Direkt zum Inhalt
Submitted by Aso Zagrosi.. on 27 February 2008

Geçen Perşembeden beri Türk devleti karadan ve havadan ağır silahlar eşliğinde işgal ettiği Güney Kürdistan topraklarında Kürd halkına karşı yeni suçlar işlemektedir. Türk devleti Özgür Kürdistan kazanımlarını yoketmek, Kuzey Kürdlerini tümden teslim almak için 3 aydan beri Özgür Kürdistan topraklarına havadan ve karadan saldırıyor...
Türklerin amacı açıktır: Kürdlerin millet olarak tarih sahnesine çıkışını ve özgürleşmesini engellemek, bölgesel ve uluslararası uygun koşullarda elde etikleri kazanımlarını yoketmek ve kısacası Kürdleri bugüne kadar var olan “köle statüsünde“ tutmak istiyorlar...
Türkler, Kürdlere karşı bu ölüm kalım savaşlarında dünyanın belli başlı güçlerinin “sınırlı icazetini“ almış durumdalar..
ABD, AB, Arap ülkelerinden ve hatta Irak'tan gelen açıklamalara bakıldığında Türk devletine verilen “sınırlı“ Kürd kırımı icazesi açık bir şekilde görülmektedir..
Yukarıda sözkonusu ettiğm güçlerin her birinin kendisine has gerekçeleri vardır.. Bazıları bölgesel ve uluslararası çıkar ve stratejileri doğrultusunda bir hamle ve dizayin çerçevesinde, bazıları anti Kürd tutumlarında ve bazılarıda büyük güçlerin kendi aralarındaki çelişkilerden kaynaklanan nedenlerden dolayı bu ad hoc “sınırlı icaze“ tutumu içine girdiler...
Yoksa “uluslararası hukuku ayaklar altına alan“!!! Türk devletine Avrupa Birliği'nin kapısı kapanırdı... Irak'ı işgal eden ve BM'ler kararıyla “ işgalcılığını“ tescil eden ABD, en iyi müttefiki olan “Kürdleri tutarak“ Türklere dövdürtmezdi... “Yüzüne tükürülen Yeşil Zon hükümeti yağmur yağıyor“ diyemezdi..
Aslında bu “sınırlı icazet“ aynı zamanda beraberinde kolu kanadı kırılmış “sınırlı yetkileri“ olan “sınır boylarında“ Osmanlı dönemindeki Kürd beyliklerini andıran bir yapıyı yada yapılarıda beraberinden getirebilir.. Türklerin, YNK ve KDP arasındaki çelişkileri kaşıma ve kışkırtma girişimleri altında yatan bu “böl-yönet“ politikasıdır.. Birbirleriyle kapışan Kerkük ve Musulsuz, ayrıca Türklere, Araplara ve Farslara mahkum “Baban-Soran ve Behdinan Beylikleri“ Osmanlı-Kemalist karması olan anti-Kürd yapılama tarafından tercih edilebilir bir seçenektir...
Kosovo'dan sonra, dünyanın ilgi odağı olan Kürdistan'nın siyasal önderliği görünen ve görünmeyen eller tarafından Kürdlerin kazanımlarını güdümlü hale getirmek istiyenlerin “sınırlı savaşını“, top yekûn bir “Kürd-Türk“ savaşına dönüştürebilirlerdi ve hâlâ da bu imkan ortada duruyor...

Kürdlerin Türk işgalcilerine karşı toplu bir savaşı bir çok çevrenin öngördüğü hesapları tümden boşa çıkarabilir.. Böyle bir savaş, Amerika'da seçimlerin yaklaştığı bu ortamda Kürdlerin lehine ve Türklerin aleyhini büyük bir tutum değişikliğine neden olur.. Avrupa Birliğinin saflarında Kürdlerin lehine gelişmelere ön ayak olur.... Türkler, “pirinç ararken evdeki bulgurdan“ olurlardı..

Ama, Kürdler yine darmadağan.... Askeri ortak bir “ulusal duruşu“ bir kenara bırakırsak, barışçıl sokaklara dökülmüş milyonlarca Kürd'ün ortak kitle eylemlerinin dahi önü açılmıyor.. Kürd sorunun dünya kamuoyunun gündemine tam olarak yerleşmesi için milyonların barışçıl eylemleri yapılabilinir.. Bu hususta Güney Kürdistan siyasi önderliğinin imkânı var. Güney Kürdistan siyasi önderliği böyle bir çıkış yaptığı zaman, “İmralı endeksli politikalarda“ bertaraf edilebilinir..Eğer, Kürdler, bu “tarihsel anı“ değerlendirmeseler, yeni bir tarihi fırsatı kaçıracaklar..... Türkler eski paradigmalarla 40 milyonluk Kürdün sorununu idare etmeye çalışıyorlar.. Kürd önderliği Türklerin Kürd milletine vacip gördüğü “Türk Prokust çarkını“ kırmak için yeni bir Kürd paradigmasını oluşturabilir..

Sözünü ettiğim tutum beraberinden riskleride taşıyor.. Ama, Kürdistan gibi bir ülkede riskleri göze alamayan bir önderlik Kürdleri bağımsızlığa taşıyamaz...
Türklerin sadece Kuzey Kürdleri ile sorunu yok... Türklerin tüm Kürdleriyle sorunu var.. Türk devetinin Kürdleri millet olarak güneş altında silmek bir misyonu ve vardır... Bu devlet kuruluşundan beri tüm dünya Kürdlerinin en basit hakkı karşısında bir yokedici taraf olarak durdu.. Bu devlet, “Kürdlerin varlığını“ kendisi için ve “Türk Ulusal Güvenliği“ için baş tehlike olarak gördü ve görüyor.
Amed Kürdlerinin dünkü yürüyüşlerinde Mam Celal'a hitaben “heke em şîv bin tu jî paşşîvî“ demelerinden büyük haklılık payı vardır..
Çünkü, Türklerin sorunu “Kürd varlığı“ ilgilidir.. Kürdler “uzayda“ yada “Arjantin'de devlet kursalarda“ “Türk Ulusal Güvenliği“ için tehlike teşkil ediyorlar..
Geçenlerde Türk Başbakanı Almanya'da, Alman devletinin Türk diline ilişkin yaklaşımına ilişkin olarak yaptığı açıklama da “Asimilasyon insanlığa karşı suçtur“ dedi... Tüm Alman basını ve politikacıları projektörleri Türklerin ve Kürdlere yaptıklarına çevirdiler..
Türk devleti Kürdlerin bırakın devlet kurma hakkına en basit kültürel hakkına dahi karşı.. 1960'larda Mısır'da oluşturulan “Kürd radyosu“, 1950'lerde Amerika'nın bir “Kürd rodyosu“ girişimi Türkler için bir“Türk Ulusal Güvenlik“ sorunuydu.. Bu konularda yapılan girişimler bilinmektedir..

Belli bir dönem önce Dr. Hawrami'nin Rusya gizli belgelerine dayanarak Türk devletinin SSCB'de “Kürd dili“ ile ilgili çalışmalara karşı giriştiği kampanyalarla ilgili bir yazısını okumuştum..
Kuzey Kürdleri için yeni bir belge olduğundan dolayı Hawrami'nin aktardığı belgelerden bazılarını aktarmak istiyorum..
Dr. Hawrami “1935 yılında dağıtılan ’Kurdistana Sor'; Kürdlerin kendi bölgelerinden çıkartılarak iç taraflara sürgün edilmesi; Kürd okulları, eğitim kurumları ve gazetelerinin kapatılmasında“ Türk devletinin büyük bir rol aldığını yazıyor.. Bu konulara ilişkin Türk devletinin girişimlerine ilişkin belgelerde sunuyor..

Dr. Hawrami'nin anlatımlarına göre 1934 yılının 9 ve 16 temmuz ayında Erivan'da Kürd Alfabesi ve grameri üzerine Sovyet Dil bilimcilerin birinci konferansı yapılıyor... Konferansa katılanlar ikinci Konferansı 1935 yılında Baku'de yapmaya ilişkin karar alıyorlar. Bu konferansın haberi o dönem Kafkasya'daki basında çıkıyor.. Türk Dışişleri ve Büyükelçi ve konsoluslukları hemen harekete geçiyorlar.. Türk devleti Sovyetler Birliğinden Kürd Konferansına ilişkin resmi bilgi istiyor.. Sovyetler Birliği Lenin'in uluslara ve azınlıklara ilişkin tezlerine dayalı bir resmi açıklama gönderiyorlar..
Sovyetler Birliğinin Türkiye Büyükelçisi Liv Michalavic Qerexan Moskova'ya gönderdiği bir raporda Türkler bizim açıklamalarımız konsunda kuşkulular.. Onlar bu Dil Konferansının arkasında siyasal amaç olduğunu düşünüyorlar.. Ayrıca Türkler, Kürdleri yönelik yürütülen bu dil çalışmalarının sınırlandırılmasını, başka ülke ve bölgelerde Kürd dilbilimcilerinin çağrılmamasını istemekteler..

Ayrıca Zal Kined adlı başka bir Sovyet diplomatı Sovyet Dışişler Bakanına gönderdiği bir raporda: Konferansın sınırında Erivan'da yapılması ve ikinci konferansın Baku'da yapılmasında Türkler rahatsız ve bağımsız Kürdistan için bir çaba ve girişim olarak değerlendiriyorlar.. Türkiye'deki Sovyet diplomatları Moskova'ya Türklerle var olan ikili ilişkilerin bozulmaması için bu tip faaliyetlere maddi imkan vermemek gerekir yönünde öneride bulunuyorlar.. Sovyetler Birliği ise Türklerin bu dayatmalarına boyun eğerek ikinci Kürd Konferansı kararını iptal etti.. Sadece SSCB bununla da kalmadı, daha önce var olan haklara da kısıtlamalar getirdi ve Kurdistana Sor'un akibeti biliniyor...

Sonuç olarak nerede “Kürd düşmanlığ“ varsa, orada Türk devleti var.. Nerede bir Kürd kazanımı varsa onu dağatmak için hazır bulunan ve yıkıcı faaliyet yürüten Türkler vardır...

Türkler dün diplomasi ile bazı işleri kotarabiliyordu... Bugün Kürdler daha güçlü, büyük ordularla ve bombalarla Kürd sorunu çözmek istiyor...
Kürdlerin Türk devleti ile nihai bir hesaplaşmaya girmesi gerekir.. Bugün bu imkân var... Bunun için Kürdler tek ses ve tek yumruk olmalı...

Güney Kürdistan önderliğinin, tüm dünya Kürdlerinin gerçek önderi olma anıdır...

Selamlar

Aso Zagrosi

Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Başbakanı Nêçirvan Barzani ise topraklarında Türk ordusunca sürdürülen savaşa ilişkin olarak düzenlediği basın toplantısında “PKK'ya karşı yürütülen operasyonu anlıyoruz. Ancak köprülerin ve sivil yapıların vurulması, bizde operasyonunun PKK'ya karşı değil de bize karşı yapıldığı hissi uyandırdı... PKK'nın terörist eylemlerini kınıyoruz. Topraklarımızdan komşumuz Türkiye'ye yönelik saldırılarını tasvip etmiyoruz ve durdurmasını istiyoruz... Türkiye'nin geçmişten beri bize yaptığı iyiliklerini unutmadık!“ diyor ve davet edilirse seve seve Türkiye'ye gidebileceğini belirtiyor..." Nêçirvan Barzani ve “Türkiye'nin iyilikleri“ Memo Şahin DPA ajansından Anne-Beatrice Clasmann, “Düşünün bir kere, bir savaş yaşanıyor ve kimse yaşanan savaşı görmek istemiyor“ diyor ve Birleşmiş Milletler'e üye, egemen Irak topraklarında salt PKK'ya yönelik gibi gösterilen istilaya ilişkin ABD, Irak ve Kürdistan hükümetlerinin tavrını kısa ve öz bir cümle ile özetliyor. (DPA, 24.2.08) Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Başbakanı Nêçirvan Barzani ise topraklarında Türk ordusunca sürdürülen savaşa ilişkin olarak düzenlediği basın toplantısında “PKK'ya karşı yürütülen operasyonu anlıyoruz. Ancak köprülerin ve sivil yapıların vurulması, bizde operasyonunun PKK'ya karşı değil de bize karşı yapıldığı hissi uyandırdı... PKK'nın terörist eylemlerini kınıyoruz. Topraklarımızdan komşumuz Türkiye'ye yönelik saldırılarını tasvip etmiyoruz ve durdurmasını istiyoruz... Türkiye'nin geçmişten beri bize yaptığı iyiliklerini unutmadık!“ diyor ve davet edilirse seve seve Türkiye'ye gidebileceğini belirtiyor. (Zaman ve Zagros-TV live, 24.2.08) Nêçirvan Barzani anlaşılan Türkiye'yi tanımıyor. Türkiye'yi yukarda özetlediğimiz açıklamayla aldatacağını sanıyorsa yanılıyor. Türkiye, Nêçirvan Barzani'den “ya geçmişte olduğu gibi bizimle aynı saflarda PKK'ya karşı savaşırsın, ya da Hewler, Süleymaniye, Duhok ve Zaxo'da ellerde Türk bayraklarıyla Kürtleri sokaklara döker Mehmetçikle dayanışma miting ve gösterilerine çekersin“ diyecektir. “Ama elimizde Türk bayrağı yok“ argümanına sığınacak Nêçirvan Barzani'ye “kasasına yüzmilyonlarca dolar akıttığın dostun İlnur Çevik ile komisyon aldığın şanlı ordumuzun holdingi OYAK ne güne duruyor“ hatırlatmasında bulunacaktır. Böylesi bir miting için bir de flama gerekir: “İyiliklerini unutmadık Türkiye!“ Onu yazmak için de “Türkiye'nin iyiliğini“ gören ve kanını bağışlamak için amade birkaç Kürt bulunur. Örnek olarak da Türkiye'de çocukların kanlarıyla hazırladıkladıkları ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'a hediye ettikleri Türk bayrağını alabilir. Nêçirvan Barzani sözkonusu basın toplantısında Türkiye'nin iyiliklerini sıralamaya zaman bulamadı. Bunu da aklımızda kaldığı kadarıyla biz yapalım, ama eksiklerini de sizler tamamlayın ki Nêçirvan Barzani sonradan sıkıntıya düşmesin, Türkiye'ye gittiğinde elinde eksiksiz bir “Türkiye'nin iyilikleri listesi“ bulunsun! Yıl 1988. Halepçe'den beş ay sonraydı. Irak ile İran arasında 1980 yılında başlayıp sekiz yıl süren savaş, Ağustos 1988'de bir ateşkesle noktalanmış, Irak, İran çephesinden çektiği güçlerini tank, top, uçak ve helikopterlerle Kürtlere yöneltmişti. Kimyasal silahların da kullanıldığı bu soykırımda canlarını kurtarabilen Kürtler İran ve Türkiye sınırına yığılmışlardı. Kuzey Kürtlerinin ortak duruşuyla Türkiye'nin tank, top ve etten ördüğü sed yarılmış, onbinlerce, yüzbinlerce Güneyli Kürt Kuzey yakasına geçmiş ve ardından Kızıltepe, Diyarbekir, Muş gibi alanlarda etrafı tel örgü ve nöbetçi kuleleriyle çevrilmiş kamplarda açlığa yatırılmıştı. Kendisi yapmadığı gibi, Birleşmiş Milletler Örgütünün bile yardım başvurularını geri çevirmiş, onbinlerce insanı açlığa ve salgın hastalıklara mahkum etmişti. Kuzey Kürtleri çocuklarının üstündeki battaniyeleri, olduğu kadarıyla ekmek ve soğanlarını Güneyli kardeşlerine yetiştirmek için bir seferberlik içine girmişlerdi. Yıl 1991, aylardan Nisan'dı. 1988'de olduğu gibi kavurucu sıcaklık yok, bu kez dondurucu soğuklar hüküm sürüyordu. Amerikalılardan yediği darbenin hayfını Kürtlerden çıkarmak isteyen Saddam yine kimyasal gazlarla, tank ve toplarla, uçak ve helikopterlerle Kürt kıyımına girişmiş, milyonlarca Kürt yeniden İran ve Türkiye sınırına yığılmışlardı. Yaşanan mahşerdi. Kadın-erkek, yaşlı-genç, körpecik bebe-gelincik kız, yalın ayak dağlara vurmuşlardı. Türkiye Çukurca, Yüksekova başta olmak üzere Hakkari vilayet sınırlarına onbinlerce asker dikmiş, can havliyle sınıra dayanmış olan Güneyli yüzbinlerce Kürde geçit vermemek için birliklerine silah kullanma yetkisi vermişti. Hergün, açlık ve soğuktan binlerce insan dağ yamaçlarında yaşama elveda diyor, öbür diyara göç ediyorlardı. Ne zaman ki Kuzey Kürtleri sınıra yığılıp Güneyli kardeşlerinin carına yetiştiler ve Kürt trajesidi dünyanın gözleri önüne serildi, Türk devleti de günler sonra sınırlarını açmak zorunda kaldı. Ölen onbinlerce Kürdün kemikleri ise tam 17 yıldır sınır boylarında alınmayı ve gömülmeyi bekliyorlar. Yıl 1996. Türkiye'nin bir başka iyiliği ise YNK ve KDP arasında başgösteren iç savaşta binlerce peşmergenin yaşamını yitirmesinin ardından Türk ordusunun Hewler ile Koysancak arasında tampon bölge oluşturmasıdır. İç çatışmalar sona ermesine, 2003'te Amerikalılar gelmesine ve Saddam devrilmesine rağmen Türk ordu birlikleriyle tanklarının aradan 12 yıl geçmiş olmasına rağmen halen Kürdistan'da bulunmalarıdır. Zaman ku kez 2003'den sonrası ve Türkiye'nin Güneyli Kürt liderleri aşağılayan söylemlerinin yanısıra bilinen meşhur “kırmızı çizgileri“: “Irak Federal olamaz, Kürtler Irak anayasasında yer alamaz, Kürdistan'a otonomi, federasyon olmaz, Kerkük Kürt yönetimine devredilemez“. Ve bir de Kerkük, Musul, Hewler ve Şengal'de patlayan bombalar. Sanırım kronolojide bir noktayı atladım. Onu da ekleyelim ve liste tamamlansın: Kürt liderlerin hergün başına kakılan şu meşhur kırmızı renkli TC rumuzlu pasaportlar. Bir de tabii Nêçirvan Barzani'nin Kuzey yakasındaki üvey kardeşlerine TC tarafından 85 yıldır yapılan iyilikleri unutmamak gerekir. TC'nin son iyiliği ise bu istila hareketiyle sanırım şudur: TC, Kürtlerin arasına yeniden çomak soktu. Kuzey ve Güney Kürtleri arasında gelişen yakınlaşmayı, sempatiyi tuzla buz etti. Mesud Barzani'nin, Celal Talabani'nin Kuzey'de yayılmakta olan sempatilerini dinamitledi, karızmalarına çizik attırdı. Güneyli liderlerin ayakları altındaki toprağı sarstı. Artık Güneyli liderler, Güney Kürdistanı eskisi gibi yönetemeyecek, Kerkük ve Kürdistan'a bağlanmamış bölgeler üzerinde öyle kolay kolay hak iddia edemeyeceklerdir. Güney Kürdistan'a TC'nin bu fiili saldırısı bir sınavdı, bir testi ve Güneyli liderler bu sınavda başarılı olamadılar. Nêçirvan Barzani'ye ise tavsiyemiz dedesi Ölümsüz Mustafa Barzani'nin bundan tam 60 yıl önce üç parçanın ileri gelenleriyle imzaladığı Peymana Sesinor'u okumasıdır. Bir de Türkiye'ye davet edilirse şayet Türk ordusunca havaya uçurulan köprülerin yeniden onarım masraflarını yüksek göstermesidir. Biliyoruz öldürülen Kürtlerin kanı para etmiyor ve Nêçirvan Barzani de onları son açıklamasıyla zaten “lanetliler“ sınıfına, kategorisine aldı. Bari yıkılan bu köprülerin parasını alsın. Ne de olsa akçeli işlere ilgisi saklanır cinsten değil. Bu paranın bir kısmını da 2006 yazında kendisini 45 gün boyunca hastahanelerde süründüren kuzenlerine ayırmayı bu kez sakın unutmasın. Sonuç olarak, bu fiili saldırı PKK'ya olan ilgiyi hem Kuzey'de hem de Güney'de arttıracak ve PKK her büyük saldırıda olduğu gibi bu kez de güçlenerek çıkacaktır. Türkiye ise önceki 24 seferde olduğu gibi yine kuyruğunu altına toplayacak, olan ölen ve yaşamını yitiren Kürt ve Türk gençlerine olacaktır. Ve yarın, bugünü aratacak ve birçok şey artık eskisi gibi olmayacaktır!

Irak hükümeti Türkiye'nin kara harekâtını kınayarak, Irak'ın egemenlik haklarını çiğneyen birliklerini acilen geri çekmesini istedi. Irak kabinesinin kınama açıklamasını "Kabine Türk ordusunun Irak'ın egemenlik haklarının ihlali olarak değerlendirdiği müdahalesini reddettiğini ve kınadığını duyurur" sözleriyle aktaran Ali Dabbagh, "Tek taraflı askeri müdahale kabul edilemez, bu iki komşu ülke arasındaki iyi ilişkileri tehdit etmektedir" vurgusu yaptı. Bu Bağdat'ın harekâtla ilgili yaptığı en sert açıklama oldu. Washington Post'a bir demeç veren Irak İçişleri Bakanı Cevat El Bolani de sınır ötesi harekâtın genişlemesi halinde Irak'ın topraklarını savunacağını söyledi. Bolani, Kürt bölgesel hükümetinin, merkez hükümetini göz ardı ederek Türk askerlerine karşı tek taraflı harekete geçmesine Irak anayasasının izin vermediğini de belirtti. Bu arada Kuzey Irak'taki Bölgesel Kürt Parlamentosu dün toplanarak, sınır ötesi kara harekâtı görüştü. Peşmerge Komisyonunun raporunda Türkiye'nin sebep olduğu zararları tazmin etmesi istenirken, Irak hükümetinin Türk tarafıyla gizli antlaşmalar yaptığı öne sürüldü ve bu durumun incelenmesi için bir komisyon oluşturulması istendi. Komisyonu raporunda Türkiye'nin bölgedeki üslerinin kapatılması önerildi. AB'de bir kabul bir de uyarı var Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Irak topraklarındaki operasyonunu 'büyük endişeyle izlediklerini' duyururken 'Türkiye'nin halkını terörizmden koruma ihtiyacını kabullendiklerini' söyledi. AB Dönem Başkanı Slovenya tarafından dün yapılan açıklamada şöyle denildi: "TSK'nın Irak topraklarındaki operasyonunu büyük endişeyle izliyoruz. Türkiye'nin halkını terörizmden koruma ihtiyacını kabulleniyor ancak orantısız askeri eylemden kaçınılması, Irak'ın toprak bütünlüğüne, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı gösterilmesi konusunda Türkiye'ye çağrıda bulunuyoruz. Türkiye'den ayrıca askeri eylemlerini sadece ana amaç olan Türk halkının terörizmden korunması kapsamıyla sınırlandırmasını talep ediyoruz. Irak hükümeti başta olmak üzere uluslararası ortaklarıyla diyalog araması konusunda da Türkiye'yi teşvik ediyoruz." Slovenya, Irak hükümetine ve Kürdistan bölgesel yönetimi'ne ise 'Irak topraklarının komşu ülkelere yönelik şiddet olaylarında kullanılmaması için uygun önlemleri almaları' çağrısında bulundu.

TC'nin Güney Kürdistan'a karşı yıllardır ısıttığı operasyon yeni bir aşamaya daha girdi: sınırlı kara harekatı! Bu operasyonların ABD'nin onay ve desteği olmadın, ona rağmen yapılamayacağı yorumunu defalarca belirtmiştik. Zaten geçen yıldan beri hareketlenen görüşmeler, bu konuda bir ABD ile bir mütabakata varıldığını gösteriyor. PKK gerillalarına karşı sürdürülen harekat da ancak bu mütabakatın sonucu olarak gelişti. Burada yorumlanması gereken husus, Irak'ın işgali sürecinde ABD ile Türkiye arasında derinleşen kriz, sonunda eski işbirliği dönemlerine geri mi dönmek üzeredir? TC ile ABD'nin vardığı mütabakatın içeriği nedir; önceki yıl yayınlanan Baker raporunda öngörüldüğü gibi Ortadoğu için komşu ülkelerde daha verimli işbirliği, yani onları pastaya ortak ederek ilerleme konsepti mi söz konusu? TC ile ABD'nin mütabakatında İran'ı kuşatmak için Türkiye'ye yeni roller verilmesi mi yatmaktadır. Türkiye'nin bu rolü kabullenmesi karşılığında Kürdistan'ın özerkliği kendisine hediye mi edilmektedir? İşleyin çok da iyi gitmediği Irak için başından beri doğal bir müttefik olarak yer alan Güneyli Kürtler, ABD'nin bu mütabakatın neresindedirler? Yoksa TC'nin karşılıksız çekine karşılık büsbütün feda edilmeleri mi söz konusudur? Şu andaki veriler, ABD'nin Güney Kürdistan'ı feda etme niyetinde olmadığını gösteriyor. Fakat yine ciddi biçimde Kürt otonomisini Türkiye'yi (ve diğer sömürgeci aktörleri) rahatsız etmeyecek şekilde sınırlamaya çalıştıkları da dikkatlerden kaçmıyor. Güney Kürdistan yönetimini giderek daha fazla politik taviz vermeye (Örneğin Kerkük konusu giderek sürüncemeye bırakılıyor) zorlanırken, ekonomik olanakların paylaşım kaygısı daha çok öne çıkıyor. Türkiye'nin operasyon tehditleri karşısında geçtiğimiz yıl oldukça kararlı bir duruş sergileyen Güney'li liderlerin söylemi, tam da operasyonun yapılmakta olduğu dönemde “biz bu savaşta taraf değiliz“ noktasına kadar gerilemiş bulunuyor. Bu da en azından Güney Kürdistan'ın tümünde egemenlik iddiasında bulunan bir Federal hükümetin, bir toprakların bir kısmı üzerinde “orada kim birbiriyle çatışırsa çatışsın“ mealinde egemenliğinden vazgeçtiği anlamına gelmektedir ki bunun trajik bir gerileme olduğu açık. Deme ki bu savaş sonucunda Zap bölgesi (TSK veya PKK) kimin elinde kalırsa kalsın Güney hükümeti için fark etmeyecek anlamına gelmektedir. Peki bu durumu Federal yönetimin zorlandığı ve katlanmak zorunda bırakıldığı bir durum ise bundan, TC işgalinin daha içlere doğru ilerlemeyeceğine dair bir mütabakatın olduğu sonuç çıkabilir mi? Görünen bu yoldadır. Ancak bilinmesi gerekir ki TC'ye işgal yolu ve meşruiyeti açıldıktan sonra bu sınırların Kerkük'e kadar uzanmaması için bir neden olmayacağıdır. Türk işgalcilik ve çöreklenmeci siyasetinin tarihini, kendilerine verilecek en küçük açıktan yayılma ve genişleme için yararlandıklarını gösteriyor. Öte yandan TC'nin yürüttüğü operasyon her halükarda başarısız olmaya mahkumdur. Bu başarısızlık da Türk ordusunun beceriksizliğine ya da siyasi bir sorunu şiddetle çözmek yolundaki bataklıkla değil, PKK'nin Güneyli güçlerden beslendiği için “kökünü kazınamadığı“ dolayısıyla asıl tehlikenin buradan kurutulması gerektiği“ propagandasına malzeme sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Güney operasyonunun Türkiye'nin iç siyaset dengeleri açısından da önemli bir kullanım değeri bulunmaktadır. Geçtiğimiz Nisan ayında AKP hükümetini açıkça darbe ile tehdit eden ve onlarca provokatif faaliyeti organize ettiği bilinen Militarist oligarşi ile ABD gözetiminde bir iç uzlaşma tesis edildiği de söylenebilir. Bu iç uzlaşma Cumhurbaşkanlığı ve YÖK gibi, Kemalist-Laikçilerin kale olarak addettikleri kurumların “ılımlı“ İslamcılara terk edilmesi karşılığında, AKP yönetiminin de ABD'nin Ortadoğu politikalarına daha aktif destek vermesi, militarist oligarşinin başta Kürt sorunu olmak üzere temel politik konularda tek söz sahibi olması, iç dukalığını koruması gibi aşağı yukarı “herkesin memnun olduğu“ bir uzlaşma gibi görünüyor. ABD üyeliği sürecindeki reformların ise tümüyle kesilmesi bile olabilecek en düşük seviyeye indirilmesi gözlenen bir başka sonuç. Ne varki bu tablonun uzun vadeli ve kalıcı bir çözüm olması söz konusu değildir. Her an yıkılıp devrilmeye aday, hassas dengeler içerdiği ve tarafların hepsinin aslında bu sürecin sonunda tümüyle kazançlı çıkmayı umduğu dipten bir çekişmeyi de yansıtıyor. Güney Kürdistan'a yapılan askeri operasyon son seçimlerde Kürdistan'da ilerleyen AKP için büyük bir handikap içerecektir; İran'a karşı ABD politikalarına destek verilmesi ise AKP'nin genel İslamci tabanında büyük çalkantılara neden olabilecektir. Beri yanda AKP, AB için olduğu kadar ABD için de iyi bir partner olabileceğini kanıtladığı ölçüde militarist-bürokrasiyi kendisiyle daha fazla uzlaşmaya zorlama olanağı kazanmış olacaktır. ABD ise bu iki denge üzerinden giderek, bu arada Güneyli Kürtleri de ihmal etmemek koşuluyla- Türkiye'yi yeniden tümüyle yedeğine çekmek konusunda önemli bir imkan elde etmiş olmaktadır. Tabii bütün hesaplar tutarsa! Çünkü burada hesap dışı tutulan şey Kuzey Kürdistan'lı Kürtlerin iç dinamiğidir. Görüldüğü kadarıyla bu güçlerin hiçbirinin Kürt halkının siyasal talepleri ve sosyal sorunlarının çözümü için gelecek vaat eden hiçbir projeleri yoktur. Bütün Cumhuriyet rejimlerinin sürdürdüğü tedip-tenkil, tehcir ve asimilasyon politikası, tümüyle imha etme, sindirme politikası geçerlidir. PKK, on yıl öncesine göre önemli güc ve prestij kaybetmiş olmasına rağmen Kuzey Kürdistan'daki tek etkili siyasi güç olma özelliğini korumaktadır. Sürekli zıkzaklar çizen, yalpalayan, Kürt sorunun bir iç demokrasi meselesine indirgeyen yaklaşımlarına rağmen, altetnatif güç ve örgütlenmeler ortaya çıkmadı. Legal politik alanda icazet ve yer edinme arasında sıkışan kitlesel hareketin enerjisi sürekli boşa harcandı. Tüm bunlara rağmen, İslamcı akımların görece güçlenmesine karşılık PKK, Kuzey Kürdistan için belirleyici bir politik aktör durumundadır. Türk militarist oligarşisinin bu hareketi içerden ve dışardan manipüle etme, yönlendirme çabaları belli bir başarı gösterse de ortada sadece bununla izah edilmeyecek bir örgütlülük, Kürt halkının özgürlük ve siyasi eşitlik taleplerine adanmış bir kitle tabanı bulunduğu, her alanda yoğun bir kafa karışıklığı ve didişme ile birlikte inatçı bir direnme bulunduğunu da görmek gerekiyor. TSK'nın Kürt ulusal taleplerini tasfiye etmek veya saptırmak için elinde her zamankinden daha fazla siyasi olanak olmasına rağmen bunu neden başaramadığı sorusunun cevabı da burada durmaktadır. Güney Kürdistan'da bağımsızlık çizgisine doğru ilerleyen bir otonominin tüm meşru kurumlarını oluşturarak ilerleyişinin de süreçte yaptığı katkı da çok açık. Bu durumun Kürt politikası açısından yeni perspektif ve olanaklar yarattığı, TC'nin bu perspektiften ciddi biçimde ürktüğü,Tüm provokasyonlara rağmen Güney'de Kürt güçleri arasında herhangi bir iç çatışma meydana gelmemesi, aksine asgari de olsa siyasi bir duyarlılığı mevcut olmasının Türkiye'nin işini zorlaştırdığı da. Bütün bu koşullarda TSK'nin Güney Kürdistan'a askeri operasyon için zemin hazırlaması ve bunu genişletmeye uğraşmasının stratejik olduğu kadar yakın vadeli hedefleri de bulunuyor. Bunların başında PKK ve Güneyli güçleri birbiriyle savaşmaya zorlamak ve kaybettiği eski kontrol noktalarını yeniden ele geçirmek var. Fakat tarafların bugüne kadarki duyarlı tutumları sonucunda Federal Bölge başkanı Barzani'nin dediği gibi “Kürtlerin biriyle savaşma dönemi sona erdi“. En azından bu atmosfer ortadan kalkmıştır. Ne varki operasyonun bu açıdan Kürt güçlerini birbirine kışkırtmak için de bir olanak olarak değerlendirilmesi söz konusudur. Örneğin sadece PKK ile sınırlandırılmış bir operasyona kendi bölgelerinde olmasına rağmen Federal bölge hükümetinin sessiz kalacağını açıklamış olması, bir çatışma değilse bile bir kopuş noktası olabilir. Bölgesel Kürt yönetiminin bulunduğu bölgede gerilimli bir sınav söz konusudur. Bir yanda savaşa PKK yanında dahil olarak TC'nin tüm saldırı bahanelerine açık kapı bırakarak otonomiyi riske etmek, diğer yanda da savaşa sessiz kalarak hem kendi egemenlik iddialarının bir kısmından vazgeçmek hem de kitle tabanında prestij kaybına uğramak. Sonuçta böyle veya şöyle TSK Güney Kürdistan'da askeri harekat için vize almış bulunuyor. Bu vizenin süresi ne kadardır, sınırları ereye kadar uzanıyor çok net değildir. Fakat göründüğü kadarıyla PKK'li gerillalar saldırılar karşında başarılı bir direniş göstermektedirler. Ortadoğunun en donanımlı ordularından birinin ala u vala ile yürüttüğü bir operasyondan, istediği sonucu alamaması bile onun için bir yenilgidir. TC'nin operasyonu PKK'nin hem askeri hem siyasi açıdan daha çok güçlenmesi ve prestij kazanmasından başka bir sonuç vermeyecektir. Bu arada Kürdistan'lı politik parti ve grupların açık yüreklilikle cevap vermeleri gereken bir soru var: Kürt politikacıları gerçekten de bu savaşta tarafsızlar mı? Sömürgecilerin saldırılarına karşı herhangi bir propaganda bahanesi ile meşruluk atfetmek, kayıtsız veya tarafsız kalmak herkesi büyük bir vebal altına sokacaktır. Dün Amed'deki protesto mitinginde anlamlı bir afiş göze çarpıyordu: "Talabani uyan! Biz sabah yemeği olursak, siz de akşam yemeği olursunuz!" "Türkiye'nin amacı PKK değil, amaç Güney Kürdistan'ı işgal etmektir." deniyor. Doğrudur. Ama böyle olmasa da, amaç sadece PKK olsa ne farkeder? Bu saldırganlığı meşru mu kılar? Türk medyasını boydan boya izleyin, dinleyin. Buradan fışkıran nefreti, yobazlığı iyi belleyin. TC, Kürtler için hiçbir ışık yanmasın, hiçbir ot yeşermesin istiyor. Direnmekten başka çare var mıdır? Editör 25.02.2008

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.