Direkt zum Inhalt
Submitted by Anonymous (nicht überprüft) on 29 Juni 2008

Taraf gazatasi yazarlarindan MB nin makalesinden bir alinti:

"Bu sıralarda Kürtçülük/bölücülük tehlikesi, gene bilmem kaçıncı sefer olmak üzere, başını kaldırdı. Bu öyle “ideolojik“ ayrılık gibi, “sınıf kavgası“ gibi bir şey de değil. Ne kadar “Kürt yoktur, bir Türk boyunun adıdır, kara basınca kulağa öyle gelir“ diye çok bilimsel açıklamalar yaptıksa da, kendilerini “Kürt“ olarak adlandırıp bölücülük yapanlara bunu bir türlü anlatamadık. Zaten onun için bu sorun hâlâ devam ediyor. Ama bu sorun bile bu toplumda böylesine keskin bir ayrım yaratamadı. Şu günlerde üretmeye başladığımız elektriğin onda birini üretemedi. Üstelik, Kürt konusunda üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söylemek, düşünmek ve istemek de “laik/Müslüman“ gerilimini hafifletmiyor."

burda soz konusu mevzuya bakis acisin-ve bir cumle dikkatimi cekti.
uzerine tartismak ilginc olabilir. daha sonra.

HeK

Beşikçi 'Kürt Meselesi'ni değerlendirdi: İmralı'daki değil dışarıdakiler konuşsun Kürt konferansının konuşmacılarından İsmail Beşikçi, 'Kürt hareketiyle ilgili öneriler dışarıdaki insanlar tarafından dile getirilmeli. İmralı tarafından değil. Öcalan ancak devleti konuşabilir. Çünkü devletin denetimi altında' dedi SOHBET ODASI DERYA SAZAK DERYA SAZAK: Bilgi Üniversitesi'nde "Türkiye'nin Kürt Meselesi" konferansında konuşmacıydınız. 1970'lerden bu yana Kürtlerle ilgili araştırma ve düşünceleri nedeniyle 17 yıl cezaevinde kalmış aydın olarak, akademisyenler ve siyasilerle birlikte demokratikleşmenin önünde en büyük engel görülen bu soruna "çözüm arayışı"na özgürce katkıda bulunmak nasıl bir duygu? İSMAİL BEŞİKÇİ: Türkiye'de resmi ideolojinin bir görüşü, anlayışı var. Kürt sorununu üniversitelere, partilere bulaştırmamak. Bunu kararlı bir şekilde yürütüyor devlet. Örneğin herhangi bir parti Kürtlerle ilgili bir madde koyuyorsa programına, "Türkiye'de Kürtler vardır, Kürtçe eğitim olmalıdır, Kürtlerin de kültürel hakları olmalıdır" diye bir madde koyuyorsa o siyasal parti kapatılıyor. Konferans önemli gelişme İstanbul'daki Kürt konferansını düzenleyen Helsinki Yurttaşlar Derneği. Bilgi Üniversitesi'nde böyle bir toplantıya açması önemli bir gelişmedir. Resmi ideolojiyi yumuşatmaya dönük olduğunu düşünüyorum. Son dönemde aydınların aldığı ikinci büyük inisiyatif. Geçen yaz PKK'nın yeniden silaha sarılacağı ilan edildiğinde Başbakan'la görüşen aydınlar, barış mesajı verdi. Erdoğan da Diyarbakır'da "tarihle yüzleşmek" gerektiğini savunmuştu. Sizin tezleriniz de Cumhuriyet'in kuruluşuna gidiyor. - Birinci Dünya Savaşı sonunda yeni devletler kuruluyor. Irak, Ürdün, Filistin Büyük Britanya'ya bağlı "manda devletler." Suriye, Lübnan, Fransa'ya bağlı. O dönemde Sovyetler de Kürtlere karşı politika güttü. Yok sayma. Kürtler siyasi istemleri olan bir özne olarak değerlendirilmiyor, "çıban başı" sayılıyor. İstekleri hiç karşılanmadı Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce de "ABD mandasını" savunan çevreler vardı ama Mustafa Kemal, ulusal kurtuluş mücadelesiyle bağımsız devletten yana oldu. - Evet, Cumhuriyet bağımsız bir devlet olarak kuruldu, 1923'te. O tarihte Kürtlerle ilgili tartışma şu olmalı: Irak gibi, Suriye gibi niye bir "Kürdistan mandası" kurulmadı. 1919 sonrasında Şeyh Mahmut'un ayaklanması vardı: "Bağımsız Kürdistan" istiyordu. Büyük Britanya bunu tanımadı ve Kürtlerin isteklerini hiç karşılamadı. Bağımsız bir Kürdistan veya İngiltere'ye bağlı bir yapılanma olmadı. Kürtler bu coğrafyadaki devlet arasında paylaşıldı. İngiltere desteklemedi diyorsunuz ama Musul-Kerkük'e bağlanan Şeyh Sait İsyanı'nda İngiltere'nin rolü yok mudur? - Mustafa Kemal ile İngilizler arasında, "Musul'daki haklarımızdan vazgeçeceğiz ama siz Kürtlerin özerklik istemini kabul etmeyin" şeklinde uzlaşmadan söz edebiliriz. Şiddet nasıl önlenir? Erdoğan, Diyarbakır'da demokratik mesajlar verdi ama PKK'nın buna karşılık yaptığı bir aylık "ateşkes' oldu. PKK dışında Kürtleri temsil etme iddiasındaki siyasal hareketlerin de sürece destek olmaları gerekmez miydi? Başbakan Erdoğan, yalnız kaldı. AB sürecinde 5 yılda önemli reformlar yapılmadı mı, idamın kaldırılması, Kürtçe yayın... - Adım atmayan asıl devlet. Kanımca devlet bu konuda bir adım atmış olsa PKK herhalde 3-4 adım atar. Özgür Gündem, Roj TV'nin yayınlarından öyle anlıyorum. Şiddet denince ben şöyle anlıyorum. Şemdinli'de 1 Kasım ve 9 Kasım'daki bombalama olaylarına bakınca "devletin şiddeti" daha önemli diye düşünüyorum. Devlet bu şiddeti azalttığı zaman, ortamı yumuşattığı zaman PKK'nın buna vereceği tepki olumlu olacak. Siyasal af gerekiyor Şemdinli iddianamesi Güneydoğu açısından bir ilk değil mi? Bombalama olayında asker sanıklar var ve "derin devlet" sorgulamasını Ankara'ya, Büyükanıt Paşa'nın Diyarbakır'da görev yaptığı dönemle ilgili bazı tanık ifadelerinden hareketle Kara Kuvvetleri Komutanı'na kadar götürüyor. Savcı, Şemdinli olayını kapatmadı. - Bunlar şüphesiz önemli, "Türkiye'nin Kürt Meselesi"nin Bilgi Üniversitesi'nde tartışılması, Savcı'nın Şemdinli iddianamesini hazırlaması önemli, ancak ben şunu vurgulamak istiyorum. İşte PKK'ya deniyor ki, "Silahla bir yere varamazsın. Şiddeti durdur." Bunu söylemek de iyi ama devlete söylemek de çok önemli. PKK'nın silahı bırakmasında yöntem ne olabilir? - Bir siyasal af gerekiyor. Kürt sorununa, PKK dışındaki siyasal hareketler, partiler çözüm getiremez mi? Demokrat siyaset nasıl güçlenecek? - Hükümete, Meclis'e düşen görevler var. Yüzde 10 barajı çok yüksek. Baraj düşürülebilir. DEP, HADEP sürecine bakıldığında bölgeden önemli oy alan partiler TBMM'de temsil edilemiyor. Kürtlerin oyları hiçe sayılıyor. Bunların artık sorun olmaması lazım. Özgürlük kurumlaşmalı Gelecek için ne söyleyebilirsiniz? Sadece devletle ilgili bir sorun var. 5 yılda 30 bin insanımızı kurban ettikten sonra hâlâ terörle bir yere varılabilmesi düşüncesini de reddetmek gerekmiyor mu? - Türkiye'de artık düşünce özgürlüğü kurumlaşmış olmalı. Kürtlerle ilgili tartışmalarda hâlâ kısıtlamalar var. Resmi ideolojiyi istediğiniz gibi eleştirebilmelisiniz. Diyelim bir kitap yazdınız ve başka insanların buna karşı söyleyeceği şeyler varsa onlar da bu düşünceyi eleştirebilmeli. Bir kitap nedeniyle cezaevine atılmamalı insanlar. Özgür eleştirinin kurumlaşması çok önemli. Öcalan'ın özeleştirisi eksik Güneydoğu açısından durum nedir? Siz Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra ortaya attığı "demokratik Cumhuriyet" tezine karşı çıktınız. İmralı'nın tezlerinin bir "gerileme" olduğunu savunuyorsunuz... - Kürt hareketiyle ilgili öneriler, dışarıdaki insanlar tarafından dile getirilmeli. İmralı tarafından değil. Kürtler adına ne tür siyaset yapılacaksa, dışarıdaki unsurlar var, Demokratik Toplum hareketi var, onlar fikir üretmeli. İmralı söylemi söz konusu olmamalı. Devletin elindeki adam Öcalan, İmralı'ya girdikten sonra görüşleri değişti, artık "Dönemini kapattı" diye mi düşünüyorsunuz? - Devletin elindeki bir adamdır. Devletin denetimi altındadır. Rahat konuşamıyor mı? - Çok konuşuyor da işte konuştuğu zaman ancak devleti konuşabilir. Çünkü devletin denetimi altındadır. Bunu kendimden biliyorum, 1985'te cezaevinden bir arkadaşıma mektup yazmıştım. Kürt sorunu konusunda. O mektubu bana iade ettiler ve dediler ki, "Sen cezaevinde de suç işliyorsun. Disiplin kovuşturması açacağız". Böyle bir durum, işte çok masum bir şey söylüyorsunuz, Kürtler diye... Ama Öcalan, örneğin "Savaş ilan ediyor!" Devlet adım atmadı diyor, "Tekrar silaha başvurun." Bu kadar denetim altında bunu nasıl söyleyebilir? Demek ki, devletin de böyle bir istemi var. Kürtler ne istiyor bilelim Öcalan'ın geldiği noktada, "Silahla bu işler olmuyormuş!" Kürt sorunundan kaynaklanan sendromun demokrasi içinde aşılmasını savunmasının, Kenya'da ele geçirilip İmralı'ya konulduktan sonra bunları söylüyor olsa bile bir anlamı yok mu? Sadece hayatta kalma refleksi mi bunları söyletiyor? - Yanlış doğru, dışarıdakiler politika üretmeli. Özeleştiri yaparken, "Geçmişte bunu savunuyordum şimdi böyle düşünüyorum" demeli. Öcalan "Geçmişte de bunu söylüyordum" diyor. Barışçı çözüm konusunda İsmail Beşikçi'nin geldiği nokta ve modeli nedir? - Resmi ideolojinin bir eleştirisi yapılmalı. Kürtler ne istiyor? Onlar özgürce düşüncelerini ifade edebilmeli. Bu yenilik olabilir. Türkiye'de bir makam sormamış ki ne istiyorsunuz diye... Konferansta buna benzer şeyler söylendi. Federasyon mu, özerklik mi, Kürtçe eğitim mi? Anketler yapılabilir. Kürtler ne istiyorsa bilelim. Şiddetsiz çözümü herkes kabul ediyor, devletin de buna göre şiddeti azaltması gerekiyor. Kürt karşıtlığı Haçlılara gider Batı'nın Kürtlere olan karşıtlığında, 1915'te Ermenilerin Anadolu'dan tehciri sırasında Kürtlerin de bu temizliğe destek oldukları varsayımı ne ölçüde rol oynamıştır? - Benim kanımca, Ermeni sorunuyla ilgili değil. Batı'nın Kürtlere olan karşıtlığı Haçlı Seferleri'ne kadar gider. Haçlıları Selahattin Eyyubi durdurdu. Eyyubi deyince Batılılar onun Arap değil Kürt olduğunu biliyor. 21. yüzyılın başında bugün neredeyiz? ABD'nin Irak'a müdahalesi ardından bölgede yeni oluşumlar var. Türkiye, 1990'larda 30 bin insanımızı kaybettik. Bunlardan çıkarılacak dersler olmalı. - Üniversite ortamında çözümlerin tartışılması elbette önemli. Ancak buradaki tartışmaların içeriğine bakarak, devlet önemli bir adım atacak diyemeyiz herhalde. Geçmişte inkâr edildiler Baskın Oran'ın Türkiyelilik üst kimliğini savunurken, "Kürtler hem asli unsuruz diyorlar hem de azınlık hakları istiyor" diyerek bu çelişkiye dikkat çekti. - Baskın Hoca, Osmanlı'daki Müslüman olanlarla ilgili "millet-i hakime" ve Müslüman olmayan azınlıkları tanımlayan "millet-i mahkûme" kavramlarını gündeme getirdi. Kürtler eşit yurttaşlar değil mi? - Resmi görüşün bazı uygulamaları var, onlardan arınabilmek önemli. Geçmişte Kürtlerin varlığı inkâr edildi. Reformların çoğu da hayata geçmedi. 1991'de Süleyman Demirel "Kürt realitesini tanıyoruz", Mesut Yılmaz, "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" dedi. Son olarak Erdoğan "Devletin de geçmişte hataları olmuştur" dedi. Bunlar önemli. Ancak bu sözlerin arkasında durulmuyor. ABD, Kürtler için gelmedi ABD'nin Irak'taki konumu, Kürtlerin kuzeyde bağımsız devlet oluşturma yolunu ne kadar açtı? "Irak mandası"na benzer bir devlet ABD garantisi altında kuruluyor mu? - Birinci Dünya Savaşı'na paylaşım savaşı diyorlar ya, o zaman bu paylaşma Kürdistan' da görülmüş. O zamanki emperyal devletler Britanya ve Fransa. Şimdi ABD varr. Tarih, Kürtlere borcunu mu ödüyor... - 1920'lerde Irak'ta kurulan statükoda büyük gedikler açıldı. ABD Irak'a, Kürtler çok ezildiler onları kurtarayım diye gelmedi. Petrol için... - 1970 ve 1990'larda Kürtleri ortada bıraktılar. ABD'nin Irak'a müdahalesine karşı çıkılırken, "Kitle imha silahları yalanmış" deniyor. Oysa Halepçe'de ve başka yerlerde bu silahlar Kürtlere karşı acımasızca kullanıldı. Kazanımlar yeterli değil 1970'lerde Kürt meselesinin konuşulduğu ilk parti toplantısının ardından TİP kapatılmıştı. Siz kitaplarınızdan ötürü 17 yıl hapis yattınız. Bugün "alkışlanıyorsunuz." 30 yıl sonra o günleri nasıl anıyorsunuz? - Bugün, son kırk yıla baktığımızda, 1960'lara göre Kürt sorununa bakışta önemli ilerlemeler var. O zaman "Kürt vardır" demek suçtu. 1980'lerde PKK ortaya çıktıktan sonra binlerce insanın öldüğü, yerinden yurdundan olduğu, faili meçhullerle yok edildiği, köylerin boşaltıldığı dönemlere bakılırsa kazanımların çok da yeterli olduğu söylenemez. Türkiye, Kuzey Irak'la ilgili nasıl bir politika izlemeli? AB süreci Kürtler için de bir çıkış kapısı olamaz mı? - Normalleşme oldukça ticari ilişkiler gelişiyor. Ekonomik temelde ilerlemeler var. Türk işadamları yatırım yapıyor. Hatta OYAK da iş almış diye okudum. Bu ilişkiler geliştikçe "düşmanca" bakışlar da değişir. İsmail Beşikçi kimdir? Ömrünün 17 yılını cezaevlerinde geçiren 1939 Çorum İskilip doğumlu İsmail Beşikçi'nin, yani 'Sarı Hoca'nın öyküsü; Orhan Pamuk'un 'Bir kitap okudum hayatım değişti' romanlarını çağrıştırıyor olsa da, yaşanmış bir gerçekliğin, düşüncelerinden ötürü bir insanın başına neler gelebileceğinin çileli serüvenini yansıtır. Erzurum'da Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde sosyoloji asistanı iken aynı bölümde sosyoloji doçenti olan Orhan Türkdoğan tarafından, Marksist propaganda ve bölgecilik yaptığı gerekçesiyle 'ihbar' edilen Dr. İsmail Beşikçi, 12 Mart 1971 döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanır. Üniversiteyle ilişiği kesildikten sonra cezaevi günleri başlar. 1974 affıyla cezaevinden çıkar, bu kez de Kürt sorununu işleyen düşüncelerinden ötürü yargılanır. 12 Eylül askeri darbesinden önce 1979'da cezaevine girer. 1987'de serbest bırakılır ancak davalar bir türlü peşini bırakmaz. 1999'a kadar tutuklu kalır. Beşikçi'nin Doğu'nun kalkınması ve Kürt sorunuyla ilgili görüşlerini içeren 36 kitabı (Yurt Yayınları) bulunuyor. Ancak bu kitapların 32'si yasaklandı. Uzun yıllar cezaevinde kalmasına karşın Türkiye ve Batı kamuoyunda günümüzde Orhan Pamuk'ın uyandırdığı ilgi ve desteğe hiçbir zaman sahip olmadı. Naif kişiliği ve 'Gandhi'ye benzer sessiz başkaldırısıyla, eylemden çok bir düşünce adamı özelliğini taşıdı. Kürt sorunundan söz etmek bugün yasalar önünde suç değil ama, hakkında 100 yıl hapis cezası istenen 'Sarı Hoca' bunun bedelini 21 yaşından itibaren, ömrünün 17 yılını cezaevlerinde geçirerek ödedi. (MİLLİYET)

sarı hoca çok az konuşuyor söylemesi gereken çok şeyi olmalı daha çok konuşmalı ve yazmalı türk kemalizmine ilişkin yazdıkları kadar kürdkıran kemalizmine ilişkinde yazmalı kürdkıranları deşifre etmeyi küçümsememeli kürtlere yapacağı en büyük hizmetin bu olduğunu bilmeli temenim bu görevi zamana yazmadan yerine getirir haydi hocam konuş çok konuş ki, İmralı'daki konuşsada para etmesin

merhaba G-U biliyorsun daha önce bu tür aciklamalar yapan sayin besikciye yönellik imralidan tehditvari aciklamalar gelmisti,tam bu esnada öcalana bagli basin ve yayin kuruluslari ismail hocayi karalama yazilari asmaya baslamistiki,duyarli kürd aydinlarinin ismail hocaya sahip cikmasi,kürd halkinin karsi tepkisi sonucu öcalan cezaevinde ismail hocayi tehdit etmedigini aciklamak zorunda kaldi ve kendi basinina ismail hoca hakkinda karalayici yazilar yazmamasini tembihledi. bu bir geri adimdi,ilk defa öcalan tc devletinden sonra bir bireye karsi geri adim atti. ismail hocayi kürdler sahiplenmelidir,bu yazisindan sonrada ismail hocayi karalamak isteyeceklerdir,hatta onun ergenekon üyesi oldugunuda söylerlerse sasirmayin. sêx seid gibi bir lideri kendi taraftarlarina ingiliiz ajani olarak kabul ettirmeye calisan ve bunu yaparken hic bir tepki almayan imrali sayin besikciyide ayni sekilde suclayacaktir bundan emin olabilirsiniz. bizim yapmamiz gereken ismail hocaya sahip cikmak ve onu desteklemektir. saygilar

merhaba Keko, dediklerinde eksik yok biliyorsun sarı hocayı hoca yapan türk kemalizmi hakkında söyledikleridir onu devleştiren budur şimdi bir şey daha yapması gerekiyor senin, benim söyleyeceklerimiz bir şey ifade etmiyor ama hocanın söyleyeceği her cümle çok şeyi değiştireceğini bilmemiz gerekiyor elbette bunun bedeli olacak öcalan,çömezlerini harekete geçireceği açık ama bu sarı hocayı yıldırmamalı biliyorsun hani derler ya haklıların haksızlar kadar cesaretle konuşmadığı müddetçe eşkiya hüküm sürer eşkiyanın saltanatını yıkmanın yolu ona karşe cepheden tavır almaktan geçer sarı hoca bunu yapacak kadar cesaret sahibidir anlamadığım şimdiye kadar niye konuşmadığıdır ona sahiplemek mi? elbette! yeterki o üstüne düşenü yapsın sanırım derdimi anlatabildim

kek. G-U biz kendimizi niye hep zayif guruyoruz.sari hoca turklerin kemalizmini cuzmus ise.kurdlerinde bir sari hocasi ortaya cikip bizim apo muzu cuzumleyemezmi.?biz niye hep baskasindan cuzum bekliyoruz. baska bir elestiri.turkler bize hep eskiya dedi.sizinde bu cumleyi kulanmaniz ne kadar mantikli olabilir. saygilar

keke G-U ismail hocanin yazisini ben astim,ismail hocanin yapacagi bilimsel analizler bütün apo muhalefetinden daha etkili olacaktir,bu bilinen bir durum. ismail hoca kürdler icin bir degerdir,halk nezdinde kredibilitesi en yüksek insanlaradandir diyebilirim. öcalan bunu biliyor,simdiden ismali hocayi nasil susturuz hesabini yaptiginada inaniyorum. bence ismail hocanin simdiye kadar konusmamasi ,onun konusmayacagi anlamina gelmemeli. biliyorsun yillarca kürd halkinin hakli davasini savunan biridir,onun icindirki apo ve pkk yi sonuna kadar bilimsel yazilariyla destekledi. ha öcalan ve pkk olmasaydi baska kisi ve örgütlerde olsaydi ismail hoca yine desteklerdi. ismali hoca bam teline basti,bakalim arkasinda neler gelecek ben inaniyorum ismail hoca bu tavrini sürdürecek ve öcalanin gercek yüzünü ortaya serecektir. benim dikkat cekmek istedigim konu bundan sonra ,daha evvel oldugu gibi hocaya gelecek saldirilara karsi hocaya destek olunmasi ve sahip cikilmasidir. dikkat cekmek istedigim nokta budur. seni cok iyi anladim senden farkli düsünmüyorum. saygilar

abdoisme karsi ismail besikci hic bir sey yapamaz. bu kangeren olmus durumda dar bogaz matrix tir (simdi kurd halki desem halki hakir goruyorsuncular basima usususur-gerci parantez icinde demis de olduk). abdoism dinsellige yakin bir ogretiye olan ihtiyaca kurdi bir cevap gibi. dolayisiyla abdo nun onceden TC programli mi degilmi tartismasindan sa (bunu teknik acidan merak eden surdurebilir tabii-ancak toplumsal acidan zerrece bir etkisi olmayacagini bekleyerek) kurd halkini cekip ceviren dinamiklerin bu hususta inceldigi noktalari bulup cikarmak politik acidan ise yarayabilir. tabii boyle bir niyet varsa. ismail besikci DTP yi cekip ceviren ekip tarafindan izleniyor mu? izlense bile onun dusuncelerini DTP de yayginlasabilecek bicimde konusma imkanlari var mi? olsa bile orgutlenme agini denetleyen abdoist network u etkiler mi? ben hic emin degilim. konu IB nin aciklamalarinin sizamayacagi bicimde derinde. ve IB nin aciklamalarinin tedavi edemeyecegi bicimde kangren olmus vaziyette. hastaligin hangi organlari tahrip

aslinda asagida asmen adindaki katilimci pkk olmazsa kurdistan kurulur adli bir baslik altinda bir yazi asmis,ona cevaben hanife arkadasimizin cok yerinde bir cevbabi duruyor. cok fazla kisi tarafindan okundugu sevindirici olmakla birlikte,tartismaya az katki oldugunu farkettim,bunun nedenlerini hepimiz az cok tahmin ediyoruz. üzerinde fazla durmayacagim. ama orda hanifenin apo ile mücadelede kürdlerin nasil bir yol izlemesi gerektigi cok güzel bir sekilde analiz etmis. biz kürdlerin apoyu elestirirken nasil bir yol ve yöntem izlememiz gerektigi,apo taraftarlarini nasil düsünmeye sevkedebilecegimizi net bir sekilde ortaya koymus hanife,bu konuda hanifeden farkli düsünmüyorum. bunu yazmamin sebebi,kürdlerin öcalanin etkinligi kirmalarinin yolu öcalan taraftarlarinin düsünmeye sevkedilmesinden gectigi bir gercektir,okudugunu anlamayanlarin iyi anlamasi icin biz ismail hocayi göreve davet ederken ,bir türkten medet umdugumuzdan degildir,biz ismail hocayi göreve davet ederken yükledigi tarihi misyonundan dolayi kendisini göreve davet ettik. cünkü öcalan taraftarlarini en iyi düsünmeye sevkedebilecek dinamiklerin basinda ismail besikci hocamiz gelir,öcalan taraftarlarinin düsünmesi,öcalanin etkinliginin kirilmasinida beraberinde getirir. bu kadar kil mitingleri,sayin öcalan etkinlikleri,bosuna yapilmiyor. bunlar bilincli yapilan ve halkin düsünmesini engelleyen faktörlerdir. bunlarla mücadelenin sicakligini hisetirip halkin gercek gündemi yani öcalanin durumunu düsünmesini engelemek icin yapiliyor b u miting ve etkinlikler. sayin eyübe cüleri ve benzeri yazilar yazanlarin yaptiklarina cok büyük deger vermekle birlikte,yazdiklarinin sadece biz öcalan muhaliflerini tatmin ettigini,esas etkilenmesi gereken ve halki öcalan konusunda hic bir düsünceye sevketmedigini tam aksine öcalana inanan bu halkin tepkisine sebep oldugunu günlük diyaloglardanda anliyoruz. her kesin hos görüsüne siginarak asmen ve hanifenin yazdiklarini bir kez daha buraya asiyorum,belki bu tarstismaya Hek ve diger arkadaslarda bir katki saglamak isterler. saygilar sayin asmenin yazisi PKK ARADAN CEKILIRSE KURD DEVLETI KURULUR. Gönderen: ASMEN (IP Kaydedildi) Tarih: 26 June, 2008 14:08 PKK ARADAN CEKILIRSE KURD DEVLETI KURULUR. Disiplinli, mücadeleci ve teorik donanımlı bir parti kurarak, Ekim 1917 de iktidara el koyan ihtilalci Rus lider Vladimir Lenin, partisinin çalışma ve ahengini bir orkestraya benzetmişti. Biliniyor, orkestranın bir şefi bulunur ama bunun yanısıra cok değişik müzik aletleri, bu aletleri kullanan deneyimli insanlar ve birlikte çalışmanın getirdiği uyum ve nihayetinde net bir program, bu programı hayata geçirmek isteyen bir parti ve dayandığı kitlesel temel. Lenin ve arkadaşları uzun bir mücadele neticesinde, koşullar oluştuğunda teredütsüz iktidara el koydular. İşin bu yanı sadece Rus ihtilalcilerine özgü değildir. İktidar olmak isteyen, yada iktidara şu veya bu şekilde gelmek isteyen herkesin başvuracağı bir yoldur. İster bu işi bir sınıf partisi, ister bir cephe örgütlenmesi, ister ordu darbesiyle veya demokratik yoldan yapın, yapılan neticede aynıdır. Şüphesiz bunu yapmanın maliyeti, zayiatı, koşulları, iç ve dış ilişki ağları ve getireceği yeni durumun sağlayacağı ulusal ve uluslar arası etkileri farklıdır. Bu yapılanın mahiyetine özgü bir beklentisel siyasi, sosyal ve ekonomik bir durumdur. Burada sadece bir benzetme için ihtilalci Lenin'den bir örnek verdim. Üzerinde durmak istediğim bir Kürt örgütü olarak anılan ve nerdeyse 30 yıldır Kuzey Kürdistan'daki gelişmelere, Kürt tarihçi Hasan Yıldızın deyimiyle ’Muhatapsız Savaş' ve ’Muhatabsız Barışa' damgasını vuran bir örgütlenmeye değinmek istiyorum. Ve deyim yerindeyse bir benzetmeyle konuya gireceğim. Denilebilirki çıraklık dönemini, ilk siyasal ilşkileri ve siyaset ilgisini Türk İstihbaratının (MİT) bir yan kuruluşunda (Türk yazar Avni Özgürel anlatmıştı) çaycılık yaparak öğrenen Hilvanlı bir köylü çocuğu, burda öğrendiklerini hiç unutmadı; ne kendisi nede onu oraya çaycı olarak alanlar bu nutulmayanlarla yetinmediler, bu genç daha sonraları, 1970'lerin ilk yıllarında yine ortalıkta görünecekti. Sol eğilimli bir bildiri dağıtma eyleminden yakalanınca, mahkemede ve savcılıkta bu gencin sahipsiz olmadığı uygun bir lisanla yetkililere anlatıldı. (1970'li yılların savcısı Baki Tuğ olaya deyinmiş ve daha sonraları Türk yazar Uğur Mumcu konu üzerinde durmuştu; anlaşılan U. Mumcu'ya önemli ve hassas bilgi ve belgelere ulaşmıştı ya da işi fazla kurcaklıyor diye birileri onun çalışmasını durdurdu. Mumcu arabasına yerleştirilen bombayla öldürüldü.) Ankaraya ilk gelişini, daha sonraları anlatan bu genç, Türk lider Atatürkün heykelini gördüğünde büyük bir heyecana kapıldığını anlatacak ve Atatürke olan hayranlığını hep tekrar edecekti. Tapu Kadastro okulunu bitirdikten sonra Türklerin deyimiyle Doğunun, Kürtlerin deyimiyle Kürdistanın en büyük şehri olan Diyarbakırda memur olarak çalıştı. Adı Abdullah Öcalan (bir arkadaş çevresi ve daha sonra bir grup olarak ortalıkta görünmeye başlayan bu gencin adı artık çevresi tarafından Apo olarak anıldı ve anılıyor;) olan bu genç bir ara kaydını Siyasal Bilgiler fakultesine yaptı; ama bu fakulteye nasıl ve hangi ilişkilerle kaydını yaptırdığı pek üzerinde durulmadı. Kürtler, Türk devletinin yeniden yapılanması yıllarında (1920-1940 arasında defalarca Türklere karşı ayaklanmış ama her defasında sertçe ezilmişlerdi) istediklerine kavuşmadılar; ve yeni kurulan Cumhuriyetin Türk liderleri tarafından tamamıyla inkar edilerek, yok sayılarak, çok değişik baskı unsurlarına tabi tutuldular. Kürtlerin kitlesel olarak sürgün edilmeleri sıradan bir hal alırken, Türkler 1934 yılında 2510 sayılı bir kanun kabul ederek Kürtlerin aleyhine demografik yapıyı değiştirmeye koyuldular. Türk dil ve kültürünün etkisinden uzak olan bölgeler asıl hedef seçildi. Ama gerek Kürt isyanlarının halen devam etmiş olması (1936-38, Dersim) ve 2. Dünya harbinin araya girmesiyle Türkler bu kanunu istedikleri kapsamda uygulayamadılar. Uzun sayilabilecek bir sesizlik döneminden sonra nispeten yumuşamanın olduğu cok partili Türk sisteminin 1960'lı yıllarında, Kürtler bir kez daha hoşnutsuzluklarını belirtir kıpırdamalar içine girdiler. Aynı yıllarda, kendisini önlemeye çalışan, düşman Türk ve İran askerleriyle savaşarak uzun bir yürüyüş neticesinde Sovyetlere sığınan efsanevi Kürt lider Mustafa Barzani Iraka tekrar dönmüş ve Irak yöneticileriyle düştüğü anlaşmazlık neticesinde bir kez daha silaha sarılmak zorunda kalmıştı. Gerek Barzani'nin mücadelesi ve gerekse yeni koşullar Kürtleri yeniden bir arayış içine sokup değişik çalışmalar yapmalarına ve örgütler kurmasına itiyordu. 1960'lı yılların ortalarında Irak KDP'sini kendisine model olarak alan Türkiye-KDP'si kuruldu. Bu partinin kuruluşu yanısıra Kürtler değişik dergiler yayınlamaya başladılar. Daha sonraları DDKO denilen legal Kürt dernekleri kuruldu ve etkin çalışmalar içine girdi. Türklerin Doğu ve Güneydoğu dedikleri, Kürtlerin yoğun olaral yaşadığı ve Kürdistan diye adlandırdıkları bölgelerde kitlesel mitingler düzenleyerek bir kez daha Türk siyasilerini düşünür duruma getirdiler. 1970'li yılların başında, Türk cumhuriyetinin kuruluşundan beri perde arkası asıl iktidar olan ve Kürt sorunu gibi hasas ve güvenlik meselelerinde her zaman son sözü söyleyen, ’güçlü' Türk ordusu, 1960'ta olduğu gibi tekrar yönetime el koyarak sıkıyönetim uyguladı. Gerek Türk sol partileri gerekse bölücü olarak adlandırılan siyasi Kürt çevreleri mahkemelerde uzun ve ağır cezalara çarptırıldılar. 1974 senesinde yapılan seçimlerden sonra CHP ve MSP Ecevit başkanlığında koalisyon hükümeti kurup meclisten güvenoyu aldıktan sonra genel bir af ilan edildi. Af neticesinde bir çok Türk ve Kürt siyasetçisi serbest bırakıldı. Bu yeni ortamda Kürt sorunu bağlamında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, sol ve sosyalizm meseleleri alabidığince tartışıldı. Bir çok sol Türk legal partisi kuruldu. Bu arada Kürt siyasetçileri de boş durmadılar. Legal ve ilegal bir dizi örgüt kuruldu, siyasal dergiler, kitaplar basıldı, bildiriler dağıtıldı ve peş peşe onlarca dernek faaliyete geçti. Bütün bu dergi ve gazetelerde Kürt sorunu her yönüyle tartışıldı, neticede yolları 1960'larda ayrılan bu siyasi sol eğilimli insanlar tam ayrıştılar. Kürt ve Türk solu olarak anılmaya başlandılar. İşte tam bu sıralarda Hilvan asıllı Tapu Kadastro memuru bir kez daha ortalıkta görünecekti. Ama bu kez işi ciddi ve görevi zorluydu. Kürt ulusal bilincinin artık kitlesel bir düzeye gelmesi ve maddi bir güç teşkil etmesi, Türk guvenlik birimlerini tam rahatsız eder durumdaydı. Bu açıdan Öcalanın patronları işi askeri kurmay hafızasıyla ele aldılar, işin önüne Öcalanı katmakla birlikte sağına soluna yardımcı elemanlar, yada B planı diyebileceğimiz bir kadro yerleştirdiler. Öcalan ve ekibi işe hızla ve sert bir şekilde başladılar. Ortaya çıkar çıkmaz diğer Kürt ve Türk siyasal hareketlerinden farklı davranışlar içine girdiler. Kendilerine önce UKO'cu dediler, daha sonra Apocu olarak anılan ve 1978 yılında Fis köyünde toplanıp partileştiklerini (Partiya Karkerên Kurdistanê, PKK, asıl adının Partiya Kurdên Kemalist olması muhtemeldir) söyleyen, bu ekipten nasibini almayan tek bir sol örgüt kalmadı. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde pek yüz bulmamakla birlikte, dağıttıkları bildirilerde bütün diğer Kürt örgütlerini sömürgeci Türk rejiminin uzantıları olarak adlandırıp, bunların sömürgeci sistemden önce, ilk elden tasfiye edimeleri gerektiğini yoğun bir şekilde işlediler. Diğer Kürt örgütlerine karşı şideti kulanıp onlarca kişiyi öldürdüler. Hilvan ve Siverek gibi Kürt kasabalarında ağalığa karşı mücadele ediyoruz diye adeta birer siyasal ve toplumsal laboratuar vazifesi görür mahiyette pilot bölge deneyimlerine giriştiler. Bu çatışmalar Kürt sorunu bağlamında kafa yoran Türk stratejistleri için bulunmaz değerde alan bigilerini sağlıyordu. Siyasal olaylar ve keşmekeşlik o denli yayıldı ki 1980 Eylülünde Türk ordusu bir kez daha iktidara alenen el koyduğunda bir sürü yerde sevinçle karşılandı. Ordu şakşakçığı ile ünlü olan bir dizi Türk gazetecisi büyük pontularla 12 Eylül sabahında süküneti müjdelediler. Orgeneral Kenan Evren liderliğindeki askeri cunta Türk anayasasını, partilerini ve mealde tüm dernekleri, sendikaları feshederek tam bir silindir gibi siyaset dünyasını ezerek geçti. Onbinlerce kişi tutuklandı, cezaevlerinde, özellikle Diyarbakır cezaevinde, belkide insanlık tarihinin şahit olmadığı iğrençlikte işkenceler uygulandı. Onlarca kişi işkencelerde öldürüldü, binlerce kişi sakat bırakıldı, onbinlerce siyasi tutuklu bu korkunç işkenceler sonucu unutulmaz acılara boğuldu. Orgeneral Kenan Evrenin darbesi öncesinde Suriyeye geçen Öcalan, ordayken Türk istihbaratıyla olan deneyimleri ışığında yeni patronlar bulmakta asla güçlük çekmedi. Suriyelilerin size yardım edelim teklifine karşı Öcalan ne söyleceğini zaten biliyordu, hiç bir zorluğa kapılmadan kendisine sağlanan tüm olanakları sonuna kadar kullandı. Söylenceye göre diğer Türkiyeli Kürt örgütleri Suriye'nin benzeri önerilerini soğuk karşılamışlardı. Daha işin başlangıcında olduğunu düşünen bu örgütler yakayı Suriyelilere kaptırmak istemiyorlardı. Ülkedeki baskı ve şiddet, hapishanelerdeki insanlık dışı işkence uygulamaları, insanları canından bezdirmişti. Apocular 1984 ortalarında bir iki kasabaya silahlı saldırı gerçekleştirince, Hürriyet gibi büyük Türk gazeteleri olayı manşetten vererek adeta bu saldırıların propagandasını üstlendiler. Bir kaç yıl içinde inanılmaz bir güce erişen PKK, lideri Öcalan tarafından beklenmeyen başarı olarak adlandırılacaktı. Osmanlı dönemindeki Kürt ayaklanmalarına değinmesek bile, kuruluşundan beri Kürt sorunu Türk devletinin başını hep ağırtır oldu. Yukarda 1934 yılında Atatürk döneminde demografik yapıyı Türklerin lehine çevirecek ve Kürtleri asimilasyona uğratıp Türkleştirecek bir plandan söz ettik. Bu plan dahilinde 2510 sayılı bir yasa kabul edildğini ama bunu uygulamanın o günkü koşullarda pek mümküm görünmediğini belirtik. Türk yöneticilerin hafızasında olan bu plan o günden beri pek uygun zaman ve zemin bulamıyordu. Ama Kenan Evren cuntasıyla bir balyoz gibi tüm siyasi ekibin başına inince sözünü ettiğimiz planı uygulamaya koymanın koşulları fiilen oluşuyordu. Cumhuriyet dönemi boyunca tedip ve tenkil hareketleriyle susturulamayan Kürtleri bu kez geniş kapsamlı, zamana yayılmış büyük ölçekli tenkil bekliyordu. İşin bu yanına değinmeden önce bu olanakları Türk rejimine sunan Öcalan ve ekibi hakında bir kaç söz söylemek gerekiyor. Yazının girişinde Lenin ve onun parti, örgütlenme ve çalışma anlayışından söz etmiştim. Şimdi Öcalanın kendisinden ve partisinden söz etmenin sırası. Bu parti işine koyulmadan önce oldukça deneyim kazanan ve bu mealde bilgi sahibi olan Öcalan, patronlarının onayıyla işe başladığında kendisisine verilen vazife itibarıyla başarılı bir profil çizdi. Kısa sürede tüm diğer siyasal örgütlere saldırıp bir çoğunu susturdu. (Çok sonraları Öcalan o yıllarda -70li yılların sonu- Türk ordusu ve Türk istihbaratından silah ve para aldığını, finanse edildiğini kabul edecekti) Öcalan bir ekipleydi ve bu ekip kendisini bazen örgüt, bazen parti olarak adlandırıyordu. Ama adına ne denılırse denilsin bu çok farklı bir şeydi. Bu örgüt asla Lenin'in sözünü ettiği orkestraya benzemeyecekti. Öcalan bir köylüydü ve köy kültür dünyasını, yada ruhsal, yapısını iyi kavramışa yada kavratılmışa benziyor. İnsanların saf ve kaba güce eğilimli olduğunu yaşayarak görmüştü. Ve köy ortamında en etkili ve ses getiren müzik aleti davuldu. Sesi çok uzaklarda duyulur ve Kürtler kendi dillerinde ’dengê defê jı dûr ve xweş e' der. Zaten davulun tek özelliği çok ses vermesidir. Kendine bu aleti seçen Öcalan tokmağı eline aldı, üzerine konabileceği bir kitle ve alanı hazır bulan bu adam, Kürt köylülerini düğüne davet etti. Uzaktan duyulması hoş olan bu sese, Türk yönetiminin baskı ve vahşetinden bıkmış, bir çok Kürt ilgi gösterdi. Her nekadar sol fikirlerin revaçta olduğu bir dönemde kendisini sosyalist olarak adlandırsa da, Öcalanın sosyalist anlayışı tek aletli orkestraydı. Böylece Öcalan en büyük tokmağı eline alarak işe koyuldu. İçi boş ama çok uzaklardan duyulması zor olmayan bu aleti örnek alan Öcalan, örgütünü de davula uydurdu. PKK hep adından söz etmeyi başardı ama aynı zamanda hep içi boş bir örgüt olarak kaldı yada bırakıldı. Biliniyor ama eklemekte pek zararı yok: Davul en kolay çalınan müzik aletidir. Hemen hemen her Kürt köyünde bir dizi davulcu bulanabilir. Zaten davulun çalındığı ortamda başka bir sesin güzelliğini duymak hemen hemen imkansız. Öcalan ve ekibi davulun tokmağını oldukça sert kulandılar. Zamanla ekibi ve çevresi içinde konumunu güçlendiren Öcalan, işe kendi örgütünden başlayarak tüm toplumda sadece davulun dinleneceği ve bütün müzik aletlerinin davula uyarlanacağını, en büyük ve tartışmasız davulcunun kendisi olduğunu, buna uyum göstermeyenlerin kafasına sert tokmakların ineceğini açık bir şekilde gösterdi. Bunun PKK jargonondaki adı ’liderlik'ti, bu Öcalan'dı, geriye kalan taraftarları ise deyim yerindeye halay çeken oyunculardı. Halayın şarkı ve türküleri de davula uyarlanarak ’ruhumuzla, canımızla seninleyiz ey lider', ’sen batmayan güneşsin' gibi ortaduğu toplumlarına özgü rituel, tariqatçı bir ayini andırır oldu. 1970 yıllarının sonunda Türkiye Kürdistanında diğer Kürt örgütlerine karşı şidet kulanan ve onlarca kişinin ölümüne sebep olan Öcalan ve ekibi, o yıllarda Kürtler arasında ’serseri mayın' olarak adlandırıldılar. Hemen hemen diğer tüm Kürt örgütleri bu ekibe şüpheyle bakar oldu. En azından bu ekibin tekin olmadığı anlaşılmıştı. PKK 1984 yılında Türk askerlerine karşı silahlı saldırılarda bulununca ve bu saldırılar Türk basınında çok abartılı ve adeta PKK'yı över nitelikte çarşaf çarşaf yayınlanınca Kürt çevreleri büyük bir itina ile yaklaştılar. Ama Kürtleri yakından tanıyan ve sosyolojik araştırmaları ile ünlü Dr. İsmail Beşikçi gibi insanlar PKK'nin eylemlerini destekler mahiyette açıklamalar yapınca binlerce Kürt yönünü Öcalana çevirdi. Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük gibi Türk sol kemalistleri de daha sonra Bekaa yolunu tutunca artık iş zıvanadan çıktı. Bir yanda PKK baskınları diğer taraftan Türk devletinin sıkıyönetim ve olağanüstü hal gibi baskı biçimlerine başvurarak tam da istedikleri ve 1934'ten beri tozlu raflarda bulunan o ünlü sürgün yada demografik yapıyı değiştirme momentini yakalamış oldular. 1990'ların ortalarına gelindiğinde, Türkler, 4 bin Kürt köyünü boşaltmış yada yakıp yıkmıştı. On yıl gibi kısa bir sürede Kürt şehirleri ve Türk metropol şehirleri adeta etrafı sürgün yada göçer Kürt köylüleri ile sarılı hale geldiler. Milyonlarca Kürt aç-perişan bırakılarak kendi kaderine terk edildi. İnanılmaz baskı, vahşet ve korku tüm toplumu sardı... Öcalan ve ekibine hep temkinli yaklaşan diğer Kürt politikacılari, 1993 yılında ateşkes ve sözümona Kürt ulusal cephesi için, adına Bekaa denilen PKK eğitim merkezinde gazetecilerin karşısına çıkınca, işler tam içinden çıkılmaz bir yumağa döndü. Daha düne kadar Öcalan ve ekibine şüpheyle bakan diğer Kürt örgütleri peş peşe Mekkeyi tavaf eder gibi Öcalana koştular. Aslında yapılan şuydu: Öcalana koşmakla davulun sesini teyit ettiler ve Kürtlerin gözünde, yada en azından PKK taraftarları nezdinde kendi gereksizliklerini ortaya koydular. Niyetleri ne olursa olsun netice itibarı ile kitleler nezdinde öyle anlaşıldılar. Öcalan kendi örgütünde tartışmasız lider konumunu çok kanlı bir şekilde ve tokmağı hep elinde tutarak kabul ettirmişti. Kendi partisinde davul dışında bir aletin olamayacağını, başka aletleri kulananları yada başka aletleri öğrenmeye yeltelenlerin çok kötü sonuçlara katlanmaları gerektiğini net bir şekilde gösteriyordu. Buna yeltenen yada itiraz eden yüzlerce PKK kadrosu öldürüldü yada korkunç işkencelere maruz bırakıldı. Ve 1999 yılında Öcalan Kenyada Türk askeri ve sivil istihbaratçılarına teslim edilip, Türk semalarında gözleri açılıp, kendisine ’memlekete hoşgeldin' denildiğinde, zatiâlilerine yaraşır bir şekilde annasının Türklüğünden ve ’devlet için hizmete hazır olduğunu' söyledi. Aslında ta ofıce-boy'luktan beri zaten devlete hizmet ediyordu ve hizmette bir kusur da etmemişti; ama ne olur ne olmaz diye herhalde vazifesini uygun bir lisan ile Türk istihbaratçılarına söylüyordu. Türk mahkemelerindeki duruşunu, savunmasını, ’şehit' Türk asker ve görevlileri için sarf ettiği sözler, Atatürk gibi bir Kürt katiline övgülerini, geçmişte olduğu gibi her ağzını açtığında tarihi Kürt ulusal ayaklanma liderlerina karşı kusması, Suriye'deyken 1992 yılında Güney Kürdistandaki Kürt parlamentosunun Federal Kurdistan yasasını kabul edip yayınlamasını ’arap miletine arkadan vurulmuş bir hançerdir' deyip gerillarını saldırtması, Güney Kurdistandaki yasal federal devleti, ’kukla devlet' veya ’ikinci İsrail' diye suçlaması, ne idüğü belirsiz ’konfederalizm', ’demokratik cumhuriyet', ’devletsiz çözüm', ’komünal örgütlenme', ’ekolojik toplum' gibi şekilsiz ve safsata kavramları tekrar tekrar gündeme getirerek peşine takılan taraftarlarını adeta bezdirmesine rağmen, halen bu adamın dinleniyor olması, sanırım hem taraftarları hem Kürt toplumu açısından hastalık derecesinda bir sosyal ve ruhsal durumun ortaya çıktığını göstermektedir. Bu adam ve ekibinin bütün söylediklerini ve yaptıklarını gözönünde bulundurduğumuzda çıkan neticeyi yıllar önce Milliyet gazetesinde (15-Mart-1995) Şahin Alpay'ın Kürt yazar ve politikacısı Orhan Kotan'la yaptığı ropörtajda, Orhanın kulandığı belirlemede bulabiliriz: ’Sorun PKK'nin Kürtleri nasıl kurtaracağı değil, tersine Kürtlerin PKK'den nasıl kurtulacağıdır.' Öcalan ve kendisine en yakın ekibe tevdi edilen vazifeyi düşündüğümüzde, bu adamın ve ekibinin dörde bölünmüş, işgal edilmiş, varlığı inkar edilmiş, yok sayılmış, sürgünleri, Diyarbekir cezaevi vahşetini yaşamış, yüz yıla yakın bir süredir Türk rejimlerinin kanlı baskılarına, talanına direnmiş olan bir ulusun bağrında, Türk egemenlik sisteminin Kürdistanda meşru kılınması ve taban bulması için yaratılmış, kurulmuş bir beşinci koldur. Kürdistanı aralarında bölmüş olan dört sömürgeci devletin beşinci kolu olarak kuruldu, vardı ve halen bu mealde varlığını sürdürmektedir. Sonuç olarak değişmesi gereken PKK ve Öcalan değildir, onlar vazifelerini başarıyla yörütüyorlar, bu anlamda Sezar'ın hakını teslim etmek lazımdır! PKK'nin değişebileceğini umanlara şunu diyebiliriz: PKK veya ona yakın olanlar Öcalanın çizgisinden vazgeçseler PKK, PKK olmaktan çıkar, mahiyeti değişen bir şey olur. Sorun, bir bütün olarak Öcalan, yakın ekibi ve Öcalanın devşirdiği Kürt kökenli bay ve bayan kemalistlerin doğru anlaşılmasıdır. Sonuç olarak işe ve ilişkiye ofıce-boy olarak başlayan Öcalan, kendi söylemiyle 3 yıl boyunca askeri istihbarattan silah ve para alarak diğer Kürt örgütlerine karşı yoğun olarak saldırılarda bulundu; kendi gurubu dışında kalan tüm Kürt partilerini hainlikle suçladı, Kürt tarihine ve tarihteki Kürt ulusal ayaklanmalarının liderlerini küfürle anarken, Atatürk gibi bir diktatörü hep övdü ve kendine örnek aldı; Güney Kürdistan'daki Kürt kazanımlarına Kürt düşmanlarının söylemiyle yaklaştı, kendi gerilla yada taraftarlarını sürekli azarlayarak kişiliksizleştirdi; 1990'lı yılarda Türk gazetecilerine ’istesemde artık bu savaşı durduramam, bunu durduranları bitirirler' diyerek dolaylı olarak başkalarının bu savaşı sürdürdüğünü söyledi... Ve İmralide muhafazaya alındıktan sonra alenen kemalizmi savunarak Türk egemenlik sisteminin Kürdistanda yerleşmesi ve meşrulaşmasi için çaba sarf etti ve ediyor. Bu noktadan sonra artık Avni Özgürel'in deyimiyle ofıce-boy'luğu anlamsız oldu, çünkü adam kemalistlere taş çıkartacak nitelikte kemalist ideolojiye bağlılığını her konuşmasında vurguluyor. Kemalizmi süsleyip Kürtlere satmaya başladıktan sonra bu adamın, gerek geçmişte, gerekse şimdi, kimlerle ne tür ilişkilere sahip olduğunun hiç bir önemi yok artık. *PKK'den kastımız Öcalan ve ona bağlı olan ekiptir. Bu örgüte Kürt yurtsever duygu ve düşünceleriyle katılan tüm insanlar belirlememiz dışındadır. ASMEN hanife arkadasin cevabi Re: PKK ARADAN CEKILIRSE KURD DEVLETI KURULUR. Gönderen: Hanife (IP Kaydedildi) Tarih: 28 June, 2008 09:09 Bu yaziya benim soyle elestirilerim olacak. Ilki icerik ve uzunluk acisindan. Normalde bu yonden elestiri yapmam ama Sevgili Alan'in ’hic bir kelime fazla degil' demesi uzerine ben de kendi fikrimi bildirmek istedim. Yazinin basligi insanda PKK'nin nasil olup da Kurd devletinin kurulmasini engelledigi sorusunun cevabini veriyor imaji yaratiyor. Fakat yazinin oldukca uzun bir kismi tarihce diyebilecegimiz, digeri de Ocalana'in kisisel elestirisine ayrilmis. Yani yaziyi okuyorsunuz ama bir turlu basliktaki soruya cevap bulamiyorsunuz. Boyle olunca bir cok insane okumayi o asamada birakir, bu kadar sabirli olunmaz. Mesela ben. Alan yaziyi cok begendi diye devam ettim okumaya acikcasi. Soylemek istedigim bu kadar keskin bir baslik kullaniyorsaniz, konuya da kisa yoldan girmelisiniz. Diger bir elestirim eger bu yazinin amaci PKK'yi destekleyenleri dusunmeye itmek ise, ’objektif' yazilmali. Kisisel ataklar her zaman insanda ters etki yaratir. Yani yazanin duygularini, PKK aleyhtari oldugunu anlamamamiz gerekir. Halbuki yazinin ilk cumlesinden iitibaren yazarin fikri de zikri de belli. Yazar elbette kisisel olarak bir tarafdir ama elestirilerini mantik cercevesine oturttugunda duygulara yer kalmaz, o zaman objektif yaklasimla karsisindakini etkileyebilir. Ucuncu bir elestirim yazidaki “PKK'nin diger Kurd orgutlerini engelledigi“ gorusune. Basliga ve yazinin geneline baktigimizda PKK'nin bunu ozellikle yaptigini dusunuyoruz. Sormak istedigim su: PKK'den once hani Kurd orgutu ortaligi kasip kavuruyordu, hangi orgut PKK gibi inanilmaz bir halktan destek almisti? Birakin PKK ile boy olcusmeyi, onun onda biri kadar dunya capinda ilgi ceken bir Kurd orgut var miydi? Yani bir an icin yazar gibi dusunursek ’olmayan Kurd orgutlerinin etkili olmasini engellemek icin PKK ortaya cikti“ diye dusunmemiz gerekiyor. Bu da bana hic mantikli bir sonuc gelmiyor. Oyleyse bu konuda PKK “ kendisinden sonra baska Kurd orgutlerin kurulmasini engelledi“ diye elestiri getirelebilir ancak. Ama o zaman da “bu sonuc icin PKK yaratildi“ gibi bir varsayimda bulunamazsiniz. Yoksa ortaya ’Olmayan Kurd orgutlerini engellemek icin once o Kurd orgutlerinin dogmasina neden olacak atmosferi yaratmasi ve daha sonra da bu ortamdan yararlanarak ortaya cikabilecegi dusunulen Kurd orgutlerini engellemesi icin PKK kurduruldu“ gibi garip bir sava ulasiyoruz. Yani oylesine ucuk bir teori ki bu ifade etmesi bile zor. Ocalan'a getirilen orgut icin ’hainlik' sistemi elestirisi dogru ama yine bence yeterince guclu olmayarak onun ’ajanligina' dayandirilmis. Silahli mucadele yapan orgutlere baktigimizda sertlik ve hainlik sistemini kendi iclerinde barindirdigini goruyoruz. Ama bir an icin diyelim ki yazar hakli ve Ocalan bunu ozellikle Kurd mucadelesine zarar vermek icin yapti. O zaman bu konunun PKK'nin Kurd mucadelesine ve TC'ye tarihsel anlamda yararlari ve zararlari goz onune alinarak netlestirilmesi gerekmez miydi? Ancak bu sekilde yapilacak bir analiz sonucunda eger PKK'nin Kurd mucadelesine zararlari ve TC'ye de yararlari agir basarsa bu sonuca okuyucu olarak bizlerde ulasiriz. Onun disinda yazarisin kisisel soylemleri olarak kalmaya mahkum bu gorusler. Yazarin Ocalan'in yakalanmasindan sonraki donem icin getirdigi ’kullanildigi' elestirilerine katiliyorum. Bunu da yazinin verdigi orneklerin yaninda bizzat kendi gozlemlerimizden, yasadigimiz gunumuzden cikariyoruz. Butun bu yasadiklarimiza ragmen bu sonuca ulasamiyorsak o zaman biz iyi bir gozlemci degiliz demektir, yazarin bir sucu yok. Sevgiyle kalin, Hanife degerli katkilarini sunan diger arkadaslardan özür dileyerek bu iki yaziyi astim. saygilar

نەناسراو (nicht überprüft)

Mo, 06/30/2008 - 00:58

In reply to by Anonymous (nicht überprüft)

Kek nanxwer, yazımı asıp çıktım. Eve yeni döndüm. Asmen'in yazısını son astığın yazınla birlikte okudum. Tabii ki, Hahife ve diğer katılımcıların yazılarınıda. Kimi yazının uzunluğundan, Hanife ise bir yandan başlığa kafayı takıp hemen cevap bulamadığından hareketle sıkıcı, ama öte yandan yaşanan süreçte Türk ve Kürdler açsından kazanç ve kayıpların niye dökümü yapılmamasından şikayet etmektedir. Şimdi yazılan nihayetinde bir makale. Uzun olması değerini ne azaltır, ne de fazlalaştırır. Kimi sıkıcı bulur, kimisi için önaçıcı bir iş görür. Bunu geçiyorum. Sorun yazılanların kabul edilip, edilememezliği. Yazarın yaklaşımı bana yabancı değil. Ben konuyu yazsaydım belki bir eksik, bir fazlalıkla aynı şeyleri yazardım. Yazdıkları yanlış değil. Şu an yazmasıda yanlış değil. Aslında bu tür yazılar daha önceleri daha fazla yazılsaydı ve gereği yapılsaydı, kesin emin değilim, ama belki bu kadar tahrifat yaratılmıyabilirdi. Bu mesele daha önceleride değişik platformlarda çok tartışıldı. Kimi haklı sesler çıksada, çoğunlukla “zamanı değil“ argümanını kullandı. Beklenen zaman ne zaman gelecekti, kimse açıklıyamadı. Sen ve Hanife bakılırsa bu zamanın daha henüz gelmiş olmadığıdır. Neden mi? Bakın ne diyorsunuz? “hanifenin apo ile mücadelede kürdlerin nasil bir yol izlemesi gerektigi cok güzel bir sekilde analiz etmis.“ demişsin, ama nasıl etmiş ben göremedim. Belkide anlıyamadım. Hanife güzel cümle kurmuş, fakat kapalı devre konuştuğundan olsa ben anlıyamadım. Belkide bir şey anlatmak istememiş. “biz kürdlerin apoyu elestirirken nasil bir yol ve yöntem izlememiz gerektigi,apo taraftarlarini nasil düsünmeye sevkedebilecegimizi net bir sekilde ortaya koymus hanife,bu konuda hanifeden farkli düsünmüyorum. bunu yazmamin sebebi,kürdlerin öcalanin etkinligi kirmalarinin yolu öcalan taraftarlarinin düsünmeye sevkedilmesinden gectigi bir gercektir“ “sayin eyübe cüleri ve benzeri yazilar yazanlarin yaptiklarina cok büyük deger vermekle birlikte,yazdiklarinin sadece biz öcalan muhaliflerini tatmin ettigini,esas etkilenmesi gereken ve halki öcalan konusunda hic bir düsünceye sevketmedigini tam aksine öcalana inanan bu halkin tepkisine sebep oldugunu günlük diyaloglardanda anliyoruz.“ Söyledikleriniz bunlar? Mesele Öcalan'a destek veren insanların nasıl ikna edilip onun etki alanından kurtarılmasıdır. Bu konudaki kaygılarını anlıyorum, ama bu kaygılar 30 senedir dilendirilir. Sorunu her iki yönüyle bakıldığında her iki bakışında bir etkisinin olmadığı görülür. Kek nanxwer, sorun çok boyutlu. Birincisi, kim ne kadar doğru söylerle söylesin silahların tozu-dumanı ortamında bir etkisi olmaz. Öcalan'ın etkisiz kılmanın yolu söz söylemenin ötesindedir. Düşman ülkesinde, düşmanın anladığı dildir. İkincisi, birincisi yapılamıyorsa, Öcalan destekliyecileri dahada kemikleşir kaygısından hareketle ihaneti eleştirmenin henüz zamanı gelmedi dememek gerekir. Birileri bunu dile getirilmeli. Bu yanlış değildir. Üçüncüsü, Kürdler Öcalan'ı destekliyenlerle sınırlı değildir. Bu listeyi çoğaltabilirsin. Yazı uzun oldu. Şimdilik bu kadar diyelim. Sorunu tartışarak ortak bir noktada sağlıklı bir neticeye varmayı umuyorum.

kek G-U diyorsunuzki. Söyledikleriniz bunlar? Mesele Öcalan'a destek veren insanların nasıl ikna edilip onun etki alanından kurtarılmasıdır. Bu konudaki kaygılarını anlıyorum, ama bu kaygılar 30 senedir dilendirilir. Sorunu her iki yönüyle bakıldığında her iki bakışında bir etkisinin olmadığı görülür. Kek nanxwer, sorun çok boyutlu. Birincisi, kim ne kadar doğru söylerle söylesin silahların tozu-dumanı ortamında bir etkisi olmaz. Öcalan'ın etkisiz kılmanın yolu söz söylemenin ötesindedir. Düşman ülkesinde, düşmanın anladığı dildir. İkincisi, birincisi yapılamıyorsa, Öcalan destekliyecileri dahada kemikleşir kaygısından hareketle ihaneti eleştirmenin henüz zamanı gelmedi dememek gerekir. Birileri bunu dile getirilmeli. Bu yanlış değildir. Üçüncüsü, Kürdler Öcalan'ı destekliyenlerle sınırlı değildir. Bu listeyi çoğaltabilirsin. Yazı uzun oldu. Şimdilik bu kadar diyelim. Sorunu tartışarak ortak bir noktada sağlıklı bir neticeye varmayı umuyorum. kek G-U sorunun cok boyutlu oldugu zaten tarafimizdan aciga cikarilmistir,buna itirazim yok. ben eyüb cüleri ve benzeri yazilar yazanlarin hic etkisi yok demiyorum,eyüb ve benzeri tarzda yazanlarin hitap ettigi ve düsünmeye sevkettigi bir kesim mutlaka vardir,bunlarin hangi kesim oldugunu sizde bende iyi biliyoruz. örnegin eyüb arkadasin yazdiklarini okuyan bilincli bir kadro mutlak suretle düsünecektir,yine aydin kesim mutlaka düsünecek ve arastirma youluna gidecektir,bilincli insanlarin kafasinda soru isaretleri birakacaktir bunlar mutlaka etki yapiyor. ama halktan insanlarin ne kadar etkilendigini,hatta birakin etkilenmeyi ne kadar okuyabildigi yada bu yazilara ulasabildigi sorusu karsimizda duruyor. esas ulasilmasi gereken,esas düsünceye sevkedilmesi gereken halkin bilinclenmesi kadrolarin bilinclenemsinden daha önemli bir olay. söyle bir örnek verelim. bir pkk kadrosu yada keskin bir apocu faliyetlerde her gün öcalani savunuyor,ama bir gün internete girip öcalan üzerine yazilan bazi yazilar görüyor,iste öcalanin ajanligi,genelkurmayin denetiminde aciklamalar yapmasi yaptigi aciklamalarin sacmaligini farkedip ikna oluyor ve bu örgütten ayriliyor,ayrildiktan sonra daha önce öcalani savundugu halka gidip öcalanin ajan oldugunu genelkurmay ile calistigini,ben bunu farkettim sizde farkedin ve buna destek vermeyin diyebiliyormu? yada desse ne kadara etkili olabiliyor? cok cok oda bizim gibi bir bilgisayrin basina gecer ve bizim yazdiklarimizi yazar,cok cok kendi döneminde gördügü bir kac olumsuzluguda ekler olur biter. bu kadro internette ne kadar yazarsa yazsin,ne kadar konussa konussun kimleri etkileyebilir?esas sorun burda. diger bir konu basindan beri öcalani etkisiz kilmanin dili söylemin ötesinde olduguna inananlardanim. su belirlemenin altina aynen imzami atiyorum ve bana söyleyecek söz kalmiyor... Birincisi, kim ne kadar doğru söylerle söylesin silahların tozu-dumanı ortamında bir etkisi olmaz. Öcalan'ın etkisiz kılmanın yolu söz söylemenin ötesindedir. Düşman ülkesinde, düşmanın anladığı dildir. İkincisi, birincisi yapılamıyorsa, Öcalan destekliyecileri dahada kemikleşir kaygısından hareketle ihaneti eleştirmenin henüz zamanı gelmedi dememek gerekir. Birileri bunu dile getirilmeli. Bu yanlış değildir. Üçüncüsü, Kürdler Öcalan'ı destekliyenlerle sınırlı değildir. kek G-U bu belirlemelerine katilmamak mümkün degil,bunlar gercekten cok sagliki belirlemelerdir,ben ihaneti elestirenlerin zamani degil elestirmeyin diyenlerden degilim ,sorun seninde belirttigin gibi cok boyutludur,ama sorunun a tarafini yazarken birde b tarafiyla desteklemek gerekir yoksa ben kimse bu ihaneti yazmasin yarari yok diyenlerden degilim. su an her seyi yazmanin tam zamanidir. umarim meramimi anlatabildim kek G-U saygilar

Taraf gazetesi bir butun olarak ve yazarlari da tek tek. turkiye de turk - kurd sorununa yaklasimlari en makul olan turklerin yogunlastigi bir ortam olarak kabul edilebilinir. "makul" luk olcutleri farkli talepleri olan kurdlere gore degistigi asikar. ben kendime gore yaziyorum. modern dunyada olabildigince ozgur bir birey olarak bir yerlere, bir kumeye, bir kukture aidied egilimlerimin ve secim ozgurluklerimin teslim edilmesi konusunda gerektigi kadar hasas oldugum icin. satir arasi okumalari (buna zihni okuma da diyebilirsiniz-insanlar munasip olmayan dusuncelerini kontrol ettiklerini sansalar bile farkinda olmadan bunlari acik edebilirler) . aslinada bana berbat cagrisimlae yaptirtan "hasas" kelimesini sevmedim yerine talepkar kelimesini koyalim. ve MB nin formulasyonunda 1-bana pek acik secik gelmeyen 2-bana garip gelen noktalara deginmek istedim. malum temcithipotezlerimden biri bir sistemi en iy tanimanin yolunun o sistemin sinirlarini iyi tanimadan gectigidir. taraf turk sisteminin (bunu formel -informel egitim bicimlenme, aliskanliklar-aliskanliklar insanlarin ikinci dogasi gibidir hic kucumsemeye gelmez- ve rahatsiz olduklari veya olmadiklari tum yasalar-psikoljik ogleri ve kulturu de icerecek bicimde -total turk sisteminden bahsediyorum. yani topu (gunahlarin tumunun) devletlerine atmalarini engellemek icin) simdi MB nin yazisina donuyorum: "Ama bu sorun bile bu toplumda böylesine keskin bir ayrım yaratamadı." kurd-turk sorununun toplumda keskin bir ayrim yaratmadi mi? bu nerye baktiginiza verilerinizi nasil topladiginiza bagli. gozlemlerinizi kendi cevreniz ile sinirlar-sagda solda olan biten kotu ornekleri de "genellestirilmemesi gerekn tedrici vakialar" olarak gorurseniz kurdler ile turklerin keskin bir ayrimda olmadigini idda edebilirsiniz. bu durumda dis islerinden calisan ve isi turkiye nin cikarlarini her kosulda savunmak olan ve haydi diyelim ki kendi icinde durust ve turkiye hapishanlerinde olan bitenlerden gercekten fazla haberdar olmayan-onune konulan resmi bilgilere inanan bir devlet gorevlisinin turk hapishanlerinde sistematik hale donusmus iskence icin soyledigi seyin bir benzeri degil mi yukarida soylenilen. toplumsal surtusmeler keskinlik duzeyine boyle tedrici gorunen olaylarla tirmanir, ustune ustluk bu sadece turklerin turklere bakmasiyla derlenmis bir kanidir. turklerin, kurdlerin neler dusundugunu bu problemi nasil yasadigi(sadece dis dunyasi degil daha onemlisi ic dunyasi ile) anlasilan sayilari henuz on binler duzeyinde dolasan turk liberalince (sagi solu ortasi) bile yeterince farkedilmedigine cok guzel bir ornektir bu satirlar. gerci ben hala keskin ayrim la kasedilenin kurdler ile turkler rasindaki ayrim mi yoksa asagidaki satirlarda insana "acaba sozu edilen ayrim turk islamcilari ile turk kemalistleri arasidaki mi?" sorusunu sordurtmakta. MB boye bir ayrimdan sa kurd konusunda bu birbirini yiyen iki tarafinda ne kadar yakin dusundugunu farketmis olmali ki -yukaridaki satirlarin ardndan bu duruma ucundan deginmis. MB (bir olcude taraf gazetesinin ortalama egilimi de) kurd meselesi turk (veya onlar adina turkiye diyor olabilir) toplumunun onemli ve uygar yollarla haledilmesi gereken bir ic problemi olarak goruldugu asikar. Turk ler arasinda dusuncelerini yazilara dokup saga sola duyuraan turkler arasinda-kurdleri yari bir kolektif birim (adina ne dediklerinin onemi yok-ulus-etnik grup-halk vs) gorenlerin sayisi henuz 1 (yaziyla bir) dir ismail besikci. turk (sol) liberallerinde (henuz sag liberalleri yok ortada) bariz bir iz olarak kurdlerce gorulmesi gereken bir durumdur bu. keskin solcularin da retorik duzeyinde olmasa da gercekte ayni egilim vardir. ne kadar aci ki bu konulari yazmak Kurdler icin bir luks sayilacak durumda. yani tork guruhu ve kurdlerin zihinsel talep duzeyleri o derecede berbat ki- bunlari yazmak gercekten luks kaciyor. bunlari yazdim cunku gene yukaridaki ekibin bir parcasi olarak gorulebilecek (aralarinda mutlaka buyuk farklar var tabii-ancak bu olcue bir genelleme de yapmak zorundayiz) baskin hoca hayranligi legal kurd camiasina (sadece DTP degil-onun disindakiler de de) epey yaygin ve bu liberal ekibin de genel turk sisteminin ana damarinin etrafa sactigi -kurdleri ayri bir varlik olarak gorememe hastaligindan muzadripler. kurd meselesi bizler icin varolus ekseninde (bunu basit bir milyetcilik duzlemi olarak gorenlere de bir dusunmne uyarisidir bu) bugunun dunyasinda ne din ne ulus kavranmlari artik mekanik yorumlarla aciklanamayacak karmasik dunyalar yaratmis durumda. is sadece irrasyonel bir aidied hissi filan degil gelip dayandigi-ic ice gectigi modern haklari da iceriyor hal boyle olunca turklerin kurd problemini kendi dunyalarinin onemli bir ayrintisi olarak gorme ve tarifleme hallerine karsi kurdlerin artik zihinsel bir cikis yapmalari gerekir. tayip erdogan kulturel olarak bir hamam tellagi duzeyindedir islami sitemin gobegindedir baykal veya genarallerde kemalist sistemin gobeginde, bunlari zihinsel olarak adam olmasi ihtimnali sifirdir mecburiyetlere uyarak terbiye olurlar ancak taraf gazetesi ile kabaca temsil edilen kultur damari degil taraf gazetesi cevresi bu dunyada birlikte yasama adabini belleme yetenegi olan insanlar olmalilar (birlikte yasama deyince bir alman bir amerikali bir romen le bu dunyada nasil birlikte yasaniyorsa oyle birlikte yasam-yani tc devleti catisi altinda IYILESTRILMIS bir dayatma degil) bu sebeple bu dunyada kurdler disindaki diger uluslara-gerceklere gosterdikleri ozeni bize de gostermek mecburiyetindeler. hurmetler HeK

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.