine sistemin katliamdan geçirdiği çevrelerin desteği ile ayakta durabiliyor. Dedelerini katlettiği Kılıçdaroğlu, Ahmet Ersin vb gibi Kürd/Alevi simalar sistemin en canhıraş savunucuları oluyor. Sol bir gelenekten gelen, hatta partisi Kürd dilinde eğitimi savunduğu için kapatılan ve seçim bölgesinde oy tabanı Aleviler olan Kemal Anadol bile bu kirli sistemin savunucusu olabiliyor.

Sadun Aren'in Genel Başkanı olduğu SBP'de Kemal Anadol kurucu genel başkan yardımcılığı görevinde bulunuyordu. 1995 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan SBP'nin tüzüğünde "Kürtlerin ana dillerinde eğitim görmeleri imkânı da sağlanmalıdır", "Kürtlerin kendi kültür varlıklarını yaşatmaları ve geliştirmeleri desteklenecektir" ibareleri yer aldı.

SOSYALİST ANADOL'UN PARTİSİ BAĞIMSIZLIK BİLE İSTEMİŞ

Kemal Anadol`un kurucu genel başkan yardımcılığını yaptığı Sosyalist Birlik Partisi'nin 2-3 Mayıs 1992 tarihlerinde yapılan kongresinde "Kürtler, üniter devlet içinde yaşamaktan, bağımsız devlet kurmaya kadar çeşitli alternatif yaşam biçimlerini seçmekte özgür olmalıdırlar" diyor.

Sistemin bu iğdiş edilmiş ve dün savunduğunu bu gün reddeden tipler yaratmasına, katillerine kul köle olan keklik soylulara biz Kürdler yabancı değiliz sanırım. Dün Kemalizm hakkında Mussolini ve Hitler faşizminin daha kötü ve katliamcı uzantısıdır.(..) diyen. Bu argümanlara sığınarak PKK içinde yüzlerce Kürd gencini Kemalistlikle suçlayıp infaz eden, ancak bu gün Kemalizm`ın en büyük savunucu olan Öcalan değimliydi? 10 Kasım`da Kürd Sorunu'nu tartışmak doğru değil diyen Duran Kalkan`lar, bizim hiçte yabancımız değil sanırım.

Sözün kısası; Türk meclisi Kürd düşmanlığının geldiği boyutun aynası olduğu gibi, faşizan ideolojiyle iğdiş edilmiş yoksul Türk halkının da içine düşürüldüğü acı durumun aynasıdır.

Meclisteki ırkçı tepinmeyi izlemekten vazgeçip internette dolaşayım istedim. Ancak itiraf edeyim ki, oradaki durum da Kürd halkının geleceği ve özgürleşmesi açısından bana hiç iç açıcı gelmedi. Süreci okuyabileceğimiz bizi ve Kürd Kitlelerini içinde bulunduğumuz zorlu ve görece olarak çelişik süreci okuyan dolayısıyla tavır koymamızı sağlayacak ciddi bir politik önderlik ve muhalefetin olmadığı gerçeği tokat gibi yüzümüze iniyordu.

PKK muhalifi sitelere bakayım dedim yaklaşık 150 yazar ve bir o kadar da haber olan (haberler genellikle Türk basını ve özellikle Fetullahçı medya kaynaklıdır) sitelerimizde “Öcalan“ –“Abdullah“-“Apo“ ve tabii Kandil`deki Öcalan izdüşümlerinin isimleri çıkarıldığında yazılanların bütününün iki bin karakterli bir makaleyi anca tamamlayacağı gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gördüm.

Birileri ki, kendimizi de o birilerinin içine katıyoruz. PKK içinde yaşadıklarını (!) tanık olduklarını ve tabii duyduklarını anlatıyor bıkmadan. Bizim öteden beri savunduğumuz “Kürdistan Susanlar Partisi'nin“ konuşması çağrımıza yanıt gibi gözüküyor bu anlatılanlar. Ancak yazılanlar dikkatle okunduğunda durumun hiçte öyle olmadığı görülebiliyor. Her yazar ve anlatıcı içinde olduğu süreci ve tanık olduklarını anlatıyor. Bu iyi, iyi de bu anlatıcılar ki hemen hemen anlattıkları dönemin hem tanığı hem de evet evet hem de sanığı durumundayken, yazdıklarında her ne hikmetse sadece tanık oluyorlar.

********* ********** ************ ************ **********

Bilindiği üzere kayıplar ve iç infazlar ile ilgili çağrıyı ve çalışmayı biz başlattık. Şükrü Xoca`nın birikim ve desteğiyle önemli bir kamuoyu da oluşturduk ve bu çabalar sonucunda önemli sayılabilecek çok şey de açığa çıktı çıktı-çıkıyor. Yazmayıp anlatmayıp susanların bir kaçı yazmaya anlatmaya başladı bu önemlidir ve bu konuda yazan konuşan herkese ihtiyacımız elbette var ve onlara karşı elbette müteşekkiriz ve bu çabalarının devamını bekliyoruz. Ancaak süreci değerlendirirken; bizler yaşadıklarımızın hem tanığı, hem sanığı ve hem de mağduru olduğumuzu unutmamalıyız.

Öcalan döneminde işlenen suçların çok büyük çoğunluğu bizzat onun emri ve bilgisi dâhilinde olmuştur tezi ne kadar doğru ve Öcalan 1 numaralı sanıksa, bu sürecin şu ya da bu biçimde içinde olan bizler de sanık olduğumuzu unutmayalım ve “anılarımızı“ Tarihe ve Kürd halkına karşı sorumlu bir o kadar da objektif olarak kamuoyuna aktaralım.

Özcesi; PKK içinde Halkın evlatlarına yönelik işlenmiş suçların tanığı olmak ve bunları açığa çıkarmak saygıdeğer bir tutumdur. Ancak tanık-sanık ve dolayısıyla mağdur ilişkisini de göz ardı etmeksizin.

Bize bir yıl kadar önce gönderilen bir mektup vardı ve eski bir gerilla olan tanığın mektubunda yazdıkları bu tanık-sanık ilişkisinin somut bir örneğiydi. Eski gerilla mektubunda; "Eskiden ben bu soruları sormazdım. Canımın, geleceğimin hiç bir değeri yoktu. Elimde keleş, manga komutanımın bize ilettiği eylem kararları ve şeklini uygulamak için hiç sorgulamadan, önderliğin emri der, gözü kapalı zıplardım. Çok infaza tanık oldum çok! O zamanlar, o infazları hak ediyorlar diye karşılıyordum, hatta ben de birinin kafasına sıktım şarjörümdeki kurşunu... Suçu önderliği tartışmaktı. Önderliği kim tartışabilirdi ki? Unutamıyorum, kahretsin unutamıyorum. Şimdi iki çocuğum var, birinin adını Bager koydum. Bager o kafasına kurşunu sıktığım yoldaşımın adıydı ve Amed'liydi." (ki ben daha sonra o mektubu gönderen Eski PKK gerillasıyla Almanya'da buluştum .)

Bizim inandığımız ve vicdanı sorumluluk dediğimiz şey iste bu satırlardaki tanık-sanık ilişkisidir. İnandığımız ve savunduğumuz süreci bir anılar bütünlüğü olmaktan çıkarmak, adeta nostalji yaparcasına her şey bizim dışımızda gelişmiştir gibi ben korumacılığından çıkarmaktır.

Ben korumacılarının en ünlüsü bugün İmralı'da, bir halkın direnme geleneğini ve özgürleşme mücadelesini teslimiyeti devam ettirmekle meşguldür. Tarihe not düşmek istiyorsak ve Kürd evlatlarını mezalim yaşatanları alabildiğince yalın bir şekilde açığa çıkartmak istiyorsak bilmeliyiz ki, biz bu sürecin hem tanığı, hem mağduru ve hem de SANIĞIYIZ..

Yine kısaca bir gözlemimi belirtmeliyim ki kayıp ve infazlar ciddi kurumsal araştırma isteyen bir durumdur. Bu sürecin sağlıklı olarak işlemesi ve kayıp-iç infazların ortaya çıkmasının sorumlularının hesap vermesinin olmazsa olmaz faktörlerinden biri kayıp yakınlarıdır. Onların itmesi ve ısrarları bu süreci açığa çıkaracaktır. Sayın Kalander Şahin`in Balkan'larda kaybedilen kardeşi için yıllardan beri her türlü engelleme, fiziki saldırı ve karalamaya karşın verdiği mücadele saygın ve takdire sayandır. Sayıları on binler olarak ifade edilen iç infaz ve kayıp yakınlarının Kalander Şahin`in inatçı ve ısrarlı arayışlarını örnek alması çok önemlidir. Bir başka faktör ise, bu konuda samimi ve ciddi araştırma yapmak isteyenlerin salt bu konuda çalışabileceği bir kurumsal yapı örgütlemeleridir. Bunun zorluğunun farkındayız, ancak unutulmamalıdır ki en zor şey akıbeti bilinmeyen bir kardeş, bir evlat, bir kız kardeşe sahip olmaktır.

Her kayıp yakının ve bu sürece duyarlı olan insanın sahiplenebileceği, sürecin ciddi bir dökümünün yapılabileceği ve aynı zamanda uluslarası kamuoyu ve hukuk alanında işletileceği örgütlü bir yapı bu süreci daha olumlu bir şekilde geliştirecektir.

Not: bir dahaki yazımızda bir sürece tanıklık yapmış M.Karasu ve Almanya serüveninden bir kesiti okurlarımızla paylaşacağım.

Karasu`nun dünyayı sarsacak eylem kararı neydi..?

Karasu çok büyük ses getirecek dediği eyleminde hedef Kimdi..? Eylem nasıl ve neden hayata geçmedi.? Gibi sorulara eylemi bizzat hayata geçirmekle görevli tanığımızın anlatımlarıyla vereceğiz.

Halis Açar

[email protected]

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.